tag:blogger.com,1999:blog-595181212987004212024-03-29T05:33:27.669+03:00Mehmet Saraç Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.comBlogger17125tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-70236206045179160912023-11-28T10:49:00.007+03:002023-12-12T22:39:24.989+03:00Yorgun demokrat<p><span style="font-size: 12pt;">kusurcum</span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">çabuk yoruldun<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">daha küsüp barışacak<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">söyleşip gülüşecek<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">sevişecektik el dudak<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">yorulacaktık<o:p></o:p></span></p><p><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 18.4px;">çabuk yoruldun.</span></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-38354043209329366382023-08-25T11:24:00.002+03:002023-08-25T11:24:35.742+03:00''Bakalım bugün kısmetimizde ne var?''<p> <span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 13.5pt;">Günümüzde adı Sultanahmet Meydanı; Sultanahmet Camii bölgede yer aldığından
öyle anılıyor. Osmanlı’da ise adı At Meydanı. Orada ata binilir, yiğitler türlü
hünerlerini sergiler, seyredenleri büyüler, başka zamanlarda da birbirinden
iddialı cirit oynanırmış. Doğu Roma döneminde ise adı Hipodrom.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">İsterseniz önce birkaç cümle Hipodrom tam olarak nerede yer alırmış ondan
söz edelim sonra da içinde neler yaşandığına geçelim.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Şimdiki Sultanahmet Meydanı’na geldiniz sırtınızı köftecilere verin,
girişini Firuz Ağa Camii’nin oradan hayal edin ve sağ yanındaki duvarlarını,
yani ‘’Halkın tribünleri’’ni, İbrahim Paşa Sarayı’na yaslayın (günümüzde İslam
Eserleri Müzesi), sol yanınızı Sultanahmet Camii’ni imparatorluk tribünü olarak
düşünün. (Tribünden bir parça günümüze kalmıştır, Sultanahmet Camii avlusunda
çimlerin üstünde herhangi bir taş parçası olarak durur!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan Hipodrom’un doğu uzun tarafının
damında 4 bronz at bulunan (bugün İtalya’da bu heykeller) balkon şeklinde,
imparator locası yer alırmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ortada, Hipodrom’n kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında
yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de imparatorluğun çeşitli
yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının
heykelleri, bir de <a href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7477284573755397606" title="Örme Dikilitaş"><span style="color: blue;">Örme Dikilitaş</span></a>, <a href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7477284573755397606" title="Mısır"><span style="color: blue;">Mısır</span></a>’dan getirilen <a href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7477284573755397606" title="Dikilitaş (Sultanahmet)"><span style="color: blue;">Obelisk</span></a> ve <a href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7477284573755397606" title="Delfi"><span style="color: blue;">Delfi</span></a>'deki <a href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7477284573755397606" title="Apollon"><span style="color: blue;">Apollon</span></a> Tapınağı’ndan
getirtilen <a href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7477284573755397606" title="Yılanlı Sütun"><span style="color: blue;">Yılanlı Sütun</span></a> bulunurmuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her türlü maddi olanak içinde
yüzerken, yarışçılar yeşil-mavi-sarı-kırmızı gibi politik güçleri de olan
takımlardan birinde yer alır, İstanbullular da bu takımlardan birinin taraftarı
olurmuş; günümüzde Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş taraftarlarının benzerleri
diyelim.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Şehrin toplantı, eğlence ve spor merkezi olan Hipodrom 10. yüzyıla kadar
önemini sürdürmüş, içinde araba yarışlarının dışında müzisyenler çalmış
söylemiş, dansözler, akrobatlar gösteri yapmış, vahşi hayvanlar kavga
ettirilmiş ve bütün bunların seyredilmesi için de Doğu Roma’da bol bol tatil
günleri ilan edilmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ancak sanmayın ki kent halkı, Hipodrom’da sadece güzel eğlenceli günler
yaşamış; Iustianus'un saltanatında içinde ünlü ‘‘Nika Ayaklanması’’ olmuş,
ayaklanma; kim tarihçilere göre 50, kimi tarihçilere göre de 30 bin kişi
öldürülerek bastırılabilmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Daha sonra 1185'te İmparator Andronikos Komnenos’un linç edilmesi de burada
olmuş. Ancak en büyük yıkımı Latinler’in istilasında 1200’lerde yaşamış ondan
sonra da kaderine terk edilmiş ne araba yarışları yapılmış ne vahşi hayvanlar
birbirini parçalamış müzik ise hepten susmuş!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Osmanlı devrinde bu meydanda bazen Yeniçeri isyanları olmuş çınarları
Vakvak Ağacı’na dönmüş bazen de kırk gün kırk gece süren şehzadelerin sünnet
düğünleri, şenlikler burada yapılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Uzatmayalım Hipodrom’dan günümüze zemini dört beş metre yükselmiş geniş bir
alan, içinde bulunan iki dikili taş, bir de Yılanlı Sütun bir de ne kalmış
biliyor musunuz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Şimdilerde Sultanahmet Camii’nin dış avlu duvarına yaslanmış yatan, bir
zamanlar halk tribünlerinde taraftarın oturması için yapılan taş koltuklardan
bir parça!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Eee o zamanlar rakip takıma kızan taraftar, tribünlerden taş koltukları
söktüğü gibi sahaya fırlatamıyormuş tabii ki?<o:p></o:p></span></p>
<p align="right" class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; text-align: right;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
Bugün ramazanın ilk günü; inananlar, dün akşam ilk teravih namazını kıldı,
ardından sahura kalktı, akşam gün batarken de türlü çeşit taamlarla iftarlarını
açacak.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> ‘'İftar açılacak ama ne ile?''<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">''İftar sofrasında ne olacak?''<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">''Hanım ne pişirmiştir?''<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Sofraya kaç çeşit yemek konacak?''<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Tatlı olacak mı?’'<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Tahmin ettiğiniz gibi yukarıdaki sorular erkek soruları; onların
pişirme, saklama, sofraya koyma gibi dertleri olmadığından ramazan sofralarının
bütün yükünü kadınlar çeker!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Ancak bu dert çekme şimdiki gibi değil tabii; şimdi marketten
alıyorsun eti sebzeyi, buzdolabında saklıyorsun; pişirdin diyelim etlisini
zeytinyağlısını, hadi tekrar bozulmasınlar diye dolaba; sofraya konulana kadar
pişirdiklerin güvende…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ancak çok değil, zaman göstergesi geçen asrın başları olan bir zamanda,
üstelik de ramazan ayında, kadınlar neler çekermiş neler?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Efendim işte o zamanlardan birinde, şimdi içinde üstünde turistin
dolaştığı Ayasofya etrafı, Yerebatan Sarnıcı’nın üstü ahşap evlerle doluymuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Şimdi o evlerden birindeyiz. Şebisafa Kalfa bir gün önce pişirip
tabaklara yerleştirip, bir sepet içinde buzdolabı niyetine Yerebatan Sarnıcı’na
sarkıttığı zeytinyağlı dolmayı, cevizli güllacı ve asideyi iftar için çıkarmış;
çıkarmış ama şaşkınlık içinde gördüğü tuhaflığa bir anlam vermeye çalışıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Dolmaları o kadar saydığı halde hesabı bir türlü tutmuyor, kuyuya
dokuz dolma indirdiği, üstelik çıkarıp da iki tane yediği halde dolmalar on iki
olmuş, eksileceğine fazlalaşmış; güllaç tabağında kuskus var, aside ise sana
olmuş mu turşu suyu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Şebisafa Kalfa’nın gördükleri karşısında dili tutulur, meseleyi hemen
Yerebatanlılar’ın ‘Saraylı Hanım’ dedikleri hanımına, Hamdune’ye bildirir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> ‘'Saraylı Hanım'’la Şebisafa Kalfa kafa kafaya verir, ‘Yok Hızır
Aleyhisselam’ın eli değmiştir; acaba iyi saatte olsunlar mı karışmıştır yoksa
bunlar hep o Koca Kancolos’un mu işleridir?’ sorularına yanıt ararken,
İstanbullu bu iki saf kadının bilmedikleri bir şey vardır!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Efendim o da şudur ki; tam da o günlerde bir gece yarısı birileri,
Ayasofya Camii’nin Alemdar ve Yerebatan mahallesine bakan parmaklıklı duvarın
alt tarafına mürekkeple, ‘’İstemezük!’’ yazar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Aslında kasıt başka şey de olsa bu o devirde ‘Abdülhamit’i
istemiyoruz’ anlamına yorumlanır ve ertesi gün o civar, zaptiye tarafından
didik didik aranır, şüpheliler Zaptiye Kapısı’na gönderilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Sadece kuşku duyulan evler, sokaklar değil hatta sarnıçlar,
İstanbul’un altındaki gizli yollar da aranır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Ancak öteden beri kanun kaçakları çok iyi bildikleri yeraltını ustaca
kullanmışlar, labirente benzeyen bu dünyada çoktan bir delik bulmuşlardır
bile. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Hatta denir ki II. Mahmut döneminde ‘’Vaka-i Hayriye’’ sırasında bazı
yeniçeriler buralara saklanarak hayatta kalabilmişler. Yüz elli altı yaşına
kadar yaşayan Zaro Ağa bile bunlardan biridir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Beşir Ayvazoğlu kitabında hikayeyi sonlandırırken diyor ki; ‘’Şebisafa
Kalfa’nın dolmalarını, güllacını ve asidesini yiyenler epeyi insaflı
haydutlarmış; çünkü yukarıdakilere biraz dolma bırakmış, güllaç ve aside
tabaklarına da diğer sepetlerdeki yiyeceklerden koymuşlar.’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">''Sessizler yurdu'' Hamuşan!</span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 13.5pt;">İstanbul’un en eski mevlevihanesi; bilinen adıyla Galata bir diğer adıyla
Kulekapı Mevlevihanesi şimdilerde pırıl pırıl restorasyonu bitti artık gönül rahatlığıyla
ziyaretçi kabul ediyor.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Mevlevihane, II. Sultan Bayezid devrinin beylerbeyi
olan İskender Paşa'nın av çiftliği üzerine 1491 yılında inşa edilmiş ve ilk
şeyhi de Mehmed Semâ-i Çelebi olmuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">1766’da Sultan III. Mustafa zamanında büyük bir yangın
geçiren Mevlevihane aynı sultan tarafından tekrar inşa edilmiş ve bugün ayakta
olan mevlevihane yaptırılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Sultan III.Selim, II. Mahmud ve Abdülmecid
zamanlarında onarımlar da gören bu beş yüz yıllık yapı, faaliyetini taa 1925
yılına kadar sürdürmüş, bir dönem ilkokul bile olmuş ve nihayet 1975 yılında
müzeye dönüştürülmüş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Galata Mevlevihanesi’nin en önemli yapılarından biri
sekizgen planlı ve 18. yüzyıl barok üslubunun en güzel örneklerinden biri olan
semahane. Giriş kapısı üzerinde Sultan Abdülmecid'in tamir kitabesi yer alıyor
ve 1853 tarihini taşıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Semahanenin alt bölümünde Mevlevi kültürünü anlatan
çeşitli objelerin yanı sıra musiki aletleri sergileniyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ahşap kafeslerle ayrılmış olan üst kısmında ise
kronolojik sıra ile divan şairlerinin divanları ile mevlevihanede yetişmiş olan
Şeyh Galib, İsmail Ankaravî, Esrar ve Fasih Dedeler ile Şair Leylâ Hanım'a ait
el yazması eserler yer almakta.<br />
<br style="mso-special-character: line-break;" />
<!--[if !supportLineBreakNewLine]--><br style="mso-special-character: line-break;" />
<!--[endif]--><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Mevlevihanenin diğer önemli yapıları ise
türbeleri; Şeyh Galib Türbesi, 19.yüzyıl başlarında Halet Said Efendi
tarafından yaptırılmış; içinde mevlevihanede şeyhlik yapmış olan Mehmed Ruhi,
Hüseyin, İsa Selim efendiler ile Mesnevi’yi ilk şerh eden Şarih-i İsmail
Ankaravî ve ünlü ‘Hüsnü-ü Aşk’ın yazarı Şeyh Galib Esad Dede gömülü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Halet Said Efendi Türbesi de diğer türbe ile aynı
tarihte yapılmış; içinde Şeyh Kudretullah, Ataullah efendiler ile Halet Said
Efendi ve Ubeydullah Efendi'nin eşi Emine Esma Hanım gömülü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Kütüphane Halet Said Efendi tarafından
yaptırılmış, içinde 3455 cilt kitap bulunuyormuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Galata Mevlevihanesi’ne adım atar atmaz içiniz huzurla
doluyor ancak en huzurlu yer Hamuşanlar’ın yani ‘sessizler’in yattığı hazire…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Mevlevihanede şeyhlik yapmış olanlarla, eşleri,
kudumzenler, neyzenler, divan sahibi şairler gömülü. Ayrıca Humbaracı Ahmed
Paşa, Türkiye'de ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika, ünlü bestekâr
Vardakosta Seyyid Ahmed Ağa, Nayi Osman Dede, Tepedelenli Ali Paşa ve şair
Leyla Hanım sessizler yurdu’nun ünlü sessizleri, hamuşanlar’ı…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><br />
Bilen biliyordur şimdiye kadar biz duymamışsak, duyup da gidip görmemişsek,
kabahatin büyüğü bize düşer.</span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> Onun için siz siz olun bir an önce Rumeli Feneri’ne gidip kalenin
eteklerinde kendinizi seyre bırakın, görün bakalım Karadeniz’e açılmak
nasılmış!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Daha önce Rumelifeneri’ne gitmiş, köyü dolaşmış hatta Balıkçı Barınağı
içindeki Barınak’ta karnımızı doyurmuştuk amma gelin görün ki kaleden yana
yüzümüzü dönmediğimizden olacak ki Karadeniz’in son kayalıklarında yükselen
kalesini görmemiştik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Rumelifeneri Köyü antik çağdan günümüze ulaşan bir yerleşim yeridir. Köyün
eski ismi Panium`dur. Bizans döneminde Fanaraki veya Fanariyan Burnu (Avrupa
Feneri veya Küçük Fener) olarak bilinen köy, tıpkı Garipçe Köyü gibi kayalıklar
üzerine kuruludur. Rumelifeneri, İstanbul`un Karadeniz`e bakan en uç
noktalardan biridir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Temiz sahili ve tarihi güzelliklerine ek olarak Ketendere ve Marmancık
Koyları ile Rumelifeneri Kalesi köyün en önemli mekanlarını oluşturuyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Günümüzde kullanılabilir durumda bulunan ve Cenevizliler tarafından yapılan
Rumelifeneri Kalesi köyün en çok ziyaret edilen mekanları arasında yer alıyor.
Köyün en önemli tarihi eserlerden biri de 15 Mayıs 1856`da açılışı yapılan ve
yüzyıllar boyu gemilere karanlıkta yol gösterici olan Rumeli Feneri`dir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Rumeli Feneri`ni benzerlerinden ayıran en önemli özelliği; içinde türbe
olan ilk ve tek fener olmasıdır. Burada bulunan Sarı Saltuk Türbesi, yerli ve
yabancı birçok turist tarafından ziyaret ediliyor. 1855-1856`da Kırım Savaşı
sırasında Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin İstanbul Boğazı`nın Karadeniz
girişini görebilmeleri ve boğaz sularına rahatça girebilmeleri amacıyla yapılan
fenerin kule yüksekliği </span><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 13.5pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">30 metre</span><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> olup kıyılarımızın
en yüksek kulesi özelliğini taşır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Marmancık Koyu`nda tatil<br />
<br />
Rumeli Feneri`nde doğal güzelliği ve temizliğiyle ünlü Marmancık Koyu, yazın
tatilcileri buluşturuyor ve köyde tek otel olma özelliğine sahip Marmanak
Golden Beach Kulüp tatilcilerin konaklama ihtiyacına cevap veriyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Rumelifeneri’nin Manevi Koruyucusu: Sarı Saltuk Dede<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Rumeli Feneri içinde adına bir türbe yaptırılan Sarı Saltuk, Anadolu ve
Rumeli`nin fethi sırasmda savaşlara katılan, daha yaşarken efsanevî bir
şahsiyet haline gelen Türk kahramanıdır. Şahsiyeti ile ilgili en önemli kaynak,
hayatını konu alan Saltuknâme adlı eserdir. Ebül Hayr-ı Rumî, Şehzade Cem
Sultan`ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli`yi dolaşarak Sarı Saltuk`a ait menkıbeleri
toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiş. Saltukname`ye göre San
Saltuk`un asıl adı Şerif Hızır`dır. Saltukname`de Sarı Saltuk`un on iki mezarı
olduğu da belirtilir. <br />
<br />
Rivayete göre, Balkan ve I. Dünya Savaşları sırasmda köy düşman gemilerinin
bombardımanına maruz kalmış ve köydeki bütün evler yıkılmış. Feneri hedef alan
düşman topçusu bütün gayretine rağmen isabet ettirememiş. Feneri o
günlerden bugüne kadar Sarı Saltuk`un koruduğuna inanılır ve balıkçılar da Sarı
Saltuk Türbesi`ni ziyaret etmeden balığa çıkmazlarmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 13.5pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="background-color: transparent; font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 13.5pt;">Duyan ile gören bir olur mu?</span><span style="background-color: transparent; font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 13.5pt;"> </span><span style="background-color: transparent; font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 13.5pt; text-align: right;">Olmaz tabii ki.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Hele ki İstanbul gibi
bir kentte yaşıyorsanız hele ki adımınızı attığınız her yan gezilecek görülecek
birbirinden güzel yapılarla doluysa, duyduklarınızla yetinebilir misiniz?</span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Siz siz olun pirimiz Evliya Çelebi’nin o ünlü seyahatnamesinde sık sık dile
getirdiği, ‘Hiç duyanla gören bir olur mu?’ sorusunu kendinize sorun ve
ardından da yola düşün ki kulağınıza kadar gelen ama gezip görerek teyit
etmediğiniz ‘bilgi’lerle baş başa kalmayın.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Peki; Murad Paşa Camii’ni bilir misiniz? Biz bilmiyorduk yani
işitmişliğimiz vardı ama sadece ‘bilgi’ düzeyinde olduğundan ‘Biliyoruz’ diye
kabul etmediğimizden kalkıp Aksaray’ın yolunu tuttuk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Efendim camii, Fatih Sultan Mehmed’in vezirlerinden Has Murad Paşa
tarafından 1465-71 tarihinde yaptırılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Camii İstanbul’da az bulunan erken devir Osmanlı mimarisinin örneklerini
taşıyor. ‘İki fonksiyonlu Bursa üslubunda yapılan camii tuğla-taş örgülü, kare
planlı ve kubbeli.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Minaresinin kaidesinde iki güneş saati olan caminin şadırvanı Kara Davud
Paşa tarafından 17. yüzyılda yaptırılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Murad Paşa Camii ve külliyesi ilk yapıldıklarında her şeyiyle eksiksizmiş.
Medresesi, imareti, hamamı ve de camisi yerli yerindeymiş. Hatta cami ve
külliye sonsuza kadar yaşasın diye köyler, araziler, ticarethaneler vakfedilmiş
kendisine, hizmeti için birçok da vazifeli tayin edilmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ancak bu güzelim külliyenin binaları zamanla yangınlara, ‘İstanbul’u
güzelleştirmek’ uğruna yapılan yıkımlara ve en önemlisi de ihmale daha fazla
dayanamamış yok olmuş. Günümüze sadece camisi ve haziresinin bir kısmı
gelebilmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="color: black; font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 13.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Bakımsız kalan camii 1946’da yeniden ‘‘ihya’’ edilerek ibadete açılmış.
1957’de yeni Vatan ve Millet caddelerinin açılması nedeniyle Şirmend Çavuş
Türbesi ve yıktırılan Oğlanlar Tekkesi’nin sebil, türbe ve çeşme grubu cami
avlusuna taşınmış.<o:p></o:p></span></p>
<p align="center" class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; text-align: center;"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 13.5pt;">Murad Paşa Camii şimdilerde ise ‘’geçmişinin görkemli günlerini’’ arar gibi
yine inananlara beş vakit hizmet veriyor. </span></p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-20013450795006849292021-09-28T09:01:00.005+03:002023-10-30T14:32:40.059+03:00Safsalak<p></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-size: 12pt;">hani sevmek</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">sabun kokusuydu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">yıkanmıştın<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">hani sevmek<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">kediydi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"> uzanmıştın<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">hani sevmek<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">sendin<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">bendim<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 105%;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 105%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">öyle
demiştin.</span><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 105%;"><o:p></o:p></span></p>Sana Uyandım şiir kitabından <p></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-10529394609988768382021-04-22T13:14:00.008+03:002023-12-12T22:41:47.737+03:00Kenan illeri<p> <span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">aşkın ağlama duvarı yoktur Musa</span></p>
<span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-language: AR-SA; mso-bidi-theme-font: minor-bidi; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-fareast-language: EN-US; mso-fareast-theme-font: minor-latin;">Süleyman bile akıl etmemiş.</span><div><br /></div>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-86958539717578765912021-03-12T15:20:00.009+03:002023-08-27T13:03:36.598+03:00Bir uçtan bir uca Karadeniz; Akçakoca, Amasra Sinop, Ordu Rize Sarp Sınır Kapısı<p> <br /><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-aLQD2i0Kr3U/YEtcdL4WfDI/AAAAAAABXDg/7HXzcOmg-aYiwP-KFwFEW-MsoTiPtSpwACLcBGAsYHQ/s1936/YOL.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="280" src="https://1.bp.blogspot.com/-aLQD2i0Kr3U/YEtcdL4WfDI/AAAAAAABXDg/7HXzcOmg-aYiwP-KFwFEW-MsoTiPtSpwACLcBGAsYHQ/w593-h280/YOL.JPG" width="593" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Herkesin kendine göre bir “tatil anlayışı” vardır; kimi gider deniz kıyısında temmuz sıcağına bağrını verir kimi gider Paris’ti Venedik’ti gezer dolaşır, gondola biner Eyfel’e tırmanır kimi dağ bayır aşıp yaylaların tadını çıkarır, kimileri de bütün bunlara burun kıvırır “kültür turları”na çıkar gezmedik ören yeri, müze bırakmaz. </span><span face="Verdana, sans-serif"> </span><p></p><p></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif">Bizimki bize benzer, bunlardan hiçbirine benzemez ancak tek başına çıkılır. Çünkü hiçbir kul, temmuz ayında güneşin saat kaçta doğduğunu; Karadeniz’in kaç günde bir uçtan bir uca geçileceğini; hedef koymadan, kimselerin bilmediği yemek lezzetlerinin hangi kentlerde olduğunu ve neler yenilebileceğini; Ünye ile Fatsa arasında yolculuk yapmanın, Sarp Sınır Kapısı’na kadar gitmenin nasıl bir duygu olacağını, merak etmez. Etse de bize denk gelmez. Yoksa Karadeniz yolculuğuna onu da alır beraber çıkardık…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Dememiz o ki bu duygularla, yalnız başımıza bir temmuz sabahı saat beşte yola düştük. Niyetimiz bütün Karadeniz kıyısını kıyı kıyı dolaşmak ve Sarp Sınır Kapısı’na elimizi vurup dönmekti!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><br />Yola çıkar çıkmaz güneş saat altı gibi doğuyormuş ilk bunu öğrendik!<p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">İnsan erken kalkınca ve de yoğun duygular içinde olunca haliyle çok acıkıyor. Eee aç insana da acımak gerek, dedik ki, “Ulan hadi gel sana yol üzerindeki Berceste’de bir sabah kahvaltısı ısmarlayayım!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Hayır sabah kahvaltısı ısmarlamak dert değil de mahçup olmak en kötüsü!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Kahve fincanı gibi bir kasede mercimek çorbası, bayat ekmek ve de kıymalı kol böreği ki, “Berceste efsanesi”ne hiç yakışmıyor, lastik gibi soğuk neredeyse yenmez. Bunu şundan anlıyoruz ki tabağımızda börek bırakmışlığımız yoktur ama Bolu dağlarında başımıza geldi. Üstelik hesabı da yanlış almışlar epeyce para üstü alıp, sağdan soldan gelen yanlış sucuklu yumurta tabaklarına göz gezdirdik, “çay çayy” diye inleyen müşterilere kulak kabarttık!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Demek ki neymiş? Adı çıkmış, “ünü şöhreti” tavan yapmış yerlere yanaşılmayacak kimselere hava atılmayacak!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Nefaset</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-w2sEMtmVbtk/YAbMYJTPBWI/AAAAAAABWaA/112CpAJwXmgUq4jwbY-QBnLnrFTYq858wCLcBGAsYHQ/s1936/akcakoca%2Bk%25C4%25B1y%25C4%25B1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="227" src="https://1.bp.blogspot.com/-w2sEMtmVbtk/YAbMYJTPBWI/AAAAAAABWaA/112CpAJwXmgUq4jwbY-QBnLnrFTYq858wCLcBGAsYHQ/w364-h227/akcakoca%2Bk%25C4%25B1y%25C4%25B1.jpg" width="364" /></a></div><br />Sonunda Karadeniz kıyısına çıktık. Uzun yıllardır merak ettiğimiz Akçakoca’ya vardık. Birkaç çayı Akçakoca’nın birkaç farklı kıyısında içtik, bir saat dinlendik ardından da yola koyulduk. Akçakoca aklımızın bir köşesinde, ıssız bir Karadeniz kasabası olarak kaldı! Ne o bizden bir şey anladı ne biz ondan. Belki biraz daha vakit geçirsek severdik birbirimizi.<p></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif">Koyulduk yola… Yukarısı Karadeniz Ereğli. Güzel bir kent. Pırıl pırıl ve de çayı içilir nefasette. Bu arada artık şunu öğrendik ki Karadeniz’de çay nerede içersen iç bir TL.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif">30 yıllık köfteci<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-Pz53aEEBPIk/YAbPCrCuHYI/AAAAAAABWaY/3I_LbcWecT0febrPPGxj0UaHTyEReB2MgCLcBGAsYHQ/s1936/zeko.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" src="https://1.bp.blogspot.com/-Pz53aEEBPIk/YAbPCrCuHYI/AAAAAAABWaY/3I_LbcWecT0febrPPGxj0UaHTyEReB2MgCLcBGAsYHQ/s320/zeko.JPG" width="320" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Kozlu’ya girdiğimizde öğlen olmuştu ama ne öğlen. Yanıyor her yan yanıyor! Aylardan temmuz, günlerden cuma ve bütün Kozlu cuma namazında…</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Karnımız aç. Aç olunca biraz huysuzlarınız. Allah’tan ki yanımızda kimse yok. Huysuzluğumuzu sadece girip çıkıp yemeklerini beğenmediğimiz birkaç lokanta sahibi hisset ki o da gelip geçici bir durumdu. Sonunda adam “turist’’ Çok çok günün birinde lafı geldiğinde, “Yaa geçen yaz bir turist gelmişti dükkana ne yaptık ne ettikse beğendiremedik yemekleri, gitti Köfteci Zeko’da ekmek arası köfte yedi” derler.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Oysa işin aslı şöyle; Kozlu’da ne kadar lokanta varsa girip çıktık bu doğru. Doğru adresi bulmak için uzaktan bakınca kelli felli duruşlarıyla damak zevklerine güvenebileceğimiz esnaf, polis memuru, zabıta memurundan görüş aldığımız doğru idi. Ancak Kozlu’daki bütün dükkanlarda yemekler ya İzmir köfte ya türlü ya da dükkanın baş köşesine kurulmuş tavuk dönerdi!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><br />Hal böyle olunca yemek yemektense Kozlu’nun en güzel camiini fotoğraflayalım istedik. Dört köşe dolaştık ve bir köşesinde Köfteci Zeko’ya rast geldik bu durumu da huysuz olmamıza rağmen kalbimizin temiz olmasına yorduk.<p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Zeko otuz yedi yıllık bir köfteci. Şimdilerde biraz dükkanı boşlamış, oğlu tezgahın başında.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Zeko’nun köfteleri hafif acılı ama çok lezzetli. </span><span face="Verdana, sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif">Hatta o açlıkla bize çok güzel gelmiş olmalılar ki fotoğraf çekmeyi akıl ettiğimizde elde kala kala bir köfte kalmıştı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif">Bu arada Kozlu Pazarı’nı da dolaştık. Pazarın nabzını tuttuk ki fiyatlar hiç de İstanbul’un semt pazarlarından farklı değil. Zeko’nun köftesi ayranla birlikte beş liraydı, ki İstanbul’da da bir tükürük köftesi ayran o fiyata.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif">“Kara Elmas”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face=""Verdana",sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-aCJsMzRwSmk/YAbPWH6zV2I/AAAAAAABWag/5v_4M23aGLUjq2eJ28QK0UQR2qGCyFp6ACLcBGAsYHQ/s1936/zonguldak.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="233" src="https://1.bp.blogspot.com/-aCJsMzRwSmk/YAbPWH6zV2I/AAAAAAABWag/5v_4M23aGLUjq2eJ28QK0UQR2qGCyFp6ACLcBGAsYHQ/w340-h233/zonguldak.jpg" width="340" /></a></span></div><span face=""Verdana",sans-serif"><br /></span><span face="Verdana, sans-serif">Zonguldak’ı görünce nedense o güne kadar, kenti deniz kıyısıyla değil de ''Kara elmas'' dediklerinden kara ile özdeşleştirdiğimizi anladık, çok güzel bir kent bulunca da utandık ama bir yandan da “Bak gördün mü yeni bir şey öğrendin” diyerek gezinin faydalarına dikkat çektik.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Düştük yine yollara. Vakit tam da yan gel yat vakti ama bir yandan da ayağımızı suya sokalım isteriz. Filyos yol üstünde üstelik güzel de bir denizi ve kumsalı var. Var ama Filyos’ta in cin top oynuyor. Ne kalacak bir yer var ne yenilecek içilecek.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif">“Lala çeşmi cihan bu mu ola?”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Biz de bir dere kenarında ayağımızı ıslattık, biraz hava aldık. Daha önümüzde uzun bir yol var: Kilimli, Hisarönü, Bartın, Amasra da hedef. Bartın’ı para çekip çabuk geçtik, ki geceye kalmayalım akşam Amasra’da yatalım isteriz. Nitekim yattık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Fatih Sultan Mehmet Amasra’nın gündüzüne mi hayran kaldı yoksa akşamına mı günbatımına mı bilinmez ama derler ki Amasra’yı seyretmiş seyretmiş lalasına, </span><a name="_Hlk61924579" style="font-family: Verdana, sans-serif;">“Lala çeşmi cihan bu mu ola?” </a><span face="Verdana, sans-serif">demiş, yani demek istemiş ki ‘’Yeryüzündeki cennet burası mı?’’</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Fatih’in o günün Amasrası’na bakıp da bu soruyu sorması gayet yerinde lakin bugünün Amasrası cennet mi ondan pek emin değiliz. Çünkü cennet denilen yerin bu kadar kalabalık olacağını, sanmıyoruz. Yoksa cehenneme kimi koyacaksınız?</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Şaka bir yana evet Amasra yaz aylarında kalabalık ama kalabalık diye kalmayacak mıyız? Hiç olur mu. Hele hele Amasra’nın o meşhur salatası ve de tava balıklarının tatları nefasetleri bütün ülkeye nam salmışsa…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-WDwJnt6X44E/YAbPrjwdWbI/AAAAAAABWao/abnUrUaa8nwK9Wur42ntGz-UlLVeOw1cgCLcBGAsYHQ/s1936/salata.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-WDwJnt6X44E/YAbPrjwdWbI/AAAAAAABWao/abnUrUaa8nwK9Wur42ntGz-UlLVeOw1cgCLcBGAsYHQ/w342-h213/salata.JPG" width="342" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Efendim akşam gün batmadan otelimizin terasındaki balkonda yerimizi aldık. Önce güneşi batırdık ki rahat rahat o turplardan, havuçlardan, semizotlarından, salatalıklardan, kırmızı lahanadan ve daha yetmiş iki bin ottan, ekşiden, turşudan yapılmış salatamızı söyleyelim sonra da balığımızın tava olup gelmesini bekleyelim, birkaç duble de rakı içelim.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Lafı uzatmanın anlamı yok sonunda siz de insansınız balık/salata ikilisini canınız çeker, yazıktır size. Her şey nefisti nefis.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">1 TL çay 1 TL pide</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Sabah oldu, olur olmaz da sanki dün akşamın acısını çıkarıyormuş gibi ya da sizin ahınız tuttuğu için güne çok kötü bir otel kahvaltısıyla başladık ardından kendimizi yollara vurduk. Hedefimiz Safranbolu, gizli niyetimiz ise sabah kahvaltısının bir şekilde acısını çıkarmak.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-mWmGuYaSkF8/YAbQB4BMzJI/AAAAAAABWaw/KKK3w4nEsqMupT6rwJS4jGXNTdaKRkbTQCLcBGAsYHQ/s1936/safranbolu%2Bpide.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-mWmGuYaSkF8/YAbQB4BMzJI/AAAAAAABWaw/KKK3w4nEsqMupT6rwJS4jGXNTdaKRkbTQCLcBGAsYHQ/w339-h213/safranbolu%2Bpide.JPG" width="339" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Nitekim öyle de oldu. “Turistler” Safranbolu’nu hayran hayran gezerken, taşın toprağın fotoğrafını çekerken biz gidip kendimize iki yüz elli yıllık bir taş fırın bulduk 1 TL’ye kıymalı pide yedik, 1 TL’ye çay içip kahvaltı yaptık.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Ardından da keyif tazeleyip kahvemizi gölgelik bir çarşıda höpürdettik, lokum yedik, han hamam gezdik sonrasında yolcu yolunda gerek deyip öteden beri hep merak ettiğimiz methini duyduğumuz ama bir türlü göremediğimiz Kastamonu’ya doğru yola çıktık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-BSbGtR8Ee-w/YAbRiGKzjaI/AAAAAAABWbM/hax9LC-7e_k1-9glfEKlt9x8-nAo79aHwCLcBGAsYHQ/s4290/vin3.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2856" data-original-width="4290" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-BSbGtR8Ee-w/YAbRiGKzjaI/AAAAAAABWbM/hax9LC-7e_k1-9glfEKlt9x8-nAo79aHwCLcBGAsYHQ/w341-h213/vin3.jpg" width="341" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Kastamonu anlatılmaz gezilir. O zaman onu sonra gezelim sonra anlatalım sapalım yoldan.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Safranbolu Kastamonu arası yol biraz bozuk ama hangi yana baksan aklın orada kalıyor. Biz de sık sık arabayı sağa çekip bazen sehpa kurarak bazen deklanşöre hızlı hızlı basarak fotoğraf çektik.</span><span face="Verdana, sans-serif"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Bu arada yoldan, manzaradan söz ederken neredeyse unutuyorduk. Arada bir güzellik daha bulup Kadıefendi Et Lokantası’nda masaya kurulduk.</span><span face="Verdana, sans-serif"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Hani derler ya, “Yiyip içtiklerin senin olsun gezip gördüklerini anlat!” Farkında mısınız bilmiyoruz ama biz hem gezip gördüklerimizi anlatıyoruz hem de yiyip içtiklerimizi! İçecek desen çay, ayran, yiyecek desen hepi topu bir iki lokma! Ancak aklınıza şu soru gelebilir: Ya arkadaş sen daha biraz önce Safranbolu’da pide yiyip üstüne çay içmedin mi? Kadıefendi’de ne yiyip içeceksin?”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Haklısınız ama kendinizi bizim yerimize koyun. Diyelim ki Safranbolu’dan Kastamonu’ya gitmek için yola koyuldunuz. Gittiniz gitmediniz daha şunun şurasında on dakika oldu olmadı, karşınıza birden bozuk bir yolun başında Kadıefendi Tesisleri çıktı. Siz olsanız, bu yeşillikler arasında ne yer ne içilir merak etmez misiniz? Biz ederiz. Dolayısıyla daha “tesis-kuyu kebap” yazısını görür görmez daldık içeriye. Ne yedik </span><span face="Verdana, sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif">dersiniz?</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Bu arada yeri gelmişken belirtelim. Karadeniz’e çıkar çıkmaz kebaplar köfteler kilo ile satılmaya başlıyor haberiniz olsun.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-2DsOnvADizI/YAbSs08mcLI/AAAAAAABWbY/ZlvNCOCk07cLe8F9G-n_WKoNnXjki9stwCLcBGAsYHQ/s1936/kuyu%2Bkebabi.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1243" data-original-width="1936" height="205" src="https://1.bp.blogspot.com/-2DsOnvADizI/YAbSs08mcLI/AAAAAAABWbY/ZlvNCOCk07cLe8F9G-n_WKoNnXjki9stwCLcBGAsYHQ/w345-h205/kuyu%2Bkebabi.jpg" width="345" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Biz de bu kurala uyup kendimize 250 gr. kuyu kebabı söyledik. Kemiklerden sıyrılınca ortaya bir güzellik çıkmış ki sormayın, Kendilerine iç pilav, turşu, pide ve de buz gibi ayran eşlik ediyor.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Kuyu kebabı lezzetliydi. Güzel pişmişti. Ancak saat neredeyse öğlenden sonrayı gösterdiğinden et biraz soğuktu. Bu arada unutmayın eğer dışarıda yemek yiyorsanız öğlen yemeği saati en geç on birdir bilemediniz on ikidir. Çünkü neredeyse bütün yemekler sabahın köründe pişer, en geç dokuzda onda tezgaha çıkar. Erken yetişmezseniz bütün tencereler kepçe üstüne kepçe yer karıştırılır, yemek ısıtılır da ısıtılır ta ki tezgahta bir şey kalmayana kadar. Dolayısıyla Kadıefendi’deki kuyu kebabı da kim bilir kaçta pişmişti? Bu nedenle öğlenden sonra kuyu kebabı yemeye kalkarsan huysuzluk etmeyeceksin!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Biz de öyle yaptık. Kuyu kebabımızı yedik, ayranımızı içtik ve kendimizi yeşillikler içindeki hamaklardan birine attık! Az biraz soluklanalım daha yolumuzun üstünde Kastamonu var, oradan da ver elini Sinop.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Öteden beri merak ettiğimiz yerlerden biri Kastamonu diğeri de Sinop şehriydi. Ancak yeme içme merakı yüzünden yolda bir hayli oyalandığımızdan, günlerden de cumartesi, dolayısıyla tatil günü olduğundan ve de “Akşam kalacak bir yer bulur muyuz?” telaşından Kastamonu’dan hızla geçtik.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Sinop iyi karşılamadı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Hani birini çok seversin yüz vermez ya Sinop’la öyle bir ilişki yaşadık.</span></p><p class="MsoNormal">Vardığımızda akşam olmak üzereydi. Her yan ana baba günü. Kent içinde insandan ve de araçlarından geçilmiyor. Bir de sıcak bir de sıcak ki sormayın gitsin. Zaten soracak da halimiz kalmamıştı. Yol boyunca klima, cam açma ikilemi arasında gidip geldiğimizden Sinop’a vardığımızda soluğumuz kesilmiş sesimiz çıkmıyordu. Biz de bir iki otelde “Kalacak odanız var mı?” sorusunu elimizi kolumuzu kullanarak sormaya çalıştık. Tabii ki bu garip adama kimseler oda vermedi. Tam da umudumuzu kesip geriye dönmeye niyetlenmişken liman ağzında bir büyük otelde yer bulduk. Akşam güzel bir uyku çektik. Sabah önce duş ardından kahvaltı için kendimizi sokağa attık.</p><p class="MsoNormal"><a name="_Hlk61892041"><br />Hatırlatmakta fayda var Sinop'ta sabah kahvaltısını deniz kenarında yapın. Kahvaltılığın bir kısmını Erzincanlar Mandıra'dan gerisini Sarı Kadir'den alın. Bir fırında pide yaptırın, ama mutlaka adım başı karşınıza çıkan ve unlu mamüller satan dükkanlardan birinden Sinop'a özel Nokul ve Katlama'dan alın. Nokulun kıymalısı yumuşacık, cevizli ve üzümlüsü de ayrı güzel. Görüntüsü haşhaşlı çörek gibi. Katlama ise bildiğiniz içi boş gözleme ama o da oldukça lezzetli.</a></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-c08o5P2bwqc/YAbfhc6_SRI/AAAAAAABWbw/JyB4glGQnp8i0BCeGOTqfe6i4y70T1dQQCLcBGAsYHQ/s1936/sinop%2BKULLAN.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="984" data-original-width="1936" height="163" src="https://1.bp.blogspot.com/-c08o5P2bwqc/YAbfhc6_SRI/AAAAAAABWbw/JyB4glGQnp8i0BCeGOTqfe6i4y70T1dQQCLcBGAsYHQ/w346-h163/sinop%2BKULLAN.jpg" width="346" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Ayrıca Sinop'un kendine has, ince ve kocaman simitleri de kahvaltıda tercih edilebilir. Her şeyi aldıktan sonra istikamet, Yalı çay bahçesi. Herkes evden getirdiklerini, çarşıdan pazardan aldıklarını masanın üzerine yerleştirmiş. Biz de öyle yaptık bir yandan kahvaltı yaptık bir yandan çay içip deniz manzarasının keyfini çıkardık.</span><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">''Çarpan'' değil rakı çarptı!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Akşam yemeğimizi otelimizin yanındaki parkın içinde (evet parkın içinde) yedik. İlk rastladığımız Sinoplu’ya ‘’Nerede yemek yiyebiliz?’’ demiştik parkı gösterdi. Girdik, bir masaya kurulup garsonu bekledik Geldi, ‘’Çarpan balığı’’nı önerdi. ’’Önce balığı göreyim’’ dedik, o da yanına götürdü. Şişko minik ve huysuz bir tipi vardı ve bu arkadaş çarptı mı yakarmış, derisi zehirliymiş; ancak derisi ayıklandıktan sonra minik lokuma dönermiş, ‘’Lokum’’ benzetmesi hoşumuza gitti, Garsona, ‘’Hadi çarpan yiyelim, yalnız çarpması için rakı da getir’’ dedik. Akşam yemeğini ‘’çarpan balık’’, çoban salata, ''çarpan rakı'' ile noktaladık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif">‘’Yavaşla’’</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Bir haftada boydan boya Karadeniz’i geçtik. Taa Akçakoca’dan Sarp’a o kadar yolu; dağı tepeyi, onlarca tünelle, sabırla aştık, Türkiye’nin en uzun tünelinde bile sıkılmadık, 3 bin kilometreden fazla yol yaptık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Doğruyu söylemek gerekirse bütün gezi boyunca hemen hemen hız sınırları içinde kaldık, kalmadığımız zamanlarda da oto yollar boyunca uzanan dijital uyarı levhaları hızımızı hatırlatıp, “Yavaşla!” dedi, yavaşladık 80 kilometre sınırına geri döndük.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Dolayısıyla trafik polisiyle, radarla ve de cezayla hiç işimiz olmadı. Taa ki Ordu’ya girene kadar, bütün Karadeniz’in en “asabi” trafik polisiyle karşılaşana kadar.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Sabah Ünye’den kötü bir otel kahvaltısıyla çıktık ki yazmaya değmez. Az gittik uz gittik Ordu’ya geldik ki güzel bir kent.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Niyetimiz kent merkezinden yavaş yavaş Boz Tepe’ye tırmanmak, manzarayı fotoğraflamak bu arada da bir banka şubesi bulup para edinmek, o parayla da biraz önce tesadüfen bulduğumuz tatlıcı dükkanının önündeki kalabalığa dalmak, onların tattığı şeyi, parasını verip tatmak.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Dedik ya, “Hayat sen plan yaparken yaşanılandır” diye. İşte yine o oldu.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Al bi tadımlık!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Tam bir dükkanın önünde park yeri bulduk ki onunla burun buruna geldik. Kaşını, burnunu oynatmasından anladık ki, bulduğumuz kaldırım kenarına park etmek yasak!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">“Tamam” dedik, “Karşımızda devletin polisi var, ayrıca memlekette bir trafik düzeni, asayişi var. Şimdi Ordular’a kadar gelip de burada çıkıntılık yapmak yakışık almaz!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Vazgeçtik paradan bankadan, tekrar atladık arabamıza aklımız sıra bir başka park yeri bulduk, aracı dit dit’le uzaktan kilitledik, tatlıcı dükkanının önüne koştuk. Yalnız koştuk koşmasına da bankadan para çekemediğimizden haliyle cebimizde öyle tatlı alacak para yok!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Velakin karşımızda kaldırım kenarında, dükkanın önüne çıkarılmış o güne kadar hiç görmediğimiz hiç tatmadığımız bir tat duruyor; koca bir tencerenin içinde bize bakmakta ki “Vur bıçağı böğrüme bak tadıma” diyor.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Satıcı der ki, “Bunun adı Ordu helvası (Fatsa helvası da deniyor) meyan kökü, süt, şeker, ceviz ve limon tuzuyla yapılır.” “İyi güzel de paramız yok!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">“Olsun, canın sağ olsun abi. Al bi tadımlık!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-ND562LuXJWc/YAbwD6PP-iI/AAAAAAABWcM/-msWGcUn5RcmIP3Fc9vpAwaGPMblU6HtgCLcBGAsYHQ/s1936/ordu%2Btatl%25C4%25B1.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-ND562LuXJWc/YAbwD6PP-iI/AAAAAAABWcM/-msWGcUn5RcmIP3Fc9vpAwaGPMblU6HtgCLcBGAsYHQ/w348-h213/ordu%2Btatl%25C4%25B1.JPG" width="348" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Canım memleketlilerim! Şunu unutmayın para hala her şey değil her yerde.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Ancak bir şey var ki memlekette bunu da unutmayın, o da düzenden, eskilerin deyişiyle intizamdan asla taviz verilmez. Hele kanunlar kurallar söz konusu olunca akan sular tersine akar, durulur.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Tam “Ulan ne güzel ağzımız tatlandı” derken tam da bunun keyfiyle aheste aheste düldül’e doğru yürürken bir de baktık ki varacağımız yere “belalımız” bizden önce varmış. Elinde de bir kara defter, plakamız en baş sayfada. Belli ki defter biraz sonra temize çekilecek ceza pusulasında resmiyet kazanacak.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Şimdi biz “huysuz” bir insanız ve belli ki muhatabımız da bizden daha “huysuz!” Hani deli deliyi görünce sopasını saklarmış ya; o anda üstümüze bir sakinlik geldi. Bir on dakika kadar alttan alta derdimizi anlatıp, İstanbullu olduğumuzu, Karadeniz gezisine çıktığımızı, biraz önce paraya ihtiyaç duyduğumuzu ancak kendisinin banka önünde park yaptırmadığını, burayı da zar zor bulduğumuzu; helvamızı yediğimizi şimdi eğer ceza yazmazsa bu keyifle Boz Tepe’ye çıkacağımızı anlattık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Polis memurumuz kimi kez dinledi kimi kez azarladı kimi kez de yürüdü gitti biz de arkasından gittik.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Uzatmayalım sonunda polis bizi af etti. Tamam memlekette düzen, intizam var ama af yetkisi olan polis de var ki uyguladı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Böylelikle biz de “sicili temiz” bir sürücü olarak gönül rahatlığıyla hatta gururla, dilimizde “Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa…” türküsü, bet sesimizle Boz Tepe’ye tırmandık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-JPI625etbQA/YAbwkNQ6QzI/AAAAAAABWcU/r3nvhHJstrITbT5YwtavsujLOIzj0GHAwCLcBGAsYHQ/s1936/boztepe%2Biyi.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-JPI625etbQA/YAbwkNQ6QzI/AAAAAAABWcU/r3nvhHJstrITbT5YwtavsujLOIzj0GHAwCLcBGAsYHQ/w344-h213/boztepe%2Biyi.JPG" width="344" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Lakin Boz Tepe bizi iyi karşılamadı. Hadi aşağısı yanıyordu. Hava dehşetli sıcaktı bunu aşağıda anladık, polis memurumuzla tartışırken daha da iyi anlamıştık ama peki Boz Tepe’nin nesi var? Boz Tepe tepe değil mi, hem de epey yüksekte değil mi, niye esmez Boz Tepe? </span><span face="Verdana, sans-serif">Bu durumu bir çay içimlik zamanda anlayamadık. Belki biraz daha kalsak Boz Tepe tepeliğini gösterir sağdan soldan püfür püfür eserdi. Ancak bizde o kadar vakit yok, yolcu yolunda gerek daha Giresun’a Trabzon’a Rize’ye en önemlisi de Akçaabat’a gidilecek.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Şimdi burada bir duralım soluklanıp parantez açalım siz de bir manzara</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">seyredin ki ardından da bu gezinin en derin ve de çok önemli bir konusuna parmak basalım.</span></p><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-OgbgZd66e68/YAbfzELEipI/AAAAAAABWb4/TNGKGyRBN_UIe0cGOpNBHCHFOtQhZdc9wCLcBGAsYHQ/s1936/IMG_3686.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-OgbgZd66e68/YAbfzELEipI/AAAAAAABWb4/TNGKGyRBN_UIe0cGOpNBHCHFOtQhZdc9wCLcBGAsYHQ/w342-h213/IMG_3686.JPG" width="342" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Konumuz şu; bir veya iki yaş grubundan dana ve öküzler, sabah yemleri verilirken yemlerine katılan tuz ve yörenin otlarıyla beslenir. Ancak gün gelir bu dana ve öküzler daha fazla yaş yaşamalarına izin verilmeden kesilir. Bu yetmezmiş gibi ön kol ve bir miktar kaburga etleri, döş yani, işkembe yağı ve böbrek yağı ile harmanlanarak, yeter miktarda sarımsakla, ekmekle birlikte kıyma makinesinden çekilir. Çekme işlemi bitince tuzla yoğrulmaya başlanır. Yoğrulur yoğrulur </span><span face="Verdana, sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif">sonunda köfte olur. “Peki bu köfteler ne köftesi olur dersiniz?” “Tabii ki Akçaabat köftesi!”</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Karadeniz’i boydan boya geçmeye niyetlendiğimizde ilk Akçakoca’dan Karadeniz’e çıkmış, bütün yol boyunca Ordu’ya varana kadar, bu Akçaabat köftesi lafı, ilanı, fotoğrafı peşimizi bırakmamıştı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Her “dinlenme tesisi”nde park alanında, benzin istasyonunda, lokantada velhasıl her yanda Akçaabat köftesi vardı ve ilanları her yeri süslüyordu.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Efendim bir yerde kilosu 28 liraysa, öbür yerde 29, bir başka yerde 31 ya da 30. Akçaabat köftesi kömür ateşinde, Akçaabat köftesi mangalda yok kendin pişir kendin ye yok olmadı biz pişirelim sen ye ama mutlaka Akçaabat köftesi de Akçaabat köftesi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Peki sayın okuyucu biz ne yaptık dersiniz bütün bu köfte bombardımanı karşısında?</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">“İnsan köftenin iyisini bulunca iki porsiyon birden yemeli!” Ne kadar veciz bir söz değil mi? Bizim hoşumuza gitti. Çünkü biz uydurduk.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Uydurmamızın nedeni de Akçaabat’ta, Komaroğlu’nda yediğimiz porsiyon porsiyon köfteler, ‘’gerçek’’ Akçaabat köftesi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Eee insan bu kadar çok köfte yerse haliyle uzun süre acıkmıyor. Acıkmayınca da kaçının yollar.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Akçaabat’tan öğlenden sonra çıktık az sonra Trabzon’dayız. Trabzon’dayız ama şansımızdan kentte yer yerinden oynamış. Çünkü Avrupa Gençlik Olimpiyatları yapılıyor. Kendimizi kent dışına dar attık. En iyi öncelik Rize’de akşam için kalacak yer bulmak ardından da ver elini Sarp Sınır Kapısı…</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif">Bu arada Sümela’ya ‘’duran göl’’e gitmeye takat kalmamıştı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Karadeniz gezimiz boyunca gece araba kullanmadık. Hava kararacak olunca önümüzde hangi kent varsa orada yattık uyuduk…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Amasra, Sinop, Ünye, Rize ve Perşembe…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Rize’de Otel fiyatları 60’la 80 TL arası… Ne ucuz ne pahalı ne aman çok kötü ne aman ne güzel! Zaten altı üstü bir gece kim arar konforu?</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Dolayısıyla Rize’de kaldığımız otel “Hadi yat uyu, yorgunsundur” demedi, “Çek git!”i Keyfimize bıraktı, biz de bir gece kaldık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">‘’</span><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Mıhlama mı ‘’muhlama mı?’’</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-8m-IOAMdJC0/YArsjLYsZNI/AAAAAAABWhE/arMrMsrP6sMSG_aLSc5ZD1FyqwNajNi8QCLcBGAsYHQ/s616/sevgili-turist2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="453" data-original-width="616" height="235" src="https://1.bp.blogspot.com/-8m-IOAMdJC0/YArsjLYsZNI/AAAAAAABWhE/arMrMsrP6sMSG_aLSc5ZD1FyqwNajNi8QCLcBGAsYHQ/w342-h235/sevgili-turist2.jpg" width="342" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"><br />Karadenizliler alem; belli ki bizim gibi aceleci turistler yıllarca bilip bilmeden sorup öğrenmeden sağda solda dillerinin ucuna geleni söylediklerinden, canları sıkılmış. Getirip Karadeniz’in en yüksek yaylalarından birine taa Ayder’e bir uyarı pankartı asmışlar ki gelen geçen okuyup ders alsın.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Ancak işlerine karışmış gibi olmayalım ama pankartın yeri bize göre ters. Aşağıda deniz kenarında olacağına, gelip geçenler okusun da ders alsın diye yollarda olacağına Ayder’in tepesinde olması manidar…</span><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"> </span><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Manidar çünkü biz pankartı bulduğumuzda iş işten geçmişti…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Anlatalım başımıza geleni de belki hak verirsiniz. İnsan hiç olmazsa bir tane de aşağıya Rize-Çamlıhemşin yoluna asar.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Sabah erkenden Rize’deki otelimizde uyandık. Bir heyecan bir heyecan ki sormayın. İçimiz kıpır kıpır… Eee kolay değil bugün Çamlıhemşin’e gidip, tırmana tırmana Ayder’e çıkacağız…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Haliyle Rize’de yol üstünde herhangi bir yerde durup kahvaltı etmedik. Taa ki Çamlıhemşin yoluna sapana kadar.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-efjdYKZIg3s/YAbgNPDpHNI/AAAAAAABWcA/L6_A4GqE4VsoZUtaa_QWigPVzLgCpk33wCLcBGAsYHQ/s1936/%25C3%2587AMLI%2BDERE.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-efjdYKZIg3s/YAbgNPDpHNI/AAAAAAABWcA/L6_A4GqE4VsoZUtaa_QWigPVzLgCpk33wCLcBGAsYHQ/w344-h213/%25C3%2587AMLI%2BDERE.JPG" width="344" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"><br />Gittik gittik siz deyin beş biz diyelim on kilometre, sağımızda solumuzda yeşillikler içinde dağlar, gürül gürül akar dereler, çiçekler ve de böcekler. Her yan seyirlik ki anlatılmaz.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Bir yandan da gözümüz yol kenarlarında… Umudumuz o ki kahvaltı edecek bir yer bulur, Allah ne verdiyse karnımızı doyururuz.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Nitekim az biraz sonra dere kenarında iki katlı ahşap, şirin mi şirin, suların yanı başından şırıl şırıl aktığı bir lokanta bulduk… Yöneldiğimizde de bir otobüs dolusu turist kahvaltılarını bitirmiş yola koyuluyordu.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Müessese, biraz önce bu kadar çok turisti ağırlamışken şimdi tek başına bir turisti karşısında görmenin şaşkınlığını yaşamaya başladı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Bir garson tepemize, “Size bir kahvaltı tabağı hazırlayalım” önerisiyle dikildi. Bizse çok bilmiş edamızla, “Yok yok sen bize mıhlama getir daa, bi de tereyağına yumurta kırdıt” dedik, önden de çay istedik, ardından su şırıltısına kulağımızı verdik.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Garson kibar bir delikanlıymış ki bize, ne “Mıhlama değil muhlama” dedi, ne de “sevimsiz şive takliti”mize dikkat çekip keyfimizi bozdu.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Gitti. Geldiğinde de o güne kadar yediğimiz en güzel muhlama’yı bir de yumurtayı getirdi ki nefasetlerini anlatmak için Türkçe’ye iyice hakim olmak gerek.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Yalnız şu kadarını söyleyelim ki hem muhlama ile hem de yumurta ile bizden başka iki kişi daha doyardı. Nitekim ne kadar sündüre sündüre yemeye çalışsak da ne muhlamayı bitirebildik ne de yumurtayı…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Sonunda gözümüzü bakır tavalardan ayırmadan istemeye istemeye hesabı istedik. </span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">İşte hesap: En az üç kişi doyar muhlama, iki kişi doyar tereyağında yumurta omlet olmuş, ekmek ve de içebildiğin kadar çay 8 TL! (Şimdi ne kadardır kim bilir?)</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Garsona 5 TL bahşiş bıraktık, teşekkür edip çıktık yola ki Ayder Yaylası’nda bizi “kibarlığa davet eden” pankart bekliyor: Horon oynanmaz horon vurulur!’’</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e; mso-bidi-font-family: Tahoma;"> </span><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Ayder’de evin ağacın, şaşkın turistin, dağlardan akan suyun, börtü böceğin fotoğrafını çekerken vakit öğleni bulmuştu. Birden nereden geldiği belli olmayan bir sela bizi kendimize getirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Dünyanın en güzel yerinde de yaşasan, en güzel şeyleri de yiyip içsen sonunda ölümlüsün. Bunu unutma ona göre yaşa…</span><span face="Verdana, sans-serif" style="color: #3e3e3e;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Hal böyle olunca düştük yola ki daha akşam olmasına epeyce var…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/--pNVGp0XW-o/YAbxUNOx4tI/AAAAAAABWcg/Pq61gepxbo4F9OgAjZ4km3R689MwfROgACLcBGAsYHQ/s1936/arhavi.