ERGEN KADINLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ERGEN KADINLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster






Daha daha Neriman!


Kadınlar için ‘’Esas kadın’’ olmak önemlidir. Eğer evliyse sorun yoktur. Adam dizinin dibindedir ona her gün ’Esas kadın’’ın kim olduğunu söyletir, bunun için baş ağrılarının tutması bile yeterlidir! Ancak dışarıda ne halt ettiğini bilmiyorsa durum değişir. Hele ki adamın burnu kulağı oynuyorsa! 

Böyle adamları kontrol etmek zordur. Kadın yıllarını verir yine de güven duymaz şüphelenir. Bazen sezdiği de olur ama ayrılığı göze alamaz. Onun merak ettiği esas kadının kim olduğudur. ‘’Birinciler içinde en birinci’’ kimdir?’’

Ancak adam zamparalığı iş edinmişse hafiye olmak gerekir ki, o bile bunları yakalamaya yetmez.

Gömleğini koklar üstünde başında kıl tüy ararsın yok! Cep telefonu şifrelidir! Şifresinin yanında Merkez Bankası şifreleri çocuk oyuncağı kalır. Kulakları çınlasın, hanım bir arkadaşım vardı, sevgilisi de arkadaşım.

Kocasından şüphelenir, sürekli sorguya çeker’’ Sen biliyorsundur, bunun bir değil birçok sevgilisi var ya da vardır hangisini daha çok seviyor? Şüphelendiğim, o şırfıntı mı yoksa bir önce şüphelendiğim kaltak mı?’’ derdi. Diyemezdim ki ‘’Ayşe Fatma Süheyla daha daha Neriman ben nerden bileyim aha bu birinci’’ diyeyim.
 

‘’Fırlama değil!’’

Kadınlarda ‘’denge’’ önemlidir. Hatta çok önemlidir. Erkekte önce denklik ararlar. Akıllarına ilk gelen, ‘’Acaba benim dengim mi?’’ sorusudur. Bunu düşünmeden edemez hatta fazla düşünürler!

Ola ki bir erkeği beğendiler daha ilk yemekte ya da kahvede diyelim, erkeğin her hal hareketini izler sorgular izler sorgular denge ararlar.

Bir arkadaşım vardı iyi eğitim görmüştü. Birkaç dil bilir, çok okur çok gezer; müzikten anlar, konserleri kaçırmaz tiyatrolardan sinemalardan çıkmaz tam bir entelektüeldi. Dışarıdan bakıldığında aklı başında konuşmasını, oturup kalkmasını bilen bir kadın. Ancak gelin görün ki tam bir ‘’fırlama’’ idi. Bu sözcük kadınlar için kullanılmaz, hoş kaçmaz, üstelik ayıptır ama gerçek de mızrak gibidir çuvala sığmaz!

Orta okulu, ‘’Oruspuların okulu’’nda bitirmişti. Bu yakıştırma kendine aittir. Aslında çok da haksız sayılmazdı. Okuldaki öğrenciler şaka yollu da olsa birbirlerine böyle seslenirdi. ‘’Oruspu sana diyorum duymuyor musun?’’ Ya da ‘’Kız oruspu gelsene bak servis kalkıyor’’ gibi laflar eder her fırsatta bu ‘’Ayıp’’ yakıştırmayı kullanırlardı. Bu seslenişlerin bir tanesini ben de duymuştum. Bir gün Harbiye’den Taksim’e yürüyordum, bunların okulunun önünde bir servis vardı ve kalkmak üzereydi. Kızlar birbirlerini ‘’oruspu’’ diyerek uyarıyordu: Kız hadi Burcu oruspusu bak şimdi küfredecem, hadi servis kalkıyor. O Nazlı oruspusu nerde kaldı?

Benimkinin de bu öğrencilerden kalır yanı yoktu. Gerçi ‘’Oruspu’’ lafını öyle çok ağzına almazdı ama Arkadaşım’’ dedikleri için ne zaman birinden söz etsem, ’Bırak abicim sen bilmezsin o ne oruspudur’’ demeyi de ihmal etmezdi!

Gizliden gizliye, erkek arkadaşları için de cinsel tercihleri ne olursa olsun hiç utanmadan hepsini aynı kefeye kor, ‘’ Şey o şey’’ demekten çekinmezdi. Bana bile demiş kulağıma gelmişti!

Çok sevgilisi olmuştu. Zaten ‘’Elimi sallasam ellisi’’ havalarındaydı ki doğruydu. Tanıştırdıklarının sayısını ben bile hatırlamıyorum! Arada evine çağırır; ‘’ Gel ulan balkonda rakı sefası yapalım sevmişim bu dünyayı’’ der yerli yersiz telefon eder bir de küfrederdi.