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1098" data-original-width="1936" height="181" src="https://1.bp.blogspot.com/--pNVGp0XW-o/YAbxUNOx4tI/AAAAAAABWcg/Pq61gepxbo4F9OgAjZ4km3R689MwfROgACLcBGAsYHQ/w348-h181/arhavi.jpg" width="348" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Gündoğdu, Çayeli, Pazar, Fındıklı’yı geçtik, Arhavi’de birkaç fotoğraf çektik, geldik yol ayrımına…</span><span face="Verdana, sans-serif"> </span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Bu arada hayatımız boyunca birçok tünelden geçmişliğimiz vardı ama Karadeniz’de bir haftada o kadar çok tünele girip çıktık ki, aralarında Türkiye’nin en uzun tüneli olan Ordu Tüneli de var…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Zaten Sarp’a da tüneller olmadan ulaşmak biraz zor. Sarp, gerçekten sarp bir yerde ve TIR’lar her yerde…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Sonunda Sarp Sınır Kapısı’na vardık ama varmak ne kelime. Bir tünele girdik ki sağ şerit TIR kaynıyor, arka arkaya dizilmişler sınırı geçmek için sıra bekliyorlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Gittik gittik son tüneli çıkar çıkmaz, iki adım sonra sınır kapısı karşımıza dikildi. Yani biraz kontrolsüz gitsen son sürat kapıdan içeri dalarsın. Artık kim tutar seni?</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">İlk önce arabayı park edecek bir yer bulduk. Çünkü o kadar dar bir alanda ki sınır kapısı “Pasaportun varsa git karşıda Gürcistan’da park et!” der gibi her yan, tıkış tıkış…</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-UF1lr13t2kQ/YAdGAI8sXXI/AAAAAAABWcs/gzvy2UTIuAMUvMw8hWHWZaWyOe97jN5XgCLcBGAsYHQ/s1936/sarp%2Bkullan.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" src="https://1.bp.blogspot.com/-UF1lr13t2kQ/YAdGAI8sXXI/AAAAAAABWcs/gzvy2UTIuAMUvMw8hWHWZaWyOe97jN5XgCLcBGAsYHQ/s320/sarp%2Bkullan.JPG" width="320" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Geziye çıktığımızda kendimize hedef koymuştuk ki, “Taa Sarp’a kadar gidilecek, sınır kapısına el vurulup, gerisin geriye dönülecek!”</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Öyle de yaptık, hedefe vardık, kapıya elimizi vurduk, ‘’Oh!’’ dedik. Çıktık yola.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Biraz etrafı seyrettik, gelene gidene baktık ardından da dağları solumuza, güneşi sağımıza alıp onu yollarda batırmaya karar verdik A</span>ncak sık sık demiştik ya “Karar başka plan başka yaşanılan ise her an bambaşkadır!’’ diye…</p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Yine öyle oldu az biraz sonra denizin ve güneşin son demlerinin tadını çıkaranlara rastladık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face="Verdana, sans-serif"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-Gys2n8A6PFk/YAdHYFbwLLI/AAAAAAABWdI/gY3CXVBcJ0Y_XSGTVQ36GNrHxvdwCTQlQCLcBGAsYHQ/s1936/%25C3%25A7ocuklar.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-Gys2n8A6PFk/YAdHYFbwLLI/AAAAAAABWdI/gY3CXVBcJ0Y_XSGTVQ36GNrHxvdwCTQlQCLcBGAsYHQ/w345-h213/%25C3%25A7ocuklar.JPG" width="345" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif"><br />Bir grup gençle karşılaştık, sohbet ettik, hayallerini konuştuk, ki aralarında Hopa Lisesi’nde okuyup da tıp öğrenimini hedefe koyanlar var. Onlarla geleceğe dair bir kez daha umutlandık.</span><p></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif"><br />Boydan boya Karadeniz’i dolaşırken çok keyif aldık, görmediğimiz birçok kentimizi gördük, yedik içtik keyiflendik.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">“Başka?” derseniz, başkası şu ki ve ne yazık ki kültürel erozyonumuz sürüyor. Her yıl en az bir Karadeniz kadar kültür kaybediyoruz.</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Ne yazık ki her yanımız her yöremiz birbirinin tıpkı basımı olmuş; ne yazık ki her yanı blok blok aynı apartman, aynı tavuk döner, git git bitmez Karadeniz kıyılarını asfalt yollar kaplamış ve ne yazık ki Karadeniz’de bile bir bardak tavşan kanı çay içmek Ünye dışında mümkünatsız olmuş! Geçmiş olsun!</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">Bundan sonraki hedefimiz Edirne Kapıkule Sınır Kapısı! Sağlıkla.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></p><p class="MsoNormal"> Mıhlama mı Muhlama mı? Mehmet Saraç Sokakotu Yayınları</p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif">İstanbul 2020</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">Mehmet Saraç kimdir?</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 17.12px;"> </span><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">1953 yılında Nizip’te doğdu. İlk, orta ve liseyi Urfa’da bitirdi. Ankara ve İstanbul’da Hukuk okudu, ikisini de yarım bıraktı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde Haber Merkezi, Yurt Haberler, Ekonomi servisi ve TV 8 Haber Merkezi’nde editör olarak çalıştı. TÜSİAD’da medya sorumluluğunu üstlendi. Çeşitli halkla ilişkiler şirketlerinde özel sektör kuruluşlarına medya danışmanlığı yaptı. Canlarına Değsin, Babişe Yemekler, Bir Erkek Birkaç Kadın ve dijital; 26, Sana Uyandım, Kalbim Sende, Siye Biye Urfa adlı kitapları var.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"> <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><br /></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-26108734833844252942021-03-08T19:11:00.041+03:002021-03-12T14:43:09.164+03:00<br /><br /><br /><h2 style="text-align: left;"><span style="color: #351c75;"><br /></span><br /></h2><div><span style="color: #351c75;"><br /></span></div><div><div style="text-align: center;"><img border="0" height="432" src="https://1.bp.blogspot.com/-g8FWSUaFbN4/YEirLuofk7I/AAAAAAABXAU/FoPO9kw35WU9VEa49m-D4AcszZO6Q9GWQCLcBGAsYHQ/w410-h432/ergen%2Bkadinlar%2Bsokakotu.jpg" width="410" /></div><h2><span style="color: #351c75;">Daha daha Neriman!</span></h2></div><div><span style="color: #351c75;"><br /></span></div><div>Kadınlar için ‘’Esas kadın’’ olmak önemlidir. Eğer evliyse sorun yoktur. Adam dizinin dibindedir ona her gün ’Esas kadın’’ın kim olduğunu söyletir, bunun için baş ağrılarının tutması bile yeterlidir! Ancak dışarıda ne halt ettiğini bilmiyorsa durum değişir. Hele ki adamın burnu kulağı oynuyorsa! </div><div><br />Böyle adamları kontrol etmek zordur. Kadın yıllarını verir yine de güven duymaz şüphelenir. Bazen sezdiği de olur ama ayrılığı göze alamaz. Onun merak ettiği esas kadının kim olduğudur. ‘’Birinciler içinde en birinci’’ kimdir?’’<br /><br />Ancak adam zamparalığı iş edinmişse hafiye olmak gerekir ki, o bile bunları yakalamaya yetmez.<br /><br />Gömleğini koklar üstünde başında kıl tüy ararsın yok! Cep telefonu şifrelidir! Şifresinin yanında Merkez Bankası şifreleri çocuk oyuncağı kalır. Kulakları çınlasın, hanım bir arkadaşım vardı, sevgilisi de arkadaşım. <br /><br />Kocasından şüphelenir, sürekli sorguya çeker’’ Sen biliyorsundur, bunun bir değil birçok sevgilisi var ya da vardır hangisini daha çok seviyor? Şüphelendiğim, o şırfıntı mı yoksa bir önce şüphelendiğim kaltak mı?’’ derdi. Diyemezdim ki ‘’Ayşe Fatma Süheyla daha daha Neriman ben nerden bileyim aha bu birinci’’ diyeyim.</div><div> </div><div><h3 style="text-align: left;"><span style="color: #351c75;">‘’Fırlama değil!’’</span></h3><div>Kadınlarda ‘’denge’’ önemlidir. Hatta çok önemlidir. Erkekte önce denklik ararlar. Akıllarına ilk gelen, ‘’Acaba benim dengim mi?’’ sorusudur. Bunu düşünmeden edemez hatta fazla düşünürler!</div><br />Ola ki bir erkeği beğendiler daha ilk yemekte ya da kahvede diyelim, erkeğin her hal hareketini izler sorgular izler sorgular denge ararlar. <br /><br />Bir arkadaşım vardı iyi eğitim görmüştü. Birkaç dil bilir, çok okur çok gezer; müzikten anlar, konserleri kaçırmaz tiyatrolardan sinemalardan çıkmaz tam bir entelektüeldi. Dışarıdan bakıldığında aklı başında konuşmasını, oturup kalkmasını bilen bir kadın. Ancak gelin görün ki tam bir ‘’fırlama’’ idi. Bu sözcük kadınlar için kullanılmaz, hoş kaçmaz, üstelik ayıptır ama gerçek de mızrak gibidir çuvala sığmaz!<br /><br />Orta okulu, ‘’Oruspuların okulu’’nda bitirmişti. Bu yakıştırma kendine aittir. Aslında çok da haksız sayılmazdı. Okuldaki öğrenciler şaka yollu da olsa birbirlerine böyle seslenirdi. ‘’Oruspu sana diyorum duymuyor musun?’’ Ya da ‘’Kız oruspu gelsene bak servis kalkıyor’’ gibi laflar eder her fırsatta bu ‘’Ayıp’’ yakıştırmayı kullanırlardı. Bu seslenişlerin bir tanesini ben de duymuştum. Bir gün Harbiye’den Taksim’e yürüyordum, bunların okulunun önünde bir servis vardı ve kalkmak üzereydi. Kızlar birbirlerini ‘’oruspu’’ diyerek uyarıyordu: Kız hadi Burcu oruspusu bak şimdi küfredecem, hadi servis kalkıyor. O Nazlı oruspusu nerde kaldı?<br /><br /> Benimkinin de bu öğrencilerden kalır yanı yoktu. Gerçi ‘’Oruspu’’ lafını öyle çok ağzına almazdı ama Arkadaşım’’ dedikleri için ne zaman birinden söz etsem, ’Bırak abicim sen bilmezsin o ne oruspudur’’ demeyi de ihmal etmezdi! <br /><br />Gizliden gizliye, erkek arkadaşları için de cinsel tercihleri ne olursa olsun hiç utanmadan hepsini aynı kefeye kor, ‘’ Şey o şey’’ demekten çekinmezdi. Bana bile demiş kulağıma gelmişti!<br /><br />Çok sevgilisi olmuştu. Zaten ‘’Elimi sallasam ellisi’’ havalarındaydı ki doğruydu. Tanıştırdıklarının sayısını ben bile hatırlamıyorum! Arada evine çağırır; ‘’ Gel ulan balkonda rakı sefası yapalım sevmişim bu dünyayı’’ der yerli yersiz telefon eder bir de küfrederdi.<br /><br />Bir gün yine telefon etti, ‘’Kalk bana geliyorsun seni biriyle tanıştırcam abicim’’ dedi. Anladım ki yine bir fırlamalık peşinde. Meraktan gittim. Kapıyı açtı ki tam bir afet olmuş, takmış takıştırmış sürmüş sürüştürmüş!<br /><br /> ‘’Gel’’ dedi elimden tutup balkona sürükledi. Masa kurulmuş, rakı, beyaz peynir, karpuz, marketten alındığı belli olsa da barbunya pilaki bir sürü şey var. Masanın köşesine de bir adam sığıntı gibi oturmuş! <br /><br />Adam yerinden kalktı elini elime ölü balık gibi bıraktı, belli ki baskın çıkmak istemiyor, kibar biri. Sonradan öğrendim, İstanbul’un ‘’en köklü’’ ailelerinden birinin evladı, üstelik paşa torunu imiş. ‘’Merhaba ben Hasan’’ dedi. Ben de ‘’Mehmet’’ dedim oturduk. Benimki de karşıma oturdu sohbet başladı, Meslekler soruldu, adam ben uçak mühendisiyim’’ dedi. Ben de ‘’Gazeteciyim’’ dedim. <br /><br />Uçaklara merakımdan hazır mühendisini bulmuşken sorular sordum, adam ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. Ancak benim fırlama, göz kırpıp araya girdi adama, ‘’Demek şu Beyoğlu’ndaki okuldan mezunsun. Oradan çok tanıdığım vardır, ‘Öküz Ahmet’i, pembe Necati’yi bilir misin, senin lakabın neydi?’’ dedi. Adam da ‘Yok benim lakabım yoktu, belki de vardı ben bilmiyorum. Arkadaşlarla fazla samimi olmazdım.’’ dedi. Adamla iki laf daha etmeden benimki yine lafı döndürüp dolaştırıp adama getirdi, bana, ‘’Okulda kopya çekerdin değil mi yavrucum?’’ dedi sataşır gibi yaptı, anladım niyet başka! Ben de ‘’E tabii kim kopya çekmemiştir!’’ dedim. Adama döndü, muallime edasıyla, ‘’Sen kopya çeker miydin?’’ dedi. Adam kırmızı kesti!</div><div><br />Kendisi arkeoloji mezunudur, yeryüzünde çanak çömlek toz toprakla uğraşır, adam uçak mühendisi gökyüzünde pamuk bulutların maviliklerini ölçüp biçiyormuş kimin umurunda. Dedim ya fırlamaydı fırlama.<br /><br />O sırada bir uçak geçiyordu benimki yine göz kırptı ‘’Bu ne hangi uçak pervaneli değil mi?’’ dedi adamı sınava çekmeye kalktı. Adam da bütün ciddiyeti ile ‘’Yok Tansel Hanım o dört motorlu 747’’ dedi.<br /><br />Sonunda rakı sohbeti kazasız belasız bitti, eve gittim. Biraz sonra telefon çaldı, benimki,’’ Nasıl beğendin mi? Geçen yemeğe çıktık, öncesinde sonrasında çiçek gönderdi. Bu herif bana yaramaz abicim fırlama değil!’’ dedi.</div><h3 style="text-align: left;"><span style="color: #351c75;">‘’Pezevenk Mahmut!’’</span></h3><div>Hayatta başıma ne geldiyse, kadınlara zaafımdan geldi. İstanbul’a yıllar önce Güneydoğu’dan, güya okumak için geldim. Beceremeyince de şans eseri gazeteci oldum, ardından eş bulup evlendim. Keyfim yerindeydi. Cağaloğlu’nda, ‘’eski İstanbul’un yanı başında çalışıyordum. İşten çıkınca tarih gözlerimin önündeydi. Kapalıçarşı’dan gir, Beyazıt’tan çık, dön gel Sultanahmet, Ayasofya, Topkapı Sarayı, gez gezebildiğin kadar. Ancak gelin görün ki buna zaman bulamazdım. İşten çıkıp soluk soluğa Eminönü’nde son vapuru yakalıyordum, Kadıköy’e ayağımı basar basmaz da doğru çarşının içine alışverişe, sonrasında koştur koştur eve ve doğru mutfağa! Niye mutfağa? Çünkü ayıptır söylemesi yemekleri ben yapıyordum beni çekemeyen erkeklerin yakıştırmasıyla ‘’Kılıbık’’tım. Aslında bana göre anlayışlı, eşine yardım eden tam bir ‘’Doğu erkeği’’ idim ama kendinizi nasıl gördüğünüz değil nasıl göründüğünüz önemlidir. Nitekim gün geldi bu yargım doğru çıktı.</div><div><br /> Kadınlar, erkeklerde birkaç özelliği birden arar. ‘’Asıl kadın kim?’’ sorusuna yanıt, sonrası aranızda ‘’denge’’ olup olmadığı, daha sonrasında güçlü erkek olup olmadığınız yani kendisini babası gibi koruyan kollayan erkek. Daha birçok aradıkları da vardır ama şimdilik bunları bilin yeter, gerisi kafanızı karıştırır işin içinden çıkamazsınız. Bu arada bir de ‘’Göstermelik erkek’’ varmış, kadınlardaki anlamı da ‘’Bakın iyi kötü yanımda bir erkek var, yaklaşmayın’’ demekmiş, bunu da işyerinde öğrendim ki, görünen ‘’erkek’’ ile ‘’göstermelik erkek’’ arasında gidip geliyormuşum!<br /><br />Zevk sahibiyimdir, kadın ruhundan da anlarım. Sabahları gazetede ilk işim, karşılaştığım kızlara, ‘’Günaydın’’ demek, ardından da ‘’Ne güzel giyinmişsin pek güzelsin’’i eklemek olurdu. Doğaldır ki bu iltifatlardan sonra kendilerinden geçerlerdi. Hele ki saçını kestirdiğinin ya da boyattığının farkında olduğunu da belirt. Kadınların bu zaafını bildiğimden doğal olarak çevrem, ‘’bir içim su’’ kızlarla doluydu.<br /><br /> Esmeri kumralı, beyaz tenlisi uzun boylusu, orta boylusu, kısası, kısacası hepsi peri gibi neredeyse bütün erkekler bunlara aşık ama ‘’kardeş aşkı!’’ Zaten beni de kardeş gibi seviyorlardı. ‘’Ahiretlik’’diyeni bile vardı.<br /><br />Öğlenleri neredeyse hepsi ayrı ayrı gelip ‘’Hadi yemeğe inelim’’ diyordu. İniyorduk. Tabii bütün yemekhanenin gözü üstümüzde. Erkekler bana boğacakmış gibi bakıyor, kızlara ise yalvaran ifadelerle, ‘’’Gelin masamıza oturun’’ demeye çalışıyordu. Bu arada yemekhanedeki diğer kızlar bana kaş göz işaretiyle, ‘’Sen görürsün benimle niye yemeğe inmedin’’ tehdidi savuruyordu. Durum böyle olunca, ben de işi şaka vurup ortaya, ‘’Dönün önünüze, yemeğinizi yiyin’’ diyordum. Bir gün anlı şanlı köşe yazarlarımızdan biri beni köşeye sıkıştırıp ‘’Ulan görürsün param olsun mark mı olur dolar mı olur parayı bastırıp bunları senden alacam’’ bile dedi. Yalnız paraları onlara mı verecekti bana mı orasını anlamadım. Zaten kızları benden çekip alması mümkün değildi. Çünkü kızlar neredeyse hiçbir yere bensiz gitmiyordu. Gazetede yemeği beğenmezlerse biri yanıma gelip hemen söz alıyordu ki, dışarıya onunla yemeğe çıkayım. Çünkü hem yemekten anlıyordum hem de her taraf matbaa işçileri, kağıt hamallarıyla doluydu. Artık hoş olmayan bir durum olur da o kadar babayiğit erkeğe ne yapacaksam! Orası da benim erkekliğime kalmıştı. Arada yemekler oluyordu, beraber olmamıza pek seviniyorlardı; çünkü yanlarında ‘’göstermelik’’ de olsa bir erkek vardı, onları sırnaşma olasılıklarından uzak, tutuyordum. Ancak bu ‘’göstermelik erkek’’ rolü gün geldi başıma hiç de hoş olmayan işler açtı, hatta adı bile konuldu.</div><div><br />O yıllar gazetemiz çeşitli kuruluşlarla ‘’barter’’ anlaşması yapıyordu. Yani, ben reklamını yayınlayayım, sen de karşılığında bana ürünlerinden ver. <br /><br />Nitekim Mahmutpaşa’nın girişinde o yıllarda pek ünlü olan Atalar Alışveriş merkezi ile anlaşıldı ki içinde her türlü giysi satılıyor. Çalışanlara alışveriş çekleri verildi, buna da en çok kızlar sevindi. <br /><br />Çekini alan yanıma gelip, ‘’Hadi Atalar’a gidelim’’ demeye başladı. Öyle ya hem erkeğim hem de ‘’göstermelik!’’ Bundan iyisi can sağlığı.<br /><br />Birisine, ‘’Peki’’ deyince sonrasında arkası geldi, başka kızların da ‘’Peki’’ den haberi oldu, neredeyse her hafta kızlardan birine eşlik edip alışverişe gittim, daha doğrusu onlar aldı ben ya fikrimi beyan ettim ya da görevlileri uyarmayı görev edindim! <br /><br />Doğal olarak her birinin farklı giyim tarzları vardı ve bütün kadınlar gibi alışveriş söz konusu olunca gözleri doymuyordu. Mağazada ne varsa, etekler, bluzlar, pantolonlarla kucaklarını doldurup doğru kabine giriyorlardı ardından şov başlıyordu.<br /><br />‘’Nasıl?<br /><br />‘’Güzel’’<br /><br />‘’Doğru söyle’’<br /><br />‘’Valla doğru!’’<br /><br />‘’Peki bir de grisini deneyeyim bak bakalım o nasıl duruyor?’’<br /><br />‘’Olur’’<br /><br />‘’Bu nasıl olmuş?’’<br /><br />‘’Cık, bej daha güzeldi.<br /><br />‘’Saçmalama basenlerim ortaya çıkıyor çok kilo aldım!’’<br /><br />‘’E ne var bunda erkekler bayılır!’’<br /><br />‘’Terbiyesiz!’’<br /><br />Bacakları güzel diye sürekli mini etek giyen bir kız vardı, onunla gittiğimde her yanımı ter basardı. Kız her tarafın altını üstüne getirir mini etek arardı bulamayınca da suratı beş karış gazeteye dönerdik.<br /><br />Bir süre sonra kimi gün esmer kimi gün kumral kimi gün de sarışın bir kızla mağazaya gidip gelişlerim tezgahtarlar arasında gülüşmelere neden olmaya başladı. Nitekim bir gün birini ötekine, ‘’Ne iş?’’ diye fısıldarken yakaladım. Çocuk, ’Pezevenk herhalde!’’ dedi, böylelikle mesleğim belli oldu. Artık yanıma gelip,’’ Hadi Atalar’a gidelim diyene, ‘’Git başımdan sizin yüzünüzden adım pezevenge çıktı’’ diyordum, ‘’Pezevenk Mahmut Pezevenk Mahmut!’’ diyen kahkahayı basıp kaçıyordu! <br /><br /><h2 style="text-align: left;"><span style="color: #351c75;">‘’Adı yengen’’</span></h2><div>Bilmemek ayıp değildir dalga geçmek ayıptır ve büyük kabalıktır.</div><br />Üniversite sınavını kazanıp İstanbul’a gelmiştim ve o güne kadar da elime kız eli değmemişti.<br /><br />Bir gün okula gideceğim tuttu, sınıfta sıralardan birine oturdum, biraz sonra bir kız geldi, yanımdaki boş yeri gösterdi, ‘’Oturabilir miyim?’’ dedi. ‘’Tabii’’ dedim, oturdu. selamlaştık ‘’Merhaba’’ alıp, ‘’Merhaba’’ verdik, tanıştık. <br /><br />Adı Ayşe imiş okuldaki ilk günüymüş. Konuşmaya bildik sorularla başladık.<br /><br /></div><div>‘’Neden hukuk?’’<br /><br />‘’Aile mesleği diyelim, babam hakim annem avukat, siz?<br /><br />‘’Babam devlet memuru, annem ev kadını, babam politikayla ilgilenmemi istiyor, milletvekili olup memleketi çekip çevirmeliymişim.’’<br /><br />‘’Memleket neresi?’’ <br /><br />Güneydoğu’nun doğusu’’<br /><br />‘‘Dalga geçmeyin biraz sonra Atatürk caddesi, buldum sokakta otururduk dersiniz!’’<br /><br />‘’Yok iki sokak aşağıda sordum sordum bulamadım sokakta!’’<br /><br />‘’Bakın yine dalga geçiyorsunuz.’’<br /><br />‘’Siz İstanbul’un neresindensiniz?’’<br /><br />‘’Ayazağa’nın ayaza bakan yanından!’’<br /><br />‘’Şimdi de siz dalga geçiyorsunuz’’<br /><br />‘’İsterseniz ciddi olalım, ders dinleyelim’’<br /><br />‘’Ciddiyete varım, ciddiyim.’’<br /><br />Ders ‘’Roma hukuku’’ idi ki çekilmezin çekilmezidir. Baktım Ayşe’nin de Roma’ya gitmeye niyeti yok, ‘’Hadi gelin kantine gidelim’’ dedim, ‘’Olur’’ dedi, kantinde arkadaş olduk, ardından da sevgili. <br /><br />Her şey yolunda gidiyordu, keyfimiz yerindeydi. Sinemaya tiyatroya gidiyorduk, o istedi diye klasik müzik konserlerine bile katlanıyordum.<br /><br />Bir akşamüstü AKM’de bir konsere gittik, çıkışta birkaç bira alıp Gezi Parkı’nın kuytusuna çekildik hem öpüştük hem bira içtik. Biraz sonra karnımız acıktı. Ayşe, “Hadi karnımız acıktı, gidip yengen, hamburger yiyelim yoksa çarpılacağız” dedi.<br /><br />‘’Yengen?’’ <br /><br />Baktı ki anlamsız bakıyorum, ''Yengeni hamburgeri bilmiyor musun yoksa, büfelerde satılır, ekmeğin içine kaşar peyniri, domates, zeytin, sucuk, salam sosis koyuyorlar, hoop tost makinesine. Bir de sosisli sandviç vardır ki turşulu, salçalı sulu.’’ dedi.<br /><br />İlk defa, ‘’Yengen’’i duyuyordum. ‘’O ne be içinde her şey var’’ dedim.<br /><br /> ‘’’Adı yengen ya her türlü numara var!’’<br /><br />‘’Yine dalga geçiyorsun’’<br /><br />‘’Geçmiyorum ağam, siz Güneydoğu’nun doğusundan olanlar, amma da alıngansın ha!’’<br /><br />‘’Gururum kırılıyor!’’<br /><br />‘’Tamam tamam burnumu kırar bir daha gururunu kırmam. Melmekette ne yersiniz sokak lezzetleri yok mudur hadi anlat.’’<br /><br />‘’ Olmaz mı, mesela lolaz vardır, dürüm yaparsın, içine taze soğan baxteniz, kuru isot, eşki konur. Kıymalı vardır, açık ekmeğe sarıp yersin. Okulun önüne gelirlerdi, ikisini de çok severim.<br /><br />‘’Onlar ne be?’’<br /><br />‘’Yöresel adlar, lezzetler. Siz lolaza börülce, baxtenize maydanoz, kuru isota pul biber diyorsunuz. Ekşiye de biz eşki deriz limonlu ya nar pekmezli yani. Kıymalı da lahmacun, açık ekmeğe de lavaş diyorsunuz. ?”</div><div><br /></div><div> Kristal’in hamburgeri çok güzeldir, Kızılkayalar’ın ıslak olanı ise muhteşemdir” diye beni bilgilendirdi. Bu kez de </div><div><br /></div><div>''Ben sosisli, yengen falan da hiç yemedim bilmem’’dedim.<br /><br />‘’Nasıl yani sizin melmekette büfe yoktir?<br /><br /> ‘’İkide bir melmeket deyip dalga geçme ayıp oluyor’’<br /><br />‘’Ne dalga geçmesi şaştım kaldım’’<br /><br />‘’Büfe yoktur. Adı da bir tuhaf ne demek büfe!’’<br /><br />“Boş ver ben de anlamını bilmiyorum. Evde bi mobilya var, içinde çeşit çeşit bardak kaşık bir sürü şey durur. Annem ona, ‘’Büfe’’ diyor. Belki ordan gelmedir, yani içinde bir sürü şey olan. Belki adını annemden çalmışlardır.<br /><br />‘’Yine dalgaya başladın’’<br /><br />‘’Yok valla yok. Hadi o zaman işkembeciye gidelim, çorba içeriz, kelle yeriz, varsa kokoreç de yeriz. Allah bilir sen şimdi bunları da bilmiyorsundur. Beyin yedin mi?<br /><br />‘’Beyin, kokoreç?’’<br /><br />‘’Haydaa’’<br /><br />‘’Bilmiyorum ayıp mı?’’<br /><br />‘’Hadi gidiyoruz, biraz bilgin görgün artsın yalnız baştan anlaşalım kellenin gözünü ben yerim dili de senin olsun!’’<br /><br />Neredeyse kusuyordum ama ağzımdan, ‘’Siz de hayvanın şeyine kadar her şeyini yiyorsunuz’’ lafı çıktı, bir hafta küs kaldık. <br /><br />Bir süre sonra bir kebapçıya gittik barıştık. İlk önce ezogelin içtik, ben iki, o bir tane lahmacun yedi. Kebaplara sıra gelince, ben kuzu eti ile yapılmış urfa istedim o, ‘’Dana etiyle kebap olmaz’’ dememe aldırmadı, garsona tembihledi: Benimki dana etli az acılı adana olsun.<br /><br />Yemekten sonra tatlı niyetine kazandibi yemeye gittik iki tane yedi, ardından ‘’Tavukgöğsü de yiyelim’’ dedi, ‘’Bak şimdi!’’ dedim vazgeçti.<p>Ergen Kadınlar Mehmet Saraç</p><p>Kapak: Tasarım: Ercan Armutçu</p><p>Sokakotu Yayınları</p><p>İstanbul 2019</p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Mehmet Saraç kimdir?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"> </span><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">1953 yılında Nizip’te
doğdu. İlk, orta ve liseyi Urfa’da bitirdi. Ankara ve İstanbul’da Hukuk okudu,
ikisini de yarım bıraktı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde Haber Merkezi, Yurt
Haberler, Ekonomi servisi ve TV 8 Haber Merkezi’nde editör olarak çalıştı. TÜSİAD’da
medya sorumluluğunu üstlendi. Çeşitli halkla ilişkiler şirketlerinde özel sektör
kuruluşlarına medya danışmanlığı yaptı. Canlarına Değsin, Babişe Yemekler, Bir
Erkek Birkaç Kadın ve dijital; 26, Sana Uyandım, Kalbim Sende, Siye Biye Urfa
adlı kitapları var.</span></p></div><br /><br />Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-3291544000260231182021-02-12T19:02:00.001+03:002021-02-12T19:02:22.686+03:00<p> </p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Yıl 78…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Evet bölünmüştük Miçe de ölmüştü! Ülkede ölüm kol
geziyordu; bilim adamları yazarlar, gazeteciler her gün yirmi, otuz kişi
öldürülmeye başlanmıştı. Babam benim de öldürüleceğimden korktu; para buldu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"> ‘’Fransız Onlusu’’ denilen bir tabanca aldı, belime
taktı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">O günden sonra eve Urfa’nın dar sokaklarından kimselere
görünmeden gidip gelmeye başladım! Apartmanın kapısından girince ilk yaptığım
iş tabancamın ağzına mermi sürüp merdivenleri çıkmak oldu. Bir süre öyle yaşadım;
sonunda baktım olmuyor, öldürmeyeceğime, ölmeyi de istemeyeceğime göre Babam İstanbul’da
iş kurmuş kardeşimizin yanına gitmeme karar verdi. Artık umudumu yitirmiş
süngüm düşmüştü!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Emniyetim için tanıdık bir kamyon şoförü bulundu, cebime
üç beş kuruş konuldu İstanbul’un yolunu tuttum!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Yükümüz ‘mercimekti; Yol uzun git git bitmiyor, şoförümüz
de konuşkan değildi. Arada göz ucuyla bize bakıp sonrasında bakışları yola
dönüyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Bu arada karnımı acıkıyor ama ‘’Ayıp olur!’’ diye bir şey
söyleyemiyordum. Epeyce bir yol daha gittik sabrettim sabrettim ne zaman ki
açlığım dayanılmaz boyutlara ulaştı, kamyoncuların karınlarını doyurduğu lezzet
duraklarından birine yaklaştık; Şoförümüz yoldan saptı, lokantalardan
birinin önüne park etti. Belli ki burayı daha önceden biliyor. Kamyonun
kapısını açtı yere atladı, benzin deposunun yanından bir levye aldı. Lastiklere
sırayla vurdu çıkan seslerle havalarını kontrol etti; yol boyunca idare
edeceklerine kanaat getirince de şoför mahallinin bir köşesine büzülmüş
yolcusuna seslendi, ’’Atla bakalım yeğenim!’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Artık amca yeğen olmuştuk ve ‘’gerçek’’ hayat’’a dönmüştüm.
Yere indiğimde bacaklarım uyuşmuştu, birkaç adım attım açıldı Amcanın ardı sıra
lokantanın yolunu tuttum, oturduğu masaya kuruldum. Garsonun, ‘’’Hoş
gelmişsiniz. Sefalar getirmişsiniz’ iltifatlarından sonra sıra geldi mönüye;
neler yoktu ki, domatesli, patlıcanlı, Adana ve Urfa kebaplar en önemlisi
de kamyoncuların asla ‘’İstemem’’ diyemeyeceği Urfalıların ‘’çömlek ‘’ dediği
güveç! Eğer acı isot, kuru soğanla yersen tadına doyum olmaz bir ziyafet!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Amcamız kendine güveç söyledi; benim için de patlıcanlı
kebap, bilen için yemesini beceren için benim gibi çok sevenler için
‘’kebapların şahını!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Sonunda gide gide yolu bitirdik Harem’e geldik. Denizi
daha önceden görmüştüm. Canım tek varlığım annem kanserdi. Sık sık birlikte
İstanbul’a o zamanki adıyla ‘’şua’’ tedavisi’’ ne gelirdik. Her geri
dönüşümüzde de ya bir göğsünü ya ikincisini kaybetmiş olurdu… Son dönüşümüzde
martılara simit atmak için bile kolunu kaldıramıyordu; kanser bütün bedenini
sarmıştı. Puslu bir mart sabahı onları son görüşü oldu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Bir süre deniz kenarında oturdum. Urfa’dan gelip karşıya
geçerken Annem Kızkulesi’ndeki kızın hikayesini anlatırdı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">‘’Bu kulede bir kral kızı yaşarmış; kızın saçları öyle
güzel ve öyle uzunmuş ki bir gören bir daha bakarmış!’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"> ‘’Anne senin saçların da kızın saçları kadar uzundu
değil mi? Bir kere sandıkta görmüştüm’’’’ dediğimde ‘’He ya hamama gidince iki
natır zor yıkardı; annem fildişi tarakla tarar, her seferinde de ‘’Saçının
teline kurban olayım derdi’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"> Anneannemin teline kurban olmayı göze aldığı o
saçlar gün geldi üç beş kuruşa sokaktan geçen bir perukçuya satıldı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Annemin hayalini Kızkulesi’ndeki güzel kız gibi
maviliklerin ortasında, martı çığlıkları arasında bıraktım, Harem’in kamyon,
otobüs ve insan kalabalığına daldım. Babam sanki çocukmuşum gibi sıkı sıkıya
tembihlediği ve büyük bir olasılıkla yeniden ‘’lüzumsuz işler’’e bulaşacağım korkusundan
olsa olsa gerek kamyondan iner inmez doğru Moda’ya gidecektim, ‘’Bir yerde
oyalanma!’’ demişti; çünkü kardeşimin işlettiği kafeteryada hem çalışacak hem
de evinde yatıp kalkacaktım. Beni İstanbul’a kadar getiren kamyon şoförü Amcamın
elini öpüp teşekkür ettim da‘’Yüzümüzü kara çıkarma’’ dedi; vedalaştık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Harem’in curcunasından sıyrılınca Moda’ya kadar yürüdüm, kardeşimi
buldum!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">‘’Hoş gelmişsen Abe’’ dedi; elimi öpmek için atıldı! Hiç
öptürür müyüm veli nimetimim sayılır; yakında hem patronum hem ev sahibimi olacaktı.
İlk olarak işlettiği kafeteryayı gösterdi, yapacağım işi anlattı ki, kolay!
Kasada oturacağım, masam olacak, üstünde de telefon. Garsonlar çay ocağından
aldıkları çay, kahve ve meşrubatları önüme getirecek; her birisi için ayrı
renkteki plastik markalardan verecek, bende sayarak alacağım. Bir çeşit
‘’gözlemci yönetici’’ oldum sayılır. Mesleği olmayan biri için hiç de fena
sayılmazdı. İş tamamdı, geceleri yatacak bir de yatağım vardı daha ne olsun?
Kardeşim Moda’da bir bahçe katında oturuyordu hem de kaloriferli; iki oda bir
salon… Beni eve götürdü, ‘’Bu oda senin, burası mutfak, burası banyo-tuvalet’’
dedi; evi gezdirdi. Odama yanımda getirdiğimiz birkaç kitabımla birkaç üst baş
koydum, yerleştim.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Ev rahattı; hatta rahat ötesi. Bir kere kaloriferliydi! O
güne kadar mangal ki tehlikelidir, dikkat etmezseniz devrilebilir; dışarıda
yakıp kömürlerin gazı iyice çıkmadan içeriye alırsanız zehirler! Odun, kömür
gaz sobaları ki onlar da tehlikelidir; geceleri ısınmak için yanık bırakır da
uyursanız rüzgardan baca geri teper, evde kim var kim yok çoluk çocuk
zehirlenir ölen ölür, kalan sakatlanır! Ben de yaşamım boyunca bu ısınma
süreçlerinden geçmiş sağ kalmıştım!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Dolayısıyla kaloriferle ilk kez ısınacaktım ama ne
ısınma; o zamanlar kalorifer yakıtı kömür ve ucuz olduğundan yakılınca evler
hamama dönerdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Sıcağı bulunca ilk kez iliğim kemiğim ısındı. ‘’Medeniyet
bu işte!’’ dedim. Yoldan geldiğim için hemen kıçımdan donumu, ayağımdan
çorabımı çıkardım, elimde yıkamak için banyoya girdim ki musluktan sıcak su
akıyor! Çamaşırlarımı bulduğum bir leğen içinde birkaç kez sabunladım kirlerini
akıttım soğuk suyla duruladım, getirip cayır cayır yanan kalorifer peteğinin
üstüne serdim. Sonra da ‘’Ulan madem sıcak su var bi de hamam yap’’ dedim
banyoya girdim girdim ama Urfa’daki evimizde odunla yakılan ve ısınan suyun
kurnaya akıyormuş gibi yapan suyla; öğrenciyken çaydanlıkta ısıttığım suyla
mutfakta kafamızı yıkamaya alışığım! Bu banyoda onlar yok, duş var; duşu
çalıştırıp, sıcak suyla soğuğu ayarlayıp ılık bir su akmasını sağlamak biraz
zaman aldı ama sonunda becerip altına girdim çeşitli kutuların arasında bir de
yeşil sabun bulunca başladım kafamı sabunlamaya… ‘’Bir iki’’ derken
temizlendiğime emin olup kapının arkasına asılı olan bir havluyu da bedenime
sarıp dışarıya çıktım. Ev sıcak gıcır gıcır da olmuşum başladım kafamı kurulamaya…
Az sonra kapı çaldı açtım ki, ‘’Patron!’’ Geçip bir koltuğa oturdu,
bir şey demedi ama suratının ekşiliğinden bir şey olduğu belli. Bir bana baktı
bir kalorifer peteğinin üstündeki donla çoraba; yerinden kalktı banyoya girdi,
çıkınca da saydırmaya başladı; ‘’Abe burası Urfa değil İstanbul; çamaşır
yıkamak istersen çamaşır makinesi var, ben sana nasıl çalıştığını öğretirim;
bir de kalorifer peteği üstünde don gömlek kurutulmaz biri gelir rezil oluruz!
Benim havlumu kullanmışsın sana bir havlu alalım; ayrıca burada sabun yerine
şampuan kullanıyorlar çeşit çeşidi var; Kepek için olanı, yağlı saçlar, kuru
saçlar için olanı var anlayacağın var oğlu var! Sen önce normalini kullan sonra
karar verirsin hangisini kullanacağına… Ben Nizip’in yeşil sabununu
kullanıyorum istersen o da var, saçlara iyi gelir. Bir de gözünü seveyim
banyoyu temiz bırak kıldan, tüyden çok tiksinirim. Annemle kadınlar hamamına
giderdim yerler saç içinde olurdu, basamazdım; bunları söyledim diye bana
kızmadın değil mi? Hiç kızılır mı? Madem kalkıp İstanbul’a gelmişim, gülü seven
dikenine de katlanır! Ayrıca İstanbul’a intibak edeceğim başka çaresi yok.
Zaten kısa zamanda da memlekete geri dönüşün olmadığını ölüm korkusu yaşayarak
iyice anladım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Bir akşam Moda turuna çıktım, çay bahçelerinin oraya
gittim bir iki dolanıp burna uzandım, karşı kıyıları, adaların ışıklarını seyrettim
ardından eve yöneldim. Sokağımıza girdim birkaç adım attım atmadım arkamdan
gelen bir ıslık sesiyle bütün bedenim bir anda kilitlendi! Aklıma ilk gelen
Urfa’da öldürülen arkadaşlarım oldu; ‘’Beni de buldular’’ diye düşündüm.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">İnsan bedeni sır küpü, birçok tepkisi anlaşılabilmiş
değil! Yaşadığım korkunun ve bedenimin kilitlenmesinin belki bilimsel bir
açıklaması vardır bunu bilmiyorum, bildiğim ilk ıslıktan birkaç dakika sonra
ikinci bir ıslık sesi duyduğum ve köpeğine ‘’Baron gel oğlum diye seslenen
birinin varlığı oldu! Bir süre sonra da bedenimi çözüldü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">İstanbul’da ilk zamanlar hep yalnızdım oysa Urfa’da
sayısız çocukluk ve okul arkadaşım vardı yoldaşlarım vardı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">İstanbul öyle mi ya? “Sen ben, bizim oğlan” tek
başımızdaydım! Eve gitmek istediğimde sokağa girer sessizce apartman
kapısını aralar, hemencecik alt kata inerdim Dolayısıyla sağda solda “komşu”
adına kim oturur hiç tanımadım kim bilir kimlerdi? Yıllar sonra öğrendim ki
birisi çok sonraları cumhurbaşkanı olacak olan Moda’nın ‘’köklü ailelerinden
bir zat-ı muhteremmiş; ola ola bir cumhurbaşkanı adayına komşu olmuşum; Öyle
biriyle “arkadaş” olunamayacağına göre kalmıştım yine arkadaşsız!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Hadi diyelim sokağa çıktım, benden başka herkesin bir
arkadaşı vardı ve arkadaşlar yan yana diziliydi çay bahçelerinde! Geliyordu
sabahtan akşama kızlar oğlanlar; Sarayburnu manzarasına karşı çay kahve ama
sıklıkla Çamlıca Gazozu ya da Cola içip keyif çatıyordu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Kıçlarında “kot” pantolon, üstlerinde “orijinal” Lacoste!
Başlıyor muhabbet, “Lacoste nasıl yıkanır, kot pantolon nereden alınır?”;
ardından bir gece öncenin disko değerlendirmeleri gündemi belirliyordu. Bu
arkadaşların bir de arabaları vardı her birinde bir tane; olmayan da olanın
arabasında geziyordu. Sıkıldılar diyelim oturmaktan, “Baba Fener’e gidelim mi?”
diyor biri; arabalara bölünüp Fenerbahçe’ye gidiyorlardı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Tur Lozan’dan başlıyor; Moda Burnundan dön Deniz Kulübü,
oradan Bomonti; Saint Joseph, Maarif, Yoğurtçu Parkı, bas gaza Fenerbahçe,
arabalarda çay iç ya da bira; dön gel Dondurmacı Ali, Tenis Kortu, Kemal’in
Yeri!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Otur otur sonunda yine sıkılırdı arkadaşlar; bu kez de ya
Deniz Kulübü’ne gider denize girer ya da voleybol oynamak için Lozan Plajı’na
inerlerdi, gözümün önünden akıp akıp giderdi arkadaşlar!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Diyelim ki akşam oldu; herkes evinin sofrasına
zeytinyağlılara, hünkar beğendilere, kabak kalyelere; böreklere çöreklere
giderdi ya da ana babaları, “kulüp”e yemeğe çağırırdı; lüfere!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Öyle böyle günler geçti haftalar ayları kovaladı, sonunda
iki “has Modalı’’ ile arkadaş oldum; evimize gelir gider oldular böylelikle
“yalnızlık” duygum, yerini arkadaş sıcaklığına bıraktı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Arkadaşlarımdan ikisi de ‘’okumuş yazmış’’ çocuklardı;
adları İbo ve Yaman’dı. Yaman Saint Joseph, İbo Galatasaray mezunuydu. Su gibi
akıp giden Fransızcalarından hiçbir şey anlamasam bile arada sırada ben
de ‘’Merci’’, ‘’ Bonjour kardaş! ’’ derdim. Bu arada arkadaşlarımın
ikisi de araba hastasıydı, İbo’nun kırmızı Corvet’i Yaman’ın beyaz 124’ ü
vardı. Ben ise bırakın araba hastalığını markalarını dahi bilmezdim; çünkü heves
etmezdim.! Arkadaşlar sorardı, “Peki köyde neye binerdin?” Soru açık, anlamını
anlıyorum, eşek değilim ya, “Yok hiç deveye, eşeğe binmedim hem köyde de
büyümedim, ben Urfa’nın içindenim” derdim ama arkadaşlarımın İstanbul dışında
herhangi bir yerde hele hele Doğu’da ve Güneydoğu’da eşeksiz, devesiz bir
yaşamı akılları bir türlü almazdı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Anlamadıkları önemli değildi; önemli olan artık benim de
arkadaşlarım vardı, ben de arkadaşlarımın arabalarına biniyordum; ben de “tur”
atıyordum Moda’da. Yalnız komik olan bu arabalara inip binmesini bilmediğimden kırmızı
Corvet’in o kocaman kapılarını zapt edemeyip kaldırımlara vururdum çoğunlukla
ya da o mini minnacık beyaz 124’ ün içindeki müzik düzenine şaşıp kalırdım!
“Söyleyen Barış değil mi? Kol Düğmeleri?” dediğimim de de bu kez arkadaşlarım şaşardı,
müzik bilgime ama kimse kimsenin şaşkınlığını dert etmezdi, arkadaştık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Ancak; “Her zaman arkadaşların arabalarında gezmek olmaz,
gezmelerin karşılığını da vermek lazım” der ve elimizdeki tek silah olan Urfa
yemekleri yapar onları evimizde ağırlamaya çalışırdık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Ancak yemek yerde yenir değil mi? Yok öyle değilmiş;
“İstanbul’da yemek yerde iki büklüm yenmez!” imiş. Bizim yerde yeme nedenimiz,
onlara göre “kültürel evrimimizi tamamlayamamaktan kaynaklanıyormuş! Yemek
masada yenirmiş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Oysa arkadaşlarımın bilmediği bir şey vardı; ben de
okumuş yazmış üstelik de araştırmayı seven biriydim ve yeme içme tarihine de
özel bir ilgim vardı onlara çatal, kaşık bıçak söz konusu olduğunda
padişahların bile yemeklerini yerde elle çok özel deri sofrada yediklerini uzun
uzun anlatırdım. Ancak arkadaşlarım yine de ikna olmazdı. En çok da İbo sözünü
sakınmaz ‘’ Yine de köylülük’’ der dalgasını geçerdi. Yaman’sa yemeyi çok
sevdiğinden biraz da kilolu olduğundan dolayısıyla bağdaş kuramadığından ses
etmezdi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Yaman hiç hareket etmez arabasından aşağıya inmez,
yazlıkta havuz başına gitmek için aldığı motosiklete binerdi! sigarayı da bütün
gün emzik gibi emerdi. Sık sık Kadıköy Çarşısı’na inip içlerinde ne olduğunu
bilinmez hazır kasap kebapları alırdı. ‘’Ulan yapma ben sana yaparım’’ deyince
de ‘’O zaman bir et bir patlıcan olandan yap derdi. Ben de ‘’ Tamam yaparım
söz’’ derdim ancak verdiğim sözü yerine getiremeden bir gün ansızın can verdi;
çok canım yandı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">‘’Bir gün yaparım’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Yaman’ın çok sevdiği ve sıklıkla istediği bir patlıcan
bir et yemeğinin adı tepsi kebabıydı. İkimize yaptığımda yarım kilo kuzu
kıyması üç tane uzun patlıcan alır; enlemesine dörde böler onun ‘’köfte ‘’
dediği benim kızdığım kıymayı, köfte biçiminde, bir et bir patlıcan fırın
kabına dizer kırk dakika pişirirdim. Yaman da yemeğe gelince lavaş getirirdi. Ben
tepsi kebabını lavaşla baş, işaret, orta parmağıma kor gözüme kestirdiğim
patlıcan ya da etin üstüne atıp büker, ağzıma atardık. O da beni taklit etmeye
çalışıp lavaşa et patlıcan sarıp döke döke yerdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-76635498512888322002021-01-21T19:20:00.017+03:002023-08-27T12:38:30.108+03:00''Kusurlu hakir, seyyahı Alem Evliya çelebi<p> </p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif">''Evliya Çelebi abartır’’ derler. Bizce ‘’ol Hakir’’ abartmazmış, abartmanın tadını çıkarırmış!</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">10
ciltlik, 20 kitabından ‘tadını çıkarma’nın en güzel bir örneklerinden biri:</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> ''</o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Kusurlu
Hakir'', alem seyyahı, insanoğlunun dostu, dünyayı gezen gösterişsiz Evliya’’nın
yolu 1649’da Hasankeyf’e düşer.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Dülh’u adlı
bir Kürt görür ve başlar anlatmaya:</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Allah’ın emri
adamın boyu üç buçuk arşın idi. Başı Adana kabağı yahut Van lahanası veya
Sakarya Nehri kenarında Geyve kasabası kadar devletli kellesi var idi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Gözleri üğü
kuşu (baykuş) gözleri gibi yuvarlak idi ama Yaratıcı’nın hikmeti ol heybetli
adam gözlerinin kapaklarını kırpsa diğer insanlar gibi gözlerini kapamayıp
gözleri pınarı yerinden gözleri kuyruğu tarafıyla göz kapaklarının yanına
kayardı.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Ve burnu Mısır’ın
ve Mora diyarının mor patlıcanı kadar gaga burnu var idi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif">Ve dudakları
sanki deve dudağı idi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Ve dişleri
İsfahan öküzü kadar idi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Ve omuzlarına
birer adam otursa yerim dar demezdi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Ve garip hikmetin
biri de o kimsenin sekiz bıyığı var idi. Evvela büyük bıyığı aslısı kulaklarının arkasına erdikten sonra fazlasını arakiyesinin (keçeden bir baş
giyeceği) içine kor idi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Ve arakiyesi
bir kile Siirt pirinci alırdı. Ve iki bıyığı da burnu deliklerinden dışarı
sarkmış idi. Ve iki bıyığı kulakları deliğinden dışarı çıkmış idi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Ve iki kaşları da birer karış bıyık gibi
sarkmış idi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span><span face="Verdana, sans-serif">Bu anlatılan
minval üzre sekiz adet bıyık sahibi bir gariplerin garibi bir adam idi.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p> </o:p></span></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-60958588514394214262021-01-20T13:47:00.015+03:002023-08-27T13:05:56.507+03:00 Kastamonu; Çivisiz Camii, Dipsizgöl, etli ekmek 812 çeşit yemek<p><span style="font-size: 12pt;"> Kastamonu’yu nasıl bilirsiniz?</span></p><p><span style="font-size: 12pt;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-76L3I-G3sXA/YAgOm7bZ6zI/AAAAAAABWe4/qwhrfhTF_nUcNkwe6anER72hc5DpxeHPACLcBGAsYHQ/s4189/man.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2847" data-original-width="4189" height="217" src="https://1.bp.blogspot.com/-76L3I-G3sXA/YAgOm7bZ6zI/AAAAAAABWe4/qwhrfhTF_nUcNkwe6anER72hc5DpxeHPACLcBGAsYHQ/w529-h217/man.jpg" width="529" /></a></span></div><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;"><br />Sizi bilmeyiz ama biz sadece ‘bilirdik’ de bu kadar ‘iyi’ bilmezdik. Gittik, gezdik ve de
gördük ki şaşmamak elde değil.</span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">O ne güzel insanlar o ne güzel ormanlar o ne güzel
yemekler o ne güzel köyler o ne güzel konaklar. Vay ki ne vay!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Daha önce şöyle bir gezmişliğimiz vardı; şimdi ise
neredeyse karış karış dolaştık bu olağanüstü kentin tadını çıkardık. ‘‘Olağanüstü’’
diyoruz çünkü gerçekten olağanüstü, abartı yok. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Neyse lafı uzatmayalım kenti ve de çevresini anlatalım. Anlatalım
ama bu öyle rast gele bir anlatım olmasın; birkaç konuya birkaç bölüme ayırıp
tane tane ballandıra ballandıra ağzınızın suyunu akıtacak kadar yoğun bir
anlatım olsun diyelim ki, ‘’’Eğer de kısmet olur da siz de günün birinde
Kastamonu’ya gitmeye niyetlenirseniz, Bolu lezzetlerini, İsmail’in
kahvaltısını, Hacıbey’i, Akçaabat köftesini sonra doğasını Windowslar’ını,
Dipsizgölü’nü, sincaplarını, yılanlarını, tilkilerini ve de ayılarını tarihi
camileri, Kasaba’daki çivisiz Mahmutbey Camii’ni, türbeleri, türlü çeşit
mimarisi ile konaklarını, Saat Kulesi’nden Kastamonu seyrini sonra 812 çeşit
yemeği; etli ekmeği, döneri, tiriti, çekme helvayı sonra pirincini </span><span style="font-size: 12pt;">yaşar’ını, sarı kılçık’ını, osmancık’ını ve de maratellisi’ni sonra
köylerini içindeki düvelerini, öküzlerini, ineklerini, onları dağlara otlatmaya
götüren 90’lık çobanlarını en son da ‘iyi’ insanlarıyla iki lafın belini
kırmayı unutmayın’ deriz.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Keyfe keder<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-WDJRYJ8CcWM/YAgDZdDaaSI/AAAAAAABWdo/cIzFqejMSy8xSiCrLx41up3evbMwmxckwCLcBGAsYHQ/s1936/YOL.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1288" data-original-width="1936" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-WDJRYJ8CcWM/YAgDZdDaaSI/AAAAAAABWdo/cIzFqejMSy8xSiCrLx41up3evbMwmxckwCLcBGAsYHQ/w347-h213/YOL.jpg" width="347" /></a></div><br />Sabah 6’da yola koyulduk. İstanbul / Kastamonu arası 500 küsur kilometre. Küsuru var çünkü Bolu / Gerede’den sonra sırasıyla Çerkeş
ve Kurşunlu ilçelerini geçip Ilgaz’a varıyorsunuz.<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ilgaz’da ya yukarıya kıvrılıp doğru Kastamonu’ya
çıkıyorsunuz ya da bizim gibi yapıp önce Tosya sonra eski yol üstünden, ‘Ver
elini Kastamonu’ diyorsunuz. Dolayısıyla yolu uzatmak ya da kısaltmak sizin
elinizde keyfe keder. Ne için uzatacağınıza ne için kısa tutacağınıza siz karar
vereceksiniz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Tabii ki biz yolu uzatmayı seçtik; börtü böcek görmek istedik,
uzun yoldan Tosya üstünden Kastamonu’ya ulaştık. Ancak Kastamonu yolu bu kadar
kısa anlatılacak bir yol değil. Yol boyunca çeşitli lezzet durakları mola
yerleri var ki hem gidişte hem dönüşte uğrayıp aç karnınızı doyuruyorsunuz hem
de fiyat / kalite analizi yapıp ‘okuyan olur’ düşüncesiyle ahkam kesiyorsunuz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Şimdi gelelim asıl konuya; efendim biz Kastamonu için
İstanbul Kadıköy yakasından sabah altıda yola koyulduk; yol boyunca ağır ağır
çevre gözlemleri yaptık. İstanbul’dan çıktık çıkalı aşağı yukarı üç saat
olmuştu ki kahvaltı için Bolu Tüneli’ni pas geçip, eski yoldan İsmail’in
Yeri’ne vardık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">İsmail’in Yeri buraların ‘’en meşhur’’u, yolcular
tarafından ‘en bilinen’i dolayısıyla her zaman müşterisi bol.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Gözlemimiz odur ki İsmail’in bir zamanlar basında dile
getirdiği, ‘Bolu Tüneli açılacak, peki bize ne olacak?’ kaygısı boşa çıkmış
durumda. Çünkü hem bizim uğradığımız eski yeri hem otoyol üstünde yer alan yeni
yeri tıklım tıklım. Yani şu sıralar müşteri bulma açısından İsmail’in sorunu
yok görünüyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ancak İsmail’in bir sorunu var ki o da ondan çok bizim
sorunumuz gibi gözümüze battı: Fiyatları pahalı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">‘’Sucuk ekmeğin tadını çıkarayım.’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bir de bunun dönüşü var değil mi? Nitekim öyle de oldu,
dönüş yolunda karnımız acıkınca, bir gün önceden aklımızda kalan ‘İsmail fazla
fiyatlıydı’ tespitiyle, kendimizi Hacıbey’in önünde bulduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">İki kişi köfte söyledik ve tabii ki köfte akçaabat
köftesiydi. Çünkü İstanbul’dan çıkıp daha Karadeniz adı aklınıza düşür düşmez bir
anda her yan akçaabat köftesinden geçilmez oluyor. Başka hiçbir köfte sanki
köfte değilmiş gibi sanki akçaabat köftesinden başka köfte yenilmezmiş gibi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Neyse, bir arkadaşımız bu durumu protesto ediyormuş gibi
köfte yerine sucuk söyledi, söylemekle de kalmadı nasıl istediğini anlattı,
‘Ekmek arasında istiyorum, domates ve biber de pişirin ki içine ellerimle
koyup, tadını çıkarayım.’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Tahmin edersiniz ki sucuk ayrı ekmek ondan çok daha ayrı,
biber ve domates çok sonraları getirilip masaya kondu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Arkadaşımız sabırlı olduğundan çeşitli zaman
aralıklarında masaya getirilenleri bir araya toplamaya çalıştı ama hiçbir zaman
ekmek arası sucuğunu yiyemedi; sucukları ekmek dilimlerinin arasına dizip nefsini
köreltti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Sonuç ne olursa olsun aç karnımız doydu, Hacıbey’deki
müşteriliğimizi sonlandırmak için hesabı istedik; iki köfte, bir sucuk, bir de
yoğurda 38 Türk Lirası ödedik. (O günün parası) Sözün kısası şu ki, İstanbul /
Kastamonu yolunda köfte menemenden daha ucuz!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">‘Cennet’in nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz ama Kastamonu’yu
gördükten sonra ‘Olsa olsa cennet böyledir’’ dedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Gidip görün Kastamonu’yu ya da en azından fotoğraflara
bakın hak vereceksiniz.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu güzellikleri seyretmek kuş seslerini doyasıya dinlemek
için yolumuzu uzatıp Tosya – Kastamonu arasını eski yoldan kat ettik. İyi ki de
etmişiz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-cvR0775IpfY/YAgDu9gAS_I/AAAAAAABWdw/93HiVa72tVoKA0XAVhCi2ZhyF7yKgUQLQCLcBGAsYHQ/s4290/win%2B2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2856" data-original-width="4290" height="237" src="https://1.bp.blogspot.com/-cvR0775IpfY/YAgDu9gAS_I/AAAAAAABWdw/93HiVa72tVoKA0XAVhCi2ZhyF7yKgUQLQCLcBGAsYHQ/w489-h237/win%2B2.jpg" width="489" /></a></div><br />Her yan Windows fotoğrafları gibiydi. Kamerayı hangi yana
çevireceğimizi şaşırdık; Bol bol fotoğraf çektik.<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Soluklanmak istediğimizde Beş Çeşme’de Baraka’da insan
çatlatan soğuk sulardan içtik; ‘‘Gerçek’’ diye anlatılan hikayeler dinledik;</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">‘’Adamın biri Kastamonu’nun meşhur yağlı yüzlü tiridini
yemiş ardından da Tosya’ya doğru yola çıkmış. Bir süre yol gittikten sonra içi
yanmış, yol üstündeki Baraka Çeşmesi’nin soğuk suyuna ağzını dayamış; kana kana
içmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-Fy5bwPRQ8-4/YAgEF99nuqI/AAAAAAABWd4/vaAYXf-mKMEXqh8pj4f_-gIG0gI_vSBRQCLcBGAsYHQ/s4290/baraka.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2856" data-original-width="4290" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-Fy5bwPRQ8-4/YAgEF99nuqI/AAAAAAABWd4/vaAYXf-mKMEXqh8pj4f_-gIG0gI_vSBRQCLcBGAsYHQ/w345-h213/baraka.jpg" width="345" /></a></div><br />Adam hararetini dindirmiş ama gelin görün ki su o kadar
soğuk o kadar soğukmuş ki içtiği su yediği yağları dondurmuş, çatlayarak
ölmüş!’<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Allah’tan aç değildik Hikayeyi dinleyince Baraka’nın
soğuk suyunu korkmadan içtik, yola koyulduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu arada deminden beri ‘‘Kastamonu bir cennet’’ diyoruz
ya yoksa ki Tosya – İstanbul yolu üzerinde ‘‘cennet içinde bir başka cennet’
varmış ki ancak rastlayınca anladık ‘’cennet’’ neymiş. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Adı Dipsizgöl<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">İçinde göl üstüne uzanmış bir restoranı bir de moteli var.
Hemen unutmadan söyleyelim eğer ki bu cennette kalmak isterseniz sevap yerine
burada para geçerli unutmayın.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Ancak para dedikleri de öyle aman aman paralar değil.
Sizin için işletme sahibi fiyat verdi der ki, ‘’Hafta içi oda, kahvaltı, öğlen
ve de akşam yemeği dahil 70 TL; yok hafta sonu kalmak isterseniz bütün bunlar
90 TL.’’ (O zaman fiyatları)<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bu eşsiz göl manzarasına karşı yemek içmek tabii ki çok
keyifli bir de her yan fotoğraf çekilecek görüntülerle dolu. İster bizim
yaptığımız gibi her şeye kamerayı doğrultun isterseniz bir banka oturup, bir
bardak soğuk bira ile bu eşsiz doğanın tadını çıkarın ya da işletmecinin vaat
ettiği gibi;</span></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-C1NzN3ZI2n0/YAgLlooV6CI/AAAAAAABWes/NLjUxIz1ZyMXh_jIh2XY7DrdKNMC5R41gCLcBGAsYHQ/s4290/dipsiz.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2856" data-original-width="4290" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-C1NzN3ZI2n0/YAgLlooV6CI/AAAAAAABWes/NLjUxIz1ZyMXh_jIh2XY7DrdKNMC5R41gCLcBGAsYHQ/w367-h213/dipsiz.jpg" width="367" /></a></div><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">‘‘Sıcacık bir aile ortamı içerisinde, dağ havasıyla
mangal keyfi yapın. ‘’Cennet’’ dedik de aklımıza geldi, yolda Adem’le Havva’yı
‘Cennet’ten kovduran yılana bile rastladık, iki adımda bir gördüğümüz
tilkileri, sincapları ise saymıyoruz bile.<o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Neredeyse ‘’Ayu çıkabilir daş düşebilir’ deyişi gerçek
oluyordu. ‘’Daş’’ bir gece kaldığımız dağ köyünde neredeyse düşüyordu; ‘ayu’ya
ise ne yazık ki rast gelmedik. Keşke yüzünü gösterip bir ‘’merhaba hoş
gelmişsiniz’’ deseydi. Ayıp etti.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">‘’Kastım Moni’’
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">‘‘Kastamonu olağanüstü bir kent’’ demiştik ya; işte kentin
bir o kadar da ‘’olağanüstü’’ hikayeleri var ki, adının nereden geldiğinden
tutun da taa Saat Kulesi’ne, türbelerine kadar uzanıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">isterseniz önce
rivayetlere Kastamonu’nun adından başlayalım; efendim Bizans Tekfuru’nun güzel
kızı Moni, Türk komutanına aşık olur. Tabii Türk komutan da Moni’ye…Vee Türk
komutan aşkını, ‘’Kastım Moni’’ der haykırır, yani ‘Moni’yi almak istiyorum.’ <o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Moni bu isteği
karşılıksız bırakmaz hemen kalenin anahtarını aşağıya, Türk komutana atar. ‘’Zalim
baba’’ olanları öğrenir çok şiddetli öfkelenir o öfkeyle de kızını tuttuğu gibi
kaleden aşağıya atar.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">İşte o günden
sonra derler ki, ‘Kastım Moni’ haykırışı Kastamonu olmuştur.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Ancak hikaye
burada bitmez, o günden sonra Moni kaleden aşağıya atıldıktan sonra düştüğü yer,
"Kırk Kız Türbesi" olarak anılır.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">‘’Kırk Kız’’
denmesinin nedeni de zavallı Moni düştüğü yerde tam kırk parçaya ayrılmıştır da
ondanmış.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Kastamonu
Kalesi’nin yerden yüksekliği 120 metre. Kenti içindeki tarihi yapıları, Saat
Kulesi’nden sonra en iyi kaleden seyretmek mümkün.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Kalede
görülecek birçok şeyin yanı sıra bir de "Bayraklı Sultan" olarak
anılan bir türbe var ve de türbe hakkında anlatılan bir rivayet. O da şöyle:<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Yunus Mürebbi
adlı nalbant çırağı fetih sırasında komutana, ‘Komutanım bayrağı ben dikmek
istiyorum’ demiş komutan izin vermemiş. Yunus Mürebbi, ’Dün gece rüyamda Hz. Muhammed’i
gördüm. Yarın yanıma gel ama bayrakla gel’ dediğini söylemiş. Komutanın gözleri
dolmuş ve kabul etmiş. Mürebbi kuşatma sırasında kaleden dökülen kızgın yağlara
ve oklara rağmen bayrağı surlara dikmiş, diker dikmez de okla vurulup şehit
olmuş. Mürebbi öldüğü yere gömülmüş. O gün bugündür mezarı halk arasında
‘Bayraklı Sultan’ olarak anılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Kastamonu
hakkında hikayeler bitmiyor tabii; alın size bir hikaye daha hatta iki hikaye
daha onlar da Saat Kulesi ile ilgili:<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Bir rivayete
göre II. Abdülhamit zamanında saat, yanlış gitmesi ve zamansız çalması yüzünden
saraydakileri kızdırmış ve saray tarafından cezalandırılarak, Kastamonu'ya
sürgüne gönderilmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: #3e3e3e;">Başka bir rivayete
göre dönemin padişahının hareminde bulunan bir gözdesi saatin saat başı vuran
gongu yüzünden korkuyla karnındaki çocuğu düşürür ve saat padişah tarafından
Kastamonu'ya sürgün edilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Kastamonu hikayeleri bitti ya da bizim bildiklerimiz,
duyduklarımız bitti. Şimdi isterseniz ‘’gerçeklere gelelim; adı Çivisiz ya da
Mahmut Bey Camii’ne.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Yalnız Çivisiz
Cami’ye gitmek için az biraz Kastamonu’nun dışına çıkmanız gerekiyor. Camii Kastamonu-Daday Karayolu’nun 18. kilometresinde yer alan Kasaba
Köyü’nde.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Cami 1366
yılında, Candaroğlu beylerinden Adil Bey’in oğlu Emir Mahmut Bey tarafından yaptırılmış.
Dıştan sade bir görünüme sahip olmasına karşın gerek süslememeleri gerekse
tarzı nedeniyle dünyadaki nadir örneklerden…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bindirme tekniği
ile çivi kullanılmadan yapılan cami, restorasyon dönemleri dışında yüzyıllardır
cemaate ve ziyarete açık tutulmuş şimdilerde ise sadece cuma günleri inananları
kabul ediyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Çivisiz camii çivili
olmuş<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Pek geleni gideni
yok camiinin, meraklısı, bileni ile günlük ziyaretçi sayısı yirmi, otuz
civarındaymış. Süslemeler dışında 2007 yılında bir restorasyon geçiren caminin iç
kısmında yer alan ahşaplar ve üstlerindeki mavi, yeşil, kırmızı renkli süslemelerin
görülmesi gerek.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-xOAnwqRQ2n4/YAgEcI0OfgI/AAAAAAABWeA/cfL7l2c2bkAcJoo6xbNGPIU189DfoVhRwCLcBGAsYHQ/s4272/civi2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="4272" data-original-width="2848" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-xOAnwqRQ2n4/YAgEcI0OfgI/AAAAAAABWeA/cfL7l2c2bkAcJoo6xbNGPIU189DfoVhRwCLcBGAsYHQ/w235-h320/civi2.jpg" width="235" /></a></div><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu eşsiz cami bindirme
tekniği ile ve çivisiz yapılmış ama günümüz insanı caminin çivisiz olmasını
kendine yakıştıramamış ki yüzlerce yıldır çivisiz duran caminin <st1:metricconverter productid="8 metre" w:st="on">8 metre</st1:metricconverter> yüksekliğindeki
ağaç sütunlarının sağına soluna çivileri çakıvermiş; kimse de ‘Niye çaktın? Kim
çaktı’ demediğinden çiviler oldukları yerde duruyor. Dış kapısı da ahşap olan
ve işçiliği dünyanın sayılı örnekleri arasında gösterilen kapının aslının bugün
ne yazık ki yerinde yeller esiyor. Asıl kapı Kastamonu Liva Paşa Konağı Etnografya
Müzesi’nde sergileniyormuş.<o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu arada küçük bir ayrıntı daha; c</span><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">aminin yapımında deprem kolonları da
kullanılmış. Mihrabın iki yanında yer alan ve deprem anında binanın yatıp
yatmadığını anlamaya yarayan mermer sütunlar hala kendi etrafında 360 derece
dönebiliyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;">Yine bir ayrıntı
daha o da caminin taş olan tek minaresi hakkında. 2007 yılındaki restorasyonda
yetkililer minarenin caminin güvenliğini tehdit ettiği sonucuna varmışlar ve
taş minareyi yıkarak yerine bugünkü ahşap minareyi yapmışlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Çivisiz Camii ya da diğer adıyla Mahmut
Bey Camii, </span><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">İbn- Batuta’nın seyahatnamesinde de konu
edilmiş. Batuta, caminin tek katlı olduğunu ama mahfillerle üç katlı hale
getirildiğini. Bu mahfillerin ortada yer alanında sultanın, âlimlerin, yüksek
rütbeli askerlerin, onun üstündekinde ise veliaht ile kölelerin namaz kıldığını
söylüyor.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Kastamonu’da gezilecek ve de görülecek çok şey var;
onların başında da tarihi yapılar geliyor. Ancak zamanınız bizimki gibi kısıtlı
ise aklınızda bulunsun bir başka zaman mutlaka görün</span><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: Arial;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Külliyeleri yani Şeyh Şabanı Veli, Yakup Ağa ve Nusrullah
Kadı külliyelerini; birçok farklı mimari tekniğin uygulandığı konakları,
Arkeoloji ve Etnografya müzelerini Hükümet Konağı’nı görün.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 12pt;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-weight: bold;">812 çeşit yemek<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Evet sonunda sıra geldi Kastamonu’nun yemeklerine… Ancak
kısmete bakın ki bu gezide neler neler yiyeceğimizi, en azından Kastamonu’nun meşhur
dönerinin, tiridinin, bandumasının, biryanının tadına bakacağımızı hayal edip
bu yönde plan ve program yaparken meğer Kastamonu ve yöresindeki gezimizde
neredeyse sadece etli ekmeğin tadına bakabildik, başka da bir şey yiyemedik. ‘’Niye
mi?’’ Bakın anlatalım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">İk gün Kastamonu’nun köylerini bayırlarını dolaşıp otun,
böceğin fotoğrafını çekerken, yolumuz, yol arkadaşlarımızdan birinin içinde
yaşayanları tanıyor olması nedeniyle çok şirin bir köye, Kavun Köyü’ne düştü. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Açık havadaki selam sabahtan hoş beşten sonra susuzluğumuzu
gidermek için olsa gerek sofraya ilk önce ayranla, karpuz geldi sonra da
Kastamonu’nun ‘’en meşhur’’ tatlarından etli ekmekler mutfakta piştikçe art
arda ev sahibimizin ellerinde boy gösterdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Biz etli ekmekleri götürürken size bu nefis tattan kısaca
söz edelim hatta evin mutfağına kadar gidip nasıl yapıldığına bir göz atalım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Önce un, su ve tuz yoğruluyor, hamur dinlenirken;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">kuzu kıyması, kuru soğan, maydanoz, tuz ve karabiber ile
bir harç hazırlanıyor;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">harç soğan da dikkate alınarak biraz sulandırılıyor;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">bir yumak hamur açılıyor;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">harç, hamurun bir yarısı üstüne yayıldıktan sonra diğer
yarısı üstüne kapatılıp az biraz yağlanmış teflon tavada (aslı sacdaymış)
pişiriliyor. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Bu arada harcı sulu olduğundan etli ekmeğin hemen
pişirilmesi gerekiyormuş. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Etli ekmekler piştikçe tane tane sofraya servis ediliyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Hemen belirtelim orta karar bir yetişkin iki, biraz daha
boğazına düşkün olan büyük yetişkinler aşağı yukarı 4 ile 6 arası etli ekmek
yiyebiliyor. Buna şahit olduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Etli ekmek biraz ‘çibörek’e benziyor ancak onun gibi
küçük değil ve onun gibi yağda kızartılmıyor. Yani anlayacağınız Kastamonu’nun
etli ekmeği bayağı hacimli. Artık 6 tane etli ekmek yiyen ‘adem’i siz düşünün
ve deyin ki ‘Bütün gün başka bir şey yenir mi ki?’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Doğrusunu söylemek gerekirse biz ancak ikiye yakın etli
ekmek yiyebildik; ancak arkadaşlarımız, hamurunu yeterince hamur bularak, (öyle
seviyorlarmış) yediklerini saymadıklarından, (yemek sayı ile yenir miymiş?) 4
ile 6 arası etli ekmek yediklerini ‘’tahminen’’ söylediler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Peki şimdi gelelim, ‘’Bu sıcak yaz günlerinde bu kadar
etli ekmek yenirse akşama yemek yenir mi?’ sorusunun yanıtına…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Eğer gerekçe sağlamsa ve ‘Etli ekmeğin ev işini yedik
acaba çarşı işi nasıldır?’ şeklinde ortaya konursa, tabii ki öğlen beş altı
etli ekmek yiyebilen, akşam da yiyebilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Nitekim biz de gerekçemizi yukarıdaki gibi ortaya koyup
arkadaşlarımızı ikna edip, Kastamonu’nun ‘’en iyi’’ etli ekmekçi dükkanlarından
Nasrullah Kebap ve Pide’den içeri giriverdik hemen ustaların yanına gidip etli
ekmeklerin yapılışını gözlemlemeye başladık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-5nvRKp41ByM/YAgH4cYqnzI/AAAAAAABWeM/7wk-nTV0Ec8cLHY92WYNwUacoewpOlrXwCLcBGAsYHQ/s4272/etli11.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2848" data-original-width="4272" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-5nvRKp41ByM/YAgH4cYqnzI/AAAAAAABWeM/7wk-nTV0Ec8cLHY92WYNwUacoewpOlrXwCLcBGAsYHQ/w345-h213/etli11.jpg" width="345" /></a></div><br />Bir kere çarşı işi
etli ekmeğin de malzemeleri aynı ev işi gibi, sadece iki büyük fark var
aralarında çarşıda etli ekmek taş fırında pişiyor bir de evde pişirilenlerin
neredeyse iki katı büyüklüğünde.<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;">Tabi biz aradaki bu büyüklük farkını bilmediğimizden, etli
ekmeği ‘’üç kişiye iki tane yeter’’ şeklinde söyledik. Hesapta sadece ‘’ev işi
– çarşı işi’’ arasındaki farkı tadıp yolumuza devam edecektik, tahmin edersiniz
öyle olmadı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Gelenleri yemek zorunda olduğumuzdan, Nasrullah’tan
çıktığımızda hiçbir şey yiyecek halimiz kalmamıştı, ki etli ekmekten sonra
tirit yemek niyetinde olan arkadaşımızın hevesi kursağında kaldı; biz de pek
methedilen Kastamonu’nun çekme helvasının sadece ucundan tadına bakabildik.</span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">812
yemek<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Kastamonu
mutfağı ile ilgili araştırma yapan Arkeolog Ahmet Gökoğlu yöreye özgü 812 çeşit
yemek tespit etmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Gökoğlu
1967'de yayımladığı, "Kastamonu Ekmekleri" adlı makalesinde <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Kastamonu'daki yemek çeşidinin, yine o
tarihlerde yapılan ve 36 ilden derlenen "Anadolu Yemekleri ve Türk
Mutfağı" adlı kitaptaki yemek çeşidinden 280 adet fazla olduğunu
belirtmiş. Kastamonu mutfağı bir zamanlar bu denli zenginmiş. ‘’Şimdilerde
ne durumdadır?’’ diye merak ettiğimizden bir gün niyet edip yollara düşmüştük
bu yazı onlardan biri.<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Bu
güzel kente vardığımızda etli ekmeğini hem Kavun Köyü’nde öğlen yemeği niyetine
hem de çarşıda akşam yemeği niyetine tattık ikisinin de tadının damağımızda
kaldı!<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-IbE9LoeMtik/YAgJRLe0e0I/AAAAAAABWeg/LpQ0iwPQ-psJCSQ6pMh1ga0F3ZFpzd4VQCLcBGAsYHQ/s4272/koykahva.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2848" data-original-width="4272" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-IbE9LoeMtik/YAgJRLe0e0I/AAAAAAABWeg/LpQ0iwPQ-psJCSQ6pMh1ga0F3ZFpzd4VQCLcBGAsYHQ/w342-h213/koykahva.jpg" width="342" /></a></div><br />Sabah
kahvaltısına bir tanıdığın köy evinde uyandık. Ev sahibimiz tek başına yaşayan
bir erkek olmasına rağmen bize sabah sabah tarhana kaynatmış; yanına
kızarmış köy ekmeği; ‘’serbest gezinen tavuk’’ yumurtasını kırıp yumurtayı
beyazından ayırıp sadece sarısı ile yumurtalı ekmek yapmış, sofraya çilek
reçeli ile ‘’hakiki sütü’’ eklemeyi unutmamıştı. Böyle bir kahvaltı sofrası
bulunca karnımızı iyice doyurduk Tosya’ya doğru yola düştük.<o:p></o:p><p></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span>Niyetimiz
Tosya’da, namını işittiğimiz bir dönerciye gitmek, öğlen yemeği niyetine
nefsimizi köreltmekti. Ancak gelin görün ki küçük bir ayrıntıyı unutmuştuk, günlerden
pazardı ortada ne döner vardı ne kimseler.</p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face="Verdana, sans-serif">Ancak
inat ettik, Açık dükkan bulacağız, içinde ne pişiyorsa tadacağız! Nitekim ‘’Sokak
içinde bir pilavcı var onun pilavı pek meşhurdur’’ duyumuyla; o sokak senin bu
sokak benim dolaştık içinde türlü türlü yemekler pişen Marmara Lokantası’nı
bulduk. Önce tezgahı gözden geçirdik; aşçının, onca işinin arasında bir de
bizim ayaklarının altında dolaşmamızdan pek hoşlanmadığını hissedip; sarı
kılçık pirinciyle pişmiş az ‘’ibili pilav’’ siparişi verdik; pilavımız gelir
gelmez de kaşık kaşık tadını çıkardık. Gerçi sabah sabah ibili yemek pek akıl
karı değildi ama yemeseydik tadı bu kez de sizin aklınız kalacaktı; iyiydi
iyi tereyağlı ibili. Pilav üstü tavuk ondan adı ibili!</span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-9Jv-dy_TX3M/YAgIM3nvFDI/AAAAAAABWeU/0B_2BBs3x50Ne50OjiYIaZbr7FnQ039OgCLcBGAsYHQ/s4272/ibili%2Bpilav.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2848" data-original-width="4272" height="213" src="https://1.bp.blogspot.com/-9Jv-dy_TX3M/YAgIM3nvFDI/AAAAAAABWeU/0B_2BBs3x50Ne50OjiYIaZbr7FnQ039OgCLcBGAsYHQ/w394-h213/ibili%2Bpilav.jpg" width="394" /></a></div><p></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;">Sarı
kılçık, yaşar, maratelli, Osmancık…</p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">‘’Tosya
pirinciyle ünlüdür’’ derler Biz de öyle biliyorduk ve de diyorduk
ki ‘’Kışlık pirincimizi Tosya’dan alırız'' Nitekim Pirinç Pazarı’na
gittik öneriyle ismi verilen dükkanı bulduk, satıcı amca, ‘Hangisinden
istersiniz?’’ dediğinde ise ne yanıt vereceğimizi bilmediğimizin farkına vardık!<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Çünkü
o güne kadar ismini dahi duymadığımız torba torba pirinç duruyordu karşımızda<a name="_Hlk62034842">: Sarı kılçık, yaşar, maratelli, Osmancık.<o:p></o:p></a></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span style="mso-bookmark: _Hlk62034842;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></span></p>
<span style="mso-bookmark: _Hlk62034842;"></span>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Ve
de bize anlatılan, bu çeşit çeşit pirincin bir de çeşit çeşit pişirme yöntemi
varmış ki işin içinden çık çıkabilirsen. Nitekim ‘Ayıkla bakalım pirincin
taşını’ derler ya bizim başımıza gelen de o oldu, işin içinden çıkamadık,
‘Hangisinden alalım? Yoksa hepsinden mi alalım? Alalım da o kadar çok pirinci
kim yiyecek?’ sorularına yanıt veremediğimizden 2 kilo yaşar, bir kilo sarı
kılçık’ta karar kıldık.<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">‘’On
bin yıllık buğday<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Bu
arada yeri gelmişken hemen belirtelim, Kastamonu’da bir de siyez bulguru diye
bir bulgur varmış, onu da sağ olsun Kavun Köyü’nün İmamı hediye edince
öğrendik.<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Siyez
bulguru ya da siyez buğdayı bundan on bin yıl önce ekilen ilk buğdaymış. Bugün
ise ne yazık ki sadece Kastamonu’da yetişiyor (Sonradan çok meşhur oldu. Belki
şimdi yetiştiriliyordur)<o:p></o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;"><o:p> </o:p></span></p>
<p style="margin: 0cm;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black;">Siyez
bulgurunu Kastamonulular iki şekilde kullanıyormuş; küçük taneli siyezden sade,
yoğurtlu, ayranlı, sütlü, mercimekli çorbalar; iri taneli olanlardan ise sade,
patatesli, taze fasulyeli, kuru fasulyeli, bezelyeli, domatesli, ısırganlı,
ebegümeçli, mantarlı pilavlar yapıyorlarmış ve ekşili pilav en sevileniymiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-72319550430177084722021-01-18T09:43:00.026+03:002023-08-27T13:06:34.356+03:00 Edirne'de ciğer o kaa kallavi!’’<p></p><p class="MsoNormal"></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-kQ09WWsDA0Y/YExgat86MUI/AAAAAAABXDs/ZRVUGv14F7MdFl23sfNr7E4maPy4SwlwwCLcBGAsYHQ/s1000/ED%25C4%25B0RNE%2BESK%25C4%25B0%2BDI%25C5%259E%2BME.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="663" data-original-width="1000" height="333" src="https://1.bp.blogspot.com/-kQ09WWsDA0Y/YExgat86MUI/AAAAAAABXDs/ZRVUGv14F7MdFl23sfNr7E4maPy4SwlwwCLcBGAsYHQ/w502-h333/ED%25C4%25B0RNE%2BESK%25C4%25B0%2BDI%25C5%259E%2BME.png" width="502" /></a></span></div><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />Hep hayalimizdi, Karadeniz’in bir ucundan bir ucuna Sarp
Sınır Kapısı’na kadar gitmek ve geri dönmek. Bu hayalimizi gerçekleştirdik.<o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Bir başka hayalimiz de Edirne ve Kapıkule Sınır
Kapısı idi. Bir gün bu hayalimizi de gerçekleştirmek için yine İstanbul’dan yola
çıktık Kapıkule’ye vardık. Ancak gazetelerde okuduğumuz, TV’lerde seyrettiğimiz,
‘’gurbetçiler’’in, ‘’Anavatan’a gelişlerinde ya da kar kış kıyamette oluşan ana
baba günü yoğunluğu yerinde in cin top oynuyordu. Çünkü aylardan bahardı, her
yan güllük güneşlikti. Biz de yüzümüzü Edirne’ye döndük, gittik gittik ‘’Eskinin
Osmanlısı’’nın başkentine vardık, Selimiye Camii’nin duvar dibindeki Taşodalar
Konağı’nda bir odaya yerleştik. Önce Taşodalar’dan biraz söz edelim de nasıl
bir konakta konakladığımızı öğrenin. Ne kadar ‘’konak’’ lafı geçti değil mi?
Bunun nedeni, önemini vurgulamak. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Tarihçilerin kayıtlarına göre, Fatih Sultan Mehmet 29
Mart 1432’de, bu konakta, doğmuş. Bu nedenle Taşodalar, 600 yıldır kayıtlarda
bu isimle anılır imiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Taşodalar’ın Osman Gazi, Taya Hatun, Yavuz Sultan Selim,
Kanuni Sultan Süleyman, Sittişah Sultan, Fatih Sultan Mehmet, Mimar Sinan,
Hürrem Sultan ve Saadet Hanım adlı odaları var. Biz de Süleymaniye manzaralı
Mimar Sinan odasına yerleştik yorgunluk kahvesini içer içmez de Edirne’de ilk
görülecek yere, hemen yanı başımızdaki Selimiye’ye yöneldik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Selimiye, mimarı Sinan’ın deyişiyle ‘’ustalık’’
eseri ve ustalığını bu muhteşem yapının her yanında görüyorsunuz. Yapımına 1568
yılında başlanmış ve 27 Kasım 1574 Cuma günü açılması planlanırken II. Selim'in
ani ölümü karşısında 14 Mart 1575’te ibadete açılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Selimiye; uzun uzun seyredilmesi sırlarına erilmesi
gereken (31.25 m çapındaki tek kubbe, müezzin mahfilinde ters lale, hünkar
mahfilinde çarkıfelek motifi, tek parça mermer mihrap, pencereler ve bezemeleri
ile eşsiz bir cami.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ancak ne yazık ki çevresi öylesine hoyratça
kuşatılmış ki seyretmek istediğinizde, görüntü almaya çalıştığınızda ne
yapacağınızı şaşırıp hangi yöne gideceğinize bir türlü karar veremiyorsunuz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Edirne denilince akla ilk gelen, tabii ki Selimiye
Cami Ancak iki camii daha var ki onlar da en az Selimiye kadar övgüyü değer.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biri, bir zamanların ‘’Muhabir’’i Ara Güler’in o ünlü
fotoğrafını çektiği, (biz de benzeri olmasa da aynı fotoğrafı çekmeye çalıştık) Eski Cami, diğeri Üç Şerefeli Cami.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Eski Cami’nin yapımına Osmanlı’nın ‘’Fetret
dönemi’’nde Emir Süleyman Çelebi tarafından 1403 yılında başlanmış, Sultan
Mehmed Çelebi döneminde 1414’te bitirilmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Cami eski Edirne’den zamanımıza ulaşmış ilk
orijinal yapı. Osmanlı padişahlarından II. Ahmet ile II. Mustafa bu camide
kılıç kuşanmış ve II. Murat döneminde Edirne’ye gelen Hacı Bayram Veli camide
vaaz vermiş. O Ogün bu gündür Veli’nin anısına, vaaz kürsüsü imamlarca
kullanılmıyor. Ayrıca 600 yıldır her cuma hutbesi kılıçla okunuyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Caminin duvarları ve payeleri üzerinde hiçbir
camide rastlanmayan 18. ve 20. yüzyıllarda ünlü hattatlar tarafından çizili
hatlar var.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Edirne camilerini gezmeye, Selimiye Cami ile
başlamıştık ancak kentte cami çok. Bunlardan biri de Üç Şerefeli Camii. II.
Murad tarafından 1437-47 döneminde yapılmış. Mimarı Muslihiddin (Felçli Mimar).
Camii adını dört minaresinden birinden, üç şerefeli olanından alıyor ve
minarenin üç ayrı şerefesine üç ayrı yoldan çıkılıyor ki bu o zamana kadar
yapılmış ilk örnek. Cami yüz yıl sonra Mimar Sinan’a birçok yapı için ilham
kaynağı olmuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> ‘’Seyyah-ı Alem'' Evliya Çelebi ünlü
seyahatnamesinde, Edirne’yi gezdiğinde, caminin avlusunun bir çiçek bahçesini
andırdığını ve koparılan çiçeklerin sayfalar arasına konulduğunu ayrıca kış
aylarında cami şadırvanından sıcak su aktığını yazıyor <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Bu arada Edirne’de bir başka ünlü yapı var ki o da
Türkiye’nin en büyük Avrupa’nın ise ikinci büyük sinagogu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> 1907 yılında ibadete açılan sinagog, yıllar içinde
cemaatinin olmaması nedeniyle kaderine terk edilmiş ancak sonrada restorasyon
geçirdi, eski haline getirilmeye çalışıldı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Edirne’deki büyüleyici yapılardan biri de Rüstem
Paşa Kervansarayı. Şimdilerde otel olarak kullanılan yapı tek kelime ile
muhteşem. Ancak avlusunda ne yazık ki oturacak bir yer, içek bir bardak çay,
bir fincan kahve bulmak mümkün değil!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Osmanlı döneminde Edirne’ye birçok padişah, mimar
olağanüstü güzellikte yapılar kazandırırken günümüz kent yöneticileri bu güzel
yapılara sanki nazire olsun diye Saraçlar Caddesi üzerine ya da kentin başka
caddelerine kendi ucubelerini dikmiş. Biri, figürlerden anlaşıldığı kadarıyla
barış adına yapılmış bir süs havuzu. Biz yanından geçerken kahverengiye
boyanıyordu.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Anıt çeşmenin üst yanında aslan başları yer
alırken, ön cephede bir erkek ile bir kadın el ele tutuşmuş olarak sembolize
edilmiş ve kadının elinde beyaz bir güvercin kanat çırpmaya hazırlanıyor. Neyse
ki beyaz güvercin barışı sembolize ettiğinden, kahverengi boyadan kurtulmuştu.
Tıpkı arka taraftaki yeşil zeytin dalı gibi…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Bu arada Edirne Kırkpınar güreşleri ile ünlü ya
kent yöneticileri hiç unutur mu, iki pehlivana el ense çektirmişler bir
heykelde ya da Edirne meyve şekilli sabunları ile ünlü ya, neden kentin orta
yerine ortaya karışık bir meyve tabağı dikilmesin?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Ancak bu ‘’sanat harikası’’ kent süslerinden
hiçbiri küçücük bir havuza kuyruğunu zar zor sıkıştırmış ‘’Deniz Kızı’’ kadar
zavallı durmuyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Dolayısıyla böylesi bir kararsızlık açlığımızla
birleşince bir anda kendinizi Köfteci Osman’da buluverdik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Efendim Osman’ın köftesi tüm Edirne’deki köfteler gibi
yuvarlak, iyi pişmiş ancak biraz hatta fazlasıyla tuzlu. Ekmek, salata, piyaz
ve de Edirne’nin kızartılmış acı biberi ise tadılmaya değer.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> ‘’Yaa bismillah!’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Tarihi "Kırkpınar Yağlı Güreşleri"
1357'de Rumeli'de doğmuş ve günümüze kadar gelmiş dünyanın en eski güreş
festivali ve bu festival her yıl Edirne’de Sarayiçi mevkiinde yapılıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Mevkiin adı Sarayiçi çünkü günümüze kadar ancak birkaç
yapının gelebildiği bölgede bir zamanlar Topkapı Sarayı ile boy ölçüşebilecek
güzellikte saraylar, köşkler, kasırlar ve de hamamlar varmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Eski adıyla Cedid-i Amire (Yeni Saray) 425 yıllık. Sultan
II. Murad tarafından Tunca'nın batısında, 3 milyon metrekare alan üzerinde inşaatına
başlanmış. II. Murad'ın 1451'de ölümünden sonra oğlu Fatih Sultan Mehmed
tarafından Mimar Şahabeddin'e yaptırılarak tamamlanmış ve tipik bir Osmanlı
sarayı olarak hizmette kullanılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Etrafı kalın ve yüksek duvarlarla çevrili olan Saray, 5
ana meydan ve bu meydanlar içinde bulunan yapılardan oluşuyormuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Edirne sarayının en görkemli zamanı, ‘‘Av delisi’’
padişah, IV. Mehmed'in saltanat sürdüğü dönemde yaşanmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Başkent İstanbul olmasına rağmen IV. Mehmed'in genellikle
günlerini avlaklara daha yakın olduğu için Edirne sarayında geçirdiği bu
dönemde, resmi kabuller için odalar, divanhaneler, Av Köşkü, Hıdırlık Kasrı,
İydiyye Kasrı, Yıldız Kasrı, Akpınar Sarayı, Çömlek köy kasırları, havuzlar ve
çeşmeler yapılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yine bu dönemde Yeni Saray’da IV. Mehmed'in şehzadeleri
için sünnet, kızı Hatice Sultan için evlenme törenleri yapılmış, tüfek, ok atma
ve at yarışları, cirit oyunları ve pehlivan güreşleri gibi eğlenceler
düzenlenmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman, II.
Selim, I. Ahmed, IV. Mehmed, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Süleyman'ın
İstanbul’dan gelip kaldığı ve 19. yüzyıla kadar kullanılmış olan Edirne Yeni
Sarayı'nda 117 oda, 21 divanhane, 18 hamam, 8 mescit, 17 büyük kapı, 13 koğuş,
4 kiler, 5 mutfak ve 17 kasır bulunmaktaymış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çeşitli dönemlerde tamiratlar geçiren bu saraydaki son
onarım, 1867'de Sultan Abdülaziz zamanında Cihannüma Kasrı'nda yapılan bazı
tadilat ve eklemeler ile gerçekleşmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Saraydaki ilk büyük yıkım ise 22 Ağustos 1829'da Rusların
kente girip, şehri terk ettikleri tarih olan 14 Eylül 1829'a kadar geçen süre
içinde olmuş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-va91B1oVKZY/YExouJhbGAI/AAAAAAABXD8/IxzWdy7DVskr_jiQaD-Vr0qhWtznGBbkQCLcBGAsYHQ/s1000/SARAY%2BKAL%2B2.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="663" data-original-width="1000" height="212" src="https://1.bp.blogspot.com/-va91B1oVKZY/YExouJhbGAI/AAAAAAABXD8/IxzWdy7DVskr_jiQaD-Vr0qhWtznGBbkQCLcBGAsYHQ/w345-h212/SARAY%2BKAL%2B2.png" width="345" /></a></span></div><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />Saraydan geriye kalanlar ise 1878'de Rusların Edirne'yi
işgal edeceği haberi üzerine sarayın yakınında bulunan cephanelik ele geçmesin
diye Vali Cemil Paşa’nın emriyle ateşlenmiş ve 3-4 gün süren patlamalarla büyük
tehlike içinde kalan Edirne kentinin 425 yıllık sarayı ortadan kalkmış.<o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sarayiçi’nden Tunca boyunca yürürseniz biraz ileride Selimiye
Camii’nden sonra en çok ziyaret edilen bir başka yapı karşılar: II. Bayezid
Külliyesi…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Külliye içinde 1488'den beri yer alan darüşşifa
(hastane), 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar aralıksız 400 yıl boyunca
önceleri her türlü hastaya sonraları sadece ruh ve akıl hastalarına hizmet
vermiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><a href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7231955043017708472"><span color="windowtext" face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%; mso-no-proof: yes; text-decoration: none; text-underline: none;"><!--[if gte vml 1]><v:shape
id="Resim_x0020_2" o:spid="_x0000_i1025" type="#_x0000_t75"
href="https://draft.blogger.com/blog/post/edit/59518121298700421/7231955043017708472"
style='width:258.75pt;height:159pt;visibility:visible;mso-wrap-style:square'
o:button="t">
<v:fill o:detectmouseclick="t"/>
<v:imagedata src="file:///C:/Users/hp/AppData/Local/Temp/msohtmlclip1/01/clip_image002.png"
o:title=""/>
</v:shape><![endif]--><!--[if !vml]--><span style="mso-ignore: vglayout;"><img border="0" height="212" src="file:///C:/Users/hp/AppData/Local/Temp/msohtmlclip1/01/clip_image003.jpg" v:shapes="Resim_x0020_2" width="345" /></span><!--[endif]--></span></a><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />
Geçmişte hastaların müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildikleri bu
tarihi mekân, 1997 yılından bu yana Trakya Üniversitesi tarafından sağlık
müzesi olarak düzenlenmiş ve müze Avrupa’dan ödül almış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Darrüşifa içinde birçok oda eski amacına uygun olarak
yeniden ve o kadar güzel düzenlenmiş ki bundan yüzyıllar önce bir hastanenin
nasıl çalıştığını neredeyse aslına yakın canlandırmalarla öğrenebiliyorsunuz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Hemen bir not düşelim 1488 yılında hizmete
açılmış. Açılış töreninde kentin ileri gelenlerine, bilgelere öyle
sofralar kurulmuş ki yeme içme adına bir tek kuş sütü eksik. Açılış törenine
gelen misafirler yemiş içmiş karınlarını bir güzel doyurmuş dinlenmeye çekilmiş
sofralar açlara ve yoksullara bırakılmış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ziyafetten nasiplenen ve o güne kadar güllaç ve muhallebi
ismini hiç duymamış, dolayısıyla hiç yememiş yoksullar bu tatlılardan o kadar
çok yemiş sonrasında bir daha tekrar tekrar yemişler ki ‘Artık yeter’’ deyip
bıkkınlık göstermişler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p><br /><p></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-11656004296776028492021-01-17T08:45:00.023+03:002023-08-28T12:12:59.556+03:00MAKEDONLAR EDESSA, SÜRYANİLER ORHAİ, ORHAY, ARAPLAR EL-RUHA, TÜRKLER URFA DEMİŞ, ŞİMDİ ŞANLIURFA<p></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 212.4pt; text-indent: 35.4pt;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-YcNoAPca420/YAREnN3eZPI/AAAAAAABWUU/oS6SH-6cGNwExkH46tJEGJ_-VNKj-A-5QCLcBGAsYHQ/s722/KAPAK%2BFOTO.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="722" data-original-width="500" height="398" src="https://1.bp.blogspot.com/-YcNoAPca420/YAREnN3eZPI/AAAAAAABWUU/oS6SH-6cGNwExkH46tJEGJ_-VNKj-A-5QCLcBGAsYHQ/w222-h398/KAPAK%2BFOTO.JPG" width="222" /></a></div><br />Cemile Yaman’ın aziz
hatırasına<o:p></o:p><p></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">En
zor şeylerden biridir bir kente intibak etmek şimdinin deyişiyle, “uyum
sağlamak.”</span></p><p class="MsoNormal"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">Biz
de ilk başlarda zorlandık. Ürkek bir kuştuk! “Ne o öyle?” diye diye her
halimize hareketimize, yediğimize içtiğimize, fırsat bulunca laf sokuşturup,
bazen de punduna getirip yüzümüze karşı söylendiğinden her “tıkırtı”ya kanat
çırptık! İlk tanışıklıkta, "Tez elden intibak et!" dediler. Etmeye
çalıştık. Su boldu. İki deniz, ortasından da bir su akar, bir o yana bir bu
yana; bir de “Altın Boynuz”, etti mi sana dört bir yan deniz, derya? Her
birinin içinde de bin bir türlü mahlukat, "Baban çıksa yiyeceksin!"
dediler, neyi çıkardılarsa yedik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Önce
istavriti sevdik. Talebeydik o zamanlar. Bol olduğunda, paramız yettiğinde,
“kulağına kar suyu kaçıp” da kıyıya vurduğunda, piknik tüpte kızarttık,
ekmeğimize katık ettik, karnımız doydu!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Midyenin
dolmasını sokakta, tavasını Pasaj’da tattık. Lüferin çinekopun, sarıkanadın,
palamudun, ne zaman nasıl tutulacağını denizlerde, nasıl yenileceğini
meyhanelerde, yanlarına da "uyumlu" olacağını bellettikleri, “ince
kıyım” salata söylemeyi öğrendik. Istakozu böceği paramız yettiğinde, kalkanın
tavasını ızgarasını rast geldiğimizde yedik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Uskumru
dolmasından söz ettiler, lakin yetişememiştik “o günler”e ama balık yumurtası,
köftesi bulduk, yedik; çorbasını severek içtik. Lakerda kurmasını becerdik,
nefsimizi körelttik! Tereyağında karidesi çok sevdik, ahtapot ızgaraya
bayıldık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Salıpazarı'ndan
ayşekadın, semizotu, pırasa, karnabahar alıp, "halk" olmayı, Kadıköy
Çarşısı'nda bıçak ucundan peynir tadıp, "bey" olmayı,
"Zamanıdır" deyip enginar pişirmeyi, bazen de Kanaat’te yemeyi
öğrendik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bilmedikleri
yuha ekmekten, "Lavaş" dedikleri açık ekmekten, “Sadece ekmek işte!”
dedikleri dırnaklı ekmekten; yulaflı, kepekli, cevizli, zeytinli, light, alman,
çiçek, baton, türlü çeşit ekmeğe terfi edip, soframızı donattık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Yatı”ya
gitmekten, "oda"da oturmaktan “sıra” gezmekten, sabahtan akşama
arkadaş buluşmalarından vazgeçtik; haftadan haftaya, on beşten on beşe
“takılma”ya alışıp, haftanın sonlarını, olmadı on beşleri özler olduk!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">"Kültürümüzde
var” bir yesek beş yedirmeyi gönülden isteriz, lakin "Hangi devirde
yaşıyorsun ulan, uyumlu ol!" dedikleri için "Alman usulü"ne
alıştık! Bin yedirince, bir yiyememenin bile kafaya takılmamasını öğrendik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gün
geldi erguvanı sevmeyi, defne yaprağını yemeklere katmayı, ıhlamur ağacını
kokusundan ayırt etmeyi becerdik. Manolyayı ilk kez fark etti gözlerimiz!
Orkideyi çiçekçi dükkanından, papatyayı çingeneden pazarlıkla aldık.
Kaldırımlara düşen atkestanesini, "Rutubeti alır!" dediklerinden
odalarımıza taşıdık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Eve
yürüyerek gelir giderdik, nereden gelir nereye gidersek; şimdi kırmızı ışıkta
bekleyip, aniden yanan yeşilde karşıya geçiyoruz. Bulduk dolmuşa, bulamadık ya
belediyenin ya halkın otobüsüne biniyoruz. Saatlerini ezberlediğimiz, her gün
"Kaçırırız!" korkusuyla erken geldiğimiz iskeleden vapura biniyoruz
ki ne deniz tutuyor ne lodostan korkuyoruz!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bizim
memleketimizde de camiler çok, minareleri dört köşe ya da sekizgendir, şimdi
Allah’ı var, buradakiler kalem gibi gökyüzüne yazılıyor. Denizin üstünde gele
gide kentin siluetini sevmeyi öğrendik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Memlekette
yaz geldi mi tahtın üstünde damda yatardık, yün yastık yün yorgan yün döşekte,
yıldızlar koynumuzdaydı, Aydede ayakucumuzda; şimdi dört duvar beton arasında,
“sağlıklı” yatakta, yorgan yastık baş başa yalnızlığımızı paylaşırız!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Lafı
uzatmayalım, sonunda “intibak ettik” alıştık ya da biz öyle sanıyoruz?</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Ancak
bir şey var ki bu kentte, bahar Boğaz’a erguvanla gelince; yaz karpuz kabuğunu
düşürünce denize, sonbahar yapraklarını savurduğunda dört bir yana; kışın
yağmur çamur hele de kar çekilmez olduğunda, içimiz sızlar, ağzımız sulanır!
Özlediğimiz, yemesek kendimizi eksik saydığımız yemeklerimizi, aç kalmış çocuk
çaresizliği içinde bekler, yemek ister, yer doyamaz, yemez huysuzlanır, bulamaz
öfkelenir, ömür tüketiriz! Çünkü bizim kentimizde insanlar yemekle yaşar,
yaşadıkça da yer; Tanrı’nın bahşettiklerine şükreder etmez de bir başka öğünü
düşler; her fırsatta mekana, zamana ve keyiflerine göre yer içer, çalıp söyler,
gülüp eğlenir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ne
mutlu onlara!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Hikayemiz
onlardan birinin bir ayrı düşmüşün hikayesidir.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yazık
ki ona!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bundan
binlerce yıl önce bizim kentimizde, herkes evvelemirde putperestmiş. Gün gelmiş
Musevi, gün gelmiş, “Hıristiyanlar tarafından yönetilen ve Tanrı’ya hizmet eden
tek krallık tek kent” insanı, ardından da Müslüman olmuşlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kentlerinin
adına önceleri Makedonlar “Edessa”, sonraları Süryaniler “Orhai, Orhay” daha
sonraları Araplar “el-Ruha”, en sonunda Türkler “Urfa” demiş, şimdi “Şanlıurfa”
diye anılır.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Birçok
kralları, peygamberleri, azizleri, evliyaları, yazarları, şairleri,
müzisyenleri olmuş kimine Abgar, İdris, Şuayip, Eyüp, Elyasa kimine Efraim,
Bardaysan, Nabi demişler. Bazen de Büyük İskender, Musa, Timurleng, Hülagu,
Harun Reşid, Selahaddin Eyyubi ve daha nice “cihangir”, “kutsal”, “muhterem”
kişi gelip geçmiş topraklarından. Ancak bir kralları varmış ki adı Nemrud bir
de onun ezeli ve ebedi düşmanı İbrahim, işte onları hiç ama hiç unutmamışlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Efsane
bu ya, Nemrud hem puta tapar hem de Urfalıların deyişiyle “Zalım”mış onlara taptığı
putlar adına etmediğini bırakmazmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İşte
bu Nemrud’un yaptığı zulümleri yedi düvel duyduktan, duyup dehşet içinde
kaldıktan ve yakardıktan sonra Allah hiç olanı biteni duymaz mı? Tabii ki
duymuş ve çok öfkelenmiş çokk ! Bütün sivrisinekleri Nemrud’un topraklarına
yollamış. Nemrud korkusundan sarayına sığınmış ve bütün deliği deşiği
kapattırmış, sıvatmış ki hiçbir mahlukat içeri girmeye!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bu
arada bütün sivrisinekler Nemrud’a azap için gittiğinden geride bir tek topal
sivrisinek kalmış. Halinden sakatlığından utanıp Tanrı katına çıkıp, “Uluların
tek inanılası; verdiğin bu kutsal görevde topallığımdan yer alamadım, eksikliğimden
utanırım! Bana, yarattığına merhamet göster” demiş, yalvarmış. Tanrı da onun
isteğini geri çevirmemiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Cümle
sivrisinekler uğraşıp didinip saraya girmek için yol ararken, topal sivrisinek
doğruca kapatılması unutulan anahtar deliğine yönelmiş ve ardından da
uykusundaki Nemrud’un burun deliğinden girip kafasına yerleşmiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nemrud
deliye dönmüş. Bir tokmak yaptırmış ucunu keçeyle kaplatıp, sivrisinek beyninde
dolaştıkça “Ur ha, ur ha” diye bağırıp kafasına vurmalarını buyurmuş. Ondan bu
kentin adının, “Ur ha, ur ha” diye diye Urfa olduğunu söyler eskiler!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bu
arada Nemrud fala ve falcıya da inanırmış. Bir gün falcıları, “Yakında bir
erkek çocuk doğacak gelip seni tahtından edecek!” demiş, o da doğacak bütün
çocukların öldürülmelerini emretmiş. Nemrud’un emirleri, her yerde uygulanmış.
Kimin erkek çocuğu oldu, yok edilmiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nemrud’un
zulmünden korkan ama o günlerde İbrahim’e gebe Sara, bir mağaraya saklanmış,
İbrahim’i orada doğurmuş. Bir zaman sonra da çocuğu mağarada bırakıp kaçmış!
İbrahim’i ceylanlar emzirip büyütmüş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Aradan
yıllar geçmiş Nemrud falında çıkanları unutmuş. Bu arada İbrahim, halkın
sevgilisi olmuş ve Nemrud bunu duymuş, ‘’Getirin bir de ben göreyim’’ demiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Getirmişler
İbrahim’i… Nemrud bu akıllı genci sevmiş, hatta himayesine almış.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Nemrud’un bir de kızı varmış adı Zeliha.
Zeliha ile İbrahim arkadaş olmuş hatta birbirlerini sevmişler.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nemrud
puta tapıyor ya, bu yüzden sık sık mabede gider, irili ufaklı putlardan çeşit
çeşit işler beklermiş. İbrahim’in ise o günlerde kafası karışıkmış! “Hiç insan
taşlardan medet umar mı?” der, düşünüp dururmuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
gün herkesin olmadığı bir vakitte mabede girip bütün putları balyozla kırmış
balyozu da getirip en büyük putun boynuna asmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gerçek
anlaşılmış. İbrahim yakalanmış. Sorgusunda, putları en büyük putun kırdığını
söylemiş. Nemrut onu yalancılıkla suçlamış, “Hiç put putu kırar mı? Canlı mı ki
o?” demiş. Bunun üzerine İbrahim, “O zaman neden putlara, taparsınız? Bir
yaradan vardır, o da Rab’dır!’’ demiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nemrut
İbrahim’i dinlememiş bile onu o görülmemiş bir cezaya çarptırmış: Gözün gördüğü
bütün ağaçlar kesilecek, şehrin kalesinin altına yığılacak öyle bir ateş
yakılacak ki böylesi dünyada yakılmamış olsun!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nemrud,
bir de iki sütun yaptırmış kaleye ki İbrahim salıncakta sallanır gibi sallanacak
ateşe atılacak. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bütün
bunlar olup biterken, huysuz bir adam ava gitmiş, bir ceylan vurmuş eve dönmüş,
karısına, “Karnım aç!” demiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Zavallı
kadın neylesin? Bir yanda Nemrud yasağı var ateş yakılmayacak, bütün odunlar
toplanmış bir yanda evin adamı az kaldı huysuzlanacak. Kadın çaresizlikten bir
yemek uydurmuş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ceylanın
budundan bir parça et kesmiş, taşta tokmakla döve döve yumuşatmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Aklına
ete bulgur katmak gelmiş, bir çimdik tuz, biraz isot frenksuyu(pul biber ve
salça) bir çimdik karabiber eklemiş bir avuç da su alarak başlamış yoğurmaya.
Arada yarım avuç su almış tekrar yoğurmuş yoğurmuş tadına bakmış; sonunda
kanaat getirmiş ki yenilecek gibi. “Süslü görünsün” diye içine taze soğan,
maydanoz da katmış, götürmüş kocasının önüne koymuş. Neyse ki adam yemeği
beğenmiş de kadın rahatlamış!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kadının
tez vakitte uydurduğu yemek o günden sonra Urfalılar’ın “baş tacı” olmuş.
Hiçbir yemeği onu sevdikleri kadar sevmemişler. Çiğ etten yapıldığı için de adını
“çikifte” koymuşlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Efsanemize
dönersek, der ki efsane, “Urfa o zamanlar yemyeşilmiş, gökyüzü ağaçtan
görülmezmiş ama Nemrud ne kadar ağaç varsa kestirmiş yığdırmış kalenin
eteklerine; bir büyük ateş yaktırmış ki alevler yeri göğü yutar, yanına
yaklaşılmaz!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nemrud
bir ateşe bakmış bir de İbrahim’e “Atın!” demiş; İbrahim’i mancınıkların
arasındaki leyliye(salıncak) koymuşlar, sallamış sallamış atmışlar ateşe!
İbrahim’in atıldığını gören Zeliha da atlamış ateşe.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İşte
ne olmuşsa o anda olmuş, aşağıda yemyeşil iki göl belirmiş; ateş su, odun
parçaları da sırtı karalar dolu balık olmuş!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalılar
bugün göllerden birine, Harrahman, Zeliha’nın kendini attığı yerde belirene de
Anzılha der.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">O
gün bugündür Urfalılar’ın dilinden, Nemrud’la İbrahim eksik olmaz.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;"> O zamandan bu yana, iki tür insan yaşadığına
inanılır; zalim, kötü huylu, sinirli insanlara “Nemrudi”, iyi huylu, mazlum ve
sakin olanlara “Halili” denir.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa’nın
erkekleri bahar geldi mi yatıya(dağda kalmak gün geçirmek) gider günlerce yer
içer, çalıp söyler, geri döner. Yaz geldi mi Harrahman’da bekçilerden gizli
gizli yüzer, balıklara yem atar ya da Anzılha kenarında çay içip, nargile
fokurdatıp sohbeti koyulaştırır.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kadınlar
ise Nemrud’u anarak beddua, İbrahim’i anarak dua eder; gebe kalır, kızlarına
Zeliha, oğullarına İbrahim adını verir.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Baharda
onlar da Nemrud’un Tahtı’na günübirlik çıkar, çikifte yoğurur, dedikodu yapar.
Yazın onlar da Harrahman’a gider. Kimi “Beyaz balık görünsün” diye bekler,
dileğini yazar suya atar ki, “Alsın da aparsın” diye…</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> Kimi de suda oynaşan balıkları taze nohutla
besler, ardından Anzılha’da soluklanıp çay içer, nefes alır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Tarihçiler
Urfa’yı bin yıllarla tarihleyip ondan, “Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit,
Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedon, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı
uygarlıklarının egemenlikleri altında yaşamış” diye söz eder; Urfalılar ise hiç
sözü dolandırıp durmaz, “Biriciktir!” der, kestirip atar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Urfalılar
Urfa’da doğdukları, havasını soludukları, suyunu içtikleri, yiyeceklerini
yedikleri, şarkılarını söyledikleri, Urfa’da yaşadıklarına inandıkları
peygamberlerin ve evliyaların, kutsal kişilerin, şairlerin, ediplerin hemşerisi
oldukları için mağrur ve mutludurlar.“ (***)</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“İbrahim
Peygamber bu topraklarda doğmuş” derler, ki Museviler’in, Hıristiyanlar’ın ve
Müslümanlar’ın atasıdır; Museviler ona “Avraham”, Hıristiyanlar “Abraham”,
Urfalılar ise “İbraham” der. Bu yüzdendir herhal, “Halil İbrahim bereketi”
topraklarından hiç eksik olmamış, Musa Peygamber’i yedi yıl misafir edecek
kadar her daim cömert ve gözü tok olmuşlar. Çile çekmişler ama yakınmamışlar
çünkü “çilenin ne olduğunu, “çile’’ çekenden, Eyüp Peygamber’den öğrenmişler.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Çok
zaman önce Filistin’de İsa Peygamber öğretilerini yaymaya, çaresizlere çare
dağıtmaya başlamış; ünü Urfa’ya kadar gelmiş! Kralımız Büyük Abgar, İsa’ya
haber gönderip hasta olduğunu, gelip kendisini iyileştirmesini istemiş! İsa da “çok işi” olduğunu, isterse ona bir
yardımcısını gönderebileceğini hem kendisinin yakında “gökyüzüne yükseleceğini”
belirterek yüzünü sildiği mendilini yollamış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kralımız
iyileşti mi bilmiyoruz ama rivayet odur ki, üstünde İsa’nın yüzünün sureti olan
mendilin, Urfa savunmasında zaman zaman düşmanlara karşı kullanıldığı ve galip
gelindiğidir. Bu arada mendilin Ulu Camii’deki kuyuya atıldığına da inanılır ayrıca
kale kitabelerinin birinde mendilden söz edilir.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Gel
zaman git zaman sonra 1 Aralık 1145’te Papa III. Eugenius, Fransa Kralı VII.
Louis’e bir mektup yazıp Urfa için, “Uzun zaman önce Doğu’da, bütün dünya
putperestlerin hakimiyeti altındayken, Hıristiyanlar tarafından yönetilen ve Tanrı’ya
hizmet eden tek şehir” demiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kentimiz
Halife Hazreti Ömer döneminde Müslümanlıkla tanışmış; Nurettin Zengi tarafından
ele geçirilmiş, komutan İyad ilk Müslüman valimiz olmuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Moğollar’ın
işgalini yaşamış; Hulagu’ya teslim olmuş; Timurleng ünlü göllerinden kana kana
sular içmiş ve gitmiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Uzatmayalım
Urfa, Osmanlı idaresi de görmüş, sonunda “Cumhuriyet!” de demiş. Yani tarihten
yana sıkıntısı olmamış; gelenle de gidenle de barışık yaşamış kimseye kin,
garez tutmamış. Taa ki “Hain Fransızlar” Urfa’yı işgal edene kadar!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Osmanlı
1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamış, ardından Urfa ilk önce İngilizler
sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmiş. Şehrin en güzel yerine yerleşmiş
Fransızlar ve başlamışlar Urfalıları ve Urfa’yı yönetmeye! İlk başlarda pek
sorun çıkmamış ama gün geçtikçe zulümleri artmaya, hal ve ahvalleri çekilmez
olmaya başlamış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalılar
sabretmiş sabretmiş 11 nisan günü, “Hahoo yettişinnn, Fransızlar isot
tarlalarını yakıyor!” nidasını işitinceye kadar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gerçi
rivayettir söylenen hatta, “Urfalılar’a düşman Antepliler’in uydurmasıdır,
böyle bir şey olmamıştır” denir amma bu sözler Urfalıları’n isot ve çikifte
sevgisine taş atmak için de bulunmaz bir kışkırtmadır. Çünkü Urfalı her aileyi
ağustos geldi mi dizginlenemeyen bir telaş alır; evlerde günler sürecek bir
tartışma, “Avrat bu sene kaç kilo isot çıkaracaksan?” sorusu ile başlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Bilmiyem
ki! Gelin de geldi, geçen sene yüz kilo almıştıy, dokuz kilo isot çıkmıştı!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“O
zaman yüz elli kilo alım mı?”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Yog
o da fazla olur, sen emeğini zahmetini bili misen ki? Sanki sen doğrisan,
kurudisan! Hem geçen sene Maraş isodu almıştıy eyi çıkmamıştı. Gidip en kötü
isotları alıp geliysen! Bu sefer Urfa isodu al!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Tartışmalar
günler sürer. Aile reisi ekonomik gücüne, yaptığı istihbarata göre çarşıyı
pazarı kollar sonra bir isot cinsinde karar kılır, satın alır ve korka korka
eve gönderir. Çünkü isot kötü çıkarsa bir sonrakine kadar kendini tartışmaların,
söylenmelerin hedefinde bulur.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">İsot
geldi mi hanım hemen konu komşuya haber verir, evden de yardım edecekler
katılınca, dağ gibi kırmızı isot yığını bazen birkaç saatte bazen de gün boyu
sürecek bir çabayla sapından, tohumundan, damarından ayrılıp; boylamasına ya
ikiye ya da dörde bölünüp kurutulmak için naylon örtülere serilip damlara
güneşe çıkarılır.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Temizleme
işi bitmiştir, artık her gün sabahtan açılacak örtüler, akşam gün batınca
kapatılacaktır ki isotlar sonbahar güneşinde yana kavrula kağıt gibi ola.
Ardından tokmağı sallayacak olan taş dibeğin başına geçer ve yavaş yavaş arada
birkaç damla zeytinyağı damlata damlata en zahmetli işi bitirir.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İşte
şimdi sıra akla karanın belli olacağı teste gelmiştir; en kısa zamanda ya evin
erkeği ya da güçlü kuvvetli aileden bir başka erkek çikifte legeninin başına
geçer. Birazdan usta göz ve damaklar hemen sonucu söyleyecek, bütün bir yıl bu
sonuca göre ya övünülecek ya da ortalıkta, “Ne yapım anam, bu sene düzgün
olmadı!” diye baş eğik dolaşılacaktır. Yok eğer sonuç “eyi” ise tez elden
yoğrulan çikifte konu komşuya gururla gönderilecek ve isot gerçek anlamda
koruma altına alınacaktır. Çünkü “Eyyi bir isodun hırhızı çok olur!’’</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">***Prof.
Dr. Ahmet Arslan. Edessa / Urfa Kutsanmış Şehir. Judah Benzion Segal. Önsöz.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalılık
iyidir hoştur, “biriciklik”tir ama öyle kolay kolay da “Urfalı” olunduğunu
sanmayın! Yani öyle ‘’Hasso Cello işi’’ değildir Urfalı olmak!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
kere “Urfalı” olmak için en başta gelen şart, “ailecek, birkaç göbektir
Urfa’nın içinde yaşıyor olmak” gerekliliğidir. Yoksa size “Muhacır!” derler,
“Muhacır” aşağı “Muhacır” yukarı bir türlü dillerinden kurtulamazsınız; kabul
etmezler aralarına. Taa ki ailenizin nereden göç ettiğini hatırlayan kalmayana
kadar. Bu da birkaç kuşak sürer ve sonunda artık siz de ilk şartı yerine
getirmiş, bir “Urfalı” olmuşsunuzdur!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalılar
soylarına soplarına pek meraklı olduğundan, her fırsatta konuyu gündeme
getirip, “küçüklere” Ninolar’ın, Abdolar’ın, Nebolar’ın, Kasolar’ın,
Dedehayırlar’ın, Hacıkamiller’in, Miftahiler’in, Başıbüyükler’in,
Kiliseyesıçangiller’in ve daha nice ailenin yedi göbek ötesini saymaya girişir,
bilgiler verir, “uyarı”da bulunur ve “aile temizliği”nin önemini vurgular.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bize
de yıllarca yeri geldiğinde büyüklerimizce, soyumuzu temsil eden Fesçi Abdi’nin
dört yüz yıl önce Acem Dergezenlu oymağıyla Nahcivan sınırından gelip Urfa’ya
yerleştiği, ticaretle uğraştığı ve halkın onu çok sevdiği, onun da onları
sevdiği; çoluk çocuk sahibi olduğu; ölünce Bediüzaman’a gömüldüğü aile
mezarlığımızın onunla başladığı; sonrasında kendisinden gelen soyun sopun da
aynı yere gömüldüğü, şu an mezarlıkta altı kuşağın bir arada yattığı anlatıldı
durdu. Yani bizimkiler de Urfa’ya göç etmişler, sabretmişler sonra “Urfalı”
olmuşlar!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Büyük
Dedem’i iyi hatırlıyorum; uzun boyunu, hiç gülmeyen yüzünü, başından eksik
etmediği şapkasını, gabardin şalvarını, dövmeli ellerinden düşmeyen bastonuyla,
bir ayağı aksayan adamı. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedemiz
“dede”ydi ama torunlarına “dedelik” etmezdi! Ne elimizi tutmuşluğu vardı ne
sevip okşadığı ne de şeker şerbet niyetine aldığı! Ancak sonunda dedeydi ve
müthiş korkardık cüsseli varlığından!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bastonunu
kaldırdı mı, “Allah korusun!” indiriverirdi bir yerinize! Yalnız torunlarına
mı? “Ooo neler çekmiştir elinden neneyiz!” derdi amcalar da biz torunlar
üstünde durmazdık olanın bitenin.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bütün
ailesi altı oğlan, bir kız, bir de “evin reisi” nenemdi, kimi kimsesi yoktu
başka. Nenemin ise evde asaletinden ve zenginliğinden söz edilmeden geçilmez,
konu açılınca, “Çanakkale’de şehit düşen zabitler mi yoksa ağalar, begler mi
hangi kardaşımı hangi akrabamı sayım?” derdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Eve
bu “asil” akrabalardan biri girer biri çıkar, dedem en çok da bu ağa
kardeşlerin gönderdiği nohuda, mercimeğe, buğdaya sinirlenir, söylenince de
nenem taşı gediğine koyar, ”Sen de bütün parayı kumara verme! Ne yapsınlar? Aç,
açıkta mı kalak?” derdi. Dedem pokeri severdi oysa, kumarı değil!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedemin
ellerinde ve yüzünde Kürtler’in, Araplar’ın yaptırdığı dövmelerden vardı ama ne
Kürtçe bilirdi ne de Arapça ancak alışverişe gelenlerle çat pat konuşacak kadar
dili dönerdi. Dükkanında atlara marege (eyer) yapar eğer çok paran varsa
derisinden alır yoksa şal olanıyla yetinirdin. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ailede
herkes dedemin mesleğini bilirdi. Eve iş geldiğinde herkes bir ucundan tutardı.
Biz torunlar ise boyahaneden gelen ipleri açmak için çoğu kere küçük
kollarımızı uzattır, iş bitince balmumu ile oyalanır ya kırpık derileri makasla
doğrar ya da sağa sola biz dürterdik.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ailenin
on sekizinci yüzyıl ortalarından kalma bıçakçıların, kazancıların, aktarların,
marangozların, saraçların, kazazların, halıcıların, terzilerin, kuyumcuların
velhasıl bütün Urfa esnafının bulunduğu Aşağı Çarşı’da, adına Saraç Pazarı
denilen yerde birbirine bitişik iki dükkanı vardı. Birinde dedem ve küçük
amcam, öbüründe ise bir başına büyük amcam çalışırdı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
gün bu büyülü dünyaya, ortanca amcalarımdan birinin serçe parmağından tutarak
giriverdim. Saraç Pazarı’nın sayısız girişinden Urfalılar Köroğlu Kahvesi’ne,
aktar, dondurmacı, kebapçı dükkanlarına; dev çınar ağaçlarının gölgeliklerine;
Kazancı Pazarı’ndan gelen çekiç sesleri eşliğinde, kalaycı çıraklarının içinde
“göt sallayarak” kazan, leğen, lenger
parlatmalarını seyre; kehribar sarısı tütün satıcılarının torbalarına,
sigara kağıdı ve emziklerine; Nacar Pazarı’ndan gelen taze ağaç kokusuna,
topaçlara , beşiklere, ekmek tahtalarına, nalınlara kürsülere; bıçakçıların
çoğu zaman sarı kimi zaman da beyaz yalazlanan ateş kıvılcımlarına değmeden;
eşek hamallarının umursamaz, yol vermez hallerine aldırmadan gün boyu akar da
akardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedem,
bütün azameti ve aksiliğiyle dükkanda halısının üstünde oturur, alışveriş için
gelen köylülere el emeği göz nuru maregelerini üstünkörü gösterir, müşteriden hoşlanmazsa
ya da dillerinden anlamadığından, “Hade ruh ruh!” (Yallah) çekerdi. Çünkü bin
bir zahmetle yaptığı maregeleri çoğunlukla ısmarlama olduğundan, “bütün Doğu’da
hatta Güneydoğu’da, bir tek kendisi bu işi hakkıyla yaptığı”ndan, bu “sefil”
köylüler onun mallarını alamazdı. Böyle zamanlarda kızgınlığını ya yemek
düşleyerek ya da Boze Amca’nın imdada yetişmesiyle bıyambalıyla giderirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yaz
günleri neredeyse saat başı, bir de misafir geldiğinde, dükkanın hemen önünde
bitiverirdi Boze Amca. Tek gözü görmeyen ve en az dedem kadar sinirli olan bu
yaşlı amcanın bıyambalısı dehşetliydi. Hiçbir içecek onunki kadar insanı sakinleştiremez
serinletemezdi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Boze
Amca bıyambalısını elindeki kalaylı küçük taslara doldurarak verir, dükkanın
tahta kolonlarından birine kulağının arkasındaki tebeşir ile çentik atar, gün
sonugelip çentikleri sayar, parasını alıp giderdi. Meyankökünü su ile haşir
neşir edip ondan enfes bir içecek olan bıyambalıyı yaratan bu yaşlı amca, Saraç
Pazarı anılarımın her zaman ilk hatırlananı oldu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Çarşıda
gün dönmeye başladığında, güneşin ışıkları yavaş yavaş solar sararır, biraz
çınar ağaçlarının tepelerinde dolanır sonra iyice yorulur ve çeker giderdi!