Bir gün yine telefon etti, ‘’Kalk bana geliyorsun seni biriyle tanıştırcam abicim’’ dedi. Anladım ki yine bir fırlamalık peşinde. Meraktan gittim. Kapıyı açtı ki tam bir afet olmuş, takmış takıştırmış sürmüş sürüştürmüş!

‘’Gel’’ dedi elimden tutup balkona sürükledi. Masa kurulmuş, rakı, beyaz peynir, karpuz, marketten alındığı belli olsa da barbunya pilaki bir sürü şey var. Masanın köşesine de bir adam sığıntı gibi oturmuş!

Adam yerinden kalktı elini elime ölü balık gibi bıraktı, belli ki baskın çıkmak istemiyor, kibar biri. Sonradan öğrendim, İstanbul’un ‘’en köklü’’ ailelerinden birinin evladı, üstelik paşa torunu imiş. ‘’Merhaba ben Hasan’’ dedi. Ben de ‘’Mehmet’’ dedim oturduk. Benimki de karşıma oturdu sohbet başladı, Meslekler soruldu, adam ben uçak mühendisiyim’’ dedi. Ben de ‘’Gazeteciyim’’ dedim.

Uçaklara merakımdan hazır mühendisini bulmuşken sorular sordum, adam ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. Ancak benim fırlama, göz kırpıp araya girdi adama, ‘’Demek şu Beyoğlu’ndaki okuldan mezunsun. Oradan çok tanıdığım vardır, ‘Öküz Ahmet’i, pembe Necati’yi bilir misin, senin lakabın neydi?’’ dedi. Adam da ‘Yok benim lakabım yoktu, belki de vardı ben bilmiyorum. Arkadaşlarla fazla samimi olmazdım.’’ dedi. Adamla iki laf daha etmeden benimki yine lafı döndürüp dolaştırıp adama getirdi, bana, ‘’Okulda kopya çekerdin değil mi yavrucum?’’ dedi sataşır gibi yaptı, anladım niyet başka! Ben de ‘’E tabii kim kopya çekmemiştir!’’ dedim. Adama döndü, muallime edasıyla, ‘’Sen kopya çeker miydin?’’ dedi. Adam kırmızı kesti!

Kendisi arkeoloji mezunudur, yeryüzünde çanak çömlek toz toprakla uğraşır, adam uçak mühendisi gökyüzünde pamuk bulutların maviliklerini ölçüp biçiyormuş kimin umurunda. Dedim ya fırlamaydı fırlama.

O sırada bir uçak geçiyordu benimki yine göz kırptı ‘’Bu ne hangi uçak pervaneli değil mi?’’ dedi adamı sınava çekmeye kalktı. Adam da bütün ciddiyeti ile ‘’Yok Tansel Hanım o dört motorlu 747’’ dedi.

Sonunda rakı sohbeti kazasız belasız bitti, eve gittim. Biraz sonra telefon çaldı, benimki,’’ Nasıl beğendin mi? Geçen yemeğe çıktık, öncesinde sonrasında çiçek gönderdi. Bu herif bana yaramaz abicim fırlama değil!’’ dedi.

‘’Pezevenk Mahmut!’’

Hayatta başıma ne geldiyse, kadınlara zaafımdan geldi. İstanbul’a yıllar önce Güneydoğu’dan, güya okumak için geldim. Beceremeyince de şans eseri gazeteci oldum, ardından eş bulup evlendim. Keyfim yerindeydi. Cağaloğlu’nda, ‘’eski İstanbul’un yanı başında çalışıyordum. İşten çıkınca tarih gözlerimin önündeydi. Kapalıçarşı’dan gir, Beyazıt’tan çık, dön gel Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı, gez gezebildiğin kadar. Ancak gelin görün ki buna zaman bulamazdım. İşten çıkıp soluk soluğa Eminönü’nde son vapuru yakalıyordum, Kadıköy’e ayağımı basar basmaz da doğru çarşının içine alışverişe, sonrasında koştur koştur eve ve doğru mutfağa! Niye mutfağa? Çünkü ayıptır söylemesi yemekleri ben yapıyordum beni çekemeyen erkeklerin yakıştırmasıyla ‘’Kılıbık’’tım. Aslında bana göre anlayışlı, eşine yardım eden tam bir ‘’Doğu erkeği’’ idim ama kendinizi nasıl gördüğünüz değil nasıl göründüğünüz önemlidir. Nitekim gün geldi bu yargım doğru çıktı.