Ardından da Boze Amca’nın, birbirine vura vura dolaştırdığı çanlarının sesi
duyulmaz olurdu. Çınar ağaçlarındaki binlerce zevzir (sığırcık) de cıvıldaşmaya
başlayıp ses sesi duymaz olunca artık paydos zamanının geldiği anlaşılırdı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Halılar
kilimler, hasırlar, üst baş silkelenir; bakır kap kacaklar, tahta el işleri,
deri koşumlar, bıçaklar, şallar, yünler, kumaşlar, tütünler toparlanır; el
ayak, yüz yıkanır, pis su kovaları boşaltılır, tahta kepenkler kapatılır, asma
kilitler dükkanların kol demirlerine vurulurdu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedem
çoğunlukla erken paydos eder, akşam alışverişi yapar, bazen gözüne kestirdiği
üzüm, incir, şeftali ya da narı kuşağının arasındaki marhamasına (büyük mendil)
doldurur evin yolunu tutardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Büyük
Dedem hayatının sonuna kadar “yağlı yüzlü” yiyerek yaşadı; ilk önce ilk
karısını, ardından “ikinci” diye aldığını mezara gönderdi. Soyundan gelenler
sadece iki karısı ve hayatı boyunca yedikleriyle yetineceğini beklerken, gün
geldi çoluk çocuk demeden herkese küstü, evden çıkmaz oldu! Bir köşeye çekildi,
yerinden kımıldamadı; dört parmağını diğer dördüne geçirdi, boşta kalan
başparmaklarını bir karşısındakilere bir kendine döndüre döndüre seyretti
söylendi seyretti söylendi ve anlaşıldı ki üçüncü karıyı da istiyor! İstedi
istemesine ama ömrü vefa etmedi!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">/
Dedemin tirit iştahı</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gırtlağına
ve kadınlara düşkünlüğü dillere destandı dedemin. Boğazından “yağlı yüzlü
yemek” geçmeyince, “Doydum!” demez ama ille de ille haftada bir kez kahvaltıda
tirit yemek isterdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Tirit
aklına düştü mü, bastonunu yere vura vura doğruca Kasap Pazarı’nın yolunu
tutar, kancalara asılı koyun, kuzu ve dana etleri karşısında kendinden geçerdi.
O vakitler etler açıkta satıldığından, buzdolabı olmadığından ve dolayısıyla
günübirlik kesildiklerinden her an tazeydi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Tek
yapacağınız ya doğrudan kasabınıza yönelip ne istediğinizi söylemek ya da teker
teker dükkanları dolaşıp gözünüze kestirdiğiniz eti ne yemek pişirecekseniz ona
göre almaktı. Ancak bunu da her zaman alışveriş yaptığınız kasabınızdan gizli
yapmak zorundaydınız yoksa gücenir bir başka alışverişte bunu lafın arasında
hatırlatıverirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedemin
böyle bir kaygısı hiçbir zaman olmadığından, “az biraz da huysuz” olduğundan
öyle her eti de kolay kolay beğenmediğinden, ortalıkta fazla dolaşırdı. Kasapları
rahatsız eden; “Canım eyyi bir kaburga istiy ona göre etiy var mı? Aslında
fitil eti bulsam tike kebabı da eyi olur amma avrat dolmalık istedi!”
kararsızlığıydı. Çünkü onlar, “Frenk tavası için yarım kilo et ver, bi parça da
çikiftelik koy yanına, yarına da biye kelle ayır!” diyen kararlı müşteriyi
severdi. Ancak dedem söz konusu tirit olunca hiç kararsızlık göstermezdi. İyi
eti bulduğuna inandı mı doğrudan konuya girer etin neresinden istediğini
gösterir, mutlaka birkaç ilikli kemik de almayı ihmal etmez üstüne üstlük
birkaç kuzu kellesi de sipariş verirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Etini,
kemiğini alıp da keyfi yerine gelen dedem hemen dükkandan ya da konu komşudan
bir şegird (çırak) bulur, aldıklarını aceleyle neneme yollardı. Bir gün sonra
da kalaycılarda tütsülettiği kuzu kelleleri evin yolunu tutardı!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nenem
için tirit pişirmek zor değildi. Zaten gün doğmadan kalkmış, mangalı yakmış,
cezvesini sürmüş, sigaralarını sarmaya başlamış olurdu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Onun
zoruna giden daha keyfini tamamlamadan dedemi karşısında görmekti. “Yoksa ne
olacak!”, basardı eti kemiği bir koca tencerenin içine, koyardı maltızın üstüne;
kaynaya kaynaya neredeyse erimeye yüz tutacakları zaman da alırdı ateşten doğruca
dedemin önüne sürerdi, “Al siye tirit!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kahvaltıda
tiridine kuru yuha ekmeği (evde pişirilen ince ekmek) doğrayarak yiyen dedem,
karnı doyunca dükkanına gider, kahve çay içmediğinden bıyambalının yolunu
gözler, şişkinliğini ancak onunla giderirdi. Dedemi bazen hatta çoğu zaman
haftada bir tirit kesmezdi ama nenemin korkusundan ses etmez çarşıda kaçamak
yapardı. Yalnız çarşıda tiride doğrayacak yuha ekmek olmazdı, “Eee olsun!” o da
dırnaklı ekmek (tırnakla şekil verilmiş) doğrardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Uzun
yıllar çocukları olmamış dedem ile nenemin, doğanlar da yaşamamış! Dedem çocuk
ister, nenem çaresizmiş. Bakmışlar olacak gibi değil, sonunda en son “çare”yi
ziyaret edip, doğacak çocuğun adını o “kutsal” kişinin adıyla anmayı vaat
etmişler.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedemin
oğlu babam, 20’lerde Cumhuriyet’le birlikte müziğin, yeme içmenin, aşkın,
arkadaşlığın, sporun içine doğmuş, adını da söz verdikleri gibi ‘’Şıh Müslüm’’
koymuşlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Çocuk
siyah saçlı, beyaz tenli, ela gözlüymüş doğar doğmaz da anasının nazlısı
olduğundan, yere göğe sığdırılamamış! Nenem kuymak yapmış (Doğum sonrası un ve
şeker yapılan kutlama yiyeceği) gelene gidene yedirmiş, konuya komşuya dağıtmış.
Ancak zor yıllarmış o yıllar. Fransızlar daha yeni çıkarılmış Urfa’dan,
Kurtuluş Savaşı ancak son bulmuş ülkede; ekmek karneyle dağıtılır çay, şeker
bulunmazmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
ilkokula hemen evlerinin yanındaki okulda; ortaya, Urfa’nın tek okulunda devam
etmiş ama defterle, kitapla arası iyi olmamış! O yaşamın içinde olmayı
seviyormuş, okul sıralarını değil. Bir keresinde Fransız hocası hanımla kavga
etmiş de az daha okuldan tart ediyorlarmış, Diyarbakır’da sonlandırmış mektep
hayatını!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dönüp
gelmiş Urfa’ya; dedeme işinde, neneme, kardeşlerini “terbiye”de yardım etmiş
ama en çok da ortanca amcamla yorulmuş. “Az biraz” inatmış amcam! Bir türlü terbiyenin
şiddetine “Yetti!” demezmiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">30’lu
40’lı yıllarda Urfa’da şarkı türkü, her zaman olduğu gibi yine herkesin dilinde,
sazlar ellerindeymiş. Yoksulluk ülkenin her yerinde olduğu gibi kentte de
varmış ama Anzılha sahnesinde tiyatro kumpanyaları gösteri yapar, müzisyenler
sahne alır, Zulumiye Camii İmamı, “İkindiyi kıldırıp geliyorum, ben gelmeden
sakın faslı başlatmayın ha!” diye haber gönderirmiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">O
zamanlar evlerde kuyruklu piyano, pencere piyanosu, keman da varmış. Gerçi daha
Orpheus’u lir çalarken betimleyen en eski mozaik, Urfa’da bulunmamış ama
düğünlerde Ermeni, Yahudi, Süryani, Türk, Kürt, Arap müzisyenler perde
arkasında çalar; kadınlar başlarında ipek eşarpları ile nazlana nazlana müziğin
ritmine uyarak oynar, çepik(çepik) çalar, “Lilili lili lii” der zılgıtı
basarmış. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam,
40’larda delikanlılık çağına gelince bir de yakışıklı ve çapkın olunca, başına
olmadık işler açmış. Sık sık aşk kazaları yaşamış! Kimi zaman başından aşağıya
su dökmüşler kimi zaman ipek mendili yerden kaldırırken canını zor kurtarmış. O
yıllar Urfası’nda dilediği gibi biraz da risk alarak yaşamış!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yüzmüş
voleybol oynamış, kış geceleri sıra gezmiş (sıra ile yapılan arkadaş
toplantıları), arkadaşlarıyla dağlarda kalmaya gitmiş! Müzik aleti çalamazken,
şarkı türkü söyleyemezken o günlerin muhteşem sesli müzik adamları Tenekeci
Mahmut, Hacı Nuri Hafız, Halil Hafız ve Kadir Güzel’in meşk ettiği meclislerde üç
gün üç gece eğlenmiş, yemiş, içmiş. Bir keresinde eve dayısı gelmiş bakmış
yeğeni eğleniyor, çarşıya koşturup bir koç kestirip getirtmiş de lenger lenger
pirinç pilavı, kaburga, kavurma çıkmış çardağa.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa
Tektek Dağları’na sırtını dayar. Adı “dağ”dır ama bakmayın, öyle durmazlar, dağ
gibi yüksekten bakmazlar adama! Onun için midir nedir bilinmez, Urfalılar her
baharda yazda kim bilir kaç yüzyıldır kendilerini çağırır gibi duran, bir
zamanlar doksan bin keşişin(1) çile çekmeye mağaralarına, manastırlarına
sığındığı bu dağlara; Meliğin Eyvanı’na, Merkefe’ye, Kanlı Mağara’ya, Dip
Karlık’a, Çifteler’e, Delikli Mağara’ya, Kasr-ül Benat’a, Çatalat’a, Deyr
Yakub’a (Nemrud’un Tahtı’na), Çardak Manastırı’na, Ehber Deresi’ne, Kejeroğlu’na,
Ağaçlı Mağara’ya, Mulla Ömer Dağı’na ve daha nicelerine kalmaya gidermiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Giderlermiş
ama ne gitmek! Günlerce aylarca kalır, ‘’2. Cihan Harbi’’nin başladığından
haberleri dahi olmadan kesintisiz yer içer, çalıp söyler, sohbet eder, oyunlar
oynar geri dönerlermiş. Babam böyle bir eğlenceden geri durur mu?
Arkadaşlarıyla neredeyse dağdan inmez, yeri göğü şarkıya türküye boğarlarmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bahar
geldi mi “Gitme vakti”, neredeyse sonbaharın bitimine yakın, “İnme vakti”
derlermiş. Günler öncesinden hazırlık yapılır, “Kaç kişi gidilecek? Kaç gün
kalınacak? Kim hangi kap kacağı getirecek? Öğlen </span><st1:time hour="18" minute="0" style="font-size: 12pt;" w:st="on">akşam,</st1:time><span style="font-size: 12pt;"> </span><st1:time hour="9" minute="0" style="font-size: 12pt;" w:st="on">sabah</st1:time><span style="font-size: 12pt;">
ne pişirilecek?” sorularının yanıtları önceden, arkadaş meclislerinde sıra
gecelerinde karara bağlanırmış.</span><span style="font-size: 12pt;">Hazırlıklar sürerken, önden bir ya da birkaç kişi gidip, kalınacak mağarayı
belirler, temizler, silip süpürüp, halılar ve yastıklarla döşer, hazırlık
yaparmış. Geride kalanlar da evlerindeki yatak yorganı ayarlar, yıkatır,
paklatır, payına düşen kap kacak da ayarlandı mı verilecek talimatı beklermiş.
“Gidiyoruz!” komutu da geldi mi, eşeklerle, katırlarla yükler yollanır, onların
arkalarından da kendileri yola düşermiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Masraf,
dağa gelenler arasında bölüştürülür; kalınacak günler haftalar boyu yetecek
kadar pirinç, sadeyağ, un bulgur alınır; çabuk bozulacak et yoğurt yeşillik
Urfa’dan getirtilirmiş. içki içenler varsa rakı da katılırmış masraf listesine.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Birçok
Urfalı erkek yemek yapmayı bilir. Sadece evde yapmazlar ama dağda gündüz
meyhane pilavı, yaprak sarması, firik pilavı, çağla aşı yapılmışsa söz gelimi; </span><st1:time hour="23" minute="0" style="font-size: 12pt;" w:st="on">gece</st1:time><span style="font-size: 12pt;"> de ille çikifte yoğrulur, hele
aylardan baharsa, mercimekli bulgur aşı pişer, soğanlı, patatesli, kemeli kebap
yapılır kimi öğün de yumurta kaynatıp, patlıcan, domates, isot kızartıp yuha
ekmekle dürüm yapar; yeşil soğan, maydanoz, pirpirim (yabani semizotu) yoğurt,
ayran, Allah ne verdiyse karın doyurulurmuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yemekler
yenildi çay kahve içildi, tütünler sarıldı, gün de battı, “Artık meşk
zamanıdır” deyip ut, tef, zil, kanun, bağlama, cümbüş, darbuka, kaval ortaya
çıkar, nesilden nesile babadan oğula, ustadan çırağa aktarılan müzik, sabahın
ilk ışıklarına kadar sürer gidermiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bazı
gün ve haftalarda otuz, kırk hatta elli grup olurmuş dağda yatıda olan. Her
grup karşı grupla şarkıyla, türküyle atışır ve sonunda öyle bir an gelirmiş ki,
Urfa dağları gecenin kör karanlığında, her yönden her nefesten gelen müzikle
inim inim inlermiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Eğer
dağa yatıya çıkan gruplardan birinde herkesin saygı duyduğu bir usta olur, o da
elini kulağına götürüp bir hoyrata can verirse gecenin bir vakti, bütün gruplar
susar, büyük bir saygıyla dinlermiş. Bazen bir de bakarmışsınız ki hoyrat
bitmiş, aşağıdan şehirden eğer yaz vaktiyse zamanlardan, damda yatan biri karşılık
veriyor!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalı’nın
bahar geçip yaz geçip sonbaharda dağda yatı sevdası bitince, bu kez sıra
gecelerinde, odalarda, dost meclislerinde dile getirilen yatı hasreti,
iddialaşmalar sonucu bazen trajedilerle son bulurmuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Etrafta
şimşeklerin çaktığı, fırtınanın uluduğu, yağmurun bardaktan boşanırcasına
yağdığı cehennemi bir gece vakti, arkadaşları ile giriştiği lanetli bir
iddialaşma sonucu Urfa’nın birkaç kilometre batısındaki dağlık bölgede bulunan
Kanlı Mağara’ya kazık çakmak için giden, onun en derin noktasına yanında
getirdiği kazığı çakan, ancak karanlıkta etrafını göremediğinden veya hiç
şüphesiz o kritik anda duyduğu büyük heyecan sonucu farkında olmaksınız söz
konusu kazığı kendi zıbınının eteğine çakan, böylece o zamana kadar cesaretini
koruma başarısını göstermişken birden sarsılıp paniğe kapılan ve bu panik
sonucu dışarı çıkamayarak mağaranın içinde çırpına çırpına ölen Urfalı talihsiz
gencin hikayesi…” bunlardan biridir. (Prof.
Dr. Ahmet Arslan. Edessa / Urfa Kutsanmış Şehir. Judah Benzion Segal. Önsöz)</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">/
Pendirli helvanın ömrü kısadır!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dağda
yatının olmazsa olmazı müzikse, bir başka olmazsa olmazı da mutlaka ama mutlaka
baharla birlikte kısa bir süre çarşı pazarın vazgeçilmezi olan ve her
Urfalı’nın büyük bir iştahla beklediği, “tezze pendir” dir.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Peynir
boy gösterdi mi çarşıda ilk yapılacak iş, dağdan birini gönderip ya da daha
önce tembihlenmiş birinden bekleyip, “en iyi” peynirden elde etmek ve uygun bir
yemeğin yanında helvasını yapmaktır. Peki en uygun yemek hangisidir? Tabii ki yine
baharla birlikte bağlarda boy gösteren taze asma yaprağının sarması, ‘’yarpag
sarması!’’</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ancak
yaprak sarmasının ömrü uzun, pendirli helvanınki “tezze pendir”den yapıldığı
için kısadır. Bu nedenle ilk fırsatta pendirli helvayı tatmak gerekir; yanında
da sarma olursa ne ala, yok olmadı çikifteden sonra…</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Urfalıların
diliiyle “Vayyy vayy vayy önce ağzıy yanıy, arkasından datlı, pendirli helva!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Peynir
geldi önce ince ince dilimlendi, bir kenarda suyun içinde bekletildi; sadeyağ
yayvan bir tencerede erimeye başlarken yavaş yavaş un katıldı, karıştırıldı, un
kokusu gidinceye kadar ikisi birlikte kavruldu sonra suda eritilip bekletilen
şeker aniden döküldü, yedirildi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bakılır
ki şeker kayboldu, bir havuz yapılır undan! Artık tezze pendiri ekleme zamanı gelmiştir.
Başlanır pendir una yedirilmeye. Yedirildikçe pendir, süner, uzar; siz
yedirirsiniz süner uzar, taa ki helvanın hazır olduğuna kanaat getirilene kadar.
Pendirli helva ocaktan alınır bekletilir ki dinlensin, kendine gelsin ve ondan
önceki bitsin, sıra onun olsun!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Vaktiyle
“Urfa’nın Urfa olduğu” zamanlarda birkaç aile, “Ninolar, Mamolar, Nebolar,
Abdolar ve Kasolar” diye anılır, tekerlemelere de konu olurmuş. Bunlardan
Kasolar, Ellisekiz Meydanı’nda oturur, “Onlara Kasolar derler; çünkü ünleri
kasalarının çok olmasından” gelirmiş! İşte bu Kasolar’ın “ileri gelenleri”nden
biri benim Gözlüklü Dedemdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Cemali
hala gözümün önünde, sesi de kulağımda; gözlüklerinin ardından mahcup az biraz
da muzip bakan bir dede; uzun boylu, bedeni dal gibi kolları da öyle, sanki
ağaçtı dedem!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Severdim
dedemi… “Dedem de beni severdi ki!” aşlık almak (yemek için malzeme)
Aşağıçarşı’ya gitmeye her niyetlendiğinde yanına çağırır, elimi yüzümü kontrol
eder, temiz bulursa bu kez kılığıma bakar, onu da beğenirse elimden tutar bir
eşek hamalının eşeği ile ancak yan yana geçebileceği, duvarların gökyüzüne
uzanmak için birbirleriyle yarıştığı, güneşin yüzünü öğlende ancak gösterebildiği,
kara taşlarını at ya da eşek pisliklerinin kirlettiği kimi cumbalı kimi kuş
takalı, sac ya da tahta kapılı evlerin sıra sıra sıralandığı sokaklardan, benim
adımlarımla beni, limonlu şeker almaya götürürdü.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Aşağıçarşı’ya
varınca ilk önce “Şekerci Amca”nın dükkanına giderdik. Ben ağzına kadar fındık,
fıstık, ceviz, kabak çekirdeği, ay çekirdeği, karpuz çekirdeği, kavun
çekirdeği, kavurga (hepsinin karışımı kavrulmuş atıştırmalık) dolu çeşit çeşit
çuvalların; leblebili, limonlu, akideli şekerlerin doldurduğu kavanozların;
salkım saçak asılmış cevizli, fıstıklı sucukların (üzüm şırasından yapılmış
tatlı) kağıt külahların arasından merakla bakarken, dedem satıcının uzattığı
bir külah dolusu limonlu şekeri alır, avucuma sıkıştırır sonra bir bana bir
satıcıya bakar; çoğunlukla yaptığı alışverişten pek memnun kalmamış olurdu ki
alt dudağını sarkıtır; bu kez de üstünde bir dudağı yerde bir dudağı gökte olan
‘’arap kızı” resimli sakızlardan ister; onu da alınca keyfi yerine gelir,
gülümserdi. İstesem bana karpuz çekirdeği de alırdı dedem hatta iki cebimi
birden doldururdu ama istemezdim ki!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ne
iş yapardı dedem, bilmiyorum? Şimdilerde soracak kimsem de kalmadı! Ancak
fotoğraflarına bakıp bakıp üzerindeki resmi giysileri gözden geçirince, “Belli
ki bir memuriyeti vardı.” diyorum.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Onda
beni gururlandıran ailesini nasıl geçindirdiği değil nasıl doyurduğu; hiç
yılmadan hiç yorulmadan bir gün bile surat asmadan evine, konuya komşuya hangi
hünerle hangi keyifle yemekler yaptığı? Sorabilsem! Soracağım o kadar çok şey
var ki dedeme!!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Niye
Urfalılar bulguru bu kadar çok seviyor? Niye sonu hep kifte ile biten yemekleri
var dede, ha dede?”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedemi
çoğunlukla evde ama hep mutfakta, kap kacağın ya da maltızın başında
hatırlıyorum. Bana göre “Aşçı”ydı dedem hem de bütün aşçıların en iyisi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Her
yemeği büyük bir ustalıkla yapardı. Frenk tavası ise pişirdiği yanına
bulguraşını katar, yok eğer kazankebabı ise yenilen, “Pirinç pilavsız olmaz!”
der, ille de sadeyağı pilava cozurta cozurta dökerdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kaburga
doldurur, mutfağa girer şişlere kebap dizer sonra mangalın başına geçer
tikeymiş, balcanlıymış, frenkliymiş (kuşbaşı, patlıcan domates ) hiç ayırt
etmez kebap pişirir ama pişirdiğiyle kalmaz bir de eliyle tek tek dürüm yapıp
yedirirdi herkese!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Hiç
üşenmeden boranı, içli kifte, aya kiftesi yapar akşama da az biraz yuvalak
saklar; Yahudi kiftesinin püf noktasını bilir; hamur açar, semsekmiş, ağzı
açıkmış, ağzı yumukmuş (birkaç börek çeşidi) hiç ayırt etmez kimine peynir
kimine sarımsak kimine ceviz katar her birini bir başka nefasetle damaklara sunardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
yemeği canının çektiğini söyle, ondan bir yemek iste! Daha yarım ağız,
“Aşağıçarşı’da gördüm, tezze kabak çıkmış” de… Ne yapıp edip gidip hemen kabak
alır dolma doldurur, yaprak sarar ya da bir bakmışsın, baş soğanları önüne
yığmış, doğramış, gözlerinden yaşlar boşalırken kıymalı(lahmacun) karıştırıyor,
fırına götürüyor ki akşama yemek işi çıkmasın!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Evde
yemekleri hep dedem pişirdi yıllar yılı ancak bir gün geldi ki “Çalışması
gerek!” Gitti kardeşinin içkili lokantasına aşçılık yaptı, birkaç ay geçti
geçmedi, “kahrından” öldü! Öyle derler…</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
dede öbür dedeye benzer mi? Benimkiler benzemezdi. Biri ne kadar “huysuz” ise
öbürü bir o kadar “halim selim” idi. Yani biri “Nemrudi” diğeri “Halili”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;"> / Önce lıklıkı kifte’de delik açacaksın!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Urfalılar’ın
bulgurla yapıldığı için “kifte” merakları dehşetlidir. Neredeyse bulgurla
yapılan bütün yemekler “kifte” eklidir. Başta çikifte, sonra yımırtalı,
ardından içli kifte, dolmalı kifte daha sonra aya kiftesi, yuvalak, boranı,
ardından Yahudi kiftesi, basma kifte, tiritli kifte, mercimekli kifte, yağlı
kifte, kıyma ve tabii ki şimdi “ağır oluyor” diye kimselerin yapmadığı,
unutulan lıklıkı kifte!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İşte
Gözlüklü Dedem bu lıklıkı kifteyi iyi yapardı ve de yemesini çok severdi. Hal
böyle olunca ev ahalisi, üstüne üstlük konu komşu, bir de hısım akraba,
sıklıkla; kışın on beşte bir, utanmasalar haftada bir, dedemden lıklıkı kifte
isterlerdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">O
da istemelere, ısrarlara önce az biraz nazlanır, “Bu kadar külfete (kalabalık)
kifte mi yapılır lo?” der, ardından “Kiftelik bulgırıyız var mı ki?” diye
sorar, “Heee var!” yanıtını alınca da bu kez, “Ya kara etiyiz var mı?” diye
yoklar, “Yogg!” yanıtını alınca da teslim olup Kasap Pazarı’nın yolunu tutardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gözlüklü
Dedem doğruca kasabına gider ne istediğini bir çırpıda, “Lıklıkı kifte
yapacağam, </span><st1:metricconverter productid="750 gram" style="font-size: 12pt;" w:st="on">750 gram</st1:metricconverter><span style="font-size: 12pt;">
kara et ver kiftesi için </span><st1:metricconverter productid="250 gram" style="font-size: 12pt;" w:st="on">250
gram</st1:metricconverter><span style="font-size: 12pt;"> da içyağı!” diye söyler, bekler, etini alınca da
sepetinin bir köşesine yerleştirir, heyecanla eve gelirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Lıklıkı
kifteyi yapmak zahmetlidir tıpkı içli kifte gibi… Önce içini hazırlayacaksın.
İçyağını, isodu, karabiberi, kuru soğanı bir güzel yoğurup küçük küçük zeytin
habbeleri (taneleri) gibi bir kenara koyacaksın. Bekleyecekler. Sonra lıklıkı
kiftenin kiftesini yoğuracaksın: Et, bulgur, kuru isot ve tuz. Salça yok ya da
çok az! Ardından yoğurduğun kifteden ceviz büyüklüğünde parçalar koparacaksın
ki içini içli kifte gibi açıp, iç doldurduğunda ağzını kapatıp bir kenara
koyasın!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedem
sabırla ve büyük bir dikkatle önce malzemeyi alma sonra içi hazırlama ardından
kifteyi yoğurma en sonunda da kiftelerin içini koyup ağızlarını kapama işlerini
tek tek yapardı. İşi bitince de kadınlara teslim ederdi kiftelerini ki,
yenmeden az biraz önce lıklıkı kifteleri kaynar suda haşlayalar, soğutmadan
getireler ilk kendisi sıcak sıcak dumanı üstündeki kiftenin tepesinde büyük bir
dikkatle bir delik açsın, eriyen yağı içsin ardından da kiftesini yesin!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gözlüklü
Dedem’in üç kızı, iki oğlu vardı; çocukların anaları ise maviş maviş bakan, ‘’Maviş
Nenem’’; pamuk gibi beyaz tenli, elma yanaklı, başında tülbendi, sırtında
pamuklusu, tombul kollarında da bir iki tane tek bilezik! Öyle hatırlıyorum…</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Büyük
kız evin hakimi, herkesin ablası… “Var yok!” ondan soruluyor. Biraz da titiz
sağın solun temizliğine ama “şimdilik” korkulacak bir şey yok! Bu arada bir
güzel bir güzel ki bakan gözlerini alamıyor. Nitekim tez elden talibi çıkıyor
da akrabadan, Konya’ya gelin gidiyor!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ailenin
küçük kızı menenjit, köşelerde oturur hiç sesi çıkmaz; büyük oğlan Ankara’da
mektepte okuyor hakim çıkacak; küçükse kendini kurtardı sayılır, terzi olacak!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ortanca
kız orta boylu, beyaz tenli, ela gözlü ve sırma saçlı olan annem; saçlarının
uzunluğu dizinin altında, “yıkaması dert, örmesi dert” ama kız inat,
“Kestirmem!” diyor da bir başka şey demiyor. Zaten kızın nenesi de torunundan
yana, onu her hafta hamamlara götürüp kendi elleriyle yıkarken, fildişi tarağı
saçların arasından her kaydırdığında, “Saçıyın teline kurban!” diyor da başka
bir şey demiyor.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
de bu kız ailenin en şen şakrak kızı ve kız enstitüsüne gidiyor ayrıca da çok
arkadaş canlısı… “Biçkisi dikişi bir numara!”, konu komşudan kumaşı kapan
soluğu yanında alıyor! O da ayırt etmiyor birini ötekisinden kimine pazen
biçiyor kimine saten!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
de roman okumayı seviyor ki evlere şenlik! Bir gün Kerime Nadir’in Hıçkırık’ı
diğer gün Solan Ümit’i bir başka gün Kalp Yarası bir başka </span><st1:time hour="23" minute="0" style="font-size: 12pt;" w:st="on">gece</st1:time><span style="font-size: 12pt;"> Reşat Nuri’nin Yaprak Dökümü ya da Yakup
Kadri’nin Kiralık Konak’ı Oku Allah oku, romanlar biter mi? İyi okusun da
tadında bırakmıyormuş ki!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gece
oldu yatma vakti geldi yer yatakları serildi, “Hadi kızım yat artık!”
seslenişlerine, “Şimdi yatıyorum şimdi yatıyorum” oyalamalarıyla karşılık
veriyor, her seferinde de zılgıtı yiyormuş! Bazı geceler söz dinleyip uyuyor
bazen de romanın en heyecanlı yerinde yorganı başına çektiği gibi mumu ya da
gaz lambasını yanına alıyormuş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sonunda
bakmışlar baş edemiyorlar bu kızla, yaktığı yorganların sonu gelmiyor, “Ne
halin varsa gör!” deyip kendi haline bırakmışlar!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
çapkınmış ya ondan ola ki bir türlü evlenmeye razı gelmezmiş. Okul bitmiş, dört
yıllık askerlik bitmiş, dağlardaki yatılar bile artık azalmış, “en önemlisi” de
arkadaşlar birer birer çoluk çocuğa karışmış. Bir tek kendisi kalmış ortalıkta
iş bulamayan ve evlenemeyen, bakmış olmuyor sonunda istemeyerek de olsa
evliliğe razı olmuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa’daki
bütün aileleri tek tek inceleye eleye, “Bu kız kimin kızı? Ya bu kimin kızı?”
diye diye sora sora en sonunda aklı romanlarda, dilekleri Hıdırellezler’de dile
gelen Kasolar’ın ortanca kızını bulmuşlar! Kız da kendince eğlene eğlene, “Onu
beğenmem bunu istemem” şımarıklığıyla, neredeyse yaşını otuza yaklaştırmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gidilmiş,
Kasolar’ın kızı aile büyüklerinden istenmiş, “Hayırlısı ne ise o olsun!”
temennilerinin ardından kızla oğlana gıyaplarında bir nişan yapılmış daha
doğrusu karşılıklı nişan yüzükleri gönderilmiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Ancak
bu sefer de babam, “Kızı ille görmem lazım” diye bir başka kaçış yolu bulmuş!
Urfa’da evleneceğin kızı görmek hem de 50’lerde, mümkün mü? Ancak bizimki
tutturmuş da tutturmuş, söylenmiş de söylenmiş, “Başka türlü evlenmem” diye
ayak diretmiş. Neyse allem etmişler kallem etmişler de annemi bir tanıdıkları
vasıtasıyla eve çağırmışlar, kendisini de çardağa koymuşlar, anahtar deliğinden
görsün diye.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Görmüş
ve “Ben bu kızı istemem, beğenmedim!” deyip niyetini ilk başta belli etmiş!
Ortalık öyle bir karışmış öyle bir karışmış ki, dedem bakmış olmuyor, bastonunu
kaldırdığı gibi araya girivermiş; anlaşmışlar babamla!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
evleneceği kızı görmek ister de annem babamı görmek istemez mi? O da istermiş
ama “Ayıp!” demişler, göstermemişler. Sonunda biraz zoraki de olsa babamı
göremeden nikah masasına oturmuş, oturmuş ama ne görsün? Geçen sene sabaha
karşı Hıdırellez’de, dileğini suya bırakırken yanından geçen beyaz atın
üstündeki adam, bu adam değil mi? Oymuş besbelli!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
süreliğine yeni evlileri dedemlerin çardağında misafir etmişler annem de “Büyük
ev nedir, düzeni nasıldır?” az da olsa görmüş yaşamış birkaç zaman ama en çok
komşulardan çekmiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kumaşını
kapan, “Anam, gelin öyle güzel elbiseler dikiyor ki” deyip kapıya dayanmış.
Annem bakmış olacak gibi değil, dikmekle bitmiyor; birkaç kumaşı “yanlış” kesip
birkaç tanesini de “eksik” dikince bir daha yanına kimseler uğramamış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yeni
yıla Urfa’da girip, sonunda “çardaktaki balayı”nı bitirmişler; Fırat Nehri’ni
Birecik’ten salla aşıp, babamın banka memuru olarak atandığı Antep’in kazası
Nizip’in yolunu tutmuşlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Fırat’a,
Urfa’dan ulaşmak o zaman zaman alırmış! Otobüsle hadi diyelim vardınız, kumluk
bir kıyı, köprü yok ki! Sal var ya da Birecikliler “gemi” diyor ki kibrit
kutusundan biraz büyücek bir tahta parçası!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Beklermişsin
gemi gelecek; kıyıya yanaşamadığından biraz açıkta bekleyecek sonra yolcular
gelecek; ardından erkekler seğirtip gemiye atlayacak, kadınları ise kayıkçılar
ya kucaklayıp ya da sırtlayıp gemiye götürecek de gemi hareket edecek. “Tamam”
denildi mi, kayıkçılar “gemi”nin baş ve kıçında yerlerini alıp; boz bulanık
Fırat’la baş etmek için kan ter içinde nehrin bağrına sırıklarını saplarmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
ilk kez geçmiyormuş Fırat’ı daha önce ablasına gitmişliği var, Konya’ya.
Çizmelerini giydiği gibi beline kadar suya girip, bata çıka çıkmış gemiye, öyle
de inmiş öteki kumluğa. Babamın hoşuna gitmiş bu “yiğitlik!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nizip’e
zeytin ağaçlarının arasından, bu sefer de başka bir araçla varmışlar. Varmışlar
da Nizip denilen yer bir cadde, birkaç sıra toprak ev, bir meydan bir de
bankası var; gerisi hep bağ bahçe, fıstık ve zeytinlik! Avlusunda bir nar
ağacı, iki odalı toprak damlı bir ev bulunmuş, böylelikle annemin romanları da
son bulmuş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
bütün hayatı boyunca çalıştığı tek işine gidip gelmeye başlamış, annem de evini
çekip çevirmekle uğraşır olmuş. Babama ilk zamanlar, “modern” çorbalar,
salatalar, yemekler, tatlılar yapmış, Ancak o, Urfa yemeklerini özlemiş,
“Sukabağı yap, bamya yap, sabaha marhuta isterim!” demiş, tutturmuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Daha
ne yiyecekleri konusunda tartışıp dururken, annem hamile kalmış. Günler
haftalar, aylar geçmiş, bir ekim sabahı eve çağrılan ebe yardımıyla, o toprak
damlı evde doğurmuş. Ben doğmuşum!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annemin
oğlu kumral, yeşil gözlü, “görenlerin hayran kaldığı” bir çocukmuş. Çok
titremiş ilk göz ağrısının üstüne, “Nazar değmesin!” diye yüzünden tülbendi hiç
eksik etmemiş. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Aylar
geçmiş... Babam da zaman zaman hatta çoğu zaman evden sıkılır olmuş. Arkadaşlık
kurulunca, rakı da şehir kulübünde bol bulununca akşamları “daire”den eve
gelmez olmuş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
gece yarısı karda kıyamette sohbet koyulaşınca, sıcak evin yolunu zor bulmuş.
Bulmuş ama “Oğlan rahatsız sancısı var”, susmak bilmiyor. “Sustur şunu!”,
susmaz oğlan, “Sustur şunu!” susmaz...</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
yıllar yılı her kar yağdığında, “O gece seni tuttuğum gibi karın üstüne attım,
diz boyuydu kar!” dedi, durdu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ben
de yıllar yıllar sonra kızım altı aylık olup da çok ağladığında bir gün
susturmak için bir tokat attım, haberi yok bugün!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
oğluna çok düşkün ya, Nizip’in “cennet” bahçelerinden sıkmadığı meyve suyu,
yedirmediği yiyecek kalmıyor; çok titizleniyor her şeyine ve sonunda
yetişemiyor her titizliğe!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa’dan
yardım istenmiş Nizip’e ki, “Oğlan diş çıkardı daha diş hediğini bile
yapamadım, hiçbir şeyine yetişemiyorum!” Sonunda babamın tek kız kardeşi bibim
çıkagelmiş Nizip’e ki daha on üç yaşında! O da ne kadar yardım edebilirse o
kadar etmiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
gün annem et suyundan pirinç çorbası yapmış bibime teslim etmiş, oğluna içirsin
diye. Bibim vermiş çorbayı kaşık kaşık oğlan da içmiş, verdikçe içmiş. Annem
bir de gelip bakmış ki koca tencere boşalmış, kıyameti koparmış, “Oğlumu
çatlatacaksın!” diye.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem,
“nazlı” oğlu ile yeterinden fazla ilgilenirken, kendince de mutluyken bir kez
daha hamile kalmış hem de beni doğurduktan bir yıl sonra. O zaman şimdiki gibi
değil; çocuğun sağlıklı mı hasta mı, kız mı oğlan mı olacağı bilinmez ilk
çığlık beklenirmiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dokuz
ay sonra yine ebe yardımıyla o toprak damlı evde doğurmuş, “Al sana çirkin bir
oğlan!” demişler bir mart ayında. Çocuk doğduğunda çirkinceymiş ama “doğum
çirkinliği” birkaç gün sürmüş, üstünde durulmamış!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yeni
doğan da kumral, yeşil gözlü neredeyse sarı saçlıymış yalnız az biraz ufak
tefekmiş! Annem bu oğlanı da çok sevmiş. Ona da pirinç çorbası pişirmiş, meyve
suyu sıkmış ama en çok küçük oğlanı emzirmiş. “Sağımdaki, solumdaki” demiş
onlara ve her şeyden iki tane dönemi başlamış; iki çorba iki nar, iki avaz iki
haylaz!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
her zaman işini sevdi. Zaten oldum olası “titiz” olduğundan söz konusu iş
olunca daha da titizlenirdi. Sabahları, akşamdan ütülediği takım elbisesini,
gömleğini giyer, kravatını bağlar ve her zaman temiz olan boyalı
ayakkabılarıyla Nizip’in çamurlu yollarına düşerdi. Ancak ne işe giderken ne
öğlen yemeğe gelip uyuduğunda ne geri giderken, ayakkabılarında hiç çamur
olmazdı; babamızı çamurlu ayakkabılarla hiç görmedik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bankada
masası da hep tertemizdi; birkaç dolmakalem, kurşun kalem, bir çakı, birkaç
senet, bir tarafta kurgu kollu siyah telefon.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Zaman
zaman bankaya babamızı görmeye daha doğrusu annemin bir arzusunu iletmeye
giderdik ancak sıklıkla değil! O zamanlar çocukların işyerinde çoklukla
görülmesi, eğer babaya yardım edilmiyorsa, “evden taciz var” anlamına gelirdi
ki ayıptı! O yüzden bu sınırlı ziyaretlerde çocuk belleklerimize takılı kalan;
bıyıklı, siyah dalgalı saçlı, sırım gibi bir adam ve beyaz gömleğinin
kollarında dirseğine kadar siyah kollukları, masanın arkasında bütün azameti
ile oturuyor. Ne gurur duyardık babamızla!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yalnız
babamızın ezelden gelen bir “kusur”u vardı, çapkındı ve her çapkın gibi kendini
eğlendirmeyi severdi. Tam bir “masa adamı” idi babamız ve üstelik de en
aranılanı! Nizip’in Şehir Kulübü sohbet için esastı ama bazen de Antep
pavyonlarına kaçmak gerekirdi ki, kaçardı babamız. Üstelik mazereti her zaman
hazırdı, “Gruba gidiyoruz!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">50’lilerin
Türkiyesi’nde bankalar arası para aktarımı küçük araçlarla olurdu. Bir jip
kiralanır, bankadan gideceklerle bir “grup” kurulur; paralar beyaz keten
kumaşından yapılmış torbalara doldurulur; bir de jandarma alındı mı araca, ver
elini Antep! Tabii bu gidiş gelişlerin harcırahı vardı ki evin bütçesine katkı
sağlar, “Gruba gidiyoruz” dendi mi de akan sular dururdu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dolayısıyla
gruba sık sık gidilir ama öyle çabuk çabuk da dönülmezdi, zaten dönülünce de
hesap sorulamazdı babamızdan. Babamızın döndüğünü gece yarısı
uyandırılmalardan, başımızın okşanmasından ve cebinden çıkarıp verdiği Antep
pavyonlarının kavrulmuş fıstıklarından anlardık. Babamız hep çakırkeyifti onu hiç
sarhoş görmedik. Ben de içkiyi severim hiç sarhoş olmam, masadan çakırkeyif
kalkarım.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
haylazlıklarımızdan bazen, hadi doğruyu söyleyelim, çoğu zaman “İllallah!”
ederdi. Durup dururken, azardık; oturma odasının içinde iki kale yapıp top
oynamalar mı; kadıncağızın bin bir emekle yıkayıp da kuruttuğu, odanın
ortasına, yüzle kaplamak için serdiği yorganın üstünde kudurmalar mı; evin
dışına kaçıp çayda ağaç kabuğundan kayık yüzdürmeye kalkmalar mı; yoksa
bahçedeki ağaca konan zavallı bir serçeyi sapanla vurup, “Bunu bize temizle,
şişe geçir, sobada da pişir!” demeler mi artık günlük ne kadar azma hakkımız
varsa onu zorlardık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Zavallı
annem de biraz olsun bizi sakinleştirmek, bitmek tükenmek bilmeyen elektriksiz
uzun kış gecelerinin yalnızlığını hafifletmek için bir yandan meyve soyar bir
yanda odun sobasında kestane pişirir bir yandan da aklına ilk gelen ya da günün
mana ve önemine binaen bir masal anlatırdı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Evvel
zaman içinde kalbur saman içinde deve tellal iken, pire berber iken, Urfa’da
çok cimri bir tüccar yaşarmış. Adam zenginmiş ama evlendiği her kadını
cimriliğiyle acından öldürürmüş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Adam
sabah olur kahvaltı etmeden çıkar işine gider, kendi yemediği gibi kadına da
yedirmezmiş. Akşam geldi mi önce hazine odasına gider, altınlarını okşar, yeni
altınlarını da yerde böyleee tepeleme duran altınlarına eklermiş. Yemeğe
oturduklarında da ‘Hanım fazla yemeyelim biraz tutumlu olalım’ deyip, adam
başına akşam yemeğinde ne yiyeceklerini açıklarmış: Habbek zeytun, dal
bahteniz, Halep kahke. Yani bir zeytin, bir dal maydanoz, bir tane de Halep işi
simit! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Cimri
adam böyle ede ede hanımlarının ilk önce zayıflamalarına sonra da bir deri bir
kemik kalıp ölüp gitmelerine neden olurmuş. Bir iki, üç derken bütün hanımlar
ölmüş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Eee
takdiri ilahi; sonunda akıllı bir kadına çatmış! Yeni hanımı daha evlenir
evlenmez adamın ne kadar cimri olduğunu ve akşam kazandığı altınları hazine
odasına sakladığını anlamış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Adam
sabah işe gidince de uzun bir sırığın ucuna ağzındaki sakızı yapıştırıp hazine
odasından bir altın çekip almış; çarşıya çıkmış bir güzel karnını doyurmuş
artan parayla da kendine yiyecekler alıp eve dönmüş. Akşam adam eve gelince de
ne yiyeceklerine karar verdiğini söyleyip, ‘Herif dikkat ettim de çok yemek
yiyoruz. Biraz tutumlu olalım. Her zaman yediklerimizin yarısını yiyelim. Al
sana yarım dal bahteniz, yarım Halep kahke, habbek zeytundan da bir diş sana
bir diş bana!’ demiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Adam
yeni karısının bu haline çok şaşırmış ama ses etmemiş. Hatta ‘’Bu seferki çok
tutumlu’’ diye için için sevinmiş. Yalnız bir derdi varmış çarşıda arkadaşları,
‘Yav sen ne cimri adamsın; bir kere bile yemeğe davet etmedin’’ diye söylenip
dururlarmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yeni
hanımına bundan söz edince, ‘’Sen hiç dert etme, çağır arkadaşlarını ben onları
ağırlarım, para pula da gerek yok’’ cevabını almış. Adamın aklına yatmamış ama
razı gelmiş, nasıl olsa cebinden para çıkmayacakmışşş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sonunda
arkadaşlarını bir gün yemeğe çağırmış. Sabah giderken de karısına, ‘Bak eminsin
değil mi arkadaşlarımın yanında rezil olmayayım, baaaakkk çağırıyorum haaa?’ demiş.
Karısı yine daha önce söylediği şeyleri tekrarlayıp, yemeği dert etmemesini
tembihleyip yolcu etmiş kocasını. Adam gider gitmez de doğruca hazine odasına
gidip birkaç altın çekivermiş dışarı. Hemen çarşının yolunu tutmuş ve
misafirlere pişireceği yemekler için Allah ne verdiyse almış gelmiş eve.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Adam
akşam tez vakitte eve gelmiş, meraktan çatlayacak! Doğruca mutfağa gitmiş ki
bir de ne görsün? Sıra sıra tencereler her birinin üstünden de dumanlar
tütüyor!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Hanımı
daha adam bir şey diyemeden hemen başlamış anlatmaya, ‘Sen gidince avludaki
ağaca bir serçe kondu. Sapanla vurup düşürdüm! Suyuyla terbiyeli çorba yaptım,
kaburgasını da bir güzel pirinçle doldurdum’ demiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Adam
her kaldırdığı tencere kapağının altında gerçekten de hanımının söylediği
yemekleri görünce, ‘Uuu ülülü serçe uuu ülülü serçe, uu ül ülü uuu ülülü serçe’
diye diye oracıkta öteki tarafa gitmiş! Akıllı karısı da tez zamanda yeni bir
koca bulup muradına ermiş!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Masallar
gece biter, gündüz haylazlıklar devam ederdi. “Oğlanlar daha küçük, Nizip de
küçük! Oyun desen kaç tane? O da iki göz evde, ancak göz önünde olacak. Zaten
üç tekerlekli kırmızı bisikletlerine binmekten de usandılar. Babalarının
kuşlarına dokunmaları yasak, evi desen altını üstüne getiriyorlar!” Ne yapsın
annem?</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
hava iyiyse başını örter, iki oğlunu yanına alır, koltuğunun altına kilimini
sıkıştırır kendini Nizip’in yeşil bahçelerine atardı. </span><span style="font-size: 12pt;">Evden
çıktınız iki adım sonrası bahçe, bostan, gözünüz doyuncaya kadar yeşil.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Aklımda
kalan hep su kenarlarında oturduğumuz. Annem kilimi yayar, başına bağladığı
tülbendini düzeltir, ayakkabılarını çıkarınca yerimizden fırlamak için onay
çıkardı. Yalnız kesin bir kural vardı, hiçbir şeye dokunulmayacak. Bu kesin
kurala uyacağımıza söz verip hemen ağaç kabuklarından gemiler yapar, bahçe
kenarlarında akan su oluklarında yüzdürmeye başlar ya da koşturup dururduk
bahçenin sınır boylarında. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bazen
bulduğumuz bir tosbağayı ters çevirir, ne yapacağını izlerdik dakikalarca, biz
yardım etmeden doğrulamazdı tosbağa!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Piknikti
yaptığımız ama yiyecek getirmezdik. Çünkü Nizip’te hangi bahçenin kenarına
otursanız mevsimine göre bahçe sahibinin ikramı gelirdi: Şeftali, kayısı, dut,
nar, vişne, kiraz, elma, armut, marul, mısır… Bir de bütün su kenarları tere,
pirpirim, suyarpızı türlü türlü yeşillikle dolu olurdu. Annem “yeşillik”
gördüğünde dayanamaz, koparmaya başlayınca anlardık ki akşama kifte var ama
çikifte mi yımırtalı mı yağlı mı yoksa kıyma mı işte bunu bilemezdik! Çünkü
bunlardan biri evdeki malzemeye göre yapılırdı, et varsa çikifte, yok yumurta
varsa yımırtalı, baktın o da yok yağ var o zaman yağlı kifte! Sade suya tirit
yani: Bulgur, salça, isot, tuz ve yağ, “Yeter ki insanın yüreğini tutsun!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yıllar
çabuk geçti! Kundak kucak, yürüyerek gelip gitmeler derken, bir gün Urfa’nın o
daracık sokaklarından geçip, dedemin evine, enikli kapıdan (büyük kapının
içindeki küçük kapı) girecek yaşa geldim. Aklıma kazınan, kapı eşiğinin üstünde
tahtadan bir çardak var üstü sarı gül dolu! Güllerin altından geçince avluya adım
atıyorsun nahit taş( Düzgün kesilmiş kalker taşı)döşeli; ortasında bir süs
havuzu, kenarlarında zakkum, üstünde asma çardağı; bir kenarında da nar ağacı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sokak
kapısının solunda bir merdiven vardı, çardağa çıkardık. Çıkardık çıkmasına da
yerdeki, çatıdaki, duvarlardaki, kuş takalarındaki(pencereler),
yusubututanlarda (kumru), güvercinlerde, serçelerde, zevzirlerde (sığırcık),
kırlangıçlarda zaman zaman gelen delicede bir telaş başlar kimi uçar gider kimi
başka bir yere konar kimi de yuvasındaki yavrularının etrafında fır döner seni
izlerdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">“Güvercinleri
serçeleri, zevzirleri vurmak serbest; kırlangıçları vuramazsınız zaten
göründükleriyle kaybolmaları bir olur, yusubututanlara dokunmak ise çok büyük
günahtır! Çünkü yusubututanlar, Yusuf Peygamber’i kardeşlerinin attığı kuyudan
çıkartmak için ötüp durmuşlar, onu kuyudan kurtarmışlar. Onun için adları
yusubututan! Seslerini duyduğunuzda dikkat edin, nasıl da ‘Yusuf’u tutun
Yusuf’u tutun’ der dururlar.”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yusubututanlar
bugün de “Yusuf Yusuf!” der durur benim için ama her “Yusuf” dediklerinde,
Yusuf’u kuyudan çıkardıkları için mi sevinir seslenirler, ben de sevinirim; yoksa
her seslendiklerinde çocukluğum mu aklıma gelir üzülürüm, bilemem?</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Evinin
en önemli yeri, avlunun solundaki, içi kapkara tandırlıktı yani mutfaktı ve
kapısı sürekli açık dururdu. Bbir tarafında topraktan yapılma bir ocak, bir
köşede maltız ve bakır kap kacak dururldu, hepsi de pırıl pırıl kalaylı! Bir de
demirbaşı vardı ki Urfalılar’ın duzülbesi dedikleri tahtadan tuz kabı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa’da
hemen hemen her tandırlıkta olduğu gibi orada da bir kuyu vardı, “İçinde bir
Şubatkarısı var ki yakalarsa seni içine çeker, kuyunun dibine, kaçırdığı diğer
çocukların yanına aparır. Onu görürsen memelerinin arasındaki çuvaldızı hiç
çıkarmayacaksın. O sana yalvarır ama sen çıkarmayacaksın, yoksa kurtulur gider
elimizden. Büyüklerimiz onu Kelleçi Çayı’nda yakalamış ve kaçmasın diye de
memelerinin arasına çuvaldız sokmuş hem memeleri de o kadar büyüktür ki birini
sol omzuna diğerini sağ omzuna atar...” Şubatkarısı, çocuk aklımıza korku salardı
artık kim adım atardı ki kuyunun başına! Şubatkarısının mitolojik bir figür
olduğunu B</span><span style="font-size: 12pt;">üyüdüm öğrendim.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Avlunun
bir köşesine hemen de sokak kapısının yanı başına apteshane kurulmuştu ama ne
kurulmak, devler içindi sanki! Pantolonu indirdin, tumanı sıyırdın; bir ayağını
bir yana, diğerini diğer yana zar zor atarsın ki aşağısı uçurum, o kadar derin
ve geniş yani; “pat pat pat”lar dakikalar sonra gelirdi kulağına! Hele bir de
geceleri kör bir ışığın aydınlığında “kaka” yaptığınızı düşünün Kabustu! Ancak
gündüzleri seyir pencereleriydi tahta kapısının budakları, çatlakları… Avluyu
izlerdin, yusubututan kuşları inerdi gizliye.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
amcamız vardı, küçük amcalardan biri, iki ayağı da tutmazdı. Bir zamanlar
avluda, epeyce de yüksekte olan asmanın çardağına çıkmış koruk için sonra da
düşmüş nahit taşların üstüne, kötürüm kalmış. Kalmış ama nice yürüyenden daha
hareketliydi amcamız. Yani bıraksalar yine asma çardağına çıkar, bütün
korukları toplar bir tasa doldurur, biraz tuz biraz da kuru isot ekledi mi
içine; tasın ağzını bir tülbentle kapatıp, hoplata hoplata bir güzel terlemeç
yapacak sonra da habbe habbe yiyecek ya da belki korukları neneme verecek,
akşama firik pilavının yanına koruk suyundan salata yapsın diye! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Amcamızla
biz yeğenlerden birkaçı, eğer kış geceleri baş başa kalmışsak, korkudan
neredeyse altımıza ederdik. Bize en olmadık masalları anlatır; ardından, “Kim
gidip abdeshanenin ışığını yakıp gelecek?” ya da “Tandırlıktan kim duzülbesini
getirecek?” diye yarışmalar düzenlerdi. Birkaç yarışma kazandığımı hatırlıyorum
ama ne kadar korktuğumu nasıl anlatırım?</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Amcamın
bir “iyi” bir “kötü” günleri hep devam etti. “İyi” olduğu günlerde bisikletli
arabasıyla ülkenin her yanını dolaştı, işler kurdu, para kazandı, eğlendi ama
son yatağa düşüşü pek “erken” oldu ve bir daha da kalkamadı alıp kabrine
yatırdılar.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">/
Hasta kebabı, haşhaş kebaptır!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Urfalılar
birisi hasta oldu mu ya da sağlam birine bir gönderme yapacaklarsa, “Haste
gönliy nar isti mi?” diye takılırlar. Düşünürler ki, insan hasta da olsa sağlam
da olsa her zaman gönlünden geçen bir “nar” vardır! İnsan canının “nar”
çekmemesi ne mümkün?</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Amcam
da sürekli oturmaktan, yatmaktan sıklıkla hasta olur nazlanır, ev yemeği yemek
istemez, gönlü “nar” isterdi! Hemen bir çocuk çarşıya koşturulur, “o zamanın
Urfası”nda (şimdi söyleseniz kimse inanmaz) sayıları üçü beşi geçmez
kebapçılardan birinden ama özellikle de bildik bir kebapçıdan bir porsiyon
haşhaş kebap getirtilirdi. Çünkü haşhaş kebap tamda hastanın gönlünden geçen
“nar”dır.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa’da
insan hasta olunca canı kebap çeker. Çeker ama her can çekilen de hastaya
verilmez ki! Bu nedenle hastaya en uygun kebabın, haşhaş kebap olduğuna karar
verilmiştir. Çünkü safi kuzu eti ve zırhla çekilmiş (Büyük kebap bıçağı) bir
çimdik tuz karıştırıldıktan sonra kömür ateşinde pişirilmiş. Daha ne olsun? </span><span style="font-size: 12pt;">Kebap
geldi mi çarşıdan, odaya mis gibi bir koku yayılır ve çocuklar için müthiş bir
iştah merkezi olurdu. Küçük amcamız önce açık ekmeği (Taş fırında pişirilen
uzun ve büyük lavaş ekmek.) </span><span style="font-size: 12pt;">birkaç parçaya böler, kendince bir hesap yapar, kebaptan bir parça koparır,
ekmeğe yayar; içine ince kıyılmış maydanoz ve taze soğan ekler bir yandan yer
ağzımızı sulandırır bir diğer yandan da etrafına dizilmiş “ciğerci kedileri”ne
küçük küçük tadımlıklar verirdi. Bir porsiyon kebapla o kadar çocuk ve amcam
nasıl doyardı bir türlü akıl sır erdiremezdim? </span><span style="font-size: 12pt;">Amcam
karnını doyurduktan, çocukların da nefislerini körelttikten sonra tahta radyoda
bir müzik bulur, efkar sigarası yakar dalar giderdi, kim bilir nerelere?</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Artık
büyümüştüm. Nizip’in orta yerindeki Cumhuriyet İlkokulu’na kayıt yaptırıp
mektebe başladım! Siyah önlüğümün önünde iki cep var; kolalı bembeyaz yakam,
bir tahta çanta, kutu gibi, anahtarlığı da boynumda; içinde de bir çizgili bir
çizgisiz defter, bir kurşun kalem, bir silgi, bir de Alfabem var.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İlk
öğretmenim servi boylu, yeşil gözlü bir kadın. İnsan ilk aşkını unutmaz adı
Müjgan. </span><span style="font-size: 12pt;">Teneffüs
oldu mu doğru okulun arka kapısına giderdim tüm diğer çocuklar gibi...
Simitçiler, renk renk macun satanlar, portakalcılar olurdu kapının önünde. </span><span style="font-size: 12pt;">Babam
yüz para vermiş harçlık olarak, portakal alınacak, olmamış olacak! Portakal
alınacak ki, derste teneffüste iyice ezilecek, yumuşatılacak ve bir delik açıp
suyu içilecek sonra da kabuğundan cephanelik yapılıp, ince lastiklerle ona
buna, arada da kızların bacaklarına atılacak.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Doğduğum
toprak damlı evi hatırlamıyorum ama çocukluğumdan kalan en güzel ev anısı iki
katlı ve üst katında biz oturuyoruz. Geniş bir salonu var, yerler siyah beyaz
kare taşlarla döşeli ister top koştur ister misket oyna, kapı camlarında
rengarenk vitraylar... Kardeşimle bana ilk kez birer oda düştü. Artık konuşmak
için kibrit kutusundan yaptığımız ipten kablolu telefonumuz var! </span><span style="font-size: 12pt;">Bir
mayıs sabahı uyandık ki dışarıda bir gariplik var Nizip’ten ses gelmiyor; sanki
herkes hasada gitmiş. Oysa evimiz çarşının içindeydi, tek meydan vardı o da ona
bakardı. </span><span style="font-size: 12pt;">Babam
terasa çıktı, bizi de çağırdı yanına ki meydanda tanklar, dizi dizi jemseler ve
etraflarında askerler askerler hepsinin elleri silahlı… Babam, “İhtilal olmuş,
sokağa çıkmak yasak!” dedi. </span><span style="font-size: 12pt;">İzledik
bir süre meydandaki hareketliliği; insanlar getirildi sokak aralarından
jemselere bindirildi, götürüldü, getirildi götürüldü! Biz de sonunda götürülen
kalmayınca, jemseler de çekilince ortalıktan, sıkıldık! Evimizin bitişiğinde
bir hamam vardı, terasından da hamama bir kapı! Babam, “Hadi hazırlanın hamam
bize kaldı” dedi de inip saatlerce yıkandık, kirlerimizden arındık!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Okul
güzel, dersler de iyi gidiyor, okumayı söktüm. Birinci ikinci sınıf derken üçe
geldim dayandım. Keyfim yerinde. Kardeşim de boyuyla posuyla olmasa bile kafaca
bana yetişti; okula başladı sonunda. Yalnız hiç yerinde duramıyor! </span><span style="font-size: 12pt;">Okulda
teneffüste kudurduğu yetmiyormuş gibi bir de mahallede kudurmak istiyor!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">“Top
oynayalım!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Tamam
oynayalım.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Briketçilere
gidelim!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Tamam
gidelim.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Kayık
yüzdürelim!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Tamam
yüzdürelim.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İyi,
bunların hepsi tamam da mahallede top oynuyoruz, cam kırıyor! Topun kaçtığı eve
duvardan atlayıp tek eğlencemizi alıp gelmeye kalkıyor, üstüne dayak yiyor.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">“Niyeymiş?”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Çünküm
topumuzu almaya girdiğim evde karı koca!” <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Briketçilere
gidiyoruz. Rengarenk çakıl taşlarını hortum sularının altında seçip
ayıklıyoruz; siyahlar, yeşiller, beyazlar, kahverengiler; damarları kırmızılı
bin bir desende hepsi… Eve getiriyoruz
ama suyun içinde olmazlarsa renklerimiz yok oluyor; atıyoruz sağa sola!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kayık
yüzdürüyoruz çayda suya düşüyor kardeşim, annem bir şey demez de ya babam
duyarsa? Babam bir şey duymuyor zaten. O her zaman bizi terbiye etmeye
gönüllüydü, eğlendirmeye değil. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><st1:time hour="9" minute="0" w:st="on"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sabah</span></st1:time><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> evden çıkarken
birimizi yanına alırdı, annem kolumuza hasır sepeti takar, isteklerini
sıralardı; “Bamya bulursan, al. Yanına da pirinç pilavı yaparım. Eti çok yağlı
alma kuzu eti al, koyun çok ağır oluyor! Nohut da lazım bamyaya! Eğer çarşıda
sukabağına rastlarsan al; çocuklar seviyor, nar, tüysüz şeftali al bir de has (marul),
soyup ellerine veriyorum oyalanıyorlar. </span><span style="font-size: 12pt;">Annemin
istekleri alınırdı ama babam alışverişi gösteriye dönüştürürdü.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">O
önde biz arkada, kolumuzda da hasır sepetimiz manavları dolaşır; domates,
patlıcan, yeşil isot, hıyar; çıkmışsa acır bulunursa mutlak sukabağı alınır,
taze yaprağa da bakılır; her ihtimale karşı taze soğan, taze sarımsak, maydanoz
“Evde tedarik için bulunsun” denilir; “Ooo üzüm de çıkmış!” hayretiyle bir
salkımı hemen orada manavın uzattığı suyla yıkanır yenilir; ardından
tezgahlardan dolup taşan meyve ve sebzeler tek tek ellenir yoklanır, iyilerinin
nasıl seçileceği anlatılır, kimileri sabırla tarttırılır, sepete birbirlerini
ezmeyecek şekilde dizdirilir; bize göz ucuyla bakılır, dikkatimiz dağılmış da
gökteki kuşlara ya da yerdeki eşeklere bakıyorsak bazen “şakacıktan” bazen de
“gerçekten” boynumuzun kökünde bir tokat patlar; kolumuzdaki sepet birbirinden
güzel yiyeceklerle dolar taşar, sıra kucaklara, koltuk altlarına gelirdi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Mevsimlerden
yaz ise hasır sepet de kimin çıplak kolundaysa vay onun haline! Hasırın izi bir
onda bir bunda, iki kolda da çıkar ama eve varılıp da fazladan alınan
nektarinlerin, mısırların, dutun, yeşil eriğin tadı çıkarılınca acımızı
unuturduk.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ancak
gün geldi unutmadığımız şeyler çoğalmaya başladı. Annemize bir haller olmuştu!