Kadınlar, erkeklerde birkaç özelliği birden arar. ‘’Asıl kadın kim?’’ sorusuna yanıt, sonrası aranızda ‘’denge’’ olup olmadığı, daha sonrasında güçlü erkek olup olmadığınız yani kendisini babası gibi koruyan kollayan erkek. Daha birçok aradıkları da vardır ama şimdilik bunları bilin yeter, gerisi kafanızı karıştırır işin içinden çıkamazsınız. Bu arada bir de ‘’Göstermelik erkek’’ varmış, kadınlardaki anlamı da ‘’Bakın iyi kötü yanımda bir erkek var, yaklaşmayın’’ demekmiş, bunu da işyerinde öğrendim ki, görünen ‘’erkek’’ ile ‘’göstermelik erkek’’ arasında gidip geliyormuşum!

Zevk sahibiyimdir, kadın ruhundan da anlarım. Sabahları gazetede ilk işim, karşılaştığım kızlara, ‘’Günaydın’’ demek, ardından da ‘’Ne güzel giyinmişsin pek güzelsin’’i eklemek olurdu. Doğaldır ki bu iltifatlardan sonra kendilerinden geçerlerdi. Hele ki saçını kestirdiğinin ya da boyattığının farkında olduğunu da belirt. Kadınların bu zaafını bildiğimden doğal olarak çevrem, ‘’bir içim su’’ kızlarla doluydu.

Esmeri kumralı, beyaz tenlisi uzun boylusu, orta boylusu, kısası, kısacası hepsi peri gibi neredeyse bütün erkekler bunlara aşık ama ‘’kardeş aşkı!’’ Zaten beni de kardeş gibi seviyorlardı. ‘’Ahiretlik’’diyeni bile vardı.

Öğlenleri neredeyse hepsi ayrı ayrı gelip ‘’Hadi yemeğe inelim’’ diyordu. İniyorduk. Tabii bütün yemekhanenin gözü üstümüzde. Erkekler bana boğacakmış gibi bakıyor, kızlara ise yalvaran ifadelerle, ‘’’Gelin masamıza oturun’’ demeye çalışıyordu. Bu arada yemekhanedeki diğer kızlar bana kaş göz işaretiyle, ‘’Sen görürsün benimle niye yemeğe inmedin’’ tehdidi savuruyordu. Durum böyle olunca, ben de işi şaka vurup ortaya, ‘’Dönün önünüze, yemeğinizi yiyin’’ diyordum. Bir gün anlı şanlı köşe yazarlarımızdan biri beni köşeye sıkıştırıp ‘’Ulan görürsün param olsun mark mı olur dolar mı olur parayı bastırıp bunları senden alacam’’ bile dedi. Yalnız paraları onlara mı verecekti bana mı orasını anlamadım. Zaten kızları benden çekip alması mümkün değildi. Çünkü kızlar neredeyse hiçbir yere bensiz gitmiyordu. Gazetede yemeği beğenmezlerse biri yanıma gelip hemen söz alıyordu ki, dışarıya onunla yemeğe çıkayım. Çünkü hem yemekten anlıyordum hem de her taraf matbaa işçileri, kağıt hamallarıyla doluydu. Artık hoş olmayan bir durum olur da o kadar babayiğit erkeğe ne yapacaksam! Orası da benim erkekliğime kalmıştı. Arada yemekler oluyordu, beraber olmamıza pek seviniyorlardı; çünkü yanlarında ‘’göstermelik’’ de olsa bir erkek vardı, onları sırnaşma olasılıklarından uzak, tutuyordum. Ancak bu ‘’göstermelik erkek’’ rolü gün geldi başıma hiç de hoş olmayan işler açtı, hatta adı bile konuldu.

O yıllar gazetemiz çeşitli kuruluşlarla ‘’barter’’ anlaşması yapıyordu. Yani, ben reklamını yayınlayayım, sen de karşılığında bana ürünlerinden ver.

Nitekim Mahmutpaşa’nın girişinde o yıllarda pek ünlü olan Atalar Alışveriş merkezi ile anlaşıldı ki içinde her türlü giysi satılıyor. Çalışanlara alışveriş çekleri verildi, buna da en çok kızlar sevindi.

Çekini alan yanıma gelip, ‘’Hadi Atalar’a gidelim’’ demeye başladı. Öyle ya hem erkeğim hem de ‘’göstermelik!’’ Bundan iyisi can sağlığı.

Birisine, ‘’Peki’’ deyince sonrasında arkası geldi, başka kızların da ‘’Peki’’ den haberi oldu, neredeyse her hafta kızlardan birine eşlik edip alışverişe gittim, daha doğrusu onlar aldı ben ya fikrimi beyan ettim ya da görevlileri uyarmayı görev edindim!