Bizi alıp alıp Atlas Sineması’na götürmeye başlamıştı, Ayşecik filmlerine!
Tamam Ayşecik güzel küçük bir kız, biz yaşlarda ama filmlerde annesi sürekli ya
hasta ya kör ya da hapiste. Sevmiyorduk bu halleri.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
film başlamadan bize o zamanın tek eğlenceliği olan beyaz leblebi ile gazoz
alırdı ama Ayşecik’e ağlamaktan filmlerin sonlarını getiremez, ayrılırdık
sinemadan.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
oğullarını severdi hem de çok ama son zamanlarda bir başka şey daha olmuştu
anneme; “Bir kızım olsun, bir kız istiyorum” diye diye her gördüğüne dert
yanar, Allah’a her soluk alışında yakarır, dua eder, türbelere, ağaçlara çaput
bağlar oldu. Sonunda istekleri, yakarışları son buldu ve bir kez daha hamile
kaldı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bu
arada bizim de sünnet zamanımızın geldiğine kadar verildi; berberimiz çağrıldı,
evde birkaç misafir toplandı; gerçek deriden sarı-lacivert dilimli bir top da
hediye geldi. Topla oyalanmamıza bir süreliğine izin verildi ancak sonradan
topumuz elimizden alındı; annemin saçlarını yola yola kirvenin kucağına gittik,
kesildik!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Acımız
birkaç gün sürdü, zıbınımızın orta yerinden tutarak dolaştık, çişimizi zor
yaptık, yaptıktan sonra da burnumuzda bir ecza kokusu kaldı. Derken bir akşam
üstü annemin sancıları sıklaştı babam, “Koş ebeyi çağır hastaneden” dedi diye
telaştan zıbınımla çıktım sokağa, hastanenin yokuşu en zor koşum oldu!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ebe
geldi eve ve annem kumral, beyaz tenli, ela gözlü bir kız çocuğu doğurdu. “Adı
annemin adı olsun” diye diretti babam! Konuldu adı kardeşimin ama anası hiçbir
zaman o adla seslenmedi kızına; bir çiçek adı buldu, “Mine!” dedi, çağırdı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
sonunda muradına ermişti, artık bir kızı vardı! Biz iki haylaz oğlansa
özgürlüğümüze kavuşmuştuk. Tek yapacağımız Nizip’in altını üstüne getirmekti,
getirdik de...</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Eski
arkadaşlarımıza yeni arkadaşlar kattık; sokağımızı bir baştan bir başa gelen
geçene kapatıp, çelik çomak oynadık; bazen nalbantlarda atların cinsiyetini
merak edip, “Amca bu at erkek mi kız mı?” diye sorular sorduk, “Oğlum görmüyor
musunuz kafanız kadar taşakları var!” yanıtını aldık; bazen de arkadaş
evlerinde ağzına kadar fıstık dolu odaların damından, ev sahibiyle birlikte
kurutulmuş fıstık çaldık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Arıkta
(Küçük dere) kayık yüzdürme yarışı mahalle dışına kaçmanın, özgürlüğün oyunu
oldu; evin önünden geçen pis sulara barajlar kurma yaratıcılığın oyunu; birkaç
haşlanmış yumurta, domates, salatalık eşliğinde dağların yamacında gezinme,
“Aaa o kalkan keklik miydi?” sorusuyla avcılık oyunu; yıkık dökük kiliselerde
hazine aramak definecilik oyunu; sel sularını görmeye gitmek maceracılık oyunu;
iki taş bir kale iki taş bir kale futbol oyunu ama baktık ki yorulduk bütün bu
oyunlardan, o zaman dinlenmek için arkadaş evlerinin raflarında kışlık elmalar,
armutlar, kabuklu kabuksuz, tuzlu tuzsuz fıstık, pestil var!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sadece
oyun oynamazdık arkadaşlarımızla, sıkı da okurduk. Sıcak yaz günleri duvar
diplerinde değiş tokuş yaptığımız, Tommiksler’in Teksaslar’ın bütün sayıları
ezberimizdeydi. Ancak Suzi’yi bir türlü paylaşamaz en çok Tom olmak isteyen,
öbürlerini kandırmak için zulasında ne varsa verirdi: Pestil, pul, misket,
çekirdek, fıstık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Belki
de bütün bu bolluğun nedeni “Nizipli”nin cömertliğiydi ve hiç bitmezdi bu
cömertlik. Yaz sonu bir bakardınız bütün mahalle boşalmış. Kimseler yok!
“Nerdeler?” Eee herkes bizim gibi memur ailesi değil ki! Nizip’te herkesin
yakında uzakta ya bir bağı ya bir zeytinliği ya da bir fıstıklığı vardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Komşularımız
kaybolurlardı on onbeş gün kimi zaman bir ay! Ancak sonunda dönüp geldiklerinde
ilk işleri, ikram için kapınızı çalmaktı; ellerinde de siyah, beyaz, mor
üzümler; kabuklarından kırmızının, yeşilin, sarının her tonu fışkıran fıstıklar
ve zeytin olurdu. </span><span style="font-size: 12pt;">İkrama
sevinirdik sevinmesine ama ilk çocukluk arkadaşlarımız Ali ile Şeref’i
kapımızda görünce sevinçten deliye dönerdik: Arkadaş gelmiş, oyun gelmiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Komşumuz
Postacı Amca’nın çocuklarıydı Ali ile Şeref, “En can arkadaşlarımız!” Hiç
unutulmazmış çocukluk arkadaşları biz de unutmadık, Onları Nizip’ten sonra bir
daha göremedik. Yıllar sonra Şeref’in kanserden, Ali’nin ise işkencede
öldüğünü, Mersin’de kimsesizler Mezarlığı’na gömüldüğünü öğrendim.. </span><span style="font-size: 12pt;">Ablası
her cumartesi İstanbul Gatasaray’da, ‘’Cumartesi Anneleri’’ ile birlikte
kardeşinin fotoğrafını gösterir işkencecilerine…</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">/
Damağımda tadı var, kendi yok!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Çocuklar
her zaman yemek konusunda mızmızlanır; “Onu yemem bunu yemem” der, bazen de
diklenir. Ancak bizim böyle bir “şans”ımız yoktu!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">En
fazla kaş kaldırıp, göz oynatarak, omuz silkerek bazı yemek kararlarının ve
uygulamalarının altına şerh koyardık. Bundan da sadece annemizin haberi olurdu.
O kadar! Yoksa babam nereden bilecek bamyayı, sukabağını sevmediğimizi; bulgur
aşını sadece kaşıkladığımızı ve hatta hatta şehriyelisini dahi ayranla
boğazımızdan zorla geçirtmeye çalıştığımızı!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yağsız
et mutfağımızda pek rağbet görmezdi. Arada bir denk gelirse eğer hem de
kıyması, annem az biraz arttırır, bize sarımsaklı et köftesi yapardı! Yanında
da patates kızartması. Bir şölen yani! Nereden öğrenmişse artık? Çünkü
“alafranga bir yemek!”, (Urfalılar o zamanlarda et köftesi bilmezdi yapmazdı)
Annem bir de sade makarna yapardı; o zamanlar yeni yeni sofralarda baş
göstermeye başlamıştı. İkisini de bayılarak yerdik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ali
ile Şeref bazen bize yemeğe çağrılırdı, et köftesi ve patatese ya da makarnaya!
Böyle günler ender de olsa müthiş sevinirdik. Arkadaşlarla oyundan sonra bir de
yemek, vay be! İştahımız iki kat artardı sofrada.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Şimdi
damağımda o günlerden kalan bir sarımsaklı et köftesi tadı var. O kadar! Ne
nasıl yapıldığını hatırlıyorum ne yapmayı becerip o tadı yakalayabiliyorum ne
de ondan vazgeçebiliyorum? Peşi sıra gider giderim!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Günün
birinde bir haber yayıldı Nizip’te, “Yeni bir fabrika kuruluyor hem de çok
büyük; zeytini işleyecek, yağını posasını ayıracak; çeltik, sabun da yapacak!” </span><span style="font-size: 12pt;">Fabrika
kuruldu, adını da Ülfet koydular. Küçük yağhaneler, sabuncular kızgın bu
fabrikaya; biz de kızgınız! Çünkü bazen canımız sıkıldığında sabunhanelere
gider, kalıpların arasında oyunlar oynar, zeytinin yağ olduğunu seyre dalardık;
biz küçük meraklılara kimse ses etmezdi “Ama ya sabuncu amcaların sabunhaneleri
kapanırsa?” Nitekim kapandı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Nizip’te
birden her taraf zeytinyağı oldu kutu kutu sabun oldu kalıp kalıp Ülfet
damgalı. Bir de zeytinin posasından çeltik diye bir artık çıkıyor ki ekmek
fırınları, hamamlar, evler, işine yarayan herkes yakacak olarak onu kullanıyor. </span><span style="font-size: 12pt;">Bizim
de o güzel iki katlı evimizin altında dükkanlar vardı; bazıları çeltik deposu
olarak kullanılır, dükkanlar ağzına kadar dolu olurdu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Günlerden
bir gün babam yine Antep’e, gruba gitti! Biz de kardeşimle biraz ders çalıştık
biraz kudurduk sonra da yatıp uyuduk. Kız kardeşim daha birkaç aylık. Annem de
işini bitirmiş kızını da koynuna alıp uyumuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gecenin
bir vakti birilerinin evimizin altında bağırıp çağırmalarıyla, itfaiyenin
gürültüsüyle uyandık, balkona çıktık ki ne görelim? Alt katımızdaki
dükkanlardan biri yanıyor! Alevler her yanı sarmış, balkonumuza kadar da
ulaşmış! Bağırdık balkondan hiç durmamacasına, altımızda da kızıl renkli
alevler, “Yetişinnn yanıyoruzzz!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Biz
bir yandan bağırırken, itfaiye erleri yangını söndürmek için canla başla
çalıştı, arada da biz üst kattaki yangın komşularını sakinleştirmekle uğraştı,
laf anlattı, sonunda yangını söndürdü. Hatta işi biraz da abarttı ki bizi
rahatlatmak adına, her tarafı sular seller götürdü! Baktık artık tehlike yok,
“Sabaha da çok var nasıl olsa!” dedi annem, yatıp uyuduk.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
gün doğarken geldi yine o çakırkeyif haliyle; ev ahalisini uyandırdı, oğlanlara
cebinde sakladığı kavrulmuş fıstıkları paylaştırdı, “Yav bi geldim ki her taraf
su içinde, altımızdaki dükkandan da dumanlar çıkıyor! Hayrola ne oldu?” dedi,
sohbete başladı!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Kardeşimle,
arada bir de olsa Urfa’ya gitmeyi pek sevmezdik. </span><span style="font-size: 12pt;">Arkadaşlarımız
Nizip’teydi, topumuz da… Nizip yeşildi, Urfa taş toprak, toz içindeydi her
zaman... Ancak zorunluydu gitmeler! Buna da ya bayram neden olurdu ya da
babamın senelik izinleri. Gitmelerin vakti, zamanı gelince de bize Urfa’nın
yolu görünürdü.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nizip’in
otobüs yoluna çıkar, Antep’ten gelerek Urfa’ya gidecek bir otobüs beklerdik!
Çoğunlukla koca burunlu bir otobüs, sanki ağır akan bir film karesindeymiş gibi
yolunu gözlediğimiz rampayı çıkar, el edince, bizi metrelerce geçtikten sonra
oflaya puflaya zorlukla dururdu. Otobüsün arka kapısı açılır, muavin göz ucuyla
yol kenarındakileri sayarken, nereye gideceğimizi sorardı; yer var ve otobüs
Urfa’ya gidiyorsa, tez elden bavulumuzu aracın üstüne yerleştirir, bagaj
halatlarını kontrol eder, yere atlarken de şoföre seslenirdi, “Devammm ettt.”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
yol boyunca ilginç bulduğu şeyleri bize gösterir, oyalamaya çalışır, anlatır da
anlatırdı. ”Bakın bu zeytin ağaçlarının aralarından gördüğünüz tepeler,
höyükler. Çok eski zamanlarda krallar için yapılmış mezarlarmış sonra hırsızlar
altınları, değerli eşyaları çalmışlar. Biraz sonra Fırat Nehri’ne geleceğiz ve
Birecik Köprüsü’nden geçeceğiz. Eskiden Fırat’ı salla geçerdik. Köprü yapılmaya
başladığında ekmeklerinin ellerinden gideceğini anlayan kayıkçılar, bir gün
köprüyü yapan mühendisi öldürdüler. Mühendisin mezarı şimdi köprünün başında!
Kayıkçılar adamcağızı öldürdüler ama köprü de yapıldı bitti sonunda, şimdi
Türkiye’nin en uzun köprüsü! Tam </span><st1:metricconverter productid="720 metre" style="font-size: 12pt;" w:st="on">720 metre</st1:metricconverter><span style="font-size: 12pt;">. Bakın karşıda Birecik Kalesi var,
üstündeki dağın tepesinde de böyle iri siyah kelaynak kuşları yaşar, kışın
Mısır’a gider yazları buraya gelirler; tıpkı hacıbabalar gibi...”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annemizi
dinlemeye çalışırdık ama bir yandan da Nizip’ten otobüse binmiş sekiz on
yaşlarındaki “çalgıcı” çocuklarda olurdu gözümüz, kulağımız. Çocuklar
genellikle üç kişi olur, biri darbuka çalar biri keman, biri de avazı çıktığı
kadar o günlerin sevilen türkülerini söyler hem de para toplardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Otobüsün
içi bir anda şenlenir bir kıyamettir kopar, herkes gönlünden geçen bozuklukları
cebinden bulup çıkarıp çocuklara vermeye çalışırken, köprüyü geçmiş, Birecik’e
varmış olurduk. Çalgıcı çocuklar burada şoföre onlarca kez teşekkür eder,
hayırlı yolculuklar dileyerek iner, bu kez de Urfa yönünden gelecek otobüsleri
beklemeye başlardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annemin
salla geçtiği Fırat’ı biz köprüyle geçip de karşı kıyıya varınca birden bütün
yeşillikler biter; dağı taşı kurak, ağaçsız, bitmeyecekmiş gibi gelen yollar
başlardı. Sıkılırdık!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Biz
de o zaman kardeşimle yolun sağını ve solunu paylaşır; köylerin, varsa
okullarını yoksa yola fırlayan köpeklerini onlar da yoksa ortalıkta dolanan
insanlarını sayardık!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Suruç’un
Aligör yol ayrımına vardık mı biraz soluklanır ardından yeniden kendimizi
kaptırırdık oyuna. Sarı Mağara göründüğünde saymayı bırakır sonunda Urfalılar
tarafından neredeyse kutsal sayılan memlekete kavuşma habercisi Akabe Boğazı
göründüğünde, “Geldik!” diye hayıflanırdık. Hele ki Urfa Kalesi görünüp,
mancınıklar da iyice belirince artık geriye dönüşün olmadığına akıl
erdirirdik. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Çoğunlukla
bayramlarda giderdik Urfa’ya” dedik ya; Kurban Bayramı bizim için tike kebabı,
harçlık, bayram yeri eğlencesi yani leyli, dönme dolap, ahı gitmiş vahı kalmış
atlar, paluza, rengarenk macunlar, limonlu şeker, leblebili şeker, karpuz
çekirdeği, yazsa dondurma, kışsa baklava ama çoğunlukla ucuz olduğundan baklava
kenarları demekti.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ramazan
Bayramı, ha bire sorguya çekilmek yüzünden, “Kaç gün oruç tuttun? Niye
tutmadın? Bak eşşek kadar olmuşsun!” sitemlerinden, serzenişlerinden pek
bayıldığımız bir bayram değildi. Onu daha çok büyükler sever pek bir merakla
bekler, küslerse barışır, barışıklarsa bol bol sigara kahve içer, durmadan çay
demletir, gelen çocuklara el öptürür, bayramlık verirlerdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Aslında
bayram ha Kurban olmuş ha Ramazan bizler için pek bir şey ifade etmezdi! Nasıl
etsin ki? Bayramda “bayramlık” adına bir şey alınmazdı ki biz iki oğlan
çocuğuna! Bayram öncesi bütün ailelerde yaşanan eksik gedik giderme telaşı,
bizde neredeyse hiç yaşanmazdı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bütün
telaş terzi olan küçük dayıma düşer; “Altın Makas” şöhretli dayıcığım hemen her
bayramda babamın bir elbisesini ya ters yüz eder ya da kendi dükkanından bize
bayramlık hazırlardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bayramlık
halledilince, “Elbisenin altına bu kez de ayakkabı lazım gelir!” değil mi?
Ayakkabımız var ama küçülmüş! Sürekli büyüyoruz ya? Annem arife günü
ayakkabılarımızı Büyük Dedem’in evindeki havuza atardı ki su çeksin, bayram
sabahı ayağımızı sıkmasın!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Değil
mi ya? Ayakkabı ayak sıkarsa nasıl yürür giderdik büyüklerin elini öpmeye,
harçlık almaya, oradan da bayram yerine? Hadi bayram yerine kadar gittik
diyelim; leyliye, dönme dolaba da binilmezdi ki ayak vuran ayakkabılarla! </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Ancak
bayram sabahı geldi mi, aklımızda ne ayakkabı kalırdı ne de pantolon! Sahip
olduğumuz ne ise o olurdu bayramlığımız! “Çocukluk!” dedikleri bu olsa gerek.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Memur
adam nasıl kurban kessin?” Babam, Kurban Bayramı yaklaştı mı bu lafı mutlak
söylerdi. Biz de anlardık ki bu bayram da Büyük Dedem’e gidilecek ve tike
kebabını orada yiyeceğiz!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kurbanda
Büyük Dedem ve amcalarım birleşir, yedi hisseli bir dana alır, arife günü eve
gönderirlerdi. Bayram günü geldi mi de erkeklerin bayram namazından dönmelerini
dört gözle bekler ve gelir gelmez de kurbanlığın kesilmesine “nezaret etmeye”
başlar ve bize iş çıkarsa, yerine getirirdik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Aslında
bayram sabahı bizi ilgilendiren en önemli şey, bir an önce kurbanlığın
kesilmesi, bir kısım etin mutfakta tike tike (küçük parçalar parça) edilmesi ve
alelacele “terbiye”den geçirilmesi ve mangala gönderilmesiydi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Saatler
de sürse sonunda kurbanlığın kesimi tamamlanır, etler çarçabuk mutfağa, onları
parçalayacak, pay edecek, en önemlisi de tike kebabı ve kavurmalık çıkaracak
kadınlara götürülürdü. Kadınlardan biri kavurma yapıyorsa diğeri mutlak tike
kebabı hazırlardı. Yani etin en yumuşak yeri “fitil eti” seçilecek, yeterince
kuyruk yağı (üç tikeye bir hesabı) ve göz kararı, kuru nane, kuru isot, tuz ve
salça! Aceleyle yapılan tike kebabının terbiyesi ancak bu kadar olur!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Bir
yandan da kebabı pişirecek olan gönüllü avludaki mangalı yakarken, kadınlar
kebap olacak etleri şişlere dizmeyi sürdürür mangala yetiştirmeye çalışırdı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Tike
kebabı pişirilmeye başlandı mı mangalın etrafı çoluk çocuktan geçilmez ancak
kebabı tatma önceliğini her zaman, pişirene yardım eden “En akıllı çocuk”
alırdı. Eee kolay mı? Önceliği alan kabı kacağı getirmiş, yuha ekmekleri
kurutmadan saklamış ve arada sırada da ateşi yelleme işine yardım etmişti.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Bayram
sabahı kurban etinden pişirilen tike kebabı yeterince dinlendirilmediğinden
“iyi terbiye edilmediğinden” daima sert olurdu ama ne gam! Kebabın her
çevrilişte yuha ekmeklerle yağı alınır, birkaç alt üst oluştan sonra da
piştiğine karar verilir ve “ziyafet” önceliği her daim çocuklara tanınırdı!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Çocukların
karınları doyunca bir kapta ekmek aralarında biriktirilmiş tike kebabı artık
yer sofrasına oturmuş ve neredeyse huysuzlanmaya başlayacak olan erkeklere
gönderilirdi. Kadınlar da ya ellerini çabuk tutmuş sofraya oturmuş ya da
mutfakta hem çalışıp hem birkaç kebap dürümü yiyerek karınlarını
doyururlardı. </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Akşama
doğru biz annemle kaçardık Büyük Dedemler’den, bir başka dedeye Gözlüklü
Dedemiz’e, Maviş Nenemiz’e; Çok özlemiş olurduk onları çookk…</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">“Dedem
bizi çarşıya götürüp ille de limonlu şeker, sakız alır” diye değil büyük teyzem
İstanbul’da olduğundan, üç kızı da neredeyse Urfa’ya hiç gelmediklerinden;
büyük dayım daha hakimlik stajı yaptığından bu nedenle nişanlısı beklediğinden;
küçük dayım evin geçimini sağladığından ve evlenmeye niyeti olmadığından; küçük
teyzemin ise hastalığı yüzünden evlenmesi mümkün olmadığından, bütün torun
sevgisi bize kalırdı. </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Bu
evde korkularla bile eğlenirdik. Bir bayram günü gökyüzü yeryüzünü
kırbaçlarıyla dövdü bütün suyunu boşalttı üstüne… “Tufan oluyor!” dedi
büyükler. Bir anda her yer sarıya kesti; kil yağdı her yana; taa ki yeryüzü,
“Aman yeter! Ocağına düştüm!” diyene kadar. İki gün sürdü gökyüzünün yeryüzüne
ettiği eziyet!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Mevsimlerden
ne hatırlamıyorum ama okul zamanıydı. İki kardeş okula gidiyorduk babam
bankasına, annemse ev işleriyle boğuşuyordu “Kızı” birkaç aylık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Bir
gün, “Göğsümde bir sertlik var” dedi, Ankara’ya gittiler. Döndüğünde, “Doktor
bir beze var bakmamız gerek, diyor” dedi. Ben dokuz yaşındayım, kardeşim yedi,
en küçüğümüz birkaç aylık...</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Birkaç
ay geçti Annem, ‘’Sertlik büyüyor’’ dedi, yine Ankara’ya gittiler dönüp
geldiler,’’ Kansermiş’’ dedi Annem, başka da bir şey demedi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">O
günden sonra kız kardeşimizi tek memesiyle emzirdi annem!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sorduk,
“Kanser ne?”, “Hastalık” dedi; “Eğer erken tedavi edilirse, iyileşirmiş!” “Peki
neden olmuş?” dedik, “Üzüntüden!” dedi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Okul
o yıl kötü gitti. Üçüncü sınıftayım. Kaldım. Bir yıl daha gidilecek üçüncü
sınıfa! Önümüz yaz. Annemin İstanbul’a “şua tedavisi”ne gitmesi gerek.
Toparlandık, babamı kuşlarıyla baş başa bırakıp yola koyulduk.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">İstanbul
yolu çok uzun gidiyor gidiyorsun, İzmit diye bir yere geliyorsun ki küçük
çocuklar, “Pişmaniye pişmaniye!” diye kutular içinde bir şeyler satıyor. Annem
pişmaniye alıyor bize. Otobüsün sol yanından deniz görünüyor, ki ilk kez
görüyoruz! “Ufff amma büyük’’. Anzılha’dan çok büyükkk!” diyoruz. “İçinde
balıklar yüzer, aklınızın alamayacağı kadar çok, türlü türlü” diyor annem.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“İstanbul”
demek “Teyzemizin evi” demek, oraya gidiyoruz. Koşuyolu’nda ev, bahçesinde bir
mürdümeriği bir şeftali ağacı bir de kameriye var. Karşıda da servi ağaçlarıyla
dolu Karacaahmet Mezarlığı!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
tedavi için hazırlıklara başlıyor. Önce Karaköy’deki babamın bankasından sevk
yaptıracak Cerrahpaşa’ya sonra da her gün gidip gelecek şua tedavisine!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ben
gün boyu kuzenlerimi izliyorum; büyüğü kaşını alıyor, ortanca kitap okuyor
küçüğü de Charles Aznavur hayranı, radyoya yapışık yaşıyor! Teyzemse temizlik
hastası, ki ya halı kilim kırklıyor, kaldırıyor ne var ne yoksa evde ya da
odasına çekiliyor ibadet için secdeden başı kalkmıyor; bazen de arkadaşlarına
gidiyor dini toplantılara.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
yorgun dönüyor tedaviden ama bizleri aç, teyzemi de evde bulamayınca hemen bir
koşu mutfağa giriyor yemek yapmaya. Yemek hızla yeniyor, bulaşıklar yıkanıyor,
herkes kendi köşesine çekiliyor ve biraz sonra da teyzem dönmüş oluyor! Teyzem
sorarsa açlığımızı tokluğumuzu, “Yok abla, biz tokuz çocuklara bir şey uyduruverdim!”
diyor annem.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kardeşim
yerinde duramıyor yine; “Onu zapt etmek kolay değil!” Bir gün geldi ki iş
bulmuş! “Peki ne işi oğlum?” diyor annem, “Bakkalın yanında çıkarlık!” diyor.
Ne yapsın annem? “Tamam” dedi büktü boynunu, “Bari bildik bir yerde, gözümüzün
önünde olur.”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Günlerden
bir gün adı, “cumartesi” idi, güneşin Karacaahmet servilerinin arkasından
kaybolmaya hazırlandığı bir vakitte, birden yer gök sallanmaya başladı…
Duvarlar, eşyalar her şey her şey sallandı sallandı ve sonunda duruldu “Deprem
oldu!” dedi kızlar. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Radyoyu
açtık, “Adapazarı’nda 7.1 şiddetinde deprem oldu, can kaybının çok olmasından
korkuluyor” dedi bir ses. Dediği de çıktı; çok can kaybı oldu Adapazarı’nda…</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Depremi
yaşadık, denizi uzaktan gördük, annemin tedavisini bitirdik artık dönme
zamanımız geldi, döndük Nizip’e ama annemiz eski annemiz değil!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bizlere
zor bakıyor ve o yıl üçüncü sınıfı Urfa’da okumama karar verildi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Babam
beni, anne ve babasına bırakıp, bankasına geri döndü. Tahta okul çantamla bir
baş başa kaldım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Okulum dedemlerin evinin arkasında; oturma
odasının tavana yakın küçük bir penceresi var, sap yastıkları (sazdan yapılma)
üst üste koyup arada sırada okuluma bakıyorum! Seviyorum okulumu</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dedemin
evine alışmam ise zor, geleni gideni de evin insanı da çok. Amcalarım var
birkaç tane hepsi de bekar, bizimle yaşıyorlar. Bir tek bibim var anlaştığım o
da birkaç ev uzakta, kocası ve çocuklarıyla oturuyor. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yemek
yer sofrasında yeniyor ve sofranın başı her zaman kalabalık. “Küçük” olarak
sofranın alt yamacında bir yere ilişiyorum, sofra bezini dizlerime örtüyorum;
eğer sulu bir yemek varsa kaşıkla yok eğer yuha ekmekle yenebilecek bir
yemekse, tepsi kebabı ise mesela, bir parça ekmek koparıp baş, işaret ve orta
parmağımın arasına yerleştirip yemekten pay kapmaya çalışıyorum. Öyle adam
başına bir tabak yemek yok!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Amcalarımdan
biri bazen benimle dalga geçiyor; yemeğe kendimi veremediğimden, annem gibi geç
yediğimden söz edip duruma uygun düşen yemek hikayeleri bile anlatıyor.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Ağanın
biri ziyafet veriyormuş; bütün eşini dostunu, ağır misafirlerini çağırmış köy
odasına. Sofralar serilmiş lengerler içinde yemekler gelmiş ki içlerinde bulgur
aşı, üstünde de sac kavurması var!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yemekte
Kürdün biriyle bir Arap yan yana düşmüş. Kürt bakmış ki yemekler çok güzel,
yağlı yüzlü! Dönmüş Arap’a demiş ki, ‘Yav seniy babay nasıl öldü?’</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Arap
başlamış anlatmaya, ‘Önceleri hiçbir şeyi yoktu turp kimindi sonra birden
hastalandı, aldık şehre doktora götürdük. Doktor ilaçlar yazdı aldık köye geri
getirdik. İlaçlarını verdik amma iyileşmedi. Aldık bir daha doktora şehre
götürdük, doktor yeni ilaçlar verdi, ilaçlarını aldık geri getirdik. Haftalar
geçti baktık heç düzelme yok gün geçtikçe kötüleşiyor, aldık bu sefer şeherde
başka bir doktora götürdük.’’</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Arap
anlattıkça anlatmış, bir yandan da babasının ölümüne vay ki ne vay, öyle
vaveyla koparmış ki o kadar olur ama bir ara gözü, önündeki lengere ilişmiş ki
ne görsün? Bir lokmalık bulgur aşı kalmış üstünde de bir parça et!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kürdün
oyununa geldiğini geç de olsa fark etmiş, hemen lafını bağlamış ve ‘Yav pekey
seniy babay nasıl ölmüştü?’ demiş. Kürt eline bir parça ekmek almış,
parmaklarının arasına yerleştirmiş, ardından son lokmanın üstüne atmış, lokmayı
toparlamış, tam ağzına atarken de ‘Ketto mır (Düştü öldü) demiş.” </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa
yazları sıcaktır hem de çok sıcak, kış geldi mi de soğuk ısırır insanı.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> Dedemin evi kışları soğuktu, soba yok ki
ısınalım. Soba lüks! <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
kez </span><st1:time hour="9" minute="0" style="font-size: 12pt;" w:st="on">sabah</st1:time><span style="font-size: 12pt;"> erkenden, bir de
ancak akşama doğru evin erkeklerinin gelme vaktinden az önce büyükçe bir
mangalın içinde kömür yakılır; ateş biraz geçince de içeriye alınırdı ama ya
oda büyükse ne yapacaksın? Yine ısınamazdık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nenem
sürekli mangalın başında oturur, cezvesi hep mangala sürülü durur; bir yandan
da ara vermeden tütün dolu, eskiden pekmez kutusu olan tahta tabakasından
sigara sarar, biriktirir, sardıklarından birini dudağına yerleştirir neredeyse
bütün gün durmadan tütünün tadını çıkarırdı! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ateş
iyice küllenmeye yüz tutunca, bir de bazı geceler sohbet uzayınca mangal tandır
kürsüsünün içine alınırdı. Üstüne de tandır yorganı örtüldü mü evin bütün
ahalisi tandırın içine. Sırtlar sap yastıklara dayanır, ayaklar da tandır
kürsüsünün tahtalarına. En keyifli an bu andı! Artık ayaklarım üşümezdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bazen
bibim bize sürpriz yapardı. Kalkıp mutfağa gider ve bir tepsi küncülü akıtla
(Susamla yapılmış tatlı) geri dönerdi. Ağzımız tatlanırdı tatlanmasına da ben
ne getirirlerse getirsinler ne yedirirlerse yedirsinler hep aklımı anneme ve
kardeşlerime takardım!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">O
sene kışı atlattım! Sonunda nisan ortasında yaz, “geldim” dedi çünkü Urfa’da 11
Nisan Kurtuluş törenleri’nden dönüldükten ve dönülürken de çarşıda dondurma
yendikten sonra yaz gelmiş olurdu. Ancak yazın “aslen” gelmekte olduğu, mayısın
ortasında damlara kurulan tahtadan tahtlardan anlaşılırdı. Bu tahtadan
karyolalara Urfalılar, “taht” der çünkü padişah tahtlarına benzer biraz; dört
bir yanı sütunlu yarım metrelik tahta süslerle çevirilidir, içine önden bir
çeşit kapıdan girilir ve yerden bir, bilemediniz bir buçuk metre yüksektedir.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yaz
geldi mi tahtları hazırlamak evin erkeklerinin yarım gününü alırdı. Tahtlar,
aile kaç kişiyse o sayının kadın erkek, evli bekar ayrımı kadar olurdu. Önce
tahtlar bulundukları yerden çıkarılıp temizlenir sonra esas gövdeyi oluşturacak
olan parçalar eşleştirilir, ek yerlerinden birbirlerine eklenir; çengelleri
vurulur, ardından iç tahtaları eşleştirilip yan yana dizilir; en sonunda da
sazdan yapılmış ‘’çit perde’’ dört bir yanına çekilir ve artık yataklar
getirilip bir köşeye istiflenebilirdi! Bunu da evin genç kızları, kadınları
yapardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yataklar,
gün dönüp de güneş yakıcılığını kaybedince tahtlarda açılır, havalandırılırdı.
Yine de cayır cayır yanardı mübarekler! Ancak gündüzün yakan, kavuran sıcağı
akşam oldu mu yerini hafif bir serinliğe bırakır; gece yarısına doğru da
minderleriniz, yorganlarınız ancak üstünde yatılır hale gelirdi. Sabaha doğru
ise kendinizi yün yorganınıza sarılmış üşümüş bulur sonunda da güneş üstünüze
vurunca uyanırdınız.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yaz
yemekleri geç yenildiğinden yemeğiz bitmesini dört gözle beklerdim ki bir an
önce yatağa gireyim; gireyim de başım yastığa değdiğinde, üstümdeki yıldız
örtüsünü seyredeyim irili ufaklı yıldızlarda göz gezdireyim. Bir zamanlar
annemin koynundayken, kulağıma fısıldadıklarını tekrarlar, “Bu Beş Kardaş şu Yedi
Kardaş! saman serpilmiş gibi gözüken yol da Samanyolu!” der mırıldanırdım.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Oyalanırdım
onlarla ama bir türlü cesaret edip de sürekli bir o yandan bir bu yandan kayan
yıldızlara dikkatlice bakamazdım. “Her yıldız kaydığında bir insan ölür!”
demişti annem… “Ya annem öldüyse?”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nihayet
Urfa’daki zorunlu sürgünlüğüm sona erdi! Sınıfı geçmeme annem sevindi, babam
ses etmedi, kardeşimse öğrendiği yeni oyunları gösterdi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yine
İstanbul’a gidiyoruz ama İstanbul “sınıf geçme hediyesi” ya da “tatil” demek
değil! İstanbul, iki kişilik koltukta dört kişi seyahat etmeler; annemi yine
perişan, kolunu kaldıramaz, zoraki gülümsemelerle ortada dolaşırken görmeler;
parasız gidip parasız dönmeler demek ama İstanbul her şeye rağmen “İstanbul”
demek bizim için! Kardeşimle deli oluyoruz onu tekrar göreceğiz diye… Yol yine
uzun ve sıkıntılı ama sonunda varıyoruz; varıyoruz da biz geldik diye hiç
heyecan göstermiyor İstanbul! Teyzemin evinden yine Karacaahmet Mezarlığı
görünüyor; mürdümeriği ağacı bizi beklemeden meyve vermiş; enişte almış başını
gitmiş; teyzem daha da titizlenir olmuş kire pasa; kızlar desen artık
üniversiteli olmuşlar her biri ayrı dünyalarda! “Küçük kız” yine Charles
Aznavur’a her rastladığında deli gibi gelip kulaklarını radyoya yapıştırıyor;
teyzem de yine her seferinde bir yerlerden hışımla çıkıp, duvardan kopardığı
Saatli Maarif Takvimi yaprağıyla radyonun düğmesini kapatıyor! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
şua tedavisi için hastaneye gidip gelmeye başladı; kardeşim bakkal çıraklığına,
bense salonda bütün gün oturup ya karşıdaki mezarlığı seyrediyor ya da burnumu
karıştırıyorum! Burnum, karıştırdıkça daha da pisleniyor sanki! Ben de pislik
çoğaldıkça çıkardığım hapları yastığın arkasına sürüyorum. Yakalanıyorum
sonunda; o kadar çok ki çıkarıp da duvara sürdüklerim, görünmemeleri olanaksız!
Kızlar bunaldığıma kanaat getirip beni deniz kıyısına, “İskele” diye bir yere
götürüyor. Vapurlar düdük çala çala İskele’ye gelip çala çala da gidiyor, insan
taşıyor “Karşı”ya... Arada da Haydarpaşa denilen bir yer var, oraya
geldiklerinde kara dumanlar bırakıyorlar havaya. İskele çok kalabalık! Her
yandan insanlar çıkıyor karıncalar gibi... Kimsenin kimseye baktığı yok ya da
Urfa’daki gibi selam verdiği; birbirlerinin yanından doğrucana öylesine geçip gidiyorlar
vapura; uzun burunlu dolmuşlara bir karşı kaldırımdaki bir bu kaldırımdaki
otobüslere; kimi de öyle aval aval etrafına bakıp gezinip duruyor. İskele’nin
bir ucu küçük çocuk kaynıyor; ellerinde “misina” dedikleri naylon ipler,
iplerin ucunda da kıvrık kıvrık iğneler! İğnelere ya bir solucan parçası ya da
ekmek takıp adına da “yem” diyorlar. Balıkları “yem”le kandırmaya çalışıyor
çocuklar!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Buranın
çocukları da çok terbiyesiz! Balıklar hiç tutulur mu?” diyorum kızlara
bilgiçlik taslayıp, “Biz tutmayız balıkları! Hele yemle hiç kandırmayız ya
kaynamış nohut atarız balıklara ya da zamanıysa eğer, bir tane olduğu gibi has;
gelip önümüzde oynaşarak karınlarını doyururlar!” Kızlar gülüyor bana...</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bu
arada “martı” dedikleri kuşlar deli gibi bir o yana bir bu yana uçup, arada da
dalıp denize, çocuklardan daha kolay balık avlıyor ama martıların sesleri güzel
değil bana çığlık gibi geliyor!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nizip’e
okullar açılmak üzereyken, sonbaharın ilk günlerinde döndük. Bana yine
Cumhuriyet İlkokulu’nun yolu göründü. Hiç gitmek istemedim okula. Yeni
arkadaşlar edinmek, eski arkadaşlarımın bir üst sınıfta olduklarını bilmek bana
“ölüm” geldi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İlk
günler teneffüslere çıkmak bir işkenceydi! İnmiyordum okulun bahçesine insem de
karşılaşmamaya çalışıyordum tanıdıklarla, Müjgan’la bile! Hem artık kimseye
lastiklerle portakal kabukları da atmıyordum ne kolumu kaldıracak takatim vardı
ne de isteğim!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yine
“Bayram”lar kutlanıyordu ardı arkasına, Cumhuriyet, 23 Nisan… Bütün okul
öğrencilerinin eksiksiz katılması isteniyordu bayramlara. Hazırlıklar günler
önceden başlıyor, depolardan bayraklar, trampetler, borular çıkarttırılıyor,
temizlettiriliyor; şiir okuyacaklar, yürüyüş kollarını oluşturacak gruplar
belirlenmeye çalışılıyordu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bando
takımında daha önce de yer almışlar “tespit” ediliyor, yeni gönüllüler müzik
aletleri çaldırılarak deneniyor; “Üfle oğlum üfle, iyice üfle!” diye diye
nefesleri kuvvetliler seçiliyordu. Ardından en önemli meseleye geliniyor, “Kim
borazan öttürecek, trampet çalacak? Kim izci olacak? Yoksa okul kıyafetiyle mi
katılacaksınız bayrama?” soruları bütün sınıfları dolaştıktan sonra evlere
yollanıyordu. Çünkü en önemli mesele giysi meselesiydi, almaya gücü yeten var
yetmeyen var! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Çocuklar
evden aldıkları yanıtları getiriyordu öğretmenlerine ve sonuç, “Türk bayrağını,
okul flamasını taşıyacaklar şunlar, bando takımında yer alacak trampetçiler,
borazancılar ve izciler de şunlar ve bunlar” diye açıklanıyordu bizlere.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bizim
payımıza ise “siyah önlüklü” olmak düşerdi. İki kardeş bayramlarda ne izci
olabilirdik ne de trampet çalıp borazan öttürebilirdik. Bayrak bile
taşıttırmazlardı bize, herhal “boylarımız müsait değil” diye.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Biz
de tozlu bayram meydanlarında “en samimi” arkadaşlarımızla, üç numaraya
vurulmuş saçlarımız, siyah önlüklerimiz, güneşten kamaşmış yeşil gözlerimizle,
siyah beyaz fotoğraflar çektirirdik bayram anısına. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
gün geldi yine hamile kaldı! Bunu istedi mi hiç bilemedik. Biz iki yaramaz
oğlan, bir kız bir de ekle babamı etti mi sana dört! Oğlanları okula, adamı işe
yolla; kıza bak bütün gün, evi topla, sil süpür, çamaşırı, bulaşığı ve yemeği
yap gazocağıyla, oğlanlar okuldan gelsin, gelir gelmez azsınlar... Buna can mı
dayanır? Dayanırdı annem!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yemekler
yapıyordu her gün damağımıza ve kesemize uygun! Bir gün et köftesi patates bize,
babama da her ne seviyorsa; bir başka gün de “iktisat” edip bulgur aşı
pişirirdi ortaya, yanında da ayran ya da cacık, kuru kuru boğazımızdan inmesin
diye. Yine de kimseye beğendiremezdi yaptıklarını, babam “Yemek tuzsuz olmuş!”
deyip siniyi tekmeyle devirirdi, bizse zaten sevmezdik bulgur aşını!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Annem
böyle durumlarda pek belli etmezdi kızgınlığını zaten kızacak hali mi vardı ki?
Başındaki tülbendini çözer, bir zamanlar dizlerinin altında olan saçlarından
geriye kalan birkaç tutamı toplar, tülbendini yeniden bağlardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Onun
aklı fikri hastalığındaydı. Bana ya, “Bak görüyor musun? Bu soğan kabukları
arasındaki zarlar kanser yaparmış, gazeteden okudum” der, ya da “Ben ölürsem
size kim bakacak, ne olacaksınız?” diye sorar; yanıtını da kendi kendine
verirdi, “Kim bakacak? Kurda kuşa yem olursunuz!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
de parmaklarıma takmıştı o sıralar. İkide bir, “Oğlum geçirme şu parmaklarını
birbirine, kenetleme, kısmetin kapanır!” derdi. Ömrüm boyunca kenetleyemedim
parmaklarımı birbirine!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annemle
artık sinemaya, Ayşecik filmlerine gidemiyorduk. Daha doğrusu bizimle sinemaya
gitmek istemiyordu! Karnı da her geçen gün biraz daha şişiyordu. “Eee o zaman
bize para ver biz gidelim!” derdik. Bazen verirdi sinema parasını bazen de hep
boynunda asılı olan anahtarıyla bir türlü açmazdı sandığını! “Param yok ki ne
vereyim?” der söylenir, “Nedir ki sinema parası, nasıl olmaz?” diye sızlanır
yerlerde debelenirsek, “Yokkk yokkk anlamıyor musunuz yoktan!” der ağlardı! Bir
gün geldi, yıllardır bir kenarda sakladığı sırma saçlarını sattı sokak
satıcılarına, bizim de payımıza birkaç sinema parası düştü. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
doğum yaptı sonunda. Bu seferki bir erkekti; biz iki “erkek” bir de babam çok
sevindik yeni gelene.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kardeşimiz
doğduğunda hiç can tutacağa benzemiyordu… Birkaç gün emzirmeye çalıştı annem
tek memesiyle ama oğlan rahatsız, sürekli ağladı durdu. Doktora götürüldü. Pek
bir şey diyemedi doktor ama başkaları, “Anam hiç kanserli kadının sütüyle çocuk
yaşar mı?” dedi. Yaşamadı kardeşimiz! Kırkı çıkmamıştı daha götürüp Nizip
Mezarlığı’nda, küçücük bir mezara gömdük. Kardeşim kardeşinin toprağına, sakızlardan
çıkan bir “cennetkuşu” fotoğrafı bıraktı, “Öbür tarafta Cennet’e gitsin”
diye! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">/
Kırk gün kuymak!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfa’da
bir söz vardır, "Yeni doğum yapmış kadının mezarı kırk gün açıktır!"
derler.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
doğumdan sonra pek iyi değildi yanında da kimi kimsesi yoktu. Şimdi yapan eden
var mı bilmiyoruz ama eskilerde Urfa’da kadınlar doğum yapınca kendisine
yiyecek içecek hazırlanırmış, gelen gidene de ikram edilirmiş.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Varsa
ana bacı yoksa hısım akraba onlar da yoksa konu komşu yardıma koşarmış. Sağı
solu toparlar, misafire hizmet eder ama öncelikle ilk gün loğusaya, “burçları
dolsun” diye kavrulmuş susama pekmez katıp yedirirlermiş. Bir de kuymak, “süt
yapsın” diye; ilk üç gün “muhakkak!” sonrasında yapan olursa kırk gün!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kuymak
kolaydır nedir ki zahmeti? Tencereyi ocağa oturtacaksın, suyu una yavaş yavaş
katacaksın, kıvamı ne ince olacak ne helva gibi kalın… İstersen toz şeker de
konulur karıştırılırken istemezsen öyle şekersiz de yenir sıcak sıcak ama
tereyağı ısıtıp da üstünde gezdirmezsen olmaz.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annemin
hastalığı, kardeşimin ölümünden sonra her geçen gün biraz daha arttı. Babam da
uzun zamandır annemle tartıştığı kararını sonunda verdi tayinini Urfa’ya
istedi. Gerekçesi de “Karım hasta! Büyük bir ile, mümkünse memleketime tayinimi
istiyorum” olunca kabul gördü bize Urfa’nın artık dönülmez yolu göründü.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
Urfa’ya gidip bir ev bakıp çabucak geri döndü. Bir kamyon bulundu pazarlık
yapıldı ama taşınma ücreti yüksek olunca altından kalkılamadı bu “yük”ün ve
ailesinden para istedi babam! Para geldi, biz de birkaç parça ev eşyasını
toplama telaşına düştük! Tek bir halımız vardı o bükülüp sarıldı dikkatlice;
altına serdiğimiz birkaç parça hasır da kamyona atıldı sonra da bir divan,
annemin çeyiz sandığı, yataklar, yorganlar yastıklar; birkaç sandalye,
teldolabımız, kap kacak ve birkaç da çiçek saksısı. Üç tekerlekli kırmızı
bisikletimiz ise çoktandır binmediğimizden, bir de artık büyüdüğümüzden
Nizip’te bırakıldı!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Nizipliler
ve çalışma arkadaşları, “Kekey gidiyor!” diye babam için Şehir Kulübü’nde bir
yemek verdi; son kez rakı içtiler. Annem komşularla helalleşti, biz de mahalle
arkadaşlarımızla vedalaştık. Herkes ağladı gidişimize, biz de ağladık onlarla.
Çok sevmişti Nizipliler bizi, biz de onları. Yolcunun yola çıkma vakti gelince
de kamyonumuz önden, biz arkadan otobüsle Urfa’ya uğurlandık.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Zeytin
ağaçlarının paralel dizilişlerini seyrede seyrede; höyüklerin yanından geçerken
krallara son kez selam durarak; tam Birecik Köprüsü’nün ortasında oluşan
girdaptan son kez korkarak; suskun, çaresiz sonunda Urfa’ya vardık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Taşındığımızda
Urfa’da yazdı. Her taraf yanıyordu güneşin ateşinden. Babam evde ancak
“erkekler”in yapabilecekleri şeyleri yaptı sonra da kuşlarına yeni bir kafes
inşa etti tahtadan. Annem de “kadınca” işlerinin peşine düştü; tek koluyla
yerleri süpürdü, çamaşırları yıkadı, yemeği ocağın üstüne koydu; birkaç parça
çanağını bir de şerbet takımını yerleştirdi mutfaktaki rafa!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Evimiz
üç odalı ve yine toprak damlıydı; damında da kara taştan bir log var ki kış
ayları için “toprağı pekiştirsin” diye duruyor. Logun iki yanında, tahtadan
çatalını geçirmek için bir delik var; taktın mı çatalı, logu bir aşağı bir
yukarı çekiyorsun. Logu hemen damın üstünde gezdirmeye başladık. Babam aşağıdan
seslendi, “Ulan şimdi ayağınız altında kalacak ya da aşağıya uçuracaksınız.
İnin aşağıya eşşekoğlu eşekler!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Biz
de geniş avluya indik kardeşimle, top oynamak için. Biraz sonra da bu sefer
çıkardığımız gürültüden azar işittik! Peki biz nasıl eğleneceğiz?</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kapı
önüne çıktık daracık bir sokak; ikimiz el ele tutuşsak kollarımızı açsak, karşı
duvara değer. Arada sırada yorgun eşekleriyle hamallar geçiyor kapımızın
önünden, tek tük de siyah çarşaflı kadınlar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Mahallemizin
en güzel yapısı evimizin bitişiğindeki minyatür cami! O kadar küçük ki sanki
çocuklar için yapılmış. Urfalılar adına, “Kıttik camı” diyor. Arada bir
kapısına gidip, ağır yeşil perdeyi aralayıp içeriye gizlice bakıyoruz. “Kocaman
büyük adamlar!” ya namaz kılıyor camide ya da boş cami, sanki sahipsiz!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Mahallede
in cin top oynuyor ama bizimle kimse oynamıyor! Nizip gibi değil burası, herkes
evinde. Hiç arkadaşımız yok. Sonunda annem bize bir eğlence buldu kapı
aralığında. Artık bütün gün, içi su dolu büyük benzin varilinin içinden
çıkmıyoruz. Keyfimiz yerinde. Bir de radyomuz artık gündüzleri de açık. Hem
radyo 66 Dünya Kupası futbol maçlarını da veriyor. Öyle bir İngiltere-Almanya
finali dinliyoruz ki canlı canlı kendimizden geçiyoruz.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Urfa’nın
kavurucu yaz güneşi, canlıyı cansızdan ayırt etmeden bütün gün evleri,
insanları, hayvanları yakar durur. Yazın kimsenin yerinden kıpırdayacak hali
kalmaz. Herkes sabah erkenden bir işi varsa halleder, öğlen de yemeği yedi mi
bir köşede kıvrılıp kalır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
tek karasineklere karışmaz güneş! Ondandır herhal, sinekler vızır vızırdır
ortalıkta. Her şeyin üstüne konup kalkar, tadına bakar, aylak aylak gezinirler.
Çocukların yazın görevi uyuyanların yüzlerine, ayaklarına sinek konmasın diye
gözcülük yapmaktır ya da ince bir örtüyü havada açarak katlayarak uyuyana
serinlik yaratmaktır. Zor bir iştir birini ha bire yellemek! Yellersin
yellersin sonunda kolun kopar; arada uyuyanı kollarsın ki biraz nefes alasın.
Baktın sıcaktan homurdanmaya başladı, yeniden başlarsın yellemeye! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
gün can sıkıntısından, kardeşimle derin düşüncelere dalmışken, sineklerin
pervasızlığını görüp, uyuyanların rahatını düşünerek müthiş bir fikir
geliştirdik. Annemden sinek sopasını istedik, o da en büyük olarak sopayı bana
verdi; benim ufaklık da ellerini kullandı ve sonunda evin içinde acımasız bir
sürek avı başladı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ben
sinek sopasını şöyle bir indiriveriyorum sineklerin beline, öldürmeden
sersemletip yere düşürüyorum; kardeşim zaten bu konuda maharetli, onları daha
havadayken yakalıyor. Biraz sonra ikimizin de elinde iki kavanoz, içleri dolu
karasinek. Müthiş eğleniyoruz.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kapı
çaldı, gelen amcaoğlu. Bizi böyle sinek avında görünce pek meraklanmış da
mutfakta yakaladığı anneme, “Niye sinekleri avlıyorlar da kavanoza dolduruyorlar
yenge?” demiş; annem de ne desin bu kudurganlığımıza, işi dalgaya vurup soruyu,
“Oğlum akşama pirinç pilavı yapacağım, sinekleri de kavurup üstüne dökeceğim
yemek için bana avlıyorlar” diye geçiştirmiş. Çocukcağız doğruca eve gidip,
gördüklerini duyduklarını şaşkınlıkla anlatmış amcamgillere!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yaz
aylarında güneş ikindiden sonra artık avlumuzda görünmez olurdu. Annem hem
avlunun nahit taşları serinlesin hem de bize oyun çıksın diye elimize
süpürgeyle kovaları verip, “Hadi avluyu yıkayın da kilimleri sereyim, akşam
avluda yemek yeriz” derdi çoğu zaman...</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Allaahhh!
Her yan su içinde ve biz tadını çıkararak avluyu yıkıyoruz. Aslında “Yıkıyoruz”
ne demek suyu döküyoruz taşlara daha süpürgeyi çalmamıza vakit kalmadan, su
buharlaşıp uçuyor! Sonunda yerlerin yıkandığına, taşların serinlediğine kanaat
getiren annem kilimleri serer, yastıkları üzerine atardı. Bu kez de bize
boğuşmak için yeni bir “arena” çıkardı ortaya.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Akşam
“evin reisi” geldiğinde gürültümüz kesilirdi. Babam elini yüzünü yıkar beyaz
zıbınını giyer, gelip kilimlere uzanırdı, yemeğe kadar biraz kestirir, yer
sofrası kurulunca da hafiften uyandırılırdı. Eğer sevdiği bir yemek varsa
mesela ölü balcan (közlenmiş patlıcan ), ki yemek midir tartışılır ama babamla
ölü balcan sevgisi tartışılmazdı. Yazın sofrada ölü balcanı “yemek” diye buldu
mu keyfine diyecek olmaz o zaman da bizi zoraki “isot eğitimi”nden geçirirdi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalılar,
biberin yeşiline kırmızısına, tazesine kurutulmuşuna, küçüğüne büyüğüne “isot”
der. Çikiftenin, aya kiftesinin, yağlı kiftenin yani bilumum kiftelerin
dışındaki yemeklerin çok azının içine kuru isot katar daha çok tazesini
özellikle de yeşilini sofrada, yemeklerin yanında meyve gibi ısırarak büyük bir
iştahla yer.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bizimkiler
de her Urfalı gibi yemeğin yanında isot yerdi doğallıkla ama babam yemeğin bir
yerinde, bizler tam dalmışken sofranın büyüsüne; önce yediği isodu
ballandırarak anlatır, “Amma acı yav, insanın kulaklarından ateş çıkarıyor, ter
bastı vayvay vayy” derken ya kardeşimin ya da benim ağzıma isotun damarlı
yerinden aniden sürerdi! Ağlamadan “isot eğitimi”ni atlattığımızı hiç
hatırlamam ama şimdi acı isot arıyorum yemeklerin yanında; demek ki neymiş?
Eğitim her zaman her konuda eğitim gerekmiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Memurlar
mı sık ev değiştirir yoksa tebdili mekanda ferahlığı babam mı severdi,
bilmiyorum! Bildiğim, biz çok ev değiştiriyorduk. Babam bu konuda bir alemdi
zaten. Çoğunlukla durduk yerde evin altını üstüne getirir, oturma odasındaki
divanın, halının ya da duvarda asılı olan hat resminin yerinde “değişiklikler”
yapardı. Sanki çok eşyamız vardı da bir türlü birini diğerine uyduramıyor,
renkleri desenleri tutturamıyor sanırdınız.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Eli
sıkıştığında” da gitmek için fırsat kollayan tek halımız genellikle sonbaharın
son günlerinde mezadın yolunu tutardı. Çünkü “Zahre zamanı (Kışa hazılık) (eve
pendir (peynir) almak lazım!” Kalırdık “çul üstünde!” Artık yeni bir halının
gelmesi için ya babamızın elinin genişlemesini beklerdik ya da bir ikramiyenin
denk gelmesini. “Önümüzdeki ay ikramiye alacağız” derdi, alırsa yeni bir
halımız olurdu, almazsa da canı sağ olsun! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Toprak
damlı o eski Urfa evinden niye taşındığımızı hatırlamıyorum. Belki anneme büyük
geliyordu, yoruluyordu; çekip çevirmesi zordu, belki de ısınmıyordu. Kim bilir?</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Taşındık
o evimizden de. Bu seferki beton ve “modern!” bir ev. Avlu yok, toprak dam yok
ama terası var öyle de geniş ki! Etrafı da briketle örülmüş adam boyu. Al sana
betondan bir top sahası. Bir de çıktın mı terasa, Urfa’nın dört bir yanı
görünüyor; Harran Ovası, Tektek Dağları, Kale, Hasan Padişah Camii, Yusuf Paşa
Camii ve hemen karşımızda elini uzattın, neredeyse tutacaksın uzaklığında Ulu
Cami’nin minaresi. Caminin minaresi öylesine güzeldi ki komik şapkasını bile
severdik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bu
sekizgen yapının üstünde bir zamanlar ateş yakılır, dört bir yana dumanla
haberler gönderilirmiş. Sonraları Hıristiyanlar’ın Kızıl Kilisesi’nin çan
kulesi olmuş; kilise camiye çevrilince de Ulu Camii’nin minaresi! Minarenin
tepesinde, Urfa’nın dört bir yanından görünen bir saat vardı ki o zamanlar için
lükstü doğrusu. Kim akıl etmişse yıllar önce konulmuş minarenin tepesine o
komik ve sevimli şapkayla birlikte.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kardeşimle
ilk bu evde oruç tutmaya başladık. Zar zor sahura kalkar, annemin bizler için
hazırladığı çay, peynir ve “somun” ekmekten (ramazan için yapılan özel ekmek))
oluşan sahur sofrasına otururduk. Sofrada büyükler için akşamdan kalma bir
yemek ya da babam için her biri küçük bir ceviz iriliğinde olan ve bulgurdan
kapılan yuvalaklar bulunurdu; kifte yani!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Midemi
ancak bulgur tutuyor” derdi babam. Bazen de canı çeker yuvalakları önce
kızarttırır üstüne de yumurta kırdırırdı. Biz kardeşimle uykulu gözlerle
çabucak yiyecekleri tüketir, çayımızı bitirir, “Ağzınızı çalkalamayı niyet
etmeyi unutmayın ha!” uyarılarıyla, kendimizi yataklarımıza atardık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Oruç
tutmak çoğu zaman zor gelirdi, biz de günün ortasında kırıverirdik! Annem de o
zamanlar yeni çıkmış bir yağı ekmeğe sürer, üstüne de toz şeker ekip elimize
tutuştururdu “açlığımızı bastırsın” diye ya da bir ekmeğe alelacele sürülmüş
frenksuyu, üstünde de birkaç dal maydanoz! Bazen de günün sonunu zorlukla
getirip, kendimizi terasa atardık ki bütün çocuklar damlarda.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İftara
daha çok vakit olmasına rağmen çocuklar gibi biz de gözümüzü Ulu Cami’nin
saatli minaresine dikerdik. Ne zaman ki bir adam silueti belirir minarede, bir
uğultu kopardı bütün Urfa damlarında. Çocuklar top atacak adamın her hareketini
pür dikkat izlerken, bir yandan da aşağıya avlulara, pencerelere, “Aney, kız
aney! Herif minaraya çıktı haa!” diye seslenirdi. Yani bir çeşit uyarma, ki
yemekler ona göre ayarlansın. Artık pilavın yağı mı dökülecek yoksa çikiftenin
soğan maydanozu mu katılacak ya da mercimek çorbasının altı mı söndürülecek
bilinmez; o gün Allah ne verdiyse, iftar sofrasına dikkat çekilirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yalnız
minarenin tepesindeki adam çocuklar gibi çabuk hareket etmez sanki onları daha
çok heyecanlandırmak ister gibi ağırdan alırdı top atma işini. Elindeki “top”u
minarenin korkuluklarına yaslar, beklerdi ki vakit dolsun. Biz de beklerdik
adamla birlikte; damlarda çıt çıkmaz bütün dikkatler top atan adamın
hareketlerine yönelirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ramazan
boyunca her iftar vaktinde, hiç kimse başka minarelerle ilgilenmezdi. Sanki Ulu
Cami’den atılacak topun sesi duyulmazsa oruç açılamazdı. Oysa Urfa’da o kadar
çok cami vardı ki ve o kadar da güzel minare. Nihayet Ulu Cami’nin
minaresindeki adam topu ateşlerdi gökyüzüne. Fırlattığı fişek yükselir yükselir
artık “tahammül gücü” kalmayınca da patlardı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ardından
da Hasan Padişah, Yusuf Paşa, Karameydan ya da başka camilerin minarelerinin
şerefelerindeki ışıklar yanmaya başlardı birer birer.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Top
atıldı, top atıldı” diye bas bas bağıran çocuklar damlardan, pencerelerden,
teraslardan; oturma odalarındaki, avlulardaki iftar sofralarına koşardı. Biz de
koşardık sofranın başına ama içimizden biri o gün oruç tutmamışsa eğer, hele ki
orucu gün ortasında bozmuşsa, “Oğlum şu çikifteyi Azmiler’e ver gel!” mutlak
cezasına çarptırılırdı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Azmi
ile Ömer bizim Urfa’daki ilk çocukluk arkadaşlarımızdan oldu; anne babaları da
bizimkilerin komşusu. Kardeşimle keyfimiz yerine gelmiş, Urfa’yı sevmiştik
artık!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Terasa
çıksak arkadaşlarımızın evlerinin içindeydik sanki. Bir ıslık hadi sokağa.