Doğal olarak her birinin farklı giyim tarzları vardı ve bütün kadınlar gibi alışveriş söz konusu olunca gözleri doymuyordu. Mağazada ne varsa, etekler, bluzlar, pantolonlarla kucaklarını doldurup doğru kabine giriyorlardı ardından şov başlıyordu.

‘’Nasıl?

‘’Güzel’’

‘’Doğru söyle’’

‘’Valla doğru!’’

‘’Peki bir de grisini deneyeyim bak bakalım o nasıl duruyor?’’

‘’Olur’’

‘’Bu nasıl olmuş?’’

‘’Cık, bej daha güzeldi.

‘’Saçmalama basenlerim ortaya çıkıyor çok kilo aldım!’’

‘’E ne var bunda erkekler bayılır!’’

‘’Terbiyesiz!’’

Bacakları güzel diye sürekli mini etek giyen bir kız vardı, onunla gittiğimde her yanımı ter basardı. Kız her tarafın altını üstüne getirir mini etek arardı bulamayınca da suratı beş karış gazeteye dönerdik.

Bir süre sonra kimi gün esmer kimi gün kumral kimi gün de sarışın bir kızla mağazaya gidip gelişlerim tezgahtarlar arasında gülüşmelere neden olmaya başladı. Nitekim bir gün birini ötekine, ‘’Ne iş?’’ diye fısıldarken yakaladım. Çocuk, ’Pezevenk herhalde!’’ dedi, böylelikle mesleğim belli oldu. Artık yanıma gelip,’’ Hadi Atalar’a gidelim diyene, ‘’Git başımdan sizin yüzünüzden adım pezevenge çıktı’’ diyordum, ‘’Pezevenk Mahmut Pezevenk Mahmut!’’ diyen kahkahayı basıp kaçıyordu!

‘’Adı yengen’’

Bilmemek ayıp değildir dalga geçmek ayıptır ve büyük kabalıktır.

Üniversite sınavını kazanıp İstanbul’a gelmiştim ve o güne kadar da elime kız eli değmemişti.

Bir gün okula gideceğim tuttu, sınıfta sıralardan birine oturdum, biraz sonra bir kız geldi, yanımdaki boş yeri gösterdi, ‘’Oturabilir miyim?’’ dedi. ‘’Tabii’’ dedim, oturdu. selamlaştık ‘’Merhaba’’ alıp, ‘’Merhaba’’ verdik, tanıştık.

Adı Ayşe imiş okuldaki ilk günüymüş. Konuşmaya bildik sorularla başladık.

‘’Neden hukuk?’’

‘’Aile mesleği diyelim, babam hakim annem avukat, siz?

‘’Babam devlet memuru, annem ev kadını, babam politikayla ilgilenmemi istiyor, milletvekili olup memleketi çekip çevirmeliymişim.’’

‘’Memleket neresi?’’

Güneydoğu’nun doğusu’’

‘‘Dalga geçmeyin biraz sonra Atatürk caddesi, buldum sokakta otururduk dersiniz!’’

‘’Yok iki sokak aşağıda sordum sordum bulamadım sokakta!’’

‘’Bakın yine dalga geçiyorsunuz.’’

‘’Siz İstanbul’un neresindensiniz?’’

‘’Ayazağa’nın ayaza bakan yanından!’’

‘’Şimdi de siz dalga geçiyorsunuz’’

‘’İsterseniz ciddi olalım, ders dinleyelim’’

‘’Ciddiyete varım, ciddiyim.’’

Ders ‘’Roma hukuku’’ idi ki çekilmezin çekilmezidir. Baktım Ayşe’nin de Roma’ya gitmeye niyeti yok, ‘’Hadi gelin kantine gidelim’’ dedim, ‘’Olur’’ dedi, kantinde arkadaş olduk, ardından da sevgili.

Her şey yolunda gidiyordu, keyfimiz yerindeydi. Sinemaya tiyatroya gidiyorduk, o istedi diye klasik müzik konserlerine bile katlanıyordum.

Bir akşamüstü AKM’de bir konsere gittik, çıkışta birkaç bira alıp Gezi Parkı’nın kuytusuna çekildik hem öpüştük hem bira içtik. Biraz sonra karnımız acıktı. Ayşe, “Hadi karnımız acıktı, gidip yengen, hamburger yiyelim yoksa çarpılacağız” dedi.

‘’Yengen?’’

Baktı ki anlamsız bakıyorum, ''Yengeni hamburgeri bilmiyor musun yoksa, büfelerde satılır, ekmeğin içine kaşar peyniri, domates, zeytin, sucuk, salam sosis koyuyorlar, hoop tost makinesine. Bir de sosisli sandviç vardır ki turşulu, salçalı sulu.’’ dedi.

İlk defa, ‘’Yengen’’i duyuyordum. ‘’O ne be içinde her şey var’’ dedim.

‘’’Adı yengen ya her türlü numara var!’’

‘’Yine dalga geçiyorsun’’

‘’Geçmiyorum ağam, siz Güneydoğu’nun doğusundan olanlar, amma da alıngansın ha!’’

‘’Gururum kırılıyor!’’

‘’Tamam tamam burnumu kırar bir daha gururunu kırmam. Melmekette ne yersiniz sokak lezzetleri yok mudur hadi anlat.’’

‘’ Olmaz mı, mesela lolaz vardır, dürüm yaparsın, içine taze soğan baxteniz, kuru isot, eşki konur. Kıymalı vardır, açık ekmeğe sarıp yersin. Okulun önüne gelirlerdi, ikisini de çok severim.

‘’Onlar ne be?’’

‘’Yöresel adlar, lezzetler. Siz lolaza börülce, baxtenize maydanoz, kuru isota pul biber diyorsunuz. Ekşiye de biz eşki deriz limonlu ya nar pekmezli yani. Kıymalı da lahmacun, açık ekmeğe de lavaş diyorsunuz. ?”

 Kristal’in hamburgeri çok güzeldir, Kızılkayalar’ın ıslak olanı ise muhteşemdir” diye beni bilgilendirdi. Bu kez de 

''Ben sosisli, yengen falan da hiç yemedim bilmem’’dedim.

‘’Nasıl yani sizin melmekette büfe yoktir?

‘’İkide bir melmeket deyip dalga geçme ayıp oluyor’’

‘’Ne dalga geçmesi şaştım kaldım’’

‘’Büfe yoktur. Adı da bir tuhaf ne demek büfe!’’

“Boş ver ben de anlamını bilmiyorum. Evde bi mobilya var, içinde çeşit çeşit bardak kaşık bir sürü şey durur. Annem ona, ‘’Büfe’’ diyor. Belki ordan gelmedir, yani içinde bir sürü şey olan. Belki adını annemden çalmışlardır.

‘’Yine dalgaya başladın’’

‘’Yok valla yok. Hadi o zaman işkembeciye gidelim, çorba içeriz, kelle yeriz, varsa kokoreç de yeriz. Allah bilir sen şimdi bunları da bilmiyorsundur. Beyin yedin mi?

‘’Beyin, kokoreç?’’

‘’Haydaa’’

‘’Bilmiyorum ayıp mı?’’

‘’Hadi gidiyoruz, biraz bilgin görgün artsın yalnız baştan anlaşalım kellenin gözünü ben yerim dili de senin olsun!’’

Neredeyse kusuyordum ama ağzımdan, ‘’Siz de hayvanın şeyine kadar her şeyini yiyorsunuz’’ lafı çıktı, bir hafta küs kaldık.

Bir süre sonra bir kebapçıya gittik barıştık. İlk önce ezogelin içtik, ben iki, o bir tane lahmacun yedi. Kebaplara sıra gelince, ben kuzu eti ile yapılmış urfa istedim o, ‘’Dana etiyle kebap olmaz’’ dememe aldırmadı, garsona tembihledi: Benimki dana etli az acılı adana olsun.

Yemekten sonra tatlı niyetine kazandibi yemeye gittik iki tane yedi, ardından ‘’Tavukgöğsü de yiyelim’’ dedi, ‘’Bak şimdi!’’ dedim vazgeçti.

Ergen Kadınlar Mehmet Saraç

Kapak: Tasarım: Ercan Armutçu

Sokakotu Yayınları

İstanbul 2019

Mehmet Saraç kimdir?

 1953 yılında Nizip’te doğdu. İlk, orta ve liseyi Urfa’da bitirdi. Ankara ve İstanbul’da Hukuk okudu, ikisini de yarım bıraktı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde Haber Merkezi, Yurt Haberler, Ekonomi servisi ve TV 8 Haber Merkezi’nde editör olarak çalıştı. TÜSİAD’da medya sorumluluğunu üstlendi. Çeşitli halkla ilişkiler şirketlerinde özel sektör kuruluşlarına medya danışmanlığı yaptı. Canlarına Değsin, Babişe Yemekler, Bir Erkek Birkaç Kadın ve dijital; 26, Sana Uyandım, Kalbim Sende, Siye Biye Urfa adlı kitapları var.