Eğlenme önceliğimiz her zaman çift kale futbol maçlarından yanaydı. Urfa’nın
bildik sokaklarında, arada sırada gelen geçene yol vermek dışında sürekli
ölesiye maçlar yapardık. Maça son vermemiz için ya topumuzun bir eve kaçması ya
mahalleli tarafından bıçakla delik deşik edilmesi ya da içimizden birinin
babasının uzaktan görünmesi yeterdi. Dağılırdık evlerimize.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Büyük
maçları, iddialı olanları ise Ulu Cami avlusunda, antik sütun ve sütun
başlıkları arasında yapardık. Seyircimiz bile olurdu. Yalnız bazen fazla
gürültüden ya da namaza yakın bir vakitte oynadığımızdan, azgınlığımız cami
cemaatini rahatsız eder, kovalanır hatta dayak yerdik. O zaman da takımlar
hemen dağılır, bize uçsuz bucaksız gelen cami avlusunda bir deliğe saklanırdık.
Kimimiz güneş saatinin başında günü hesaplamaya çalışır gibi yapar kimimiz
abdest almaya durmuş gibi elini yüzünü yıkar, çok göze batmış olanlarsa caminin
mezarlığına gizlenirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Oyundan,
azmaktan yana bir derdimiz yoktu. Okulumuz evimize iki adımdı ve dersler de iyi
gidiyordu. Yalnız iyi gitmeyen annemin sağlığıydı ve Urfa’da da onun derdinden
anlayan doktor yoktu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
bir kez daha bu sefer kardeşimi de yanına alarak babamla Ankara’nın yolunu
tuttu. Birkaç hafta kaldı hastanede, ameliyat oldu. Öteki göğsünü de almışlar.
Koltukaltına da sıçramış kanser, orayı da temizlemişler. Hasta yatağında
fotoğraf çektirmiş kardeşimi yanına alarak radyoda, “Gitti Canımın Cananı”
türküsü çalıyormuş, çok ağlamış!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Biraz
iyileştiğinde dönmeye vakit babam onlara Ankara’yı gezdirmiş. Kızılay’da yeni
yapılan Türkiye’nin ilk gökdelenine çıkmışlar; Giması’nda alışveriş yapmışlar
ve sonunda “Cumhuriyet’in çocuklarıyız!” deyip, Anıtkabir’e gitmişler “vefa”
duygusuyla. Fotoğrafları var o günden kalma, mozoleye çıkan merdivenlerin
üstünde…</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yıllar
yıllar sonra kardeşim Anıtkabir’de, ‘’Sarı zeybek Atatürk’’ defilesi yaptı aynı
yerde; elinde ödülüyle, binlerce kişinin karşısında bir başka fotoğraf çektirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yine
sonbahar yine okulların açılma vakti geldi ama annemin sağlığı her zamankinden
daha da kötüledi. Kıpırdayacak hali yok, çok fazla ağrıları var. Tek kolunu
kaldırabiliyor ancak onunla bütün ev işlerini yapmaya çalışıyor. Yardım edecek
kimsesi yok bir tek gazocağı var!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gazocağına
önce gaz bidonundan gazyağı dolduruyor sonra iki ayağının arasına alıp tek kolu
ile pompalıyor, iğnesi ile pisliğini temizliyor, gaz çıkmaya başlayınca da
kibriti çakıyor, yanınca da tablasını oturtuyor üstüne. Sırayla başlıyor. Önce
çamaşır için su ısıtılacak, ısıtıyor. Çamaşırları yıkıyor tek koluyla,
renkliler ayrı beyazlar ayrı sonra da götürüp terasa asıyor. İniyor aşağıya bu
kez de yemek yapılacak. Kocasının ve oğullarının seveceği bir yemek
karıştırıyor, bu kez onu koyuyor gazocağının ateşine. Çay demlenecek gazocağı,
bulaşık yıkanacak gazocağı, banyo için su ısıtılacak gazocağı; varsa yoksa eli
ayağı gazocağı!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Annemin
yaşamı boyunca hiç fırını, buzdolabı, bulaşık ya da çamaşır makinesi, şofbeni,
ısıtıcısı olmadı. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annemin
ailesinde çoğunlukla herkes yeşil ya da mavi gözlü olduğundan, en büyük “Maviş”
de Nenem olduğundan ondan söz edilecekse “Maviş!” der seslenirdik. Bir gün o
seslendi ama öylesine ortaya, “Bu oğlanı artık evlendirmek lazım!” dedi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Terzi
olan küçük dayıma bir kız bulundu. Gelin adayı siyah saçlı, beyaz tenli, kara
büyük gözleri var. Küçük dayım kızı gördü beğendi, kız da onu görmüş, o da
beğendi! Bu arada dayım o günlerin filmlerinden fırlamış gibi, sarı saçlı yeşil
gözlü.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Söz
kesildi nişan oldu, ardından da fazla beklemeden akrabalar arasında yapılan
küçük bir düğünle, nenemin evinde evlendiler. düğünde doğrama ve pilavdan
oluşan bir yemek yenildi, tatlı çarşıdan ısmarlandı hem kırma hem tel kadayıf,
iki tepsi!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yemekten
sonra sıra fotoğraf çektirmeye geldi; nenem büyük gelinini sağına, yeni
gelinini de soluna alıp ortaya oturdu. Dayılarım da küçük teyzemi ve annemi
aralarına alıp, analarının başında dikilip poz verdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Büyük
dayım evlenip gideli yıllar olmuştu. Annemin yanında yalnız küçük dayım
kalmıştı. O da bir gün geldi, Almanya sevdalarına kapıldı. “İş yok buralarda,
gelecek de terzilik de” dedi, önce İstanbul’a sonra da gurbet ellere gitti!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gitmeden
ablasına vedaya geldi. Annem başına puantiyeli ince bir eşarp örttü, sırtına
hırkasını verdim, bir tabureye oturdu; dayım dizinin dibine çöktü, annem
kalkmayan sol kolunu kardeşinin boynuna doladı, dayım da sağ kolunu ablasının
beline sardı, sol eliyle de dizini tuttu. Siyah beyaz bir fotoğraf çektim,
birlikte son fotoğraflarıydı! </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dayım
gittikten birkaç ay sonra Maviş Nenem’e “inme indi”, bir ay sonra öldü. Küçük
Teyzem İstanbul’a Bakırköy’e gönderildi, bir daha haber alınamadı. Büyük dayım,
yıllar sonra bir sahil kentinde acılar içinde, küçük dayım ise karanlık bir
Alman kasabasında yaşamını yitirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">/
Doğrama zahmetsizdir, yormaz adamı!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalılar
patlıcana “balcan” der pek de sever, hatta bayılır. Yaz geldi mi bayram ederler
çünkü balcan çıkmıştır!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ellerinden
gelse bütün yemeklerini patlıcanla yapar, bazen bir patlıcan yemeğini,
neredeyse öbürünün aynısını, evde tencerede; bir bakmışsınız bir başka kez
fırında pişirtiyor yani evde adı doğrama, fırında çömlek!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Urfalı
patlıcanı ilk kez turfanda buldu pek küçük, bütün balcan yapar sonra büyüyünce
tepsi kebabı, çömlek; bol bulduysa sögürme; patlıcan iyice güzelleştiğinde
malzemesini kendisi alıp çarşıda balcanlı kebap pişirtir; baktı canı hemen
çekti birkaç tanesini çarşı fırınında közlettirir, oldu mu sana ölü balcan; eve
gelir bakar ki ya karnıyarık var ya da bir bakmış ki kazan kebabı! İşte o zaman
mutlu mesut olur. Artık değmeyin keyfine!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Doğrama
da bu patlıcan yemeklerinden biri. Kuzu etini önce suyunu çektirerek
kavuracaksın üstüne de bol domates sulu olacak, sonra birkaç tane acı yeşil
isot, bir baş sarımsak ve iki üç tane de patlıcan doğrayıp ilave edeceksin
tuzla. Bu kadar! Yanında sade pilav, acı yeşil isot bir de ayran bulunursa
başkasına ne gerek var.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dayımın
düğün yemeğinde doğrama vardı. Çabuk pişen, fazla zahmetli olmayan bir yaz
yemeği ancak fazla göz doldurmayan. Olsun, şimdi hiçbiri hayatta olmayan
Kasolar yemekteydi ya!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sonunda
ilkokul bitti, ortaokul başladı. Babam bana bir ceket, pantolon, gömlek, kravat
bir de okul şapkası aldı, etrafı sarı şeritli!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annem
okulun ilk günü ceket giymeme, ilk kez kravat takmama yardımcı oldu uzun uzun
baktı, “Bugünleri de gördüm ya!” dedi, ağladı. Son günlerde sık sık ağlıyordu
annem!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kardeşim
ilkokul beşe geçti; benden bir sınıf gerideydi. Evdeki bütün ilgi ise kız
kardeşimde. O yıl ilkokula başladı. Annem onu öyle güzel hazırlamıştı ki okulun
ilk gününe. Siyah önlük, dantelli beyaz yaka, saçlarını toplamış iki örgü
yapmış, uçlarına birer kırmızı kurdele bağlamış, siyah rugan pabuç almış,
içlerine beyaz kısa çoraplar; naylon okul çantası da ağzına kadar defter,
kalem, silgi dolu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Annemin
kızını ne kadar sevdiği; ona olan düşkünlüğü de dillere destan olduğundan ve bu
“bilgi notu” okula kadar gittiğinden, kız kardeşimi sınıf öğretmeni sabahları
evden alır, öğlenden sonra da eve bırakırdı. Annem her seferinde kapılarda
beklerdi onları. Kızı gelince de pek sevinirdi.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bizim
okul da kız kardeşiminki gibi evimize yakındı. Yepyeni bir bina, sınıflar,
tuvaletler temiz. Kantin de var ama okulun önüne teneffüslerde lolaz (börülce)
dürümü, kıymalı (lahmacun) geliyor. Karnımız acıktığında ya da çok canımız
çektiğinde, praamız fazla olmadığından kıymalıyı yarım açık ekmeğe sardırıp
öyle yerdik ki midemizi tutsun.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Okulda
herkes ceketli kravatlı ama tek tip değil. Tek tip olan herkesin ayağındaki
ipli botlar! O yıl “moda”ydı herhal. Sınıfımızda hiç kız öğrenci yok! Allah’tan
yoktu çünkü tahtada yazılanları göremiyordum göz doktoru numaralı gözlük verdi,
“Dört Göz” oldum. Okulda bir süre herkes böyle çağırdı sonra kanıksandı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Birkaç
haftadan sonra okula ısındım. Her derse gelen öğretmen ayrı ve hepsi ilk
derslerinde uzunca konuşuyor, “Artık büyüdünüz” diyor, teneffüslerdeki
şamatamıza da kızıyorlar. Arkadaşlarımın her biri ayrı okullardan gelmiş
sarışın, kumral, esmer; yeşil gözlü ela gözlü kara gözlü çocuklar.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Okulda
en çok tarih dersini severdim. Hocası ufak tefek bir adam elinde de sürekli bir
cetvel vardı. Kızdığı zaman bütün sınıfı sıra dayağından geçirirdi. Bazen de
tek tek cezalandırıp, cezalıya parmak uçlarını bir araya toplamasını söylerdi.
Cetveli indiğinde, parmaklardan kan fışkırırdı sınıfa.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Evimize
yakın oturan Antepli bir çocukla dost oldum. Benim gibi o da okumayı seviyormuş
ve deneylere meraklıymış. En kısa zamanda bir güvercin üzerinde tıp deneyi
yapmak için sözleştik! Ayrıca kitap alışverişi yapıyoruz. Ben ona Jul
Verne’nin, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ını veriyorum o da bana Ay’a
Yolculuk’u.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Antepli
arkadaşım bir gün Urfa’nın o daracık ve tenha sokaklarından koşarak evimize
geldi. “Birkaç gündür bir amca önümü kesiyor sokak arasında; bana, ‘Gel bak
seni minareye çıkarayım. Urfa’nın manzarasını göstereyim’ diyor” dedi, nefes
nefese. “Aman oğlum!” dedim daha önceki babamın tembihleri hatırlayıp, “O adamı
görür görmez kaybol!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">67
yılında ortaokulun birinci sınıfı ikmalsiz, kazasız belasız bitti. Sınıfı
geçtim. “Artık azma zamanıdır” deyip, yine Ulu Cami’de maçlara başladık.
Kovalanınca camiden, utana sıkıla mahalle aralarında antrenman yaptık. Büyük
maçlar aldık, babamdan gizli Bamyasuyu’na top oynamaya gittik!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sadece
oraya mı? Büyümüştük artık! Yazdı mevsimlerden ve hava her zamanki gibi sıcaktı
çok sıcak. “Abe” dedi kardeşim, “Anzılha Gölü’ne gidelim, içinde küçük bir
yüzme havuzu var, çimeriz!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Gittik
bir öğlen vakti. Anzılha’ya ilk kez yalnız başımıza ayak basacaktık.
Harrahman’a yakın kapısından girdik, köprüyü geçip adaya ayak bastık sonra da
“aile” kısmından, ‘’Tanıdık kimse var mı’?’’ diye etrafı kolaçan ettik.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Karşı
kıyıda tanıdık görünmüyordu Gölün kenarına dizilmiş masaların sağında solunda
bir sürü erkek, koca koca çınar ağaçlarının gölgelerine oturmuş ya nargile
fokurdatıp çay içiyor ya da tavla oynuyor. Gölün içinde iki kayık var ikisi de
çocuk dolu; kayıkçı, Anzılha’nın yeşil sularında onları seyre çıkarmış. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Gölün
kuytusunda bir yere yöneldik. Kapısından korkarak içeriye baktık. Havuzun dört
bir yanı soyunma odası ve içi biz yaşta çocuklarla kaynıyor.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bütün
cesaretimizi topladık girdik, bir de mayo kiraladık. İyi de yüzme bilmiyoruz
ki! Aman adam sende, sanki kimin umurunda! Havuzun kenarına tutuna tutuna, bata
çıka, ayaklarımızın yere değdiği yerde tek ayak tek ayak kurbağalama yüzdük,
akşamı ettik ama yüzmeyi de öğrendik. Giyindik; çıkışta aynanın karşısına
geçtik ki ne görelim? Kıpkırmızı, güneşten yanmış suratlar, suda kalmaktan
eprimiş eller! Bir korku aldı ikimizi ki, “Eve nasıl gidilecek, babama
çaktırmadan yatağa nasıl girilecek?”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
‘’suç’’ işlemişsek Babam yakalardı her seferinde ‘’temiz’’ dayak yerdik. Tamam
yerdik yemesine ama en çok zorumuza giden kulaklarımızda çınlayan sık sık
tekrarladığı, “Gizli s.....nin eşkere (açıkta) çocuğu olur!” özdeyişi olurdu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yine
yakaladı, görür görmez durumu anladı. Annem de anladı ama karışmaya korktu.
Zaten hangi sağlam vücutla araya girecekti ki?</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
önce nereye gittiğimizi sakin sakin, güneşte ne işimiz olduğuna kızarak, en
sonunda da yüzümüzün niye bu kadar kızardığını köpürerek sordu.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
sürü şey uydurduk, “Valla baba kardeşimle caddede çok gezdik ondandır; bi de
çok top oynadık sonradan…” dedik, başka şeyler de uydurduk. Yutmadı!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yakaladı
birimizin kolundan, tırnağıyla bir çizik attı boydan boya. Beyaz bir şerit
çıktı ortaya! Yine özdeyişini tekrarladı, “Demek Anzılha’ya gittiyiz ha!” diye
bir yandan dövdü bir yandan özdeyişini hatırlattı, doğruluğunu onaylattı;
ikimize de öyle bir dayak attı ki suratlarımız davula döndü.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Yaz
biter sonbahar gelir ya sonra da kış; yine öyle olmuş bir fotoğraf çektirmişiz
2 şubat 68 günü kar altında. Üç kişi var fotoğrafta, kardeşim, Antepli ve ben.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Antepli
aramıza girmiş, kollarını omuzlarımıza atmış. Üstümüzde birer ince ceket var
ama ayaklarımız sağlam görünüyor; üçümüzde de aynı ipli botlar! Gülümsüyoruz
objektife. Pek keyifliyiz!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Ancak
Urfa’da şubat bitip, bahar gelip de yüzünü gösterdi mi biraz sonra da kalkıp
gitmeye niyetlenir. Urfa’nın baharı ne ki, gözünü açtın kapıda, kapadın gitmiş!
Nisan geldi mi al sana yaz!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Artık
bahardan mıdır nedir, 68’in baharında kardeşimle ayrı dünyalardaydık. “Ayrı
gayrı” gezinip durduk. Ben biraz içime kapandım etrafta boş battal dolaşıyorum,
ders çalıştığım da yok, o ise kendini dışarılara vurdu, ne yapıp ettiğini
bilmiyorum?</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Kız
kardeşimi hafızam silmiş! Annem desen bir “canlı cenaze!” Yalvarıyor, “Bir
umuttur belki, beni Ankara’ya götürün son kez!” Götürdüler sonra da gerisin
geriye getirdiler salonda yer yatağı yaptılar sürekli yatıyor.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kımıldayacak
hali yok çok acı çekiyor. Ağrıları çok annemin. Birileri gidip geliyor eve.
Yemek yapıyorlar ya da yapıp getiriyorlar. Biraz annemizin yanına uğruyoruz
sabahları sonra dışarı. Kim bilir nelerle vakit geçiriyoruz? Oraları da hafızam
silmiş. Yalnız bir 11 nisan günü okulla Urfa’nın kurtuluş törenlerine
gittiğimizi hatırlıyorum. Yine bandoda yer almadık, bayrak da taşımadık.
Allah’tan siyah önlükler yok bu kez üstümüzde, ceket ve kravat var.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Törenlerde
yine her yıl olduğu gibi Fransızlar’ın Saco isimli komutanı belediye askerleriyle
esir alındı, her taraf toz duman içinde kaldı ve Koşuyolu’ndaki tören bitti;
okula gelip dağıldık. Hava iyice sıcak. Dondurma da çıkmış artık. Urfa’ya yaz
gelmiş!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Eve
gitmeyi pek canımız istemiyor. Ev kalabalık herkes annemin başında. Kuran
okuyorlar, dua ediyorlar. Bir deri bir kemik kaldı annem, acı içinde.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
on gün daha geçti böyle. Bizleri istiyor, yanına gidiyoruz, ellerini öpüyoruz,
zorlukla yüzümüzü okşuyor. Annem gittikçe küçülüyor yattığı yerde.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bayramları
sevmiyoruz ama yine bir bayram geldi, gitmek zorunlu! Bu seferki Çocuk Bayramı
23 Nisan, bizler içinmiş, “23 Nisan neşe doluyor insan!”</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sabah
erkenden bayrama gidiyoruz kardeşimle. Annem yatağında, kimseler yok yanında.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bayram
yeri Koşuyolu denilen hipodromda. Bütün okullar orada; şiirler okunuyor,
konuşmalar yapılıyor, ardından da protokolün önünden sıra sıra ilkokul,
ortaokul ve lise öğrencileri geçiyor. Sıra bizim okula da geliyor, ayaklarımızı
sürüyerek tozu toprağa katarak tören alanından çıkıyoruz.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Okuldan
eve döndük, öğlen olmuştu; sokak kapısının solundaki duvara bir tabut
dayamışlar! Yukarıya çıktık, “Anneniz öldü!” dedi birileri, yüzünü
göstermediler, “İkindiye yetiştirmek lazım” deyip, alıp götürdüler. </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Cenaze
Ulu Cami’den kalkacak!” dediler. Gittik top koşturduğumuz camiye. Hava sıcak,
güneşte durulmuyor her taraf yanıyor! Annemi musalla taşına koymuşlar. Musalla
taşı gölgelik!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İkindi
okundu, caminin avlusu namaz için boşaldı. Bir tek biz kaldık annemin yanı
başında ama başlarımız eğik. Arada bir kaldırıyoruz yerden yeşil gözlerimizi tabutuna
bakıyoruz sonra tekrar yere indiriyoruz.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">İkindi
namazı bitti cemaat çıktı camiden, gelip saf tuttular annemin cenaze namazı
için.. Bir kenarda bekledik. Namaz bitince, hoca cemaatle helalleştirdi
annemizi sonra tabutu omuzlara alındı, Ulu Camii’nin o ulu kapısından çıkarılıp
bir zamanlar salına salına gelip geçtiği caddelerden geçirildi hızlı hızlı ve
mezarlığa taşındı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Uzaktan
yeni kazılmış bir mezar yeri gördük; etrafına içinden çıkan taze toprağı
yığmışlar. Cemaat gelip mezarın başında durdu, tabutu yere bıraktılar. Hoca
ezberinden dualar okudu, birileri mezara indi sonra tabut açıldı, beyazlar
içindeydi Cemile!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">İKİNCİ
BÖLÜM </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yıllardır duymazdan, görmezden geldiğimiz “ölüm”, kapımıza kadar gelmiş,
gözlerimizin içine baka baka “annemizi alıp götürmüştü!” Ne yapabilirdik ki?
Peşinden koşsan yetişemezsin, bağırsan sesini duymaz, ağlasan kimin umurunda?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Ölü”ye
dair bizden başka herkes bir şeyler söylüyordu. “Vışş anam kurtuldu zavallı”
deyip birbirlerine “kurtuluş”un nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı
ya da hiçbir şey demeyip başka şeylerden söz ediyorlardı sanki ortada hiç
“ölen” yokmuş gibi!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sonunda
biz de öyle yaptık. Herkes kendi yüreğine gömdü anneşini “yaşamak”a başladık.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Urfa’da
taziyeler ayrı ayrı evlerde erkekler için üç gün, kadınlar için kırkına kadar
sürer. Annemin taziyesinde babam, ben, kardeşim, akrabalar üç gün bir evde
oturduk; tanıdıklar, eş dost geldi. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Gelenlere
“Merhaba” denildi, sigara, acı kahve ikram edildi. Gelenler taziyeyi fazla
uzatmadan, “Kalanların selameti, ölmüşlerin ruhu için el Fatiha!” dedi,
başsağlığı diledi, kalkıp gitti.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Taziye
evlerine, “Bir de yemek işi çıkmasın” diye, çarşıda yaptırılmış kolay
yenebilecek yemekler gönderilir. Öğlen balcanlı kebapsa, akşama kıymalı; ya da
öğlen frenkli ise akşama haşhaş kebap; yanlarında da açık ekmek, turp, limon ve
ayran. Yani ya kebap ya da kıymalı! Bir tanıdık ilk yemeği akşam gönderdi: Kıymalı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Gelen
giden sona erince bir odaya sofra kuruldu. Beni de bir yere oturttular ve
anneminkine benzemeyen birkaç kıymalıyı bir bardak ayranla önüme koydular.
Kıymalılara baktım tanıdık gelmedi, yerim sandım!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Birinin
kenarlarını koparıp bir kenara koydum, ortasını küçük parçalara böldüm.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kıymalının
ortasını yedim; sıra kenarlara geldi, kenarlara baktım kenarlar bana baktı,
elimle iteliyordum ki kenarları, “Günahtır oğlum ye!” dedi bir ses.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">/
Kıymalının kenarları da yenir!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Annem
her Urfalı gibi “lahmacun”a, “kıymalı” derdi. Hazırlaması, yemesi kolay diye de
severdi. Dört kişilik ailemize yarım kilo kuzu kıyması yeterdi. Beni kasaba
gönderirken tembihlerdi, “Eti yağlı al ki kıymalı yumuşak olsun!” “Peki!”
derdim. Kıymalının diğer malzemeleri evde her zaman vardı: Kuru soğan, kuru
isot, frenksuyu ve tuz. Bu kadar basitti içine konulanlar, fırına göndermeden
hepsini biraz su ile birbirine karıştırmak yeterliydi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kimileri
kıymalısıyla öğünmek için içine ceviz katar kimileri yoğurt kimileri de acı
olsun diye basardı kuru isodu. Annemin böyle şeylerle uğraşacak ne hırsı vardı
ne hevesi. Onun kıymalısı basitti: Et iyi olacak isot iyi olacak bir de
frenksuyu. Gerisi kıymalıyı pişirecek olan fırıncının ustalığına kalmıştı. Usta
isterse kıymalıyı “koltuk altı”nda fırının sol yanında kendine yakın yerde gevrek
pişirirdi söylersen yumuşak da bırakırdı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Annem
kıymalıyı hazırlayınca tepsinin üstüne bir gazete kağıdı örter, kardeşimle ben
fırının yolunu tutardık. Fırıncıya kaç tane olacağını söyler, kıymalının
başında bekler, sıraya girerdik. Sıra sıra sıralanmış tepsilerden bizimkine
sıra gelince, kıymalıya şekil veren içi tek tek açtığı hamurlara yayar;
tamamladıklarını fırının önünde durana atar fırıncıya, ” dokuz oldu!” diye
seslenir, tepsiyi de önüne fırlatırdı ki pişenler içine dizilsin.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Fırının
önünde duran ve ‘’kürekçi’’ denilen adam; ‘’tırnakçı denilen arkadaşından
aldığı kıymalıları dörder beşer küreğine dizer sonra da doğru fırının içine
yollardı. Üç dört dakikada pişerdi kıymalı ve kürekçinin küreğinde görünür
görünmez de ağzımızın suyu akardı ama ne fayda ki korkumuzdan eve kadar bir
tanesine bile dokunamazdık. Oysa ne keyiftir fırında ya da yolda bir tanesini
yemek!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Eve
vardığımızda sofra kurulmuş olurdu, üstünde de ayran, limon ve turp. Annemle
sofraya birlikte otururduk ama onu kıymalıyı iştahla yerken hiç görmedim. Zaten
ağır yemek yerdi, bir de yeme sorununa dişleri eklenince, karınlarını doyuran
çocuklarını seyreder oyalanırdı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Dakikalarca
herkesin yemesini beklerdi, evin ahalisi sofradan kalkınca da kendisi için bir
kenara ayırdığı yumuşak kıymalıların kenarlarını yavaşça koparır, ortalarını
küçük parçalara böler, bir yudum ayranla çiğnemeye başlar, karnını doyurmaya
çalışırdı. Ben de onu beklerdim; kıymalının kenarlarını versin, yiyeyim de
“ziyan” olmasın!’’ diye…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yaz
gelince okullar kapanır ya, ben de okullar kapanınca “arada sırada” sınıfta
kalırım ya, yine aynısı oldu ama bu kez babam söylenmedi; İstanbul’a yolladı,
“kafan dağılsın!” diye. Gittim ama teyzemlere değil, “Karşı”ya! Teyzemin artık
bizimle ne ilgilenecek hali vardı ne de isteği.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Urfa
Cesur’da yerime oturduğumda sabahtı, öğlen oldu ikindi oldu, akşam, gece yarısı
sonra yine sabah, bir gözümü açtım ki Harem’deyim. Otobüs sıraya girdi, arabalı
vapura bindi, düdük çaldı, “Kalkıyoruz” dedi bir ses vapur kendini denize attı;
yüzdü yüzdü tam geçerken Kız Kulesi’nin yanından, yanağından bir makas aldı;
martılardan balık çaldı, minarelere<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">şaplak
atıp el şakası yaptı ve sonunda Sirkeci’ye vardı. Ağzım bir karış açık,
“Karşı”daydım!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Otobüs
indi vapurdan, burnunu Sarayburnu’na çevirip yeni bir yola koyuldu. Solumuz
deniz sağımız saray, ikisinin arasında sur var. Gittik gittik sur bitti, deniz
bitti, Topkapı diye bir yere geldik ki her yan insan kımıl kımıl… Taksilere dolmuşlara,
otobüslere binip her biri bir yana gidiyor; kimileri de sağa sola koşturup
çığırtkanların ellerinden kurtulmaya çabalıyor; kurtulamayan da kendini önce
bir firmanın bankosunun önünde, ardından da bir otobüsün koltuğunda buluyor!
Artık nereye gidersen Van, Diyarbakır, Erzurum, Edirne, “Haydin Keşan’a Keşan’a
hemen!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Misafirliğim
Harbiye’de bir akraba evinde başladı ve ev sahipleri beni eğlendirmek için her
yolu denedi. Peleli Santos İstanbul’a geldi, Dolmabahçe’de
gece maçına götürdüler kapılar açılınca girdik! Bir başka akşam
Açıkhava’da konsere gittik, Berkant en son şarkısı Samanyolu’nu söylüyor, herkes
ayakta, minderler havada, kızlarla oğlanlar el ele şarkıya eşlik ediyor: Bir
şarkısınnnn seeeen ömür boyu süreceeekkeeekk!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
gün, “Sadun Boro İstanbul’a geldi, Gazeteler ‘’Sadun Boro Dolmabahçe’den karaya
çıkacak” diye yazdı, sahile koştum. Sarayın yanındaki meydan, stadın sırtları,
park, her yan insan dolu, ağaçlara bile çıkmışlar! Uzunca bir süre bekledim
kalabalıkla sonunda uzaktan göründü Kısmet; yanaştı kıyıya yakın ki içinde
Sadun Boro, eşi Oda, kedileri Miço var!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Her
zaman böyle seyirlikler olmuyordu, ben de o zaman aylak aylak geziyordum
İstanbul’u! Harbiye’den Taksim uzak değildi, yürüyordum. Hilton’u uzaktan,
Radyoevi’ni yakından seyrediyor az biraz soluklanıyordum Taksim’deki parkta,
biraz sonra Beyoğlu’ndayım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Arabalar
geçiyor ardı ardına korna çalarak, kaldırımları insan almıyor, yola
dökülüyorlar ikide bir. Dükkanlar ağzına kadar ayakkabı, pantolon, ceket,
kravat, çanta, bavul, don gömlek dolu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Çiçek
Pasajı diye bir yer keşfettim. İçerisi tıklım tıklım kimi arkadaşıyla bir koyu
sohbette bir koyu sohbette ki sorma. Dayamışlar kollarını ayaktaki masalara
ellerinde sigaralar, önlerinde bardak bardak bira; yanlarında da çöpten şişlere
geçirilmiş bir yiyecek adı “midye tava!” <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Ulan
bu nasıl bir şey ki?” diye bir soru soruyorum kendime sonra da zevzekliğime
kızıp, “Nee bilim lo sanki çok yedim de?” diye söyleniyorum. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kendimle
barışmaya çalışırken bir taraftan öyle bir koku geliyor ki yok sayılamaz.
Gidiyorum kokunun peşi sıra ki tam karşıda kömürlerin yanında, amca adına
“kokoreç” diyor. Kokoreç bana bakıyor ama “tanış” çıkmıyoruz! Görmediğim çok
şey var bu sokakta. En çok da balık! Her yan balık dolu üstlerinde de etiketler:
Hamsi, levrek Kalkan uskumru daha neler neler! Hiçbirini görmemişim, yememişim
de. O güne kadar yediğim tek balık, Fırat’ın yayın balığı. “Zaten onu yedikten
sonra başka balık yenir mi ki?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bibimin
kocası Hacı Amca şofördü. Gün geldi kamyonculuktan bıktı bir otobüs aldı gıcır
gıcır! Başladı otobüs şoförlüğüne. İstanbullar’a kadar geldi gitti, son
geldiğinde beni de aldı Urfa’ya beraber döndük.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
Amcamız’ı herkes severdi ama en çok da biz çocuklar. Gönlü geniş adamdı; evi,
hele de sofrası her zaman, herkese açıktı. Yalnız bir büyük “zaaf”ı vardı Hacı
Amca’nın her zaman yemek konuşur, konuşmadığı zaman da yerdi! Annem anlatmıştı;
kendisi yeni gelin, kaynanasında kalıyor. Evin ahalisi çok, gelen gidenin
hesabı belli değil. Pişiriliyor yeniyor, yenilirken de bir öğün sonrası “Yav
çoktandır kaburga yapmadıyız! Eyice tembel oldıyız ha?” şeklinde
kararlaştırılıyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
gün; zerde yapmışlar ama ortalık yerde bırakmışlar! Hacı Amca da genç o
zamanlar, önüne ne konsa “karnım tok” deyip geri çevirmiyor. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Halasının
evinde bir gece yarısı uyanmış ki karnı aç! Mutfağa gitmiş bir şey bulamamış,
bir de kilere bakmak aklına gelmiş ki ne görsün? Oturmuş zerdenin yanı başlamış
kaşıklamayana, dibi görünene kadar! Hacı Amca’nın ünü o zamanlardan geliyormuş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
Amca Bibimle evlenince yemeği daha da sevmiş. ‘’Avrad’’ı yaprak sarıyor “bir
numara”, ağzı açık yapıyor ki ağzın açık kalır! Boranının hakkından geliyor,
ekmek de açıyor, şıllık da yapıyor; o yemek yemesin kim yesin?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
Amcayla birlikte bibimin yemeklerinden ben de çok yedim! Ancak bakardım ki
gözüm doymuyor, gönlüm “gezmeler” de istiyor, söylemem yeterliydi. “Bu sefer
ben de gelim mi Hacı Emmi?” dedim mi hiç kırmazdı. Bir bakmışsın seferde Ankara
var bir başka seferde Adana.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
Amca “Hadi bakalım gelecek salıya gidiyoruz” deyince yollara düşerdik. Aligör,
Birecik derken Fırat’ı aşar, Nizip’e gelince gözlerimi kapardım ne zeytin
ağaçlarını görmek isterdim ne de höyükleri! Antep’te heyecanlanır, Adana yolu
uzar da uzar; dağları, nehirleri seyreder, kamyonları sayar, bir otobüs geçti
mi nanik yapardım pencerelerine. Nihayet uzaktan Gavur Dağı görünür, görünür
görünmez de otobüsümüz toparlanır, ardından “Ha gayret!” der gibi başlardı döne
döne virajları tırmanmaya.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
Amca kan ter içinde kalırdı direksiyonu toparlamaktan. Bense sağdaki uçuruma
soldaki ağaçlara bakmaktan neredeyse camlara yapışık tamamlardım yolculuğu.
Pikaptan Şükran Ay’ın sesi yükselir, “Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak,
gözlerin kanlı kanlı ah delikanlı!” şarkısı otobüsün her yanında yankılanırdı.
Ne keyiflenirdim!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Hacı
Amca ve yolcular dönmekten bıkacak hale gelince Gavur Dağı’nın tepesindeki
Alman Pınarı görünür, otobüsümüz içindeki lokantaya yönelince de, Hoparlörden
bir ses “Sayın Urfa Cesssur yolcuları, otobüsünüz yarım saat yemek ve ihtiyaç
molası vermiştir” derdi. Yolcular otobüsten inince önce “ihtiyaçlar”ını giderir
sonra da garsonlarca lokantanın kışsa içine, yazsa bahçede kurulu masalarına
buyur edilirdi. Bize ise lokanta sahibi şoför, yardımcısı ve misafirlerine her
zaman yaptığını yapar, yol açar, onlar için hazırlanmış masanın yerini
gösterirdi. İşte o an benim için gezmelerin nedeni olan şölen başlardı: Yemek!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Alman
Pınarı’nda yemek demek kebap demekti; tike kebabı, balcanlı frenkli adana
kebaplar; çorbaların şahı mercimek çorbası ya da ezo gelin.yanlarında açık
ekmek dırnaklı ekmek, buz gibi su, ayran, şalgam; yeşillikse canının istediği
kadar maydanoz, yeşil soğan, acı yeşil isot, taze nane, kuzukulağı, turp;
yemeğin üzerine, canın meyve mi istedi “Olur ağamm başım üstüne, pınardan bir
karpuz kesek!” Yemekler şirketten!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Her
seferinde, Fırat Nehri kenarında çay içmenin, Gavur Dağı’nda, Pozantı’da yemek
yemenin, Seyhan Nehri kenarında uyumanın; Tekir Yaylası’nı, Toroslar’ı, Konya
Bozkırı’nı, Tuz Gölü’nü seyretmenin; radyoda türkü dinlemenin, Gençlik
Parkı’nda dolaşmanın tadına varamadan gezmelerim sona ererdi. Ancak bir gün
geldi ki hepten son buldu! Bir Ankara dönüşü gün doğumundan önce, Adana’ya gelmek
üzereyken iki koltuk üstünde uyuyordum; Hacı Amca da bakmış uykusu geliyor o da
otobüsün direksiyonunda uyumuş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Uyandığımda
asfaltın üzerindeydim! Otobüs yol kenarında, dört tekerleğini havaya dikmiş
boylu boyunca yatıyordu. Saçlarımın arasındaki cam kırıklarını temizledim, Hacı
Amca’ya bakındım, bulamadım! Bir süre sonra muavin alaca karanlığın içinde
belirdi; birlikte yolculara yardım için otobüse girdik. Bir ölü çıkardık birkaç
da yaralı! Kazanın ardından günler boyu ya uyudum ya da uyurgezer gibi dolaştım.
Kendime geldiğimde Hacı Amca şoförlüğü bırakmıştı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
Amca bir süre evde oturdu sonra sıkıldı müteahhitlik yaptı sonra ondan da
sıkıldı tası tarağı toplayıp Urfa’dan epey uzaktaki bir sahil kasabasına
yerleşti. Kasabada meyve sebze boldu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
Amca alışveriş yaptı bibim pişirdi o yedi bibim pişirdi o yedi; bir yandan da Urfalar’ya
laflar yetiştirdi, “Et ele tezze eleee tezze ki! Pendir, yoğurt lebalep, muzu
hevenkle alıyık. Kalhın gelin looo…“ Hacı Amca’nın haberleri, yanına çağırmaları
her yıl sürdü. Her yıl da giden oldu evine sofrasına. Yine yenildi içildi ama
gün geldi sesi soluğu kesildi, şekeri yemelere daha fazla dayanamadı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">/
Urfalıların tek salatası: Bostana</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Hacı
amcayı yemek yaparken görmedim. Zaten yapmasına da gerek yoktu. Nasıl olsa
bibim vardı. Ancak Hacı Amca her yemekle değil sadece yanlarına yakışacak
yemeklere bostan yapardı: Bostana Adı üstünde bostanda ne yetişiyorsa içine o
var.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Olgun
frenk, taze yeşil acı isot, taze soğan, maydanoz, nane, pirpirim (semizotu)
bulunabilirse ekşi nar, limon ya da koruk suyu… Yeşillikler ince ince
doğranacak yaz ise içine az biraz buz parçaları atılıp servis edilecek. Bu
arada Hacı Amca içine birkaç tane de Urfa’ya Antep’e özgü zeytin doğrardı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">/
Söğürme için Ağlanır!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Urfalılar
patlıcanı çok sever, ondan yapılan yemeklere pek düşkündür” demiştik ya, Kardeşim
bunların içinde söğürmeyi bir başka türlü severdi ve rast geldiğinde de
“bayram” ederdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
gün yine amcalar, yeğenler, yengeler, herkes Hacı Amcalar’da Yemekte de kardeşimin
“sevgilisi” söğürme var!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kilolarca
patlıcan önce çocuklarla fırına gönderilmiş; gelince de kadınlar kabuklarını
soyup tokmakla ezmiş; içine birkaç diş sarımsak ezip katmışlar birkaç
çimdik de tuz ekmişler. Söğürme tabaklara serilmiş, üstüne konacak kavrulmuş
kuzu kıymasını bekliyor ki kızdırılmış sadeyağ gezdirilecek.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">O
gün söğürme tabaklara konuldu sofraya dizildi. Ancak Bibi’min aklına yemeğe
gelemeyen bir kardeşi düştü! Hiç kardeşsiz yemek boğazından geçer mi? Döndü
kardeşime, “Hadi kurban, bir tabak da amcana götür gel” dedi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yer
sofrasına oturuldu; erkekler başköşede sonra kadınlar, çocuklar da araya
sıkışmış kimi analarının dizi dibinde kimi de ben gibi başının çaresine
bakıyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Söğürmeyi
büyük bakır sahanlara koymuşlar ki her biri üç dört kişinin hakkı! Bostanalar
da derin çukur kaplarda sahanların arasında. Sofraya belli aralıklarla yuha
ekmekler atılmış, bardak bardak ayran, su doldurulmuş; bir de yeşil acı isot
var istemediğin kadar! Oturuldu yemeğe ki söğürme kapanın elinde kalıyor!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Büyük
bir iştahla yemek yenildi, bitti. Sofra toparlandı. Erkekler şekerleme için bir
kenara çekilmeye hazırlanırken kardeşim göründü aşağı kapıda, belli ki soluk
soluğa gidip gelmiş. Merdivenleri tırmandı, odaya girdi ki söğürmenin, en
sevdiği yemeğin yerinde yeller esiyor; bir kenara çöktü ağladı, hayatı boyunca
da bunu unutmadı. Kardeşim bir de babamızın bizi cezalandırmak için evden
kovmalarını unutmadı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Her
kovulduğumuzda annemin mezarına gidip kendisini ‘’görsün’’ diye ayakucunda
ağlardı; kardeşim çok ağlardı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
gün bizimki eve gitmiş… Koşa koşa geldi; “Abe, mutfakta fındık, fıstık ve meyve
vardı; valla hiçbirine dokunmadım! Babam beni mutfakta görünce avuç avuç
verdi!” dedi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Babamız
yalnızlığa alışık değildi, bir de “Çocuklar ortalıkta fazla sürünmesinler”
denilince, annemin ölümünden altı ay sonra uygun bir kısmet arandı ve bulundu.
Bir akşam eve gitmemiz istenmedi, sabahına çağrıldık; sabahlığı içinde bir
kadın! Esmer uzun boylu, kara kaşlı kara gözlü. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Babam
gençliğinde Urfa’da kuş beslermiş, evlendi Nizip’te de besledi yeni evimizde de
besledi. Her eve onlarla gidiyoruz. Kuşlar onun özgürlüğü, uçunca kafeslerden
kurtarıyorlar onu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bu
kuşların Urfa’daki adı “Yapşan”; ayakları "tumanlı" ve takla atıyor!
Bizde “Siyah Yapşan” da var, “Gök Yapşan” da “Beyaz Yapşan” da… Babam en çok
“Miski”leri, “Kula”ları, “Kürenk” ve “Musullu”ları seviyor ama kuşlar öylesine
pahalı ki her halde maaşının yüklü bir kısmı onlara gidiyordu ama söz konusu
onlar oldu mu akan sular dururdu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Terasımız
kuşlar için çok uygun. Duvarlarının yüksekliği yüzünden kimseler babamı kuşları
uçururken görmüyor; o da kuş uçurmanın, onları gökyüzünde seyretmenin,
seyrederken gözden kaybolacak kadar yükseklere çıkmalarının keyfini çıkarıyor.
Yoksa, “Yaşını başını almış bir adamın, terasta kuş uçurması ayıp değil mi?”
Ayıplayan olursa üvey annem onların söylenmelerini, kuş uçurmanın inceliğini
bilmezliklerine verip, “Anam hiç kuş uçuran sağı solu görür mü? Onun gözü
kuşlarında!” diye paylıyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kuşlarımız
da öyle güzel uçuyor ki Ulucami’nin, Karameydan’ın, Yusufpaşa’nın minareleri
arasında… Urfa’nın bulutsuz gökyüzünde gözden kayboluyorlar. Birazdan bir
yerlerden takla sesleri gelmeye başlıyor, “Şak şak” diye… Gözünüzle onları
yakaladığınızda yavaş yavaş takla ata ata terasa inmeye başlıyorlar. İçlerinden
birkaçı terasa iniyor ama bazıları alçalıp alçalıp neredeyse yere konacak
haldeyken tekrar takla ata ata yükseliyor gökyüzüne.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Kuşlarım
çok nazarımda! Ayrıca soyları sopları da belli!” İşte bu laflar çok ama
çok önemliydi babam için! Kuşlarından söz ederken gözleri parlar, kendinden
geçerdi. Babamın kuşları iyiydi hoştu kendisinin de neşesi yerindeydi ama bari
bizi rahat bıraksaydı! Yok bırakmazdı. Mutlak ayda bir, terastaki tahtadan
kuşların kafesi yıkılacak, yeniden yapılacak! Peki bundan bize ne?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bizi
ilgilendiren tarafı, yıkıma karar verdi mi, ikimizden birini gözüne kestirir,
“Bir tarafa kaybolma, yarın bana lazımsın!” derdi. Üstelik bu iş mutlak
cumartesi ya da pazar günü olur onun ve bizim tatil günlerimize denk gelir, gün
boyu kimi zaman da iki gün sürerdi. Buna da “Tamam” derdik, başka bir şey deme
şansımız var ama demiyoruz gibi!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Babama
sadece yardım etsek pek sorun etmezdik ama bu işin bir de “tahta, çekiç,
kerpeten eğitimi”, çiviyi ona uzatmanın bile bir yolu yordamı vardı! “Çivi ver”
deyince öyle pat diye vermeyeceksin. Bir tane alıp, ucundan tutup baş tarafıyla
uzatacaksın! Ya çivi düzeltme? Bazen kerpetenle bazen de keserle önce çivileri
tahtalardan çıkaracaksın ama mümkün olduğu kadar düzgün yoksa eğri büğrü
olanları çekiçle yerde düzeltmek zorunda kalırsın! Düzeltmeye çalışırdık ama ya
çekici parmaklarımıza vururduk ya da boynumuzun köküne bir tokat gelirdi, “Elee
mi düzeltilir eşşeeekoğlu eşşeeek!” nidasıyla.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Babam
bir zaman geldi, memurluğun “tatlı” uyuşukluğunu üstünden attı, cesaretlendi,
hayatının en büyük “eylem”ini gerçekleştirdi ve banka kredisiyle Karakoyun
Deresi’nin kenarında yepyeni bir apartman dairesi aldı, üvey annemin de
“uğurlu” geldiğine inandı!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Baharda
taşındık. Evimiz apartmanın yedinci katında; dört odası var iki de geniş
balkonu. Balkondan, Bediüzaman Mezarlığı görünüyor! Balkona her çıktığımda annem
bana bakıyor ben Annem’e! İstanbul’da Karacaahmet’e bakıp oraya gideceği korkusuyla,
Urfa’da Bediüzaman Mezarlığı’nda yatıyor gerçeğiyle yaşadım. Şimdilerde
mezarına, Urfa’ya gidiyorum bazen üç bazen beş yılda. ‘’Ayak ucumda durursanız
sizi görürüm’’ demişti. ‘’Çok görsün’’ diye çok duruyorum ayakucunda, otlarını
yolup göğsünü okşuyorum; Mezar taşlarını onartıp, silikleşmiş yazılarını
yeniliyorum: Mustafa Zeliha kızı Cemile Yaman Doğumu 1924 ölümü 1968 <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Evin
babama göre en önemli özelliği kapıdan çıkıyorsun önünde bir daire büyüklüğünde
teras var! Bütün Urfa ayağının altında. Babam daha taşınmadan kuşları için
terasta betondan bir oda yaptırdı, biz de çekiç, çivi, keser, kerpeten
eğitiminden temelli kurtulduk!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yaşamımız
ev ile değişti. Eski arkadaşlar eski mahallede kaldı. Yeni mahallede yeni
arkadaşlar edindik. Karakoyun Deresi kenarında neredeyse bir futbol sahası kadar
büyük bir arsa vardı, top sahamız oldu. Evde kardeşimle bana büyük bir oda
verildi, pencereden bütün Urfa bir de okulumuz görünüyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Evin
en büyük lüksü bize göre hemen yanı başımızdaki iki yazlık sinema bir de top
sahasıydı. Balkona ya da terasa çıkınca sinemaların locasında oturur gibi
oturur, sahaya inince de kendimizi gerçek bir top sahasında sanırdık.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
hafta boyunca her akşam iki Türk filmi oynardı sinemalarımızda; etti mi sana
dört film! Emel Sayın filmlerde sürekli şarkı söyler, Tarık Akan onun
sevgilisi; Cüneyt Arkın, Malkoçoğlu rolünde akın üzerine akın tazelerdi “gavur”
ellerine; Yılmaz Güney kabadayı olur, sağa sola ateş eder filmin sonunda
ölürdü; Türkan Şoray ise filmlerden öyle güzel bakardı ki!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yalnız
balkonumuz her akşam tıklım tıklım olur, akrabadan konu komşudan geçilmezdi.
Çay kahve yapmaktan, su taşımaktan bitap düşerdik bütün gece. Bazen de gecenin
bir vakti misafirlerimizin içi ezilir; üvey annem ya yağlı kifte yapardı
çarçabuk ya da çayın yanına Urfallılar’ın tuzlusu külünçe çıkarırdı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bazı
geceler sinemalarda halk müziği konserleri olurdu. Sinemada artık adım atacak
yer kalmaz, duvarlar serbest olurdu, herkes üstünde! Sahneye önce uvertürler
çıkardı sonra assolistler. İbrahim Tatlıses diye bir genç vardı biz yaşlarda,
onu dinlerken bütün sinema, “Hee baboo ağzıya sağlık” sesleri alkışlarla
yıkılırdı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Top
sahamız Karakoyun Deresi yanında ya her gün topla cebelleşirdik! İlk yaptığımız
maçlarda top sürekli dereye kaçardı birimiz dereye inip çamura bulanmış topu yukarıya
çıkarırdık. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Urfalıların
‘’Geldi’’, ‘’geliyor’’ dediği dere, yüzyıllarca öyle bir gelmiş ki bir gece beş
bin kişiyi alıp götürmüş. Bugün Harrahman ve Anzılha denilen göllerin kenarlarında
sarayı bulunan Kralımız Büyük Abgar, hışmından Kaleye sığınmış, canını zor
kurtarmış.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Asıl
adı Daysan Deresi olan Karakoyun Deresi bir keresinde yine öyle bir gelmiş kin
canlar mallar alıp götürmüş. Bizans İmparatoru Jüstiyanus ıslah etmeye İstanbul’dan
kalkıp gelmiş, çevresinde yapılaşmayı yasaklamış. Biz şimdi Karakoyun
Deresi’nin kenarında top oynuyorduk. Kralımız duysa kim bilir bize ne kızardı?
Belki de kızmazdı çünkü kardeşim orada “futbolcu” oldu. Futbola hep benden daha
yatkındı; o günler boy da attı, artık ona her fırsatta “zart zurt” edemiyordum.
Ben de “Bari başka türlü terbiye edeyim” deyip temmuz sıcağında, derenin
kenarındaki top sahamıza indiriyordum ki, “Antrenman yapsın, sol ayağını
çalıştırsın.” Sonunda çalışmanın faydasını gördü her geçen gün topa daha güzel
vurmaya başladı bir de “sol ayak” kazandı. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Büyük
sahalarda iddialı maçlar yaptık takım için mahalleden yeni arkadaşlar bulduk.
Hepsi de iyi futbolcular. İçlerinde en kötüsü benim ama başlarından
atamadıklarından beni kaleye koyuyorlar. Bazen günümde oluyorum kaleden çıkıp
ileri uçta oynuyorum. Oynamak dedimse gidip bekliyorum öylece, top ayağıma denk
gelirse gol atıyorum. Kardeşimse her geçen gün daha iyi futbolcu oldu ve gün
geldi Urfaspor Genç Takımı’nın seçmelerini kazanıp takıma girdi sonrasında da A
takımına sonra Konya sonra İstanbul Tophane Tayfur ve Beşiktaş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yeni
arkadaşlarımız Hallo, Ahmo ve Naco. Hallo bağlama çalıyor müthiş, Ahmo top
oynuyor müthiş, Naco ise elini kulağına götürüp de hoyrata başlayınca yedi
mahalle başımıza toplanıyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Daha
içkiyi bilmiyoruz ama hevesleniyoruz da! Birinin evi boşaldı mı, “Hadi içelim
bu akşam!” diyoruz. Hallo et sote yapıyor ana yemek, mezemiz cacık, domates,
hıyar, bir de pendir!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
şişe şarap alıp beş kişi paylaşıyoruz; baktık yetmedi bir şişe daha... Kimimiz
hemen kafayı bulup olduğu yere yığılıyor kimimiz sağı solu toparlıyordu ‘’Yakalanmayalım’’
diye.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Arkadaşlarımızla
Urfa’yı dolanıp duruyoruz ama en çok, askeri kantinin duvarında oturmayı
seviyoruz. Bütün zamanımız orada geçiyor. Babam oturuşumuzu, abdesthane
ibriklerinin dizilişine benzetiyor. Ancak duvarımız öyle stratejik bir yerde
ki! Urfa’nın işgalinde, Fransızlar’ın karargah olarak kullandığı, her tarafı
mermilerle delik deşik edilmiş iki adım önümüzdeki tarihi binadan gözler gibi
kim geliyor kim gidiyor biliyoruz. En çok da ‘’Kırkmendil’in önümüzden geçişini
seviyoruz. Urfalılar ona bu adı, her gün yeni bir şey giydiği, üstelik
rengarenk giyindiği için takmışlar. Onu her gördüğümüzde, hemşerilerimizin
lakap uydurmadaki başarılarına şapka çıkarıyoruz. Ancak ya boynuna bağladığı
eşarba bir şey diyoruz kendi aramızda fısır fısır ya da eteğinin rengine bir
kusur buluyoruz. Zaten bizim dengimiz değil ablamız sayılır kim bilir belki de
teyzemiz!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Diğer
kızların ise kimisi bir arkadaşımızın yakını, bir başkası mahallemizin kızı bir
başkası bize yüz vermiyor. Zaten içimizdeki en yakışıklılar, eli yüzü düzgünler
ağzı laf yapanlar boş durmuyor, arayışları var! Hele ki kardeşim, Hallo ve Naco
söz konusu olunca...<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Bir
şey çevirdikleri belli ama ne?” Anlamak mümkün değil! Kendi aralarında
fısıldaşıp, uzun süreli ortadan kayboluyorlar ve bir gün geliyor ki
çevirdikleri dolaplar bana kadar ulaşıyor, yardıma ihtiyaçları var!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Bize
bir boş ev lazım!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Ne
yapacaksınız evi?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Parti
vereceğiz!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Parti
ne demek?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Kız
arkadaşlar geliyor, dans ediyorsun!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Kız
arkadaş ne demek?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Sevgili!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Sizin
sevgiliniz mi oldu?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Evet
yeni oldu!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Benim
niye haberim yok?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“………………”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Bana
da kız ayarlarsanız olur!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Anlaşıyoruz.
Ancak önce boş bir ev ayarlamak lazım, bu “umut” tartışılıyor sonra da
gerçekleşme olasılığı en yüksek ev, içten ve dıştan gözetim altında tutuluyor.
Ardında da sıra malzemelere geliyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">“Pikap
ve plak bulmak şart.”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Niye?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Yoksa
dans edilmez, edilmezse de kızlara yaklaşılmaz.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“………………”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bu
görevi yerine getirebilecek kişi belirleniyor ve pikabın getirilmesi, başına
bir kaza gelmeden kullanılması ve sonunda sahibine götürülüp iade edilmesi
görevi, ona veriliyor. Sonra istihbarat faaliyeti başlıyor ki buna herkes
katılıyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Analığım
belki bu hafta anasına gider. Giderse akşama zor döner. O zaman bizde yaparız
partiyi!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Dur
bakalım belki ablam kabul gününe gider. Evi ayarlarım ama en çok eniştemden
korkuyorum bazı günler eve erken geliyor.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Oğlum
kızlara erkenden haber vermek lazım. Evden nasıl çıkacaklar? Anaları babaları
yok mu?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Ulan
ne anası babası ne karıştırıyorsun onları! Sen evi ayarla, gerisini biz
hallederiz.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Birkaç
kez, ayarlanan evlerde parti yapıldı ama benim için ne gelen vardı ne giden?
Ben de parti düzenlemelerine olan yardımımı ya kestim ya da işi ağırdan almaya
başladım. Sonunda bir gün “müjde” verildi, bana da bir kız bulunmuş! Ancak bir
şartla, kız gelecek beni partide görecek, eğer beğenirse sonrası için haber
verecek!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kız
geldi. Biraz ufak tefek ama olsun. Ben onu beğendim! O beni beğenecek mi? “Onu
da haftaya göreceğiz” diye düşünüp beklemeye başladım. Yalnız arkadaşlarım,
“İyi de hafta dedikse hemen haftaya değil. Nerde öyle hemen kolay ev
ayarlamak!” diye de bizimkiler yüreğime not düştü!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sonunda
bir hafta dediğimiz süre bir aya çıktı ve benim de bir kız arkadaşım oldu.
Gerçi dans etmeye çalışırken el kol, boy pos ayarlaması konusunda biraz
zorlanıyorum ama hiç olmazsa ayağına basmıyorum. Bizim “ayılar” doğru düzgün
dans etmesini bile bilmiyorlar! Zaten dertleri de dans etmek değil!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sabahları
okul için çocuklar zor kalkar biz ise yataktan sürünerek kalkardık. Hatta
yatağın keyfini biraz abartır, penceremizden kapısı görünen okula son giren
öğrenciler olurduk.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">O
yıl kardeşim orta okulun ikisine ben üçüne başladım. Başladım ama ne başlamak!
İlk gün teneffüse çıktık. Orta katta sınıfım... Tam merdivenlerin başına geldim
ki üst kattan bir kız iniyor, etrafı da bir sürü kızla çevrilmiş. Çevrilmiş ne
demek halelenmiş! Kız bir yandan konuşuyor bir yandan öyle güzel gülüyor öyle
güzel gülüyor, gülümsüyor ki “sankim melek!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bizimkilere
benzemiyor farklı; belli ki Urfa’ya bir yerlerden gelmiş. Bir kere dal gibi
ince, bizimkiler etli butlu olur, eli ayağı beyaz bunun, bizimkiler esmer ev
ekmeği gibidir; gözleri yeşil bu kızın, “Anzılha’nın suları gibi”, bizimkilerin
gözleri zeytun habbesi gibi olur ya ufak ya büyük ya kahverengi ya da kara!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Çarpıldım!
Kız anında “cigerim” oldu! Bu arada okulda bu “ciger” muhabbeti çok yaygın
olduğundan hatta bazı arkadaşlarımız öylesine uzaktan uzaktan herkesi “ciger”
niyetine sevdiklerinden, haplarını atıp kafayı bulduklarından, göğüslerini
jiletle parçaladıklarından ve bunu bir “övünç” meselesi yaptıklarından, sonunda
benim de bir “ciger”imin olmasından sonsuz mutluluk duydum ama kimselere
söylemedim, kendime sakladım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">O
gün derslerin sonunu, her teneffüste onu görmeme rağmen zar zor getirdim. Zil
çalınca okulun kapısına koştum, bekledim. Çıktı, karşı caddeye geçti, sola
döndü birkaç adımdan sonra da sağa… Karakoyun Deresi’nin üstündeki
tarihi köprüye doğru ağır ağır tek başına yürüdü ve bizim mahalleye yöneldi. O
an mahalle değil sanki bütün Urfa benim oldu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kız
köprünün sonunda askeri kantine uğradı, ben de fırsattan istifade gelip her
zaman oturduğumuz duvarımıza yığıldım. Bir daha da yerimden kalkamadım. Çıktı
sonunda kantinden, yürümeye başladı dosdoğru evine, arkasında da nerdeyse
okulun bütün erkekleri… Yürüdü yürüdü tam gözden kaybolacakken bir apartmandan
içeriye girdi, duvarın üstünden kalkmazsam tam karşımdaki apartman, ufuk çizgim
oldu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Artık
boş zamanlarda da dolu zamanlarda da hep duvarın üstündeyim. Oturuyordum ama
kalkamıyordum yerimden. Bazen de evimizin terasından kuşbakışı geçeceği yolu
gözetliyordum. Şansım yaver giderse birden yolda beliriveriyor ya kantine gidip
hemen geri dönüyor ya da kim bilir nereye?</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Benim
için danslı partiler, kız arkadaş dönemi bitti. Kendimi eve kapayıp, düş
kurdum, şiirler yazdım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Aşıktım!
Hem de deliler gibi... Lakin aşkın tadını çıkaramıyordum ki! Evdeki duygusal ve
de melankolik saatlerim fazla uzun sürmüyordu. Nedeni de Urfalılar’ın fırında
yemek pişirtmek ve fırından ekmek almak sevdası!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Üvey
annem kız kardeşimi alıp öğlenden sonraları, “kabul günleri”ne ya da konu
komşuya giderdi. Dönünce de çoğunlukla yemek yapmaya vakti olmadığından hemen
önüne bir tepsi çeker, patlıcanları yığar tezgaha ve başlardı üç parmak
kalınlığında doğramaya sonra da yarım kiloluk kuzu kıymasından ceviz
büyüklüğünde parçalar koparır, bir patlıcan bir et dizerdi tepsiye…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Dıştan
başladığı dizme işi sonunda tepsinin ortasında sonlanır ve odamın kapısını
vurup, “Tepsi kebabı hazırladım hadi fırına götür, akşam da alırsan yeriz lee!”
derdi ardından da eklerdi, “Evde heç ekmek kalmamış dört tene de açık ekmek
al!” Bu laflar benim deliye dönmem için yeterdi de artardı bile.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Evdeki
tek erkek bendim her zaman, bizimki kim bilir hangi sahada top peşinde olurdu o
saatlerde! Yapacak bir şey yok, “Hayır!” desem, akşama babam bunun hesabını
sormayacak mı, “Tepsi niye fırına götürülmedi? Evde tezze ekmek niye yok?”
demeyecek mi? Çaresiz, “Peki!” derdim.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Evden
çıkar tarihi binanın delik deşik olmuş duvarının dibinden yokuşu tırmanırdım.
Tam binayı dönecekken en korktuğum yere geldiğimi anımsayıp başlardım dua
etmeye, “Allah’ım ne olur Allahım; güzel Allahım balkonda olmasın, ne olur
olmasın!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Aşacağım
sokak o kadar uzundu ki, korkudan rengim atar, her yanımı ter basardı. Kafam,
tepsi kebabının sarıldığı gazete kağıtlarına gömülü, neredeyse koşar adımlarla
hızla sokağı geçip fırına doğru sola dönerdim; dönerken de kafamı kaldırmadan
göz ucuyla “cigerim”in balkonlarına bir göz atardım, ki orada yoksa dünyalar
benim olurdu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Fırında
bir tehlike yok çünkü onlar yabancı; bizim gibi sabah akşam tepsi kebabı, ölü
balcan, çömlek, kıymalı, pendirli ekmek yemiyorlar ki! Yemeyince pişirtmiyorlar
ki karşılaşalım! Her sabah fırından dırnaklı (tırnakla şekil verilen ekmek ya
da küncülü ekmek (susamlı); her öğlen ve de akşam, yemeğine göre ya açık ya da
dırnaklı ekmek almıyorlar ki onlar “somun ekmek” yiyor, karşılaşmamız imkansız!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">‘’Cigerim’e
aşıktım. Ortanca amcamdan sonra ailede, ikinci ‘’en büyük’’ aşkı şimdi ben yaşıyordum.
Ya sonum onunkine benzerse?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Amcam,
40’larda yakışıklı bir Urfa delikanlısıymış. Kendi halinde sessiz sedasız
biriymiş. Hiç arkadaşı yokmuş! Bütün
eğlencesi hafta sonunda Anzılha’ya gidip çay içerek etrafı seyretmek, akşam
üzeri de Harrahman’da bekçilerden gizli yüzmekmiş. İyi yüzücüymüş amcam. Hani
demiştik ya “biraz inatmış!” Allah vere bir şeye, “Evet” ya da “Hayır!” desin
bir daha geri dönmezmiş sözünden; bu yüzden babamdan sık sık dayak yediğini de
belirtmiştik ama nafile kalmış bu çabalar, “kusur” kalmış üstünde, hiç
vazgeçmemiş inadından!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Amcam
dedemin yanında erken yaşta çırak olarak çalışmaya başladığından ve neredeyse
bütün işleri olağanüstü bir çabayla ve çabuk yaptığından, dükkanın
demirbaşıymış. Okula göndermemişler ncak amcam okulu severmiş. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Öğlenden
sonraları dükkandaki işini erken bitirir, üstünü başını silkeler, bir koşu
Gümrük Hanı’na gider, hanın ortasından akan Harrahman suyunda elini yüzünü
yıkar, saçlarını da kemik tarağıyla horozlu aynasına bakıp taradı mı soluğu
hemen dükkanlarının yanındaki Mithatpaşa Mektebi’nde alırmış.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Amcam
okula, Sara’yı görmeye gidermiş. Okul önünde öğrencilerin gün sonu telaşını
izler, kuşlar gibi cıvıldaşan kendi yaşıtlarına gıpta ile bakarmış ama onun
aklı fikri Sara’daymış. Sara kapıda göründü mü onu bir telaş alır, yüzü
utançtan kıpkırmızı kesilirmiş. Derken Sara arkadaşlarıyla vedalaşır evine
giden yola sapar, amcam da Sara’yı usulca Çakeri Mahallesi’ne kadar takip eder,
kapılarından geri dönermiş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sara
bir Yahudi kızıymış, beyaz tenli, kumral, yeşil gözlü. Sara çok güzel bir
kızmış çok! Onun için okul önünde kavgalar çıkar sopalar çıkarılır, bazen de
bıçaklar çekilir, gençler birbirlerine girermiş! Sara bütün bu olup bitenlere
aldırmaz, evinden okula nasıl sessiz sedasız gelir öyle geri dönermiş. Sara,
amcamın kendisini usulca takip ettiğini bilir, diğerlerinin şamatasına ise
gülüp geçermiş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sara’nın
ailesi ve akrabaları Urfa’nın hatırı sayılır zenginlerindenmiş. Kentin hem
ticaret hayatında hem de nüfus yoğunluğu içinde yüzyıllardır önemli bir yere
sahip olan Yahudiler, 40’lı yılların sonuna gelindiğinde ticaret yaşamında yine
etkinmiş. O zamanki cemaatleri de 40, 50 aileye yakınmış.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Sayıları
her geçen gün azalan bu Yahudi ailelerinden birinin büyük kızı olan Sara’nın,
üç de erkek kardeşi varmış. Sara okul dönüşünde daha önlüğünü çıkarmaya fırsat
bulamadan küçük kardeşleri tarafından kendileriyle oynasın diye eteğinden
çekiştirilir, o da onları kıramaz, oyunlarına katılırmış. Onlarla çelik çomak,
kör ebe ya da saklambaç oynar bazen de o güne kadar kentte “eşi menendi
görülmemiş” bir şey olan Urfalılar’ın bazen “cansız at” bazen de “velespit”
dedikleri bisiklete binmelerine yardımcı olurmuş.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">47
yılında ocağın son günü, Urfa’da yüzlerce yıldır süren Müslüman-Yahudi
birlikteliği bir katliamla son bulmuş. Çakeri Mahallesi’nde Yahudiler’in
oturduğu bir evde, 65 yaşındaki Semha ile 17 yaşındaki Yakov, 42 yaşındaki
İshak ile 40 yaşında, 6 aylık hamile karısı Mazel, 15 yaşındaki Yosef, 8 yaşındaki
Ester ve 6 yaşındaki Raşel gözleri oyularak, parmakları kesilerek öldürülmüş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bu
katliam sonrası Urfa’da sosyal yaşam alt üst olmuş. O günden sonra Yahudiler
evlerine çekilmiş, dükkanlarını açmamış, işe gitmemiş. Aylarca katliamın,
kimlerce ve niçin yapıldığı konuşulmuş. Bir sürü laf üretilmiş, dillendirilmiş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Müslümanlara
göre Yahudiler’den biri Müslüman olmuş bunun üzerine Yahudiler kutsal
kitaplarının emrettiği gibi dininden dönenin ailesini katletmiş Yahudiler’e
göre ise Müslümanlar’ın işiymiş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kentte
süren adli soruşturma sonucu, Urfalı Yahudiler’in önde gelenleri başta olmak
üzere bir sürü insan gözaltına alınmış, ardından da tutuklanmış. Adli süreç
aylarca sürmüş; tutuklular ve davaları Malatya’ya nakledilmiş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Olanlar
olmuş bir kez ve Urfa’da çeşitli zamanlarda çeşitli “badireler” atlatan, 2.
Dünya Savaşı’ndan kurtulan Yahudiler, Urfa’yı terk etmeye karar vermiş.
Ailelerin çoğu yeni kurulan İsrail’e göç etmiş bir kısmı da İstanbul, İzmir
gibi büyük kentlere dağılmış.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Amcam
Sara’nın ardından deliye dönmüş! Artık okulların yanından bile geçemiyor,
Çakeri adını bile duymak istemiyormuş, yalnız arada bir “Sara!” dediği
işitilmiş, bir de nenemden o çok sevdiği Yahudi kiftesini yeniden yeniden
yapmasını ister olmuş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">O
günden o uğursuz geceden sonra amcam bir daha hiç düzelmemiş gittikçe daha da
içine kapanmış, zaten pek konuşmazmış şimdi hiç ağzını açmaz olmuş. Bizimkiler
çareyi amcamı askere göndermekte bulmuş, “Gelince de nasıl olsa evlendirir baş
göz ederiz” diye düşünmüşler. Öyle de olmuş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Amcam
Sara’yı bir daha hiç görmedi. Evlendi, çocukları oldu ve gün geldi ilk kalp
krizinde hayatını kaybetti. Bense İstanbul’da bir tesadüf sonucu Sara’nın
hayatta kalmış akrabalarının evinde on yıllardan beri saklanan kabak oyacağı
ile oyulmuş dolmalar yedim, Urfa mutfağının tatlarını taşıyan yemekler tattım.
Evin en yaşlısına o günlerin Urfası’nı anlatmasını istediğimde söze, “Evimiz
hestexananın yanındaydı” diye başladı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span><span style="font-size: 12pt;">“Yahudi
kiftesi et suyuyla Yapılsa daha Hoştur!”</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yahudi
kiftesi yapmayı Nenem’den sonra bibim sürdürdü; ancak her zaman değil! İsteyen
olursa! O isteyen de her zaman ben oldum.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
Yahudi yemeği ama Urfalı Yahudilerin! Hemşerilerimden şimdiye bir tek bu yemek
kalmış.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yahudi
kiftesi müthiş lezzetlidir tıpkı diğer Urfa yemekleri gibi… Ana malzemesi tabii
ki bulgur ama bulgur birbirini tutsun kifte “perk(kuvvetli) olsun” diye çiriş
(yarmanın çekilmiş hali) ana malzeme hatta olmazsa olmazı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bibimle
bir araya geldiğimizde bazen ben istemeden Yahudi kiftesi hazırlığının
yapıldığını görürüm. Çünkü çiriş suya yatırılmıştır, “Dıbıklansın” diye. Yani
helmelensin, çözülsün tutkal gibi olsun ki Yahudi kiftesinin kiftesi yoğrula.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kiftenin
önce içi hazırlanıyor: Kuzu kıyması, kuru soğan, kuru isot, karabiber, tarçın,
maydanoz ve tuz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sıra
kiftenin yoğrulmasında: 2 pay çirişse bir pay bulgur, hadi bilemedin 1.5 pay;
az kuru isot “renk versin” diye, karabiber, tarçın ve tuz. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Harç
karıştırılıyor ve bir kenarda bekletiliyor; kifte yoğrulunca ceviz büyüklüğünde
parçalar koparılıp el ayasında açılıp içine iç malzemeden bir miktar ekleniyor,
bir büyük zeytin kadar, ardından bir uç diğer ucun üstüne kapatılıyor D harfi
gibi. Yahudi kiftesi salçalı suda haşlanıyor ama ki bibim diyor ki, “Et suyu
olsa hatta az biraz içinde nohut olsa, daha hoştur.” Kifteleri suyun
içinde epeyce fokurdatmak gerekiyor pişmesi, suyun üstüne çıkmalarından belli
oluyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yahudi
kiftesini yoğurt/sarımsak dökerek yiyen varmış ama bizim ailede buna
rastlamadım.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Her
olağanüstü durumda sınıfta kalıyorum ya yine kaldım ve ‘’cigerim’’ ve kardeşim
gelip beni yakaladı, babam da benden umudu kesti… Lise de evden epey uzaklara
taşındı. Okula ayaklarımı sürüye sürüye gidip gelir oldum!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Okul
yeni ve güzel. Benim akıl ise bir gidip bir geliyor. Her şeye karşı çıkıp
tersleniyor önüme gelenle kavga ediyorum. Sınıfta dalaşmadığım kimse kalmadı,
sonunda Kürt bir çocuğu kızdırıp çocuğun “dört yüz dört” diyememesiyle alay
edip yüzüne karşı “dürt yüz dürt” dedim dayağı yedim. İki kolumdan tuttuğu gibi
kaldırıp kara tahtaya çarptı. Yerden kalkınca sol elimle bir yumruk salladım,
çocuk yerine cama rast geldi! Üç dikiş atıldı, babam ses etmedi!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Aradan
bir hafta geçti sınıfta yine bir çocuğa bulaştım! “Dışarıda görüşürüz!” dedi,
aldırmadım. Birkaç ders sonrasında da unuttum gitti. Dersler bitti dışarıya
çıktık. Arkadaşlarla bir yandan yürüyor bir yandan laflıyoruz. Dalmışım, kim
bilir nerelere! Omuzuma bir el dokundu, döndüm. Suratımda bir yumruk patladı;
Tomiks’teki Teksas’taki yıldızları hayal sanırdım gerçek oldu; daireler içinde
yıldızlar uçuştu uçuştu kendime geldiğimde sedyesindeydim. Babama, “Çene
kırık!” dedi doktor ve ekledi, “Hemen Ankara’ya, Gülhane’ye gitmesi
lazım.” <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Akşam
otobüse bindik; Ankara on yedi on sekiz saat, git git bitmez; bittiğinde de
yarı baygın indim gara... Gülhane’de “tabip yüzbaşı” oturttu beni bir koltuğa,
erler elimi kolumu bağladı. Yüzbaşının elinde çelik teller, başladı telleri bir
diş kökümden geçirip öbüründen çıkarmaya. Her dişi tek tek tellerle sardı,
uçlarını birbirine düğümledi, yukarıya kaldırdı. Üst çenem bitti. Alt çenemden
başladı, sıra kırığa geldi eh biraz ‘’fazlaca’’ ağrıdı ve sonunda alt ve üst
çenemdeki dişleri lastiklerle birbirine raptetti ardından, “Aferin sana! Bu
masadan bayılmadan kalkan asker olmadı” diye de ekledi. Sonradan öğrendim ki
askerlerin çenelerinde benim gibi yumruk değil dipçik patlarmış!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Ne
ise akşamında Urfa’ya döndük. Raporum okula verildi bir süre izinli sayıldım.
Çenem bir buçuk ay bağlı kaldı. Bir cam boru aldım eczaneden; bisküviyi ezip
sütle karıştırdım, sütü boru yardımıyla içtim! arada da sulu yemeklerin
suyundan verdiler taze fasulyeden, bakladan. Zaten Urfa’da kaç tane sulu yemek
var ki?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
deri bir kemik kalmışken yeniden Ankara’nın yolu göründü. Cebime babam, amcalarım,
harçlık koydu ki iyi paraydı. Tek başıma otobüse binip Ankara Gülhane’ye gittim
çelik dikişlerimi aldırdım! Aldırdım da çenem bir parmak kalınlığında açılıyor.
“Kireçlenme var” dedi tabip yüzbaşı, egzersiz verdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Akrabaların
evine koşup, o günün kısmeti et köftesini, ufalayıp ufalayıp dişlerimin
arasından ağzıma tıktım! Küçülen midemin nefsini körelttikten sonra başladım
çene egzersizine: Aç kapa aç kapa!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Birkaç
gün geçti geçmedi sonunda bitim kanlandı, Ankara’yı gezmeye çıktım, param da
var. Ankara’nın neresi gezilir? Bir yerini biliyordum oraya gittim: Gençlik
Parkı’na…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Gölün
kıyısına oturup yeşil sularına baktım, susuz fıskiyeyi seyrettim, ağaçların
altında dolaştım gele gele lunaparka geldim. Öğlen vakti, ortalıkta kimseler
yok. Ancak biraz ileride bir masa var, etrafında birkaç adam… Yanaştım. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> Masanın üstünde çivilerle ayrılmış rengarenk
bir daire var, adamın biri ha bire döndürüyor. Masanın kenarda da lastikten bir
ucu sivri bir işaret var. Adam döndürüyor daireyi, yuvarlak dönüyor dönüyor sonra
lastik işaret bir numarada duruyor. Yan masada da ortadaki yuvarlakta olan
numaralar ve renkler var. Parayı koyuyorsun o renklere, senin rengin gelince
kazanıyorsun!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Biraz
seyrettim baktım para koyan adamlar ha bire kazanıyor, ben de para koydum, kazandım!
Bir daha koydum, yine kazandım. Sonra biraz kaybettim, yine kazandım. Daireyi
döndüren adam “Bu sefer bir basan, iki misli alacak” dedi, bahisleri yükseltti.
Yine para koydum, kazandım. Hırslandım, biraz daha fazla para koydum, bu kez
kaybettim. Adam yine bahisleri yükseltti, son paramı koydum tahtaya ve tabii
kaybettim!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bütün
param gitmiş harçlığım bitmişti! Başladım ağlamaya; adamlara yalvardım,
“durumumu” anlattım, bir daha anlattım bir daha yalvardım, bir daha ağladım
sonunda acıyıp halime kaybettiklerimin bir kısmını geri verdiler. Bir ay
kalacağım Ankara’dan on günde döndüm.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bu
arada çenemi kıran ceza aldı bir süre sonra da cezaevinde öldürdüler.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Artık
büyüdüm!” kararını verdiğimde, birinci sınıfı tekrarlayıp, son “çift dikiş”i
ince ince teyelliyordum yine… Birden bir “ağırlık” kendiliğinden gelip üstüme
yapıştı! Artık kimseyle kavga etmiyordum! Daha çok dinleyip daha az itiraz
ediyordum daha çok sevip daha az nefret ediyordum ve daha çok düşünüyordum;
büyüdüğümü böyle karar verdim.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sınıf
kalabalıktı. “Kıdemliyim” ama gönlümce oturacağım doğru dürüst bir sıra yoktu;
ben de gittim okul demirbaşı olan bir sandalye buldum deri kaplı; getirdim en
arka sıraların arasına koydum. Bir iki gün oturdum, ardından sınıftakiler
söylenir oldu. Fazla “imtiyazlı” olmuştum! Sınıf hocamız edebiyatçı İzzet Hoca
“Profesör’ün sandalyesi yerinde duracak kimse dokunmayacak” dedi ondan sonra
rahat ettim.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Dersler
iyi, en çok edebiyatı seviyorum; İzzet Hoca’nın her söylediği her örneklediği
veciz laf kulağımda yer ediyor. “İnsanın bir dostu az, iki dostu fazladır”
diyor ki, “Çok doğru” diyorum içimden. Kompozisyon sınavlarından sürekli on
üzerinden “on” alıyorum. Hoca sınıfta “En güzel kağıt” diye okuyor
yazdıklarımı… Okulda sınıflar arası münazaralar yapılıyor kimi zaman “Kalem
kılıçtan keskindir!” tarafında olup kalemi kimi zaman da “Kılıç kalemi keser!”
olup kılıcı savunuyorum. Hep kazanıyoruz!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Boş
zamanlarımın büyük kısmını halk kütüphanesinde geçiriyorum… Zola’nın
Nanası’yla, Tolstoy’un Anna Karaninası’yla orada tanışıyorum, bazen de eve Jack
London’ın Vahşetin Çağrısı’yla geliyorum ki keyfime diyecek yok! <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Eski
evimizde otururken bizden büyük bir ağabeyimiz vardı… Ankara’da ODTÜ’de okurdu.
Urfa’ya geldiğinde bize sokak arasında ODTÜ’yü; en çok da okulda beyaz bir ata
binen; üniversitenin öğrencisi olmamasına rağmen okul içinde elini kolunu
sallayarak dolaşan; polisle kavga eden ve bir türlü yakalanamayan ve zapt
edilemeyen Deniz Gezmiş diye birinden söz ederdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sözünü
ettiği Deniz Gezmiş’i bir süre sonra bütün Türkiye konuşur olmuştu!!Deniz her
geçen gün yeni bir “olay”ın içinde, bir gün bir bankanın soyulmasında bir başka
gün ise birkaç Amerikalı’nın kaçırılmasında adı geçiyor ama bir türlü
yakalanamıyordu; tıpkı ODTÜ’lünün dediği gibi. Hatta Urfa’ya bile geldiğinden
söz ediliyor! Okuldaki herkes hayran Deniz’e adı dillerden düşmüyor. Artık bir
efsane o! Bir örgütü varmış adı Dev-Genç, katılmak istiyoruz ama nerede
olduğunu nasıl katılacağımızı bilmiyoruz. Okul çalkalanıyor heyecandan… Bir de
Mahir Çayan diye birinden ve arkadaşlarından söz ediliyor ama onları pek kimse
“tutmuyor!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Babam
hiç kaçırmadan öğlen haberlerini dinlerdi şimdi de benim kulağım radyoda. Her
gün Denizler’in, Mahirler’in yeni bir eylemini öğreniyorum: Deniz Gezmiş,
Ankara’da İşbankası Emek Şubesi’ni soydu. Deniz Gezmiş, Ankara’daki Balgat
Amerikan Üssü’nden dört eri kaçırdı. Mahir Çayan ve arkadaşları, İsrail’in
İstanbul Başkonsolosu’nu kaçırdı. Çayan cezaevinden kaçtı! Devrimciler sürekli
“eylem” yapıyor!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Her
radyo dinleyişinde ya da gazete okuduktan sonra “Memleket çok karışık bunun
sonu iyi değil” derdi babam ve bir 12 mart günü, “Askerler muhtıra verdik
diyorlar ama bunun adı darbe!” deyip, birlikte yaşadığımız ikinci darbeyi de
yorumladı. Darbenin üstünden birkaç gün geçmemişti ki Deniz, Gemerek’te
yakalandı, benim de keyfim kaçtı; Deniz yakalanamaz sanıyordum!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Birkaç
ay sonra hamile olan üvey annem bir kız doğurdu. Kardeşime isim koyma hakkını
bana verildi ben de “Deniz!” dedim adına.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Teyzemlerden
uzun zaman haber alamadık… Babam bir gün bir mektup getirdi, bankaya gelmiş.
Açtık okuduk, iki teyzem kızı, iki de arkadaşları, Urfa’ya bizi görmeye ve
gezmeye gelmek istiyor. Hemen cevap yazıldı ki, “Memnuniyetle… Başımız
üstüne... Bekliyoruz…”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Geldiler
nisan sonuna doğru… Dört kız! Sarıldık kuzenlerle birbirimize hasret giderdik,
konuştuk konuştuk… Annemden… Teyzemden…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">İstanbul’u
anlattılar uzun uzun sonra da “devrim”den söz ettiler, devrimcileri anlattılar
ve eklediler, “Artık başka kitaplar da okuman gerek!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Bir
sürü kitap getirmişler, Gorki’nin Ana’sı, Ve Çeliğe Su Verildi, Felsefenin
Temel İlkeleri, Nazım Hikmet şiirleri… Bir de yanlarında Fikret Otyam diye bir
adamın birkaç kitabı, onu tekrar tekrar okuyorlar. Kitaplar hep Urfa’dan söz
ediyor. Şimdiye kadar hiçbirini okumamışım ve kızlar okumadığım şeylerden
sormaya başladılar!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Harran’a
nasıl gideriz?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Kolay,
gideriz…”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Oradan
da Sogmatar’a gider miyiz?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Neresi
orası ki bilmiyorum!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Bak
haritada hemen Harran’ın yanında görünüyor!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Eee
o zaman kolay, Harran’a gitmişken oraya da gideriz.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Ya
Şuayip şehrine?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“……………..”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Ceylanpınar’a
ceylanları görmeye de gider miyiz?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">“Yog
orası uzak, hem ben hiç gitmedim ki!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kızların
fotoğraf makineleri var, durmadan fotoğraf çekiyorlar. Saatlerce Urfa’yı
geziyoruz, Harran’a, Şuayip şehri’ne, Sogmatar’a gidiyoruz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Babam
gezmelere değil de kızlarla sarmaş dolaş olmamıza fısır fısır konuşmalarımıza
bir anlam veremiyor, “Hiç ateşle barut yan yana olur mu?” diyor. “Geri kafalı
diyorum” içimden.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Üvey
annemse Urfalılar’ın misafir ağırlarken yaptıkları en ağır ve zahmetli
yemekleri yapıyor: İçli kifte, boranı, tiritli kifte! Bazen de ağzı açık, ağzı
yumuk. Fırına daraklık götürdüğüm de oluyor kıymalı da. Havanın güzel olduğu
günlerde de terasa yer sofrası serip yımırtalı kifte yiyoruz Harran’a karşı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
gün misafirler geldiği gibi gitti. Çok şeyler öğrendim onlardan çok şeylere de
umutlandım. Seneye görüşmek dileğiyle Sözleştik.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Haziran
bitip sınıfı da geçince kardeşimle İstanbul’a gitmek bize “mükafat” oldu. O
gezip tozdu bense kızlarla sabah akşam çay bahçelerindeydim, Moda’da,
Bomonti’de.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Okuyoruz
durmadan okuyoruz… Arada kitaplardan başımı kaldırıp aşağıya denize, Kadınlar
Plajı’na bakıyorum göz ucu… Tahtadan kazıkların üstünde bir sürü soyunma kabini
var, ortası deniz! Kabinlerin önünde kadınlar, genç kızlar güneşleniyor; arada
da denize batıp çıkıp tekrar tahtaların üstüne seriliyorlar. Bazen sandallar
yaklaşıyor Kadınlar Plajı’na, bekçiler hemen düdük çalıp gelenleri kovalıyor,
ben de kitabıma geri dönüyorum: Diyalektik Materyalizm!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bazen
biz de denize gidiyoruz! Zaten nedir ki Şifa’dan yürü, iki adımda Kurbağalı
Dere’desin sonra Kalamış kumsalı ve Todori. Kızların iskelede pancar motor takılı
bir küçük bir kayığı var. Pıtır pıtır Fenerbahçe önlerine geliyoruz, askerler
kovalamazsa Orduevi’nin önünden yoksa Demiryolları Kampı’nın açığından denize
giriyoruz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yaz
iyice kendini gösteriyor İstanbul’da… Getirdiğim giysiler öyle “pek matah”
şeyler değil hem “devrimci kıyafeti” hiç değil! Kapalıçarşı’ya gidiyoruz…
Kamyon brandası kalınlığına yakın bir kumaş alıyor kızlar, haki renk, pantolon
için… Cepsiz bir pantolonum oluyor sonunda, üstümden hiç çıkarmıyorum! Bir de
yeşile boyanmış yakasız fanila giyince iyice devrimcilere benziyorum!
Ayaklarıma da Urfa’dan alınmış kırmızı yemeniler giyiyorum.! ‘’Bu pek
devrimcilerin giyeceği bir şey değil ya neyse!’’ diyorum içimden<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bazı
günler kızlarla akademiye gidiyorum. Onlar koridorlarda kaybolunca beni bir
arkadaşlarına emanet ediyorlar: Hasan Abi! Dehşetli bir adam bu “abi!” Kıçında
benimkine benzer bir pantolon, sırtında da yine benimkinin eşi bir fanila haki.
Belli ki kızların marifeti! Bir de bıyığı var ki “Tam devrimci bıyığı!” benimki
onun yanında “pisik teli!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Konuşkan
bir adamdı Hasan Abi, her şeyden söz ederdi kafası estiğinde hele aşktan ve
kadınlardan söz edince mest olurdum. Çünkü herkesin bilip de bilmezden geldiğini
o bilir, “yok” saymazdı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bazen
Fındıklı Yokuşu’nda bira içmeye giderdik. Kimi gün sabah sabah kimisinde biraz
daha vakitlice! O konuşur ben dinlerdim o konuşur ben dinlerdim, ağzından bal
akardı sanki… Sonunda onu dinleye dinleye sabah akşam bira içe içe hayatımın
geri kalanında da sürecek “güzel” bir alışkanlık edindim: Bira!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">O
yıl Urfa’ya mart sanki erken geldi. Gelirken de hiç görmediğim yaşamadığım,
kırkikindi yağmurlarını getirdi ki dinmek bilmiyor. Tam adına yakışır gibi kırk
gün, ikindide!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bazı
günler Tektek Dağları’ndan geliyor kara bulutlar, bir başka gün Harran
Ovası’ndan bir gün de Karacadağ’dan, canı isterse Akabe Boğazı’ndan! Bir anda
gökyüzünü bulutlar kaplıyor; sanki aceleleri varmış da bir yerlere
yetişecekmişler gibi yüklerini çabucak boşaltıp geldikleri gibi yine koştura
koştura gidiyorlar!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">“Madem
kırkikindiler bu kadar güzel yağıyor, kaldırdıkları toprağın kokusu bu kadar da
güzel, bu keyfin keyfini çıkarmak gerek” diyorum ve misafir odasından çalıp da
sakladığım Bahar paketinden bir sigara yakıyorum yedinci katta, bulutlara
yakın. Dalıp gidiyorum bazen uzaktaki dağlara kimi kez yanı başıma mezarlığa,
bazen de aşkıma!</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Gök
gürledi yağmur yağıyor bir nefes, gök gürlemeye devam ediyor yağmur da
kesilmedi hadi bir nefes daha derken sonunda birkaç günde sigara içebilmeyi
becerdim!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bize
geceleri dışarı çıkmak yasaktı. Sinemaya, kahveye “öyle olur olmaz yerlere”
gidemezdik. “Urfa’da oğlan çocuğu yetiştirmek kız çocuğu yetiştirmekten zordur!
Hele bir yaşıyızı başıyızı alın, bilegiyiz zor bükülür olsun o zaman gidersiz!”
derdi babam. Ancak artık dışarı çıkma yaşına gelmiş, “Yetişme çağımızı Allaha
şükür, kazasız belasız atlatmış şeyimize şey değdirtmemiştik. Ancak babam
nereden bilecekti ki “asıl film” şimdi başlıyor, otuz iki kısım tekmili birden.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Küçük
kardeşim yani “babamın belalısı”, küçüklüğünde o kadar haylazdı o kadar ele
avuca sığmazdı ki ne sille tokat ne hortum ne odun kar eder ne de evin bodrum
katına kapamak! Ancak gel gör ki şimdi durulmuştu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sabah
okuluna gidiyor, öğlenden sonra da antrenmana; sigara içilen kahvelerden uzak
duruyor arada bir bilardo ya da masatenisi oynamak için oyun salonlarına
gidiyordu, o kadar! Üstelik akşamları evden çıkmıyor, “zararlı” kitaplar
okumuyor, erken de yatıyordu. Biraz saçı uzundu, “Ama Allah için iyi
giyiniyordu, nerdeyse ben!” diyordu babam.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Gel
gelelim o “halim selim, söz dinleyen”, amcalarının sıra gecelerinden, köy
gezmelerinden, çarşı pazarda yaptıkları saatler süren politik sohbetlerden
eksik olmayan “büyük oğlan” sigara içiyor, durmadan okuyor, “ayağında bir asker
postalı, kıçında boktan bir pantolon, sırtında parka, adamdan çok, anarşist”e
benziyordu! Babam pek bozuluyordu bu duruma ama ses etmiyordu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Gece
çıkma huyları edinmiş, ki ona göre “izbe” kimselerin gitmediği bir kahveye
dadanmıştım. Üç beş adam birkaç çocuk, bir sobanın etrafında saatlerce ne
konuşur ne halt ederlerdi anlamıyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Babamın
bozulduğu kahve Hadi’nindi. Hadi, Urfa’nın ilk komünistlerinden! Daha doğrusu o
öyle diyordu biz de ses etmiyorduk. Doğruydu sanki, Urfa o zamana kadar nereden
komünist görecek?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kahvede
pek kimseler bulunmazdı! Gelen giden toplasan toplasan Cello, Kelo bir de canım
Ayubo! Hadi, iyi dama biliyor hatta kendisini yenen yok ama bizimle oynamıyor!
“İşiniz mi yok, kitap okuyun, okuduklarınızı birbirinize anlatın” diyor.
Kahvede çay içiyoruz, paramız varsa ödüyoruz birkaç kuruş, yoksa Hadi bizden
para almıyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kışsa
aylardan odun bulursak kahvenin sobasını yakıyoruz, paramız yoksa o zaman da
parkalarımıza sarılıp oturuyoruz. Aylar bahara yaza denk gelmişse, kahvenin
önüne kuruluyoruz. Gelen geçen pis pis bakıyor, Hadi’nin kahvesi “komonist
kahvesi” ya, oturanlar da “komonist!” tabii ki!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Biz
kendimize pek komünist demiyoruz. Soran olursa, “Devrimciyiz, solcuyuz”
diyoruz. Bir de çok okuyoruz. Zaten biz okumazsak Hadi bizi rahat bırakmıyor
ki! Ya Felsefenin Temel İlkeleri’nden imtihan ediyor ya da kendi
bellediklerinden. Kafamızın almadığı yerlerde “çelişki” meselesinde,
“materyalizm”de örnek üzerine örnek verip zihnimizi açmaya çalışıyor!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kahvede
daha çok sohbet ediyoruz, gelen yeni arkadaşlara “bildiklerimizi” anlatıyoruz
ancak okuma faslının en yoğununu, gece eve gittiğimizde gerçekleştiriyoruz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Her
seferinde eve ya parkamın cebinde ya da “Babam zinhar görmesin” diye
düşündüklerimi pantolon kemerinin arasında taşıyordum. En görülmeyecekleri de
kaşla göz arasında apartmanın terasında baca delikleri mi olur çatlaklar mı
olur nereyi bulursam oraya dürtüyordum.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Ayubo’yla
“okuma ve tartışma” toplantıları yapardık ama “teori”yi öğrenmek zordu, biz de
sıkıldığımızda hülyalarla, “pratiğin dağları”na kaçıp can vermek isterdik!
Ancak ne kaçabildik “dağlara” ne teoriyi öğrenebildim kendi adıma! Ayubo ise
yıllar sonra bir gün, “derin” bir vuruşla eczanesinin önünde can verdi! <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">/
Aklımda kalan tırşik!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Ayubo
yemeyi içmeyi severdi; bulduğumuzda da yer içerdik! Köyünde peynir ekmek yedik,
“karnımız doysun” diye, kuyudan su çektik “hemen içelim acımasın” diye;
gurbette gazete kağıdı üstünden kadeh tokuşturup denize girdik, “ayılalım” diye ama hiç
“tırşik” yemedik karşılıklı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Ayubo’nun
yemek denince aklına ilk “tırşik” gelirdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Şimdilerde
onca değişik “tırşik” tarifi arasından onun aklımda kalan “tırşik”ini
pişiriyorum!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Kuzu
etine suyunu çektirtip, yağında kavurarak, iki baş soğan doğruyorum içine sonra
da iri iri yaz frenklerini aralarına katıp fazla eritmeden; iki habbe de şeker,
tuzdan önce.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> “Yoğun
okuma ve eğitim dönemi”yle birlikte sonunda lise bitti. Üniversite sınavı için
kardeşimle birlikte İstanbul’un yolu bir kez daha göründü. Bir tanıdık kamyon
sahibi İstanbul’a yük taşıyordu, bir seferine bizi de kattı, düştük yollara...</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Yalnız
bir sorunumuz vardı ki o da İstanbul’da kalacak yerimizin yoktu. Tek
tanıdığımız kızlardı, onların da her biri bir yerde. Sonunda Urfa’daki bir
yoldaş, İstanbul’daki bir yoldaşın adını verdi, iner inmez gidip onu bulacağız
ki gündüz işimizi halledelim akşam da bir yerde başımızı yastığa koyalım.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">İstanbul’a
kazasız belasız vardık, gidip yoldaşı da bulduk. Fatih’te bir eve götürdü bizi.
‘’Ev’’ dediği tek katlı bir gecekondu, bir benzin istasyonunun karşısında. Evde
elektrik yok, su yok ama yerde betonun üstünde iki kişilik bir yatak var bir de
üstünde yorgan. “Aylardan yaz, başka neye ihtiyacımız olur ki!” dedik, akşam
gelmek üzere vurduk kapıyı çıktık.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">İstanbul
yine güzeldi, gezilecek görülecek de o kadar çok yeri vardı ki; ancak önce
Beyoğlu… Taşradan gelenler için Beyoğlu, “İstanbul’un Kabesi!” sayılırdı.
Tünel’den girerdik İstiklal’e, Taksim’den çıkardık. “Hadi biraz parkta
soluklanalım” der sonra tekrar Tünel’e, oradan Yüksekkaldırım’a oradan
Kerhane’deki parasız seyre!</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-size: 12pt;">Dolaştık
durduk bütün gün boyu sonunda yorulduk, Köprü’de balık ekmekle karnımızı
doyurduk, yürüyerek kalacağımız eve vardık. Ancak evde elektrik ve su yok! Biz
de karşıdaki benzincide elimizi yüzümüzü yıkadık, ardından yerdeki çift kişilik
yatağın içine girdik.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Yorgunluktan
hemen uyumuşuz. Gecenin bir vakti bir inleme duydum ki, “Abe uyuyamıyorum!”
diyor. “Ne var?” dedim, “Yorganı üstüme her çektiğimde bir tarafı yırtılıyor,
döndüğümde de yatak! Sonra kızmasınlar bize?” dedi kardeşim. Karanlıkta yorganı
görerek denetlemenin olanağı yok... Ben de çektim bir kenarından. Sahi “Cırttt
cırttt” diye sesler geliyor emanet yorgandan… Bir daha çekiyorsun yine, “Cırtt
cırtttt!” Anlaşıldı ki altımızdaki yatak da üstümüzdeki yorgan da rutubetten
çürümüş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sabah
imtihan var uyumamız lazım ama uyuyunca da sağa sola dönüyoruz yatak yorgan
yırtılıyor. Baktık olacak gibi değil tekrar kafamızı yastığa koyduk,
gözlerimizi de karanlığa dikip fazla “Cırttt cırt” sesi çıkarmadan sabah erken
olsun diye dua ettik!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Sonunda
sabah oldu. Yine benzincide elimizi yüzümüzü yıkadık, ayıldık. Ardından da
sınava giriş belgelerimizdeki okulun yolunu tuttuk.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Ayrı
ayrı sınıflarda sınava girdik, çıkınca ilk iş olarak yoldaşı bulduk, anahtarını
verdik. Akşam da Cesur Turizm’in “sayın yolcuları” olarak koltuklarımıza
kurulduk ki ancak ilk yemek ve ihtiyaç molasında, Bolu’da uyandık!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Bir
iki ay sonra sınav sonuçları geldi ki, durum iyi. Bir sevinç bir sevinç! Ancak
babamız baştan söyleyeceğini söyledi ve kestirip attı:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;">Benim
elimden bir şey gelmez. Giderseniz kendi başınızın çaresine bakarsınız!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal">
</p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"> </span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt;"><o:p> </o:p></span></p><br /><p></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-23405811985367173302021-01-16T17:11:00.029+03:002021-02-12T16:38:14.348+03:00ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<p></p><p class="MsoNormal"></p><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-urY7fMy72_w/YA59c58oUQI/AAAAAAABWhQ/uzREBpF3vgIHvdCm1GfrHkzq2PFLWVpoACLcBGAsYHQ/s722/KAPAK%2BFOTO.JPG" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="722" data-original-width="500" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-urY7fMy72_w/YA59c58oUQI/AAAAAAABWhQ/uzREBpF3vgIHvdCm1GfrHkzq2PFLWVpoACLcBGAsYHQ/w247-h320/KAPAK%2BFOTO.JPG" width="247" /></a></div><br /><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"><br />
Babamdan umudu kesince, “Bekle beni İstanbul geliyorum” diye haber göndermiştim,
lakin İstanbul’a vardım ki haberi yok! Sesim ulaşmamış ya da duymuş da duymazdan
gelmiş! Ne yapsın İstanbul? O kadar çok geleni bazen de gitmeyeni var ki!</span><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Önce kalınacak bir ev sonra da iş bulmayı
iş edindim. Evi Kasımpaşa’da, Beyoğlu’na iki adım uzakta, tabii ki kardeşim
buldu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Kardeşimden biraz kısa kalmışım! Onun boyu
benden uzundur. Kiraladığı eve girince ki tek odaydı; başı tavana değerdi! Evin
genişliği de eni de iki tek kişilik karyola büyüklüğündeydi!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Eskiciden iki tane yatak iki de maviye
boyalı, yaylı o zamanın deyişiyle “boru” karyola aldık. Yayları biraz fazla
esnekti ama dert etmedik. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Karyolaları birbirine yapıştırdık ki odada
bir karışlık yer kalsın. Kalsın ki inince mutfağa girebilelim. Mutfak dediğim
de kovboy filmlerindeki at yalağına benzer betondan lavabo, üstünde de sarı bir
musluk! İnsan gözünü karartsa lavabonun içine uzanıp yıkanabilir de Öyle geniş
yani!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ev sahibinin adını “mutfak” koyduğu yer,
iki kişi yan yana durunca içine ancak kabul ediyor. Bir kenara da bir küçük tüpü
koyup üstünde makarna haşlayabiliyorsun; hatta baktın ki canın çekti ister sade
bulgur aşı yap istersen patlıcanlı; istersen iki yumurta kır alüminyum tavaya,
oldu sana yağda yumurta! Gel gör ki mutfak, “İçeridekinin arkasından dolanayım
da abdeshaneye gideyim!” deyince geçit vermiyordu! İlla içerideki çıkacak,
karyolanın üstüne oturacak, yol ancak o zaman senin!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Mutfağın içinde yarım adam boyu bir kapı
vardı; kapıyı açınca içeriye çömelerek giriyorsun. Önce alaturka tuvalet
taşının deliğine sokulmuş koca kafalı tahtayı çıkarıyorsun, ki cardunlar
(neredeyse kedi büyüklüğünde fare) çıkmasın diye konulmuş! Sonra da işini
hallediyorsun. Ancak, “Acaba ben şey ederken cardunlar çıkar da şeyimi şey eder
mi?” vesvesesini de aklından çıkarmıyorsun. İşin bitince de doğrulmadan sopayı
deliğe tekrar yerleştirerek çömelerek çıkıyorsun!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Tek odalı bu “şirin evimiz”in dışarıya
bakan bir penceresi, bir de tavana yakın iki duvarın kesiştiği köşede bir
deliği vardı. Hava almamız ancak bunlarla mümkündü. Yalnız pencere mahkum
penceresi gibi küçük tutulmuş, deliğe ise “Cardun çıkıyor!” endişesiyle gazete
kağıtları tepiştirdiğimizden ve sabaha kadar ancak gazete kağıtlarını yiyip
bitirdiklerinden, yenilerini gün ışımak üzereyken yerleştirmek gerekiyordu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Sonunda ev işini şöyle ya da böyle
halletmiştik; şimdi sıra işe gelmişti. Bir yandan da okulların taban puanlarını
açıklamasını bekliyoruz. Bu arada hayatımızda önemli bir gelişme daha oldu,
aramıza yeni biri katıldı: Remzo!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> O da iyi bir üniversite sınavı
geçirmiş ve puanı iyi. Geldi İstanbul’a, tabii ki yanımıza! Durumumuz tıpkı
Nasreddin Hoca’nın fıkralarındaki gibi... Hani adamın biri Hoca’ya gelip, “Evim
dar” demiş de Hoca da ona, “Eve birini daha al” demiş ya o hesap! Gerçi hoca,
adam her yakındığında bir canlı daha eklemeyi önermiş ama bizde değil eklemek,
odada nefes almak bile mümkün değildi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Biz de nefes almak için hemen yanı
başımızdaki Beyoğlu’na çıkıyorduk! Yemeğimizi yani makarna, patlıcan
kızartması, yağda yumurta ya da peynir, ekmek, domates, hıyar ve çay
sıralamasından sırası geleni yatağın üstünde yiyip; vitrinlere, kalabalığa,
bazen Zürefa Sokak’a, çoğunlukla da Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki
randevuevlerine gidiyorduk, tabii ki seyre! Yoksa bizde o kadar para ne gezer,
kadınlar güzel ama “fiyatları” yüksek! Hadi para kısmını geçtik diyeyim ama
güzellik kısmı tehlikeliydi ve başımıza işler açıyordu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Neredeyse her akşam randevuevlerinin
dizili olduğu sokaklara gidiyor, yarı çıplak, gecelikli, az giyinik bir sürü
kadını seyredip, ardından tek odalı evimize geliyorduk.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Gün geldi Remzo, sürekli randevu evlerinin
olduğu sokaklara gider oldu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Gidiyor. Tamam gitsin bir problem yoktu ama
dönüp geldi mi bir düşüncedir alıyordu arkadaşımızı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> “Oğlum ne var?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Yog bişey!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Var var oğlum, sende bişey var...”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Loo vallah yogg!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Lan oğlum bize de mi lolo? Biz adamın
halından anlarız, hele aynat!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Ben aşık oldum!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Haydaaa!”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Hayda ki ne hayda? Gerçekten bizim oğlan
aşık oldu; hem de randevu evindeki kadınlardan birine! İyi güzel aşık olsun da
bu aşk başka türlü... Niye? Çünkü bu aşk para ister, bizde de para yok!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Oğlan neredeyse her gün aşkını seyre
gidiyordu. Bir gün gelmiş artık aşkının karşılıksız kalmasına
dayanamamış, karşılık almak için varını yoğunu, cebindeki son kuruşları da
denkleştirip gözünü karartmış, kadına, “Kaç numaradasız?” demiş.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Eve geldi ki hepten kaymış! Eskiden
ağzında bir parça söz gevelerdi şimdi dut yemiş bülbül gibi dut ağacında tünüyor!
Gözleri dalıp dalıp gidiyor boş duvarlarda, sanırsın ki engin denizlere
bakıyor. Yalnız arada bir cardunların tıkırtısıyla kendine gelir gibi oluyor, baktı
ki hayvanlar can derdinde, o da kendi canının derdine düşüyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Bir gün geldi haberi de kendiyle birlikte
geldi; ‘’İstanbul’da bir polis müdür olmuş ki nasıl babayiğit nasıl babayiğit!
Kanunsuzun, kumarcının affedersiniz itin uğursunuz can düşmanı, elinden de
Tomson silahını hiç düşürmüyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Eee polis bu, onu kim durdurabilir? Kimse
durduramadı tabii. Bu “babayiğit” polis, birkaç haftada İstanbul’un tozunu
toprağını attırdı ve gelip bizim Beyoğlu’na dayandı. Bir akşam Taksim’den
giriyor Beyoğlu’na, Yüksek Kaldırım’dan iniyor; bir başka akşam Zürefa
Sokak’tan başlıyor, soluğu Çiçek Pasajı’ndan çıkarken alıyor! Ortalıkta ne
kumarhane kaldı ne randevuevi ne pezevenk ne de bizim Remzo’nun aşkı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Oğlan şahtı şahbaz oldu! Hepten konuşmayı
bıraktı yalnız arada bir inleme gibi bağrından kopup gelen bir sesle, “Ulan ……,
seniy …., ......., .....,” dediği işitilir oldu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Eğlence bitti! İş bulup para kazanmanın
vakti çoktan gelmişti geçiyordu bile. Bu arada, “İstanbul’da ekmek aslanın
ağzındadır!” yalanının da gerçeğini öğrendik, yoksa ki ekmek aslanın
midesindeymiş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Tespit doğru olunca bizi bir çabadır aldı
ve Remzo bir elektrik sobası imalathanesinde, kardeşim her sayısı yalan yanlış
bir yığın yazıyla dolu, tükendikçe basılan bir “Atatürk” dergisinin pazarlamasında,
bense bir ökçe fabrikasında iş buldum! Nasıl sevinç bastı hepimizi, sonunda iş
bulmuştuk! Ancak bu yeni duruma en çok sevinen bendim. Çünkü sonunda “gerçek
proleter” olmuştum.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">İşlerimize erkenden gitmek için erkenden
yatmak gerekiyordu. Ancak yatağımız iki taneydi! Biz de sıraya bindirdik, her
gece bir kişi ortadaki demir boruların üzerinde yatacaktı çünkü mübarek
karyolalar eskiydi, dolayısıyla yayları da eskiydi. Ee öyle olunca da çok
esniyorlardı çok yaylanıyorlardı ve içinde ancak bir kişi yatabiliyordu! Adı
üstünde yaylı karyola! İçine giren bir daha belini doğrultamıyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Sıraya taviz verilmeden uyuldu ama her
sabah birimizi, diğerinin koynunda uyurken bulduk! Uykusunu yatağında doğru
dürüst alamayan, kalanını otobüste tamamlıyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Kasımpaşa’dan, Topkapı’nın oralarda bir
yere fabrikaya gidiyordum ki ökçe tezgahım beni bekliyor! Kare kare kesilmiş
tahta parçalarını getirip yanıma yığıyorlardı; ben de makinede tahtaları
38-40-42 ne isterlerse o numaraya tıraşlıyordum, alıp gidiyorlardı; bazen de
makine tırnaklarımı alıp gidiyordu ama işçilik güzeldi. Hele ki öğlenleri helva
ekmek, kaşar ekmek, salam ekmek tadına doyulmaz lezzetlerdi!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Sonunda okullar puanlarını açıklamaya
başladı, ben ve Remzo hukukta karar kıldık, İstanbul Üniversitesi’ne gidip
kaydımızı yaptırdık, yıl 74.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Yalnız okul bir derya biz de kendimizi
deryada başıboş gezen iki küçük “Harrahman (Urfa’daki balıklı göllerinden biri)
balığı” sanıyoruz! Koca koca anfiler, içleri tıklım tıkış; girenler çıkanlar,
kızlar erkekler; kimseyle pek konuşmuyoruz daha doğrusu konuşamıyoruz çünkü
dilimiz yok, yutturmuşlar bize!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Okulun en sevdiğimiz yanı yemekhanesi;
gerçi kuyruk biraz uzun ama olsun duvar yazıları var. Duvar öylesine zeki
esprilerle dolu ki şimdiye kadar böylelerini duymamışız. Bir de yemekhanede
tavuk, pilav, çorba ve tatlı çıktığı gün bayram ediyoruz. Etrafımızda yapılan,
“Martı ulan bunlar martı!” esprilerine de aldırmıyoruz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Okulda esprili olmayan şeyler de oluyordu.
Bombalı saldırılar, hocaların silahla vurulması, öğrencilerin öldürülmesi
ardından işgaller, cenaze törenleri!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Son aylarda İstanbul’da çeşitli okullarda
öğrenciler öldürülmeye başlandı. Gün geldi bizim merkez binada da bir devrimci
öldürüldü; ardından da üniversite işgal edildi. Olanlara ağzı açık bakıyorum
çünkü hayatımda ilk kez bir işgal görüyorum. Üniversitenin ana kapısı tutuldu,
kuş uçurtulmuyor, sadece devrimci olan ve başka fakültelerden, üniversitelerden
destek için gelenler var. Üniversitenin o ünlü kapısında akademiden tanıdığım
bir çocuk var. Uzun saçlı, sürekli kızlarla gezen “Küçük burjuva” diye
aşağıladıklarımızdan ama o da işgale gelmiş ve kapıda “aslan” kesilmiş, girene
çıkana ahiret soruları soruyor, gecenin ilerleyen saatlerinde ise rektörlük
binasının tavan süslemelerini, “yeniden” süslüyordu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Yemekhane açıldı ve o geceliğine
“kamulaştırıldı!” Meyve sandıklarına el konuldu, sandıklar bahçeye çıkarıldı
yakıldı, etrafında da çember olunup devrimci türküler söylendi, marşlar
haykırıldı. İsteyen de gidip anfilerdeki çeşitli grupların konuşmalarını dinledi
kimi de görevli olarak nöbet tuttu, pankartlara slogan yazdı, bildiri bastı ve
hiç kimse gün ağarana kadar uyumadı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Sabah olunca işgale yeni bir disiplin
geldi, pankartlar açıldı kontrol edildi, her grup kendini temsil edenin,
çağrıştıranın altında toplandı sesi kısılana kadar kendi sloganlarını bağırdı.
Ben de bir sıraya sığındım, başladım bağırmaya:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Kahrolsun faşizm!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ardından cenaze ortaya çıktı, bütün
gruplar dalgalandı ve “Kahrolsun faşistler!” sloganı boğazları yırtarken,
yürüyüş başladı. Beyazıt Meydanı’nı geçtik Çemberlitaş’ı geçtik Sultanahmet’i
geçtik Babıali Yokuşu’nu indik sonunda yoldaşımızı Sirkeci’deki Arabalı Vapur
İskelesi’nde memleketine götürecek minibüse teslim ettik, dağıldık.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Okulda devam zorunluluğu yoktu,
İstanbul’un da benden beklediği herhangi bir şey yoktu. “Urfa’nın vardır!” diye düşünüp döndüm. Artık
bir hukuk öğrencisiydim, ailede de sokakta da havam yerindeydi. Biraz tadını
çıkarmak istedim, İstanbul’da beni kim takardı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Döndüm ki her şey değişmiş! Sevdiğim kız
gitmiş. Arkadaşlarım “devrime giden yol”da farklı fikirler savunuyor. Herkes
söyleyeceğini biraz dolaylı yoldan söylüyor herkesin bağlı olduğu bir grup var.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">O zamanlar Urfa’da “örgüt” yoktu,
“gruplar” vardı! Urfa’nın dışındaki tüm devrimciler hangi düşünceden olursa
olsun dalga geçip, “Siz isotçusunuz, devrim mevrim yapamazsınız!” der bizi
sarakaya alırlardı. Herhalde “İsotçu”
yakıştırmasından kimse Urfa’ya önem vermemişti!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ancak biz verdik. Her gruptan birkaç kişi
bir araya gelip, ‘’Kültür Derneği’’ adı altında Urfa’nın ilk “devrimci”
derneğini kurduk. Öyle mutluyduk ki. Toplantı üzerine toplantı yapıyorduk.
Yaşıtımız öğrenciler, işçiler, köylüler bazen esnaftan gelenler katılıyordu
aramıza. Kim yakınlaşırsa kim daha iyi propaganda yaparsa gelenleri o örgütlüyordu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Derneğimizde küçük kürsülerimiz vardı, bir
de bol çay, cebimizde de Birinci ve Bafra sigaraları. Herkesin elinde de cins
cins renk renk bir tespih! Çevirmesini bilmeyenlere ustalar işin püf noktasını
öğretir, beceriksizler de olmayan bıyıklarını çekiştirir dururdu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Dernekte siyaset konuşur dışarı çıkınca da
genç olurduk; kimi zaman da çocuklaşıp olmayan şeyler yapardık ama hiç aşk
konuşmazdık! Herkes aşkı, kadınları unutmuş, yok sayıyor görünürdü. Aslında
“kız arkadaş” da hiç yoktu etrafta! Örgütten ya da gruptan olan ya öğretmendi ya
Urfa dışından gelmiş ya da memur ve de “koruma” altındaydı. Zaten kim aklından
geçirirdi ki “bacılar”la arkadaş olmayı?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Bir zaman geldi Urfa’da devrimci dernekler
daha doğrusu mesleki devrimci örgütler, sendika şubeleri canlanır oldu. Bize de
buralara uğramak düştü. Kim hangi şubeye ya da lokale giderse kendi yoldaşını
görür, onunla sohbet eder bilgi alışverişinde bulunur varsa direktif alır ya da
verir, işini bitirince de döner gelirdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ben de öğretmenler lokaline sık gider
olmuştum. Ancak yoldaşlarımla tanıdıklarımla sohbeti uzatır, kaçamak bakışlarla
bir başka siyasetin, karakaşlı kara gözlü köy öğretmeni olan yoldaşına bakar
dururdum!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Yeni bir aşk mı?” diyordum kendime,
utanmaz bir “Evet!” yanıtı alıyordum kendimden... “Peki yeşil gözlüye ne oldu?”
desem de yüreğim sessizliğe gömülürdü. Ben de üstüne varmaz, gülüp geçer
giderdim.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> Sonunda ‘’ilgi duyduğum kıza’’
bakmasını hatta birkaç laf etmesini öğrenmiştim. Lakin bu seferki durum
öncekinden daha beterdi! İlkinde aşkımı birkaç yakın çocukluk arkadaşım bilirdi.
Durumun ümitsizliğinden olsa gerek yeşil gözlü kızdan söz ettiğimde bana boş
gözlerle bakarlardı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Şimdi derdimi kime söyleyecektim?
“Devrimci arkadaşlarıma aşktan söz etmek?” Aklımı peynir ekmekle mi yemiştim!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Baktım olacak gibi değil sonunda bütün
cesaretimi toplayıp en yakın bulduğum iki yoldaşıma durumu çıtlattım. Çok da
tepki almadım, şaşırdım! Bu sefer onları aldı bir düşünce, “Nasıl olacaktı da
kıza yaklaşılacak ve durum anlatılacaktı?” Sonunda en aklı başında olanımız,
“Gider konuşuruz arkadaş!” dedi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Dediğini de yaptı, benim adıma kızla
konuşmaya öğretmenler lokaline gittik. Ben öbür yoldaşımla bir köşede bekledim.
Çok geçmeden yoldaş geldi ki durum pek parlak değil suratı sirke satıyor!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Arabuluculuk konuşmasını özetleyerek,
“Arkadaş, kız arkadaş ‘’aşk, sevgi’’ ilişkisini tümden reddetmiyor. Bunu bir
insani gereklilik olarak görüyor. Ancak şimdi içinde bulunduğumuz dönem
itibariyle bu gerekliliği düşünmemek görüşünde. ‘Devrimin şartları her geçen
gün olgunlaşıyor, ona yoğunlaşmamız lazım’ diyor. Ha bu arada zaten her şey
istediği gibi olsa da senin bir başka siyasette olman durumu zaten
imkansızlaştırıyormuş! Böyle bir şey olursa ancak kendi siyasi hareketinden
birine ilgi duyabilirmiş!” dedi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">İstanbul’a kaçmak farz olmuştu, kardeşim haber
göndermişti, “Yeni bir ev buldum!” diye; tabii bir de okul vardı. Devrimcilikten,
arkadaşlıktan, günler geceler süren tartışma ve sohbetlerden bir türlü fırsat
bulup da ilgilenememiştim. Gidip sınavlara girmem gerekiyordu. Nitekim tez
zamanda gittim.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Artık Kadıköy’de yeni bir evimiz vardı ve
Kasımpaşa’daki evin yanında saraydı saray! Kardeşim nasıl böbürleniyordu kendisiyle
ve her şeyi kotarmasıyla. Tabii doğal olarak bu evi de kendisi bulmuştu. Yoksa
ne benden hayır vardı ne de Remzo’dan!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ev dediğim de sonunda yine bir odaydı.
Terk edilmiş, büyük olasılıkla Rumlar’dan ya da Ermeniler’den kalma ve el
konulmuş. Eni dört metre, boyu üç, ya da beş; iki katlı ahşap bir “konak”
yavrusunun üç odasından, ikinci katta caddeye bakan, bizimdi! Bahçeye bakansa
odasında alçıdan heykeller yapan bir çocuğa aitti.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ev ne büyük bir lükstü bizim için; yüksek
tavanlı, üç karyolayı rahat rahat alan ortada da küçükçe bir kilimlik yer
bırakan ferah bir oda! Yalnız burada da fare vardı ama öyle cardun değil,
tavanda dolaşan şirin fındık fareleri! Sabah bizden erken uyanır tepemizde
tıkır tıkır gezerlerdi!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Odamızın bir de cumbası vardı ki, oturdun
mu sokağın sağından da solundan gelen geçen senden sorulurdu. Ancak biz gelen
geçenden çok bir tek “Sallagöt”ü tanırdık! Kızcağızın kalçaları biraz büyük
olduğundan yürürken de biraz fazla sallandığından bu ismi ona “Babaanne”
takmıştı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Babaanne alt komşumuzdu. Sokak kapısından
eve girdin mi alt kat onundu; bir oda bir tuvalet bir mutfak, az biraz da
bahçe! Bizim buralarda dolaşmamız, mutfağı ya da Allah esirgesin tuvaleti
kullanmamız yasaktı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Üst katta alafranga bir tuvaletimiz vardı
ve mutfak demeyelim ama mutfak diye kullandığımız tuvalet girişi neyimize
yetmiyordu! Piknik tüpümüzü, iki tane kulplu alüminyum tavamızı ve
çaydanlığımızı koyuyorduk tezgahına, ferahlığı yetiyordu da artıyordu bile!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Mutluyduk bu evde hatta biraz haddinden
fazla mutlu olmalıyız ki sık sık “gürültü kazası” yaşardık. Babaanne
İstanbul’da yolunu şaşırmış rüzgar gibiydi ne zaman nereden eseceği belli olmaz
bazen yarım şişe votka ya da rakıyla merdivenleri tırmanır, kapımıza dayanırdı
bazen de sokak kapısına...<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Babaanne; “Görmüş geçirmiş” bir
İstanbulluydu ve ülkenin en büyük takımının en büyük golcüsünün annesiydi.
Belki de torunları gelmediğinden kendine ’’Babaanne’’ dedirtirdi..<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Babaanne’nin bilmediği, söylemediği şarkı
yoktu ve anılarını her seferinde türlü çeşit ayrıntılar ekleyerek anlatırdı.
Arada yol yordam öğretmeyi de unutmaz, rakı nasıl içilir, “güzel İstanbul
Türkçesi” nasıl konuşulur uygulamalı dile anlatır sonra da “Ulan ayılar!”
derdi, “Size seslendiğimde ‘Ha’ demeyeceksiniz, ‘Ne var?’ demeyeceksiniz,
efendim diyeceksiniz!” <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Kızdığındaysa, ki çoğunlukla kızardı, en
kibarından; “Köylüler, taşralılar” derdi. Kızgınlığının dozu biraz fazlaysa
eline bastonunu alır sokak kapısına çıkar, kapının sundurmasındaki tenekeye
vura vura, “Yetişin komünistler vaaaarr imdat!” diye bağırırdı. Baktı ki bundan
bir sonuç alamıyor Kuşdili Karakolu’na giderdi. Tabii biraz sonra kapının zili
çalınır, bir bekçi amca bizi karakola davet ederdi. Giderdik karakola ki o gece
görevli polisler Babaanne’yi yatıştırmış hatta onun çapkınlık hikayelerini
dinliyor. Polisler bize birkaç laf söyler, göz kırpıp azarlar sonra da “Öpün
bakalım Babaanneniz’in elini!” emrini verirdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Sırayla Babaanne’nin eli öpülür sonra da
birimiz bir koluna bir diğerimiz bir koluna girer boşta kalanımız da saygıyla
arkadan takip eder, hep bir ağızdan şarkı söyleye söyleye evimize dönerdik:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Biz Heybeli’de her geceeee mehtabaaa
çıkardıkkk,<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">mehtaba çıkardıkkkkkkkk.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">İstanbul’daki evlerimizde hiç sobamız
olmadı! Ne zaman ki soba alacak kadar paramız oldu biz de gittik sac bir soba
aldık! Gövdesi küçük bir çocuğun gövdesi kadar, biri önde biri üste iki kapağı
var sonrası da hepsi hepsi birkaç sac boru! Ancak en önemli şeyi unutmuştuk,
odunu! Sobamız vardı odunumuz yoktu. Odunsuz soba olur muydu? Olurdu tabii,
neden olmasın? Yeter ki bir şeyi fazla dert etme çare nasıl olsa kendiliğinden
gelir. Geliyordu da…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Kış geceleri İstanbul’un soğuğu dayanılmaz
olunca ya karşımızdaki oduncudan odun çaldık sobamızı doyurduk ya da inşaatlardan
kalıp tahtalarını yürüttük sobamıza doğru! Çalamayınca da hiçbir şey, “oruspu
İstanbul”un karında, yorganlarımızın içinde oturduk ısınınca da uyuduk!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Bir gün evimizin nüfusuna bir nüfus daha
eklendi. Babaanne Hak’kın rahmetine kavuştuğundan, heykelci çocuk da çekip
gittiğinden, küçük “konağımız” artık bize kalmıştı! Gerçi Laz komşularımıza
yine kira ödüyorduk ama bir oda parasına bir konak kirası! Dolayısıyla
misafirimizi eve kabul ettik. Zaten hemşerinin sokağa atıldığı nerede görülmüştü.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Hemşerimiz çalışkan bir çocuktu,
çalışıyordu. Gelir gelmez taşı toprağı altın olan İstanbul’da radyolardaki
istek programlarını düzenleyen bir şirkette iş bulmuştu. Sabah işe gidiyor
akşam da elinde birkaç torba dolusu mektupla dönüyordu!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> “Afyon’dan Ayşe, Fatma, Süheyla;
Nilüfer’den Kalbim Bir Pusula’yı istiyor” ya da “Trabzon’dan Dursun, İdris,
Faik; Orhan Gencebay’dan Bir Teselli Ver’i istiyor!’’<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Soğuğun en acımasız olduğu saatlerde,
sobamızı istek mektuplarıyla dolduruyor sonra da Ali’nin Ayşe’nin dileklerine bir
kibrit çakıyorduk! Kibritin ardından etrafında daha halka olmaya çalışırken
soba gürül gürül yanmaya başlıyor, birkaç dakikada nar gibi kızarıyordu. Ellerimiz
yüzümüz, bağrımız birkaç dakika ısınıyor ama gel gör ki sırtımız buz kesiyordu!
“Olsun”, diyorduk “Bi serçe keyfi yaptık ya!” (Serçenin bir su
birikintisinde birkaç kanat çırpınışıyla yaptığı küçük banyoya gönderme.)<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">İstanbul’da okul, devrimcilik, biraz da
avarelik derken iki yılı geride bıraktım. Okul işi sarpa sardı ne doğru dürüst
ders çalışabiliyordum ne de sınıf geçiyordum. Sonunda okuldan atılma noktasına
geldim, o korkuyla da yeniden üniversite sınavına girdim. Artık tercihler
değişmişti, bu kez girmek istediğiniz otuz okulu arka arkaya sıralıyordunuz.
Ben de öyle yaptım en başa da Ankara hukuku yazdım!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Urfa’ya gttim sınav sonuçlarını beklemeye
başladım. Sonuçlar geldi ki bu kez de Ankara Üniversitesi Hukuk’u kazanmışım!
Bu sefer de yeni bir düzene yeni zorluklara yelken açtım ki yine ne yol
gösterecek bir pusulam vardı ne de dümenim! Yine ev telaşı yine yersizlik
yurtsuzluk!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Birkaç ay bekar arkadaşların evlerinde
kaldım ardından da yoldaşlarımın ayarlamasıyla Siyasal Yurdu’na kapağı attım.
Yurt ana baba günü; her yan her siyasetten her yerden gelmiş öğrenci ya da
öğrenci olmayanla kaynıyor! Okula kaydımı yaptırdım ama günlerim yurtta
geçiyor. Gelen gidenin, konuşulanın tartışılanın haddi hesabı yok. Sabahtan
akşama ya dergi gazete satmaya çalışıyoruz ya da sigara, çay içip tartışıp
duruyoruz.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ankara’da o yıllar her okulda ya çatışma vardı
ya da boykot! Her gün her yandan haberler gelirdi: Faşistler arkadaşlarımıza
saldırmış, üç yaralı var! Faşistler filan okula devrimcileri sokmuyor.
Faşistler bu gece yurdu basacakmış!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Arada sırada ben de ‘’kalabalık olsun’’
diye okullarında mahsur kalmış devrimcilere yardıma gidiyordum ki onları
ortamıza alalım okuldan dışarıya çıkabilsinler!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Giderken “tedbir olsun” diye bazı
arkadaşlarımız silah kuşanırdı. Bir gün nefes nefese bir arkadaş geldi,
“Yükseliş’te arkadaşlar dışarı çıkamıyor” dedi. Ardından da gerekirse onları
korumamız için bana da bir tabanca verdi! Silahı belime soktum alelacele
Yükseliş’in yolunu tuttuk.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Devrimci arkadaşlar toplu olarak okuldan
çıktı epeyce bir süre yüründü. Ben de kaldırımdan olanı biteni seyrederek
onlarla birlikte yürüyerek yurda döndüm. O gün kazasız belasız atlatılmıştı!
Hemen yurttaki odaya çıktım ki belimdekini bir yoklayayım ne menem bir şeydir
anlayayım. Eee değil mi ya elime ilk defa silah alıyordum; ‘’keyfini sürmek
istedim. Evirdim çevirdim; sonra da daha önce duyduklarımdan aklımda kalanı
kadar silahın ağzına mermi sürmeye çalıştım. Baktım olmuyor bir daha denedim
bir daha denedim sonra da vazgeçtim oynamaktan, silah çalışmıyordu ki!!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ankara’da gazete dergi satmaktan arada
yurtta, Siyasal’da ya da Hukuk’ta olanları gözlemekten başka işim yoktu! Bazen
de büyük mitinglere katılmak ya da 1 Mayıs’a destek vermek için İstanbul’a
gidiyordum! Gidiyordum ama ya İstanbul’da dağıtacağımız bildiriler Ankara’da
unutuluyordu ya da beraber gideceğim arkadaşım uyuya kalıp randevusuna
yetişemiyordu. “Bir türlü bir örgüt olamıyoruz!” diyor, söyleniyordum!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Herhalde fazla söylenmiştim ki, sonunda
arkadaşlar “Herkes en iyi kendi bölgesinde yararlı olur” görüşüne vardı, karar
verildi, Urfa’ya döndüm!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Döndüm ama yine herkesi “değişmiş” buldum!
Arkadaşlarım bir palazlanmış bir palazlanmış ki yanlarına yanaşılmıyor,
konuşulmuyor. Derlenip toparlanmayan bir ben bir de birkaç arkadaş kalmış.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Biz de sonunda kafa kafaya verdik; çok ama
çok okuduk, çok çalıştık çok örgütledik, kendimize de “üs” olarak CHP’yi
seçtik! Parti bizim ailenin partisi. O güne kadar başkalarına oy vermemişler.
Partiye kayıt oldum, kimse beni ve arkadaşlarımı yadırgamadı, hatta beni
gençlik kolu başkanı bile yaptılar!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Biz de çalıştık hem kendimize hem de
partiye; insanları örgütlendik hem kendimize hem de partiye; kasapları,
sporcuları, öğrencileri, işçileri, lümpenleri karşımıza kim çıktıysa örgütledik,
derdimizi anlattık destek istedik. Onlar da desteklerini verdi, bayram ettik. Mitinglere
katıldık, tarlalarda köylülere yardım için taş topladık, poliste sorguya
alındık, faşist dövdük bazen de onlar bizi dövdü. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">“Önümüzde milletvekili seçimleri var;
parti için çalışmak gerek” dediler çalıştık. Dağlara taşlara, “Karaoğlan”
yazdık arada da ya bir duvar öteye ya da bir kaya ardına, “Kahrolsun Faşizm”i
ekledik!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Yalnız işimiz sadece slogan yazmak değildi
tabii ki bir işimiz de faşist saldırılara karşı durmaktı! Faşistler de iyi
saldırmaya başlamıştı doğrusu. Sokak ortasında silahlar çekiliyor, karşılıklı
çatışılıyor ya da Karaoğlan’ın bulunduğu miting alanına kurşun yağdırılıyor
ölüler veriliyordu. Kahroluyorduk öfkemizi caddelerde kusuyorduk.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Seçimler zamanında yapıldı; bütün
Türkiye’de CHP kazanır gibi oldu ve sonunda zorlama da olsa bir hükümet kurdu.
Urfa’da da siyaset tarihinde görülmemiş bir başarı kazanıldı. Genel seçimlerin
ardından bir de belediye seçimleri yapıldı onu da CHP’li aday kazandı. Başta
yöneticiler ve partililer, iki seçimde de “çok iyi çalışmış” gençlik örgütünü
artık yere göğe koyamıyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Yalnız Urfa’da devrimci hareketlerin
geleceği her geçen gün bir başka hal alıyordu. Kürt arkadaşlarımız vardı,
Araplar vardı, biz de kendimize, “Urfalı” diyorduk! Sonunda Kürt de olsa Arap
da olsa herkes Urfalıydı ama bir zaman geldi ki hiç de “Urfalılara benzemeyen
birileri” çıktı ortaya! Birdenbire çıkmamışlardı tabii ki, biz uyumuştuk
uyumamızın bedelini de ağır ödettiler bize!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Partide sendikalarda, derneklerde,
sokaklarda; ayaklarında spor ayakkabılar, kot pantolonlu; çoğunlukla kara kuru,
çelimsiz, esmer delikanlılar dolaşıyordu... Birbirimize sorup duruyorduk, “Kim
bunlar? Nerden çıktılar birdenbire!” Sonunda öğrendik ki onlar “Apoçi”ymiş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Urfa’da o günlerde her devrimci hareket
kan kaybetmeye başladı, ardından bölünmeler oldu. Sıra bize de geldi. Nasıl
gelmez ki? Ülke solunun en büyük özelliği sürekli amipler gibi bölünerek
çoğalmaktır! Biz de bölündük ama bizimki Urfa merkezli bölünme değildi. Biz
İstanbul’dan bölünmüştük! Yani önce İstanbul’daki arkadaşlar yeni bir tartışma
konusu buldu, günlerce tartıştılar, tartışmalarının seyrini Urfa’dan takip
ettik, biz de kendi aramızda tartıştık sonunda olan oldu, İstanbul’da daha önce
bölünmüş olanlar gibi biz de ikiye bölündük ama eşit bir bölünme olmadı
çoğunluk diğer tarafta kaldı; bizse kendimizi topu topu dört kişi saydık
ardından herkes kendi yoluna gitti.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Miçe Urfa’da bir süre daha kaldı mesleğini
sürdürdü. Birkaç yıl geçmişti ki ağır bir trafik kazası yaşadı çok geçmeden de
kansere yenik düştü.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> “Yoldaş, fırına et atak mı?”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Ona kızdığımızda “Miço!”, sevimli
bulduğumuzda “Miçe!” derdik. Bir de “Kasap!”, mesleğinden ötürü. Gerçek adı
bunlardan sonra gelirdi: Mustafa.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Sabahın köründen öğlene kadar kasaplık
yapar, işten güçten sıkılınca da soluğu parti binasında alırdı. Üstünde kanlı
önlüğü belinde bıçağı; küçük masadı da bir bu bacağına bir öteki bacağına
sallanıp dururdu, ‘’Kasap’’ öyle girerdi içeriye; öyle kurumlu öyle kendinden
emin, sanki küçük dağları kendisi yaratmış! Nasıl yaratmasın ki Urfa’nın
örgütlenmiş ilk devrimci kasabıydı. Kolay iş mi?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Canımızdı, yoldaşımızdı, bir de aç
karnımızın doyuranı! Devrimcisiniz ama Urfalısınız. “Urfalı devrimci” demek
başkalarının gözünde “İsotçu!” demek. Bu “utançla” yaşanılır mı? <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Bundan olsa gerek neredeyse herkes bütün
gün peynir ekmekle karnını doyururken, biz Kasap’ın getirdikleriyle, fırınlarda
pişirttikleriyle, karnımızı doyururduk hem de ne doyurmak!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Bir gün daraklık (pirzola) bir gün
kıymalı(lahmacun) bir başka gün tanıdık, bildik kebapçıdan frenkli (domatesli)
kebap ama en çok, işimiz “acele” olduğunda Kasap fırına et atardı. Hemen bir
alüminyum tepsi bulur, yarım kilo kuzu kıyması ayarlar; çarşıdan iki üç frenk,
beş altı tane de acı yeşil ya da kırmızı isot (biber) aldı mı yemeklik malzeme
tamam olurdu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Eti bir iki çimdik tuz katarak tepsinin
ortasına yayar, etrafına enlemesine kesilmiş domates dizer, üstlerine de ikiye
ayrılmış isotlardan koyar sonra doğru fırına! Adı yok bu yemeğin, biz “fırına
et atmak” derdik. O kadar. Tepsimiz fırından yine Miçe ile gelirdi, üstünde de
üç dört tane taze açık ekmek(lavaş), naylon torbada da yoğurt, birazdan ayran
olacak.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Miçe’yi özlüyorum, bütün ölülerimi
özlediğim gibi!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"> <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span face="Verdana, sans-serif" style="font-size: 12pt;">
</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"> </span></p><p></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-26304400881302365342021-01-11T17:05:00.012+03:002021-02-27T21:51:00.009+03:00BİR BABADAN KIZINA 14 BİN KAP YEMEK<p></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yıllardır evliydik ve
neredeyse her gün eşimizin karşı çıkmasına rağmen çocuk istiyorduk. Bizim
çocuğumuzu; tenini, gözlerinin rengini, merak ettiğimiz çocuğu… Yakarışlarımız
Yaradan’da karşılık buldu ki bir gün eşimiz “Hamileyim!” dedi; ilk tepkimiz, “Doğuracak
mısın?” oldu. “Evet” deyince Babiş doğdu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><a href="https://1.bp.blogspot.com/-7UrjbMMGZuo/X_xbfNQA1SI/AAAAAAABWPo/DAr2VlGcbhEQeV5GSFwz7tKzdX3biMvsgCLcBGAsYHQ/s1092/BAB%25C4%25B0%25C5%259EE%2BYEMEKLER.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="799" data-original-width="1092" src="https://1.bp.blogspot.com/-7UrjbMMGZuo/X_xbfNQA1SI/AAAAAAABWPo/DAr2VlGcbhEQeV5GSFwz7tKzdX3biMvsgCLcBGAsYHQ/s320/BAB%25C4%25B0%25C5%259EE%2BYEMEKLER.jpg" width="320" /></a></span></div><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />Hava sıcaktı, yaz olmalı;
marketin otoparkına girip arabayı park ettik ve sağ kapıyı açtık. Babiş arka
koltuktan ön tarafa geçti, ardından da yere atladı. Sokağa her çıktığında
yaptığı gibi bütün şirinliğiyle eteğini çekiştirdi elimizi tuttu, markete girdik.<o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İlk yaptığı, cebinden
çıkardığı alışveriş listesine bakarak raflar arasında dolaşmak ve bulduklarını
market arabasına atmak oldu. O an bütün korkularımız uçup gitmişti. “Kızımız büyümüş
de haberimiz olmamış, alacaklarımızı not bile etmiş,” deyip hayıflandık! Doğduğundan
beri her şeyi ile ilgilenmeye çalışmış olsak da şimdi yedi yaşındaki bir kız çocuğunun
bütün sorumluluğunu üstlenmeye hazırlanıyorduk. Sabah öğlen ve akşam
yedirilecek içirilecek, bunlar için alışveriş yapılacaktı. Üstü başı yıkanıp
paklanacak, ütülenecek; yatağı on beşte bir değiştirilecekti. Her gece Fildo
ile Filsi okunacak, sabah saat 6’da uyandırılıp önüne farklı kahvaltılar
konulup yedirilecek, servise bindirilecekti. Geldiğinde her gün değişik bir
yemek pişirilmiş olarak karşılanacak, aç bir kurt gibi olacağından ve gelir
gelmez televizyonun karşısında yerini alacağından yemek tepsisi kucağına
verilecekti. Bazen “Yemek güzel olmamış, beğenmedim!” fırçası yenilecek, bazen
övgü alınacak; mercimek çorbası her daim hazır tutulacak, hasta olduğunda limonlu
tavuk çorbası hemen yetiştirilecekti. İlaç için eczaneye koşturulacak, en az ayda
bir yeni giysiler için alışveriş merkezine götürülecek ama en önemlisi işe
gidilip para kazanılacaktı! İnanmayacaksınız ama bütün bunların üstesinden
geldik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Elimde bir resmin kalmış!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Evliliğimizde on beş yılı
geride bırakmıştık, kayınvalidenin evinde oturuyorduk. Yazlığımız, kapımızın
önünde 60 model bir kaplumbağamız vardı. Çocuğumuzla doyasıya baba-kız
muhabbeti yaşıyorduk; ancak evliliğimizde “aşk” da “sevgi” de bitmiş sonuna
gelmiştik! Yapılacak bir şey yoktu, ayrıldık! Kızımızın velayetini aldık,
ardından da kardeşimizin Kalamış’taki evini yeni bir “yuva” olarak hazırladık.
Evimiz iki oda bir salon, bahçe katında, güzel bir evdi. Baba kız yirmi yıl
yaşadık. Güzel</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Günler geçirdik. İlk akşam
kızımız en sevdiği divana yayıldı, taşınma heyecanının yorgunluğuyla olduğu
yerde uyuya kaldı. Her zaman yaptığımız gibi kucağımıza alıp, yeni odasındaki
yatağına götürdük, yanağına bir öpücük kondurduk, ardından salona gidip hıçkıra
hıçkıra ağladık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sabah uyandığımızda aklımıza
ilk gelen; “Yine gözyaşlarımın sel olup aktığı bir gecenin sabahındayım; elimde
bir resim kalmış geceden, ıslanmış biraz!” sözleri oldu. Uyku sersemliğini
üstümüzden atamamıştık ki, birisi “Babişşş!” diye üstümüze atladı, biraz altüst
olduk güne “Merhaba!” dedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kızım yumurtanı nasıl istersin?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Terazi burcuyuz, kararsız
yani, bu yüzden başımıza gelmeyen kalmadı. Sabahları giyinemeyiz çünkü ne
giyeceğimize karar veremeyiz; yemeğe gittiğimizde mönüden yemek seçemeyiz! Bir
gün İstiklal Caddesi’ni baştan sona yürümüş, bir yerde karar kılıp yemek
yiyememiş, sonunda kendimizi cezalandırıp kötü bir dilim pizzayla nefsimizi
köreltmiştik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Zaten Babiş’le yaşadığımız
uzun yıllar boyunca kavgalarımızın en büyük nedenlerinden biri bu
kararsızlığımızdı. Sabahları, “Kızım ne yersin? Kaşarlı tost yapayım mı?
İstersen sucuklu da olabilir ya da sadece sucuk yapayım, ekmek de kızartayım
yağına banmayı seversin! Yumurtanı nasıl istersin katı mı az pişmiş mi yoksa
yağda yumurta mı olsun? Omlet de yapabilirim? Ekmek kızartayım, tereyağı sür
üstüne bal dök ye; seversin diye yeni beyaz peynir de aldım. Aklıma geldi; bu
kış günlerinde pekmez de yemiyorsun, üstelik doğal, vitamin deposu! Bak
istersen pankek de yapabilirim?” demekten, aklımıza gelen her seçeneği
sıralamaktan zavallıyı bunaltmıştık. Kahvaltı için yedireceklerimizi
arttırdıkça Babiş sonunda patlar, “Babaaa önüme bir şey koy da zıkkımlanıp
gideyim şimdi servis gelecek,” derdi; kapıdan yolcu eder etmez alona koşar,
pencerenin perdesini aralar; servise bindiğine emin olunca, rahatlardık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Aman tanrım!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir çocuğun evden gidene
kadar, ana babasına verdiği en büyük eziyet, odasının toparlanma halidir. Bu
işi genellikle anneler yapar. Ancak bizde o olmadığı için bu iş de bize
kalmıştı. Okul için çıkınca odaya dalardık. Aman tanrım! Yere atılmış giysiler,
defterler, parçalanmış kâğıtlar kitaplar; renk renk, çeşit çeşit kalem, incik boncuk,
boş parfüm şişeleri, fırçalar, daha neler neler… Sanırsın ki semt pazarı!
Toparlama bitince yatağın yapılma faslına geçilir, o da bitince kendimizi
dışarıya atar, işe giderdik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Otobüs durağına yürür, ilk
gelene biner, vapura koşturarak yetişir; tünel, ardından metro, sonra serviste
soluklanırdık. Akşam da aynı yollardan geri dönüp, kendimizi Kadıköy Çarşısı’nda
bulurduk. Neredeyse her şeyin satıldığı çarşıda aklımıza ilk gelen, “Babiş
akşam ne yiyecek, evde ne eksik?” olurdu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün işverenimiz çalışma
süremizi yeterli bulmuş olacak ki işimize son verdi işsiz kaldık ve her işsizin
yaptığı gibi evde oturmaya başladık! İnternet hayatımıza yeni girmişti. Bu
müthiş iletişim ağı o günlerde yoldaşlık etti; başında günlerce çakılı kaldık
ve yeni keşfettiğimiz “blog dünyası”nda gezinip durduk. Günün birinde “babiseyemekler.blogspot.com”
adında bir blog açtık. “Bir Babanın Hatıraları” başlığı altında “Babiş’e
Yemekler, bir baba ile kızının günlük hay huy içinde birbirlerine pişirdikleri yemeklerin
hikâyesidir. İki Babiş vardır, birlikte yaşamaktadır ikisi de birbirlerine
“Babiş” demektedir. Yemekleri Büyük Babiş pişirmekte, günün birinde bunun
tersine dönmesini hayal etmektedir!” diye de bir tanıtım yazısı yazdık;
başladık okuyucu beklemeye… Başlarda “Hem canımız sıkılmaz hem de derdimizi
kimselere anlatamıyoruz bari sosyal medya dünyasında destekçi kadınlar bulup,
‘Çocuk nasıl büyütülür, hangi yemekleri severler?’ diye sorar, tarifler
alırız,” diye düşünürken hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Birçok “eski koca
düşmanı” kadınla tanıştık ve hepsinin derdinin aynı olduğu kısa sürede ortaya
çıktı. Meğer eski kocalar neler yapmış yapmaya da devam ediyorlarmış. Ne arayan
varmış ne soran… Kimi kızının kimi oğlunun yıllardır babalarını
göremediklerinden yakınıyordu! Telefon bile açmayan varmış! Çocuklarını
analarının üstüne atıp ortadan kaybolmuşlar!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Tanrı sizi ödüllendirmiş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımıza yaptığımız
yemekleri yazdıkça, başımızdan geçenleri anlattıkça kısa sürede blog dünyasının
en popüler babası olduk. Her gün yüzlerce kadın sayfamızda yazılanları,
maceralarımızı okudu, yorum bıraktı: Çok sevdim bloğunuzu ve kendimden utandım.
İki yıldır evliyim ama halen mantı açmaya girişemedim. Velakin acayip gaza
geldim, dur bakalım…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“O kaşarlı biftek neydi
öyle? Bravo size. Yemekle dikiş dikmeyi de birleştirdiniz ya! Teyellediniz mi
etleri? Diyorum size, burada kaburga dolması görmem çok yakındır. Nohutlu
pilavı da içine doldurup urganla dikersiniz! Valla korkuyorum sizden!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Erkeklerin sadece yediğini
düşündüğüm bir dünyada, bu mantı yazınızı okudum ya! Daha ne isteyeyim?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Gülümseyerek okudum
yazınızı, içime bir sıcaklık yayıldı sevgiyle ve gözyaşları ile bitirdim!
Babamı ve onun küçük kızı olduğum zamanları çok özledim! Tanrı sizi
onurlandırmış sanırım, kızınız olmuş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Siz nasıl bir babasınız?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bizi izleyenler, yorumlar
bıraktıkları gibi iletişime de geçti. İçlerini döktükten sonra da bu kez
babalığımızı sorgulayıp tanıdıkları babalar ile bizi karşılaştırdı. “Siz nasıl
bir babasınız, öbürlerine hiç benzemiyorsunuz!” dedi. Ne diyebilirdik ki? “Biz
bizden olanın bizde kalması için çabalayan” bir babaydık; elimizden gelen de
okudukları kadardı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş’e Yemekler’de güzel
arkadaşlıklar edindik. Bu kitap onların ısrarıyla yazıldı. Umarız her gün
merakla bekledikleri, gülümsedikleri o güzel günleri hatırlatır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ancak Babiş’le yaşayıp da
yazdıklarımız, okuyucunun pek beğendiği yazılarımız, gün geldi evdeki
huzurumuzu kaçırdı. Babiş, “Beni rezil ediyorsun!” diye söylenmeye başladı. Biz
de bir süre yazmayı askıya aldık. Zaten kültürlerimiz farklıydı, hepten ayrı
düştük.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Derelerinde timsahların
yüzdüğü köy!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biz kentliyiz ve kentimiz on
üç bin yıllıktır. Ne peygamberler ne şairler, yazarlar müzisyenler yaşamıştır
ki Orfeus’u lir çalarken betimleyen en eski mozaik kentimizde bulunmuştur. Amazonlar’ın
gerçek olduğu ve burada yaşadığını Haleplibahçe’de bulunan mozaikler
kanıtlamıştır! Âdem’le Havva’nın ilk buğdayı burada ektiği efsanesi bile
vardır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş kızımız ise köylüdür.
Kadıköylüdür! Köyü en fazla iki bin yıllıktır, pek öyle kayda değer bir tarihi
yoktur! Bildiğimiz, tarih öncesinde Kurbağalıdere’de timsahların yüzdüğüdür! En
önemli şahsiyeti, Eflatun’un talebelerinden Ksemokrates Kadıköylü’dür. Bir de
bizim Babiş’in iki binlere yakın burada doğduğudur! Bir zamanlar onun doğduğu
yere, karşı kıyıdan bakanlar, kentlerini orada kurdukları için ”Körler ülkesi”
demişler. Ne ise kimlik yarıştıracak halimiz yoktu; demeye çalıştığımız o ki ev
arkadaşımızla kültürlerimiz farklıydı. O bizim bütün yediklerimize burun
kıvırır, ağzına koymazken; biz kendi adımıza ne bulduysak, yer içer
şükrederdik. Sadece pırasayı ve kerevizi canımız çekmezdi o da huysuzluğumuzdan
değil bilmediğimizden yemediğimizdendi. Şimdi kimse inanmaz, biz ilk balığı
Kadıköy’de yedik! Bizim kentimizde de balık vardı, sadece yemiyorduk! Çünkü
balıklarımız kutsaldı! Onları yiyeceğine, ellerimizle beslerdik, onlar da sevgilerini
yanımıza kadar gelip belli eder, hatta gülümserdi! “Balık gülümser mi?”
demeyin. Bir gün Urfa’ya yolunuz düşerse onları gözleyin. Yani dememiz o ki
balık bizim için çok değerlidir. Ancak bu kente gelip de yerleşince ki kırk yıl
oldu; baktık herkes balık yiyor. Haftada bir iki, en çok da pazarları…
“Bildikleri olsa gerek, geri durmak olmaz!” deyip biz de yemeye başladık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Balıkların kulağına kar suyu
kaçarsa!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yetmişlerin sonuna doğru
Kadıköy’e geldiğimizde öğrenciydik. Haliyle parasızdık, satın alamadığımızdan;
balıkların hangisi hangisidir bilmiyorduk! Yani suyun içinde yüzerken
görmüşlüğümüz vardı da yemişliğimiz yoktu! Kadıköy Çarsı’ndan sabahları geçip
vapura gittiğimizde tezgâhlara yeni çıkmış balıkların etiketlerini okuya okuya
isimlerini öğrendik! Öğrenciliğimizde bazen aşırı soğuklarda kulaklarına kar
suyu kaçtığından fiyatları ucuzlardı ve o gün öğrenci evimiz bayram yerine
dönerdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün çarşıda kovalarda
oynaşan istavritler gördük aklımıza öğrencilik yıllarımızda gazete kâğıdı
üzerinde; taze ekmek, kuru soğanla yediklerimiz geldi. Aldık. “Babiş’e de
yedirir hem de öyküsünü anlatırız,” diye heves ettik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Eve gelince yemek masasını
hazırladık, erken bir rakı koyup güzel kızımızı beklemeye başladık. Saatinde
geldi ve hemen salona geçip o akşamki yiyeceğini beklemeye başladı. Yemek tepsisi
içine kızarmış istavritleri çok sevdiği havuç salatasını koyup, salona,
televizyon karşısındaki divana götürdük. Kısa sürede yedi, ardından da balıklar
hakkındaki damak zevkini<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ben küçük balık sevmiyorum
baba ya, yine de eline sağlık!” diye belirtti. Biz de yemek masasında
istavritlerle baş başa kalınca onlara şiirlerini okuduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Küçük istavrit</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Küçük istavrit yiyecek bir
şey sanıp,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hızla atıldı çapariye,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Önce müthiş bir acı duydu
dudağında,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Gümbür gümbür oldu yüreği,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sonra hızla çekildi
yukarıya…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Aslında hep merak etmişti,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Denizlerin üstünü,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Neye benzerdi acep gökyüzü?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir yanda büyük bir merak,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir yanda ölüm korkusu…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Dudağı yarıklar” denir,
şanslıdır onlar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hani görüp de gökyüzünü, insanı,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Oltadan son anda
kurtulanlar…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ne çare balıkçının
parmakları hoyratça kavradı onu,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Küçük istavrit anladı yolun
sonu…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Koca denizlere sığmazdı
yüreği,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Oysa şimdi yüzerken,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Küçücük yeşil leğende,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Cansız uzanıvermiş
dostlarına,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Değiyordu minik yüzgeci…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İnsanlar gelip geçtiler
önünden,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir kedi yalanarak baktı
gözünün içine,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yavaşça karardı dünya,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Başı da dönüyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Son bir kez düşündü derin
maviyi,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Beyaz mercanı, bir de yeşil
yosunu…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İşte tam o anda eğilip aldım
onu,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yürüdüm deniz kenarına,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir öpücük kondurdum başına,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İki damla gözyaşından
ibaret,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sade bir törenle saldım
denizin sularına…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir an öylece bakakaldı,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sonra sevinçle dibe daldı,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Gitti, tüm kederimi söküp
atarak,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Teşekkürü de ihmal
etmemişti,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Birkaç değerli pulunu elime
avuçlarıma bırakarak…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Balıkçı ve kedi şaşkın
baktılar yüzüme,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sorar gibiydiler neden
yaptın bunu niye?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bir gün…” dedim,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bulursam kendimi yeşil
leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Son ana kadar hep bir umudum
olsun diye…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Dr. Serdar Sıralar</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Balıkların Sırtını Sıvazladık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Halimiz böyleydi, bir yandan
balıklarla yarenlik ederken </span><span style="font-size: 12pt;">bir yandan da “kırmızı-
beyaz et-balık” üçlemesini kafamızda </span><span style="font-size: 12pt;">dolaştırıp duruyorduk.
Balığa çok titizleniyorduk ama gelin görün ki çocuk milleti laftan anlamaz.
İster büyüsün ister büyür gibi görünsün, çocuk çocuktur. Gerçi kızları az biraz
büyür ama erkekleri çocuk gelir, çocuk gider! Bizim kızımız da yavaş yavaş büyüyordu
ancak zaman zaman tatsızlık çıkarmaktan da geri kalmıyordu. Önüne konan
balıkları şu ya da bu şekilde yiyen çocuk bir gün, “Ben ızgara balık severim!”
iddiasında bulunup üstelik bizi de pişirme tekniğini bilmemekle suçladı!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Zan altında kalmak hoş
değildir. Savunma yerine kültür balığı iki çipurada karar kıldık ve aldık.
Izgarayı yağlayıp, balıkların sırtlarını sıvazlayıp yatırdık. Balığın pişmesi
için gözünün pörtlemesi yeterlidir ama bu kızımızı kesmez, kömüre yakın ızgara,
severdi! Onun için ‘’balıklardan biri kömür olsun’’ diye bekledik; beklerken
kıvırcığı altlık yapıp, az biraz domates, taze nane ve maydanozla bir salata
yaptık ki; bol limon, bol zeytinyağı gezdirirsen yeterli! Ancak bu bizim
salatamızdı! Babiş’e domatessiz ve nar ekşili yapmak gerekirdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Doymadımm!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu arada sofra kurma
görevini yine biz yerine getirip, asli işimizi sürdürdük. Bıçak, çatal, bardak yerleştirdik
masaya; artık her şey tamamdı. Baba-kız afiyetle, ağız tadıyla balık yiyecek,
arada dedikodu yapacak, vakit kalırsa günlük işlerden konuşacaktık. Nitekim
öyle de oldu ama Babiş.; “Biliyorum yanlış ama ben balığıma limon sıkacağım,”
demeseydi; bunu yapmasaydı! Yaptı. Zaten ne yapabilirdik ki? “Hiç olmazsa
yanlış olduğunu biliyor,” diye kendimizi teselli ettik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hacı ellerine sağlık!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Afiyet olsun kızım!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Doydun mu dersen, hayırrr!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ee yuhh be kızım! Önce
çorbayı hüplettin, ardından koca balığı midende yüzdürdün; nar ekşili kıvırcık
da yan gel yat oldu! Artık bir şey yapamam, istersen kestane var!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Olur yerim!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Tamam, suya yatırayım o
zaman!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">O güne kadar kestaneleri
çizer, köz tavasında arkalı önlü pişirmeye çalışırdık. Bir gün okuduğumuz gazetede,
yöntemimizin yanlış olduğunu öğrendik. Önce marketten kestaneyi alıyorsunuz,
eve gelince poşetten çıkarmadan bir köşede bekletiyorsunuz. Taa ki, “Kestane
nerde kaldıı!” denilene kadar. İyi bir kestane pişirmenin püf noktasını, yani
kestaneciler gibi sıra sıra dizmenin sırrını öğrendik. Kabuklarının çabuk soyulmasının
nedeni, pişirmeden kestaneleri boydan boya çizmek, bir saat suda bekletmekmiş!
Sonrası ise ocağın başında “Kestane kebap, kestane kebap, yemesi sevap!” diye
bağırıp, müşteriyi kestanelerin yanına çekmekmiş!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kereviz de nedir?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Keçinin sevmediği ot
burnunun dibinde bitermiş. Bizimki bir gün “Canım kereviz salatası çekiyor,
yapsana!” demez mi? Kerevizi uzaktan görmüşlüğümüz vardı. Lakin elimize almışlığımız
yoktu! Aldı mı bizi bir telaş! Derdimiz “Ya Babiş’e karşı rezil olursak?”
telaşıydı. Gittik pazara, tezgâhlar arasında dolaştık durduk; sonunda bu önemli
sebzeden, üç tane alıp eve geldik, bir hal çaresi aramaya başladık. Memleket
mutfağından bildiğimiz birkaç salata vardı; biri çoban, ikincisi koruk suyuna salatalık
doğranarak yapılan; bir başkası ise içine bostanda yetişen neredeyse her şeyin
konulduğu bostanaydı. Kerevizler bir yanda, biz bir yanda yemek kitaplarına
başvurduk ama herkes kendince bir tarif veriyordu. Kimi “Hemen limonlu suyun
içine rendele,” der kimi de “Yoğurda rendele, hatta biri yanında olsun, hemen
rendelediğini alıp içine atsın ki kararmasın. Kereviz çok çabuk kararır,”
diyordu. Biz inisiyatif kullanıp kerevizleri yarım limonluk suya rendeledik,
rengi de ak pak oldu kararmadı. Burnumuza gelen kokuyu da sevdik. Ardından
yoğurt çırptık, birkaç diş sarımsak dövdük, sonra da<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kerevizlerin çabuk çabuk
suyunu süzüp ekledik. Sonucu merak ediyorduk ama tatmak pek içimizden
gelmiyordu. Buna rağmen tattık ve bir şeylere benzetemedik. Tanımışlığımız
yoktu ki nereden bilelim? Koyduk dolaba kereviz salatasını, bekliyorduk ki
sahibi gelsin, hazırladığımız mantarlı bonfilenin yanında yesin. Biraz rötarlı
geldi, etüde kalmış; bu arada artık ortaokullu olmuştu. Gelince sunduk tepsiyi.
İlk tepkisi, “Babiş bonfileyi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ikinci kez mi ısıttın?”
oldu. “Evet,” deyince de “İkincisi buysa<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">birincisinin tadını tahmin
bile edemiyorum, ellerine sağlık…” dedi. Söz kereviz salatasından açılınca da
“Biraz sulu bırakmışsın, sulanmış!” yorumunda bulundu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Ar-ge çalışmalarına hız
verdik!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş hafta sonu ziyaretlerine
gitmediğinde sabahları kahvaltıda buluşurduk. Ancak kahvaltı sofrasına aynı
anda oturamıyorduk! Kızımız tatil günü biraz daha uyumak istiyordu. Biz de çay
içerek onu bekliyorduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Önemli olan birlikte
kahvaltı edebilmekti. Kahvaltıyı hazırlar; çayı demler, peyniri zeytini
çıkarır, sofrayı kurar, “hoşluk olsun” diye yeni bir şey dener, “Ar-ge
çalışmalarımıza yararı olur,” diye düşünürdük. Bir sürü güzel yemek mutfak
ustalarından çıkmamış mıydı? “Neden olmasın?” diyorduk. Onun için pazar
sabahları erken kalkar, bu deneyleri yapar ve kızımızın gözüne bir kez daha
girmek isterdik. Aslında yaptığımız kolay ve basitti. “Nasıl olsa bayat ekmek
var; tereyağı, yumurta taze kaşar da var. ‘’Neden bir deney yapmayalım ki?”
derdik. Tavaya önce az tereyağı, sonra ekmekleri ince doğrar, kızartır üstüne
bir yumurta kırar, bir kapakla kapatıp kısık ateşte az biraz demlenmeye
bırakır, indirmeden bir iki dakika önce de kenarlara biraz kalınca taze kaşar
rendelerdik. Ancak geçmişti o günler. Kızımız büyümüş, büyüdükçe kendi
kahvaltısını kendi eder hale gelmişti. O halinden memnundu ama bizimki de baba
yüreğiydi, yatarken de sabah kalktığımızda da aklımızı ona takılı bulurduk. “Ne
yiyecek ne içecek? Yine hiçbir şey yemeden, okula aç mı gidecek? Böyle de olmaz
ki?” der dertlenirdik! Ancak neylersiniz ki babaların da çocukları üstündeki
otoriteleri bir yere kadardır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">‘’Baba haline şükret!’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir sabah baktık ki kızımız
ayakta kahvaltı hazırlığında; “Güngelir gerekli olur,” diye dondurucuda
beklettiğimiz patatesli börekleri kahvaltısına katmayı teklif ettik. “Olurr!”
deyince de börekleri aşağıya indirdik. Çözülmelerini bekledik. Bu arada çay
demledik, ardından da kızartma işini üstlendik. Börekler nar gibi olunca sofrada
bekleyen kızımıza servis edip, günlük rutinimize döndük. Duşumuzu aldık.
Pantolon gömlek giyip, mutfağa uğradık. Babiş’in tabağında tek başına duran
mini minnacık bir börekle gözgöze geldik. Şaşkınlıktan ağzımızdan “Yuhhh yani!”
çıktı. Babiş karnını tıka basa doldurmuş haliyle oldukça sakindi ve sakin sakin
de yanıt verdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba, ya anoreksiya olan
bir kızın olsaydı? Şükret!” dedi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Ay sen mantı mı açtın?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sonbahar gelmişti sonunda,
rüzgâr sağda solda geziniyordu. Bazen de güneşle bir olup yakıp yıkıyordu
ortalığı! Aslında bize bir zararı yoktu hatta seviniyorduk tekrar geldiğine; sayesinde
yazlık yemekleri kaldırmaya başladık, artık soframızda kışlıklar boy göstermeye
başladı. Mercimek çorbası karıştırıyorduk, nohutlu bulgur pilavı yapıp içine
gizli gizli domates ekliyorduk. Börekleri çörekleri düşünür olmuştuk; mantı
açmaya bile heveslendik! Hatta “Babiş’e sürpriz olur,” diye bir gün de yaptık.
Gerçi tarif almadığımızdan aklımıza uyup “Üstesinden geliriz,” dediğimizden az
biraz sıkıntı çektik. Bir türlü hamur simetrisini tutturamadık. Bir şeridi dar,
birini<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">uzun kestik; kıyma kiminin
üzerinde çok, kiminin üzerinde minnacık durdu. Tezgâh başında birkaç saat
ayakta dikilmek, pek belimize yaramadı ancak sonunda mantı kapamayı öğrenip bu
işten de yüzümüzün akıyla çıktığımıza inandık. Gerçi mantımızın kırkı bir
kaşığa sığmazdı ama “Hiç olmazsa artık kızımıza hazır mantı yerine kendi yerli
malı mantımızı yedireceğiz,” diye<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">gururlandık! Sonunda Babiş
okuldan geldi. Selam sabahtan sonra tabii ki akşamın mönüsünü sordu:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yemekte ne var? Karnım çook
aççç!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Mantı yaptım kızım!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ay sen mantı mı açtın?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Valla denedim, dur
bakalım!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş başka ses etmedi,
bekledi ki sofra hazır olsun. Biz ise<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">hızımızı alamadığımızdan iki
seçenek birden sunduk. “Fırın<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">mı olsun yoksa suda mı
haşlayayım?” dedik ve “Fırın olsun!” yanıtını aldık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yaşlanıyorsun!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Fırını en son ayara
getirdik, tepsiyi az biraz yağladık, mantıları serip bekledik ki kıtır
olsunlar. Bu arada bir başka hazırlığa giriştik. “Babiş mantıyı sarımsaklı
sever,” diye iki sarımsağı havanda ezip, çırptığımız yoğurda ekledik,
beklediler bir yanda; bir de küçük bir tavada tereyağı eritip, az biraz
salçayla sulandırdık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu arada evin köpeğinin çişi
ve kakası geldiğinden, bu görev de her zaman bizim olduğundan, onu alıp parka
çıktık, uzun uzun dolaştırdık, çişini yaptırdık, kakasını topladık! Arada bizim
gibi çocuğunun gazına gelip, yeni köpek sahibi olmuş hanımlarla tanıştık,
sohbet ettik eve döndük.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Huyumuzdur her yaptığımız
yemekten sonra yorum alırız.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yine öyle yaptık Babiş’e;
“Mantı nasıl olmuş?” diye sorduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Skandal, yarısını ancak
yiyebildim! Casita’da nasıl yapıyorlarsa<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kıtır bırakıyorlar!” dedi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu laflar o güne kadar
aldığımız en ağır yorumdu. Kalbimiz kırıldı. Kızımıza gücendik ama işi
pişkinliğe vurup mantının neden “skandal” boyutta olduğunu öğrenmeye çalıştık.
Özetle dedi ki: Yaptığımız mantı bize yakışmamış! Yoksa biz o güne kadar öyle
yemekler yapmışız ki tadından yenmezmiş, son olarak öldürücü darbeyi de vurup
konuyu kapattı: “Yaşlanıyorsun!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Aslan parçası” oyuncaklarla
büyür!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Meraklılar yeri geldiğinde
ana babalara, “kız mı isterdin, oğlan mı?” diye sorar. Zor bir sorudur ve istek
başka, kucağınıza aldığınız başkadır! Kapısında heyecanla beklediğiniz doğum
odası açılır doktorunuz, “Bir oğlunuz oldu, nur topu gibi maşallah, Allah
bağışlasın…” der. Artık hayal kurabilirsiniz “İlk oyuncağı ne olsun?” Baba
oğluna ne alır ki? Fazla kafa<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">yormaya gerek yoktur.
Takımının forması, kaşkolü, hayalindeki arabanın oyuncak olanı, top, tüfek,
tabanca! Sizin “aslan parçası” bu bir sürü oyuncak arasında büyür, fazla
büyüdüğüne kanaat getirdiğinizde ilk bilgisayarını alırsınız; arkadaşları
Cenk’i Berk’i eve çağırır, araba yarıştırır ya da top oynar! Arada onunla
muhabbet bile eder, “Naber lan ayı!” diye hal hatır sorar, sevgi gösterisinde
bulunmak için kıçına tekmeyi basar, yakaladığınızda da alt üst olur,
boğuşursunuz. Kimi hafta sonları, formaları giyer kaşkolleri boynunuza dolar,
“Oğlan üşümesin!” diye beresini kulaklarına kadar çeker maça götürür, karşı
takıma beraber küfredersiniz!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Ulan bu eşek ne zaman adam
olacak?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sonunda ona “erkek” olmayı
öğretmenin yollarını “eksiksiz” yerine getirdiğinize kanaat getirip, en can
alıcı soruyu sorar, “Kızlarla aran nasıl, var mı bi şeyler lan?” der, kem kümle
ağzından çıkanları can kulağıyla dinler, dinlerken de ölüp ölüp dirilirsiniz!
Bu ta ki bir kızla çıkana kadar sürer. Çıkmadı diyelim, vesveseden sizin
canınız çıkar. Bir de “Ulan bu eşek oğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">eşek ne zaman adam olup
büyüyecek de baba oğul karşılıklı rakı içeceğiz?” derdine düşersiniz. Bir erkek
için oğlan çocuğu babası olmak, gurur kaynağıdır; boşuna mı erkek adamın erkek
evladı olur demişler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Peki, tersi oldu diyelim.
“Bir kızın oldu, çok güzel maşallah,” dediler! Hiç düşünmüş müydünüz kız babası
olacağınızı? Biz düşünmemiştik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir şubat günü doğum
odasının kapısında merakla beklerken, “Kız mı olacak, erkek mi?” soruları ilk
kez bize kendini hatırlattı ve bir ciyaklama sesi duyduk! “Kız bu!” dedik ve
kapı açıldı doktorumuz “Bir kızınız oldu!” dedi. O günden sonra da kız babası
olmanın ne demek olduğunu öğrendik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Snake oil nedir bilir
misiniz?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yoksa nereden bilecektik her
gülücüğün, her öpücüğün; her<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babacım babacım!” demelerin
ayrı ayrı anlamı ve mesajları<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">olduğunu? Parktaki her kedi
köpeğin ve de oğlan çocuğunun<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sevilmesi gerektiğini,
gülücükler gönderilmesinin anlamını<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">nereden bilecektik? Her
görülen renk ve biçimdeki saç tokasının<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">alınması gerektiğini nereden
bilecektik? Her güne her duruma ve<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">de her duygu yüküne karşı
giysiler gerektiğini nereden bilecektik?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Üç gün aç biilaç gezilip bir
gün doymak bilmez yenilmesini, üstelik yenilirken fındık fıstığın ve de
çikolatanın abartıldığını ama sonra da “Yüzümü sivilceler bastı, beni doktora
götür!” yakarışlarına neden olarak yenilenlerin gösterilemeyeceğini nereden
bilecektik? “Deniz mineralleri içerir yağ içermez” “Hassas ciltlere yönelik
kayısı özlü peeling” ne demek; ya da<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“sugar scrub manicure
peeling” ne işe yarar, nereden bilecektik? Hele hele Tanrı’nın bahşettiği
lepiska saçlara “tatlı bademyağı”, “snake oil (yılan yağı)”, “papatya suyu”,
“içten dıştan ikili onarım, kırılma karşıtı, kuru, yıpranmış veya kırılan
saçlar için” hem bilmem ne firmasının hem de bilmem ne firmasının “yeni sıvılaştırılmış
ipek içeren” sıvı ipek teknolojisi ile üretilen ürünün ne olduğunu nereden
bilecek; bütün bunlar varken bir de yeni “yüzde yüze kadar daha az saç
kırılması ve yüzde doksan beşe kadar daha az çatallaşma” vaat eden bir başka
ürüne de gerek olduğunu, nereden bilecektik? Hiç bilmez, anlayamaz ancak
uzaktan uzaktan seyreder, gülümser; gün gelir aktar aktar dolaşıp “çakma
olmayan papatya” ararsınız! Ancak bütün bunlara karşın öyle bir gün gelir ki,
evdeki zeytinyağının durmadan azaldığına bir türlü anlam veremezsiniz!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biz bunların hepsini
yaşadık. İyi bir deneyimdi ve yirmi yılımıza mal oldu! Artık gözü kapalı bir
kız çocuğu büyütebiliriz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Baba kız aylardır stres
altındaydık. Okula git gel, dershaneye git; ondan gel bu sefer de evde çalış,
çalış babam çalış! Dur durak yoktu Babiş’e. Çünkü sınavlara hazırlanıyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Babaaa ben sınav sabahı ne
yiycem?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Aklınıza “Zıkkımın kökünü!”
demek geliyor değil mi? Diyemezsiniz!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çünkü siz sorumlu bir
babasınız, “zıkkım” yerine “Ne yemek istersin kızım?” demelisiniz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biz de öyle yaptık zaten,
onun adına bize fenalık gelmişti de çaktırmamaya çalışıyorduk. Sonunda son
haftaya gelindi gelinmesine ama hiç beklemediğimiz sürprizlerle karşılaştık;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sorun her zamanki gibi yine
yemekti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babaaa!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne var kızım?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sınav akşamı ben ne yiycem?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“………”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babaaa!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne var kızım?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sana söylüyorum duymuyor
musun?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Duyuyorum!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Eee niye cevap
vermiyorsun?’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kızım ne istersen onu ye!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hafif şeyler yemek
istiyorum!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Peki…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babaaa!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne var kızım?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sınav sabahı kahvaltıda ne
yiycemm?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Zakkum diye bir bitki var.
Onun kökünü ye diyecem ama<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sen tadını bilmediğin
şeyleri yemezsin ki?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babaa!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne var kızımm, ne
istiyorsun?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kepekli ekmek, beyaz
peynir, kaşar, yumurta ama üstü iyi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">pişsin; bir de ceviz, bal ve
de dut pekmezi istiyorum.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kızım dut pekmezini sen hiç
ağzına koymadın ki!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hayır yiycemm!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Peki!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“En iyisi tamirci ol”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu diyaloglar birkaç gün
sürdü, bazı detaylar daha da kesinleştirildi;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Eklemeler çıkarmalar oldu ve
sonunda sınav sabahı geldi çattı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Baba kız aynı anda, sabahın
köründe yataklardan fırladık ki Babiş’in akıllı telefonu saatleri bir saat
ileriye alıp, kendisini gereksiz yere uyandırmış! Ancak telefona “fırça”
atılamayacağına göre bir sorumlu bulundu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba, gürültü etme biraz daha
uyuycam.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Peki kızım, sen uyu ben
kahvaltıyı hazırlayayım.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Büyük özen gösterip
hazırlıklara başladık; en güzel sofra takımlarımızı çıkarttık, peynir kestik,
ekmek kızarttık, cevizdi kaşardı ne istendiyse eksiksiz masaya koyduk. Her şeyi
hazır, tamam ettik ki Babiş kalksın!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Nitekim oflaya puflaya
kalktı, kalkar kalkmaz da fırçasını attı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Masa kurmuşsun?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Evet?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ben mutfakta yiycem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Belli ki kendince bazı
şeyleri uğur bellemiş, “totem” yapıyordu ses etmedik. Masanın yarısını mutfağa,
bizim kahvaltı yaptığımız, akşam yemeklerimi yediğimiz “hizmetli” masasına
taşıdık! Kızımız bir yandan kahvaltısını etti, bir yandan arkadaşlarıyla
mesajlaştı; bizim arada patlattığımız esprileri anında onlara yetiştirdi,
parmakları durmadan çalıştı, bazen de telefonla konuştu, kahvaltısını bitirdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babiş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne var?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Diyorum ki sen bu sınavı
boş ver, en iyisi Blackberyy tamircisi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ol!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu fikir çok hoşuna gitti
üstümüzden büyük bir yük kalktı! Ne de olsa on yıllık çabamız sonunda meyve
vermişti! Baba kız güle oynaya sınava gittik! Birkaç hafta sonra sonuçlar geldi
ki Babiş “iyi” okullardan birini kazanmış! Bir sevindik bir sevindik ki sormayın.
Artık bundan böyle günler daha önceden deneyimli olduğumuz rutine girecekti.
Pazartesi aynı, salı aynı ve de çarşamba, perşembe, cuma… Her sabah saat
06.10’da kalkılacak, kahvaltı verilecek; kimi gün kaşarlı tost, kimi gün
kıymalı sigara böreği, belki çorba ya da pankek ya da hiçbir şey yemeden,
“Okulda yerim!” tavrına boyun eğilecekti Bu arada okul çantasına öğlen yemeği
için ya tavuklu ya kuru etlı sandvıç konulacak ve servis gelecek. Saat 06.40: Babış
gitti. Şimdi doğru markete, sırada alışveriş var. Saat 16.20: Babiş servisten
indi; zil iki kez çalacak, merdivenlerden bir kız inecek ki dünyalar güzeli!
Ancak bu güzel kız bir öpücük bile vermeden hemen “yemekte ne var karnım çok aç
Babiş?” derdi. “Kızım dur hele bir soluklan, günün nasıl geçti? Okul nasıldı?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Öff baba yaa, nasıl olacak
ilk gün işte! Yeni sınıf, yeni arkadaşlar; bir kız vardı illet oldum, uyuz bir
şey!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Cafe Fernando’dan tarif
al!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu demekti ki kızımız bu yıl
okula “iyi” başladı! Okul dönüşleri muhteşemdi, önüne ne konulsa yiyordu ve
“Eline sağlık, aferin!” alıyorduk. Bu da bizi gururlandırıyor, şevke
getiriyordu. İstiyorduk ki ona her gün daha güzel yemekler yapalım sürekli
“aferin” alalım. Ancak bunun için sıkı bir mönü hazırlamak, onay almak
gerekiyordu! Gerçi çoğunlukla “olabilir” diyordu ama bazen de istekler bizi
korkutuyordu. “Yemek bloglarına baksana, orada çok güzel tarifler var. Mesela
Cafe Fernando’dan<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Domates çorbası tarifi al!” İyi de biz eninde sonunda denkleştirebildiklerimizle
karın doyurmaya çalışan bir babaydık. Bir gün kıymalı mercimek pişirirsek, öbür
gün makarna… Üstelik ikisi de kıymalıydı. Baktık bütçemizi aşmayacak, o zaman
bonfile de pirzola da sofraya koyuyorduk. Kahvaltıda kavurma da pastırma da
oluyordu, kimi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">zaman peynir ekmek de…
Şükretmek lazımdı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Saçıma zeytinyağı sürdüm!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Okul iyi gidiyordu ancak
arada aksaklıklar da çıkmıyor değildi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba şu saçımın haline
bakar mısın?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne var kızım saçında? Her
zamanki gibi güzel görünüyor! Bugün değişiklik yapıp toplasan?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Dalga mı geçiyorsun?
Baksana şunlara yapış yapış!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Evladım bir şey yok, her
zamanki saçın işte!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bii şeyden anlamıyorsun!
Ben yarın okula gitmiyorum!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Saçmalama!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Saçmaladığım falan yok, bu
halde kesinlikle okula gitmem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Evladım ne var saçının
halinde?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Daha ne olsun? Zeytinyağı
bir türlü çıkmıyor!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Zeytinyağı ne demek?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Saçıma zeytinyağı sürdüm,
bu sefer fazla kaçtı galiba!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">O günlerde elektrik üretimi
sınırlıydı. Çünkü elektrik ancak Babiş ile kaçak kullanıcılara yetiyordu!
Kızımızın elinden fön makinası düşmüyordu; kaçak kullanıcılar ise tavana asılı
karyolaya elektrik verip soba icat etmişlerdi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Snake oil bilir misiniz?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yani yılan yağını! Biz
bilmezdik. Bir gün Babiş işyerimize telefon açtı, “Baba akşam gelirken yılan
yağı getir,” dedi. Hiç sorgulamadan “Peki kızım,” dedik. Ne işe yarayacağını
ise ancak Google yoluyla öğrendik. Şimdi düşünüyoruz da “Be adam sorsaydın ya
yılan yağını ne yapacaksın kızım?” diye… Aklımıza hiç gelmemişti ki! O güne
kadar kızımızın hiçbir isteğini sorgulamamış, “Hayır!” dememiştik. Hala da
demiyoruz. O zaman başına geleceklere katlanırsın…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Üç gün aç bir gün doymak
bilmez!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün geldi evimizde,
“yağlı yüzlü” yemek pişirmek yasaklandı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çünkü kızımız obez olmamasına,
kilolu göstermemesine rağmen sadece “sağlık, doğru beslenme alışkanlığı edinme”
adına diyete başladı. Artık ne pazarları dışarıda kahvaltı edip tereyağlı,
sade, peynirli yumurtalar; yanlarında da kıymalı, peynirli kol börekleri
yiyebildik ne de pidecilerde kavurmalıydı, kaşarlıydı, “Üstüne tereyağı da
sürelim öyle yiyelim; boğazımızdan rahat insinler…” diye pide
yiyebildik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yediğimiz sabah akşam sebze,
içtiğimiz şekersiz çay. Ya da artık kim bilir nerelerde bitmiş, türlü türlü
şifa niyetine ot çayları, ıhlamurdu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Dolapta Allah’a şükür etimiz
vardı. Ancak günlerdir kalem kalem pirzolalar, dövülmeden dilimlenip dinlenmeye
yatırılmış bonfileler; yarısı kemikli yarısı parça parça edilmiş yuvalama
yapılmayı, bezelye yapılmayı şiş kebap yapılmayı bekleyen kuzu etleri,
köfteler, kavrulmuş kıymalar el değmeden yatıp duruyordu. Ancak gelin görün ki
bunlar yenilmez, protein öyle yerli yersiz tüketilmezmiş. Kızımıza bu akılları
veren bir diyetisyendi! Randevu aldı, gitti görüştü. Döndüğünde elinde üç
sayfalık bir “yol haritası” vardı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Önce bizi bir deniz kenarına
çağırdı, son kez kahvesini orta söyleyip bizim iki şekerli çayımıza “Çok şeker
atıyorsun,” diye laf sokuşturup, diyet programını satır satır hangi gün hangi
öğünde hangi yiyeceği, ne kadar tüketeceğini anlattı. Tabii bu durumda ilk
işimiz evdeki yiyecekleri unutup, en yakın marketin yolunu tutmak oldu. Yürümek
zor değildi, ancak zorumuza giden marketlerin o kokuşmuş, buruş buruş olmuş
sebzelerine,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">eşek yükü kadar para
vermemizdi! Yoksa kızımız acele etmese, bize biraz zaman tanısa, ona Kadıköy
çarşıdan ne kerevizler ne<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">semizotları, ne ıspanaklar
alırdık ama “Tez canlılık onunki…” dedik, üstünde durmadık. Babiş evde bir
yandan ders çalıştı, bir yandan da harıl harıl kendi pişirip, kendi yedi. Ancak
son günlere doğru biraz mahzunlaştı, biraz süzüldü, inceldi. Tıpkı bir bahar
kuzusu gibi, yalnız başına dolanıp durdu ortalıkta. Bekledi ki akşamları babası
gelsin, onu markete götürsün, diyet programının içinde yer alan birbirinden
ilginç otları alsınlar, evlerine mutlu ve mesut dönsünler. Haftada bir iki
gittik. Babalık görevimizi eksiksiz yerine getirdik getirmesine de Babiş’i
dondurma reyonunun önünden çekip almak içimizi sızlattı. Diyetisyenlere
veryansın edip “Küçük bir kız çocuğundan birkaç kaşık dondurmayı esirgemenin
âlemi var mı?” dedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">‘’Eti marketten mi aldın?’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Aklın yolu birdir. Birkaç
gün geçti geçmedi, kızımız kendi aklına geri döndü ve mutfağa girdi. Artık
hünerini göstermeye başlamıştı. Brokoli çorbası pişirip, kereviz salatası
yapıyordu yapmasına da genel geçer yiyeceğimiz etti. Köfte yapıyorduk dana
etinden, içine az biraz da kuzu eti karıştırtıyorduk. İyi de et her yerden
alınmazdı ki! Zaten alsak Babiş’in damağından geri dönerdi. “Babaaaa eti Hulki
amcadan almadın mı?” der, salondaki divandan seslenir, eti marketten aldığımız
ortaya çıkardı. Düşünün artık kızımızın damak zevkinin ne kadar geliştiğini;
dolayısıyla yıllarca Kadıköy’deki kasap Hulki’den başka bir yerden et almadık.
Hulki sucuk yapar, tereddütsüz alır, kahvaltıda üstüne yumurta kırardık; Babiş
de sade sucuğun yağına ekmek banardı. Hulki pirzola hazırlar, yiyince
dağlardaki bütün otun, çiçeğin tadını almış gibi olurdun! Hulki şiş hazırlar,
bıraksan Babiş sekiz on tanesini yerdi. Bonfile alıp, dövüp içine kaşar sarıp,
dürüm yapmak ise kızımızın en sevdiği nimetti. Kızımızla sevdiğimiz, kolay ve
çok lezzetli bir yemeğimiz vardı. Adına “fırına et atmak” diyorduk.
Güneydoğu’da sıklıkla yenen çok pratik, çok lezzetli bir yemektir. Babiş’e ne
zaman<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Fırına et atayım mı?”
önerisinde bulunsak, “He!” der, başka da bir şey demezdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yemeğin aslı bizim ev
fırınında pişirdiğimiz gibi değil. Doğrusu taş fırında pişirilendir; çünkü taş
fırın lezzeti fırında neredeyse yarı yarıya etkilidir. Durum böyle olunca
ağzımızda kalan çocukluk tadıyla idare edip, Babiş’e yıllarca ev fırınına
atılmış etin tadını sunduk; o da öbür tadı bilmediğinden “Nefis, nefis!” deyip
önüne konulanları silip süpürürdü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Size kolay, lezzetli olan bu
tarifi verelim. Bakarsınız fırına et atarsınız günün birinde...</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Malzeme: (iki kişilik)<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Yarım kilo yağlı kuzu eti
kıyma alın. Çünkü yağsız et yemek, yemek değildir. Ona doyumluk derler!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">-İçine tuz, birkaç diş
dövülmüş sarımsak ve biber salçası katın ki renk ve tat versin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Sonra bunları karıştırıp,
tepsinin ortasına bir parmak<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kalınlığında yayın. Kenarlarına
da domates, biber ve de patates dilimleyin fırına verin. Yarım saat sonra da
afiyetle yiyin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Kafan karışmasın!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bizim evde çorba yapımı ve
isteği çok konuşulurdu. Ancak bu kadar konuşulmasına rağmen çorba sayımız
sınırlıydı. Çoğunlukla mercimek ve tavuk suyuyla çorba yapardık. Biz ve Babiş
her gün çorba içsek bıkmazdık! Kızımızla çorba konusunda
anlaşıyorduk. “Evin aşçısı” her gün pişirsin “evin kızı” da her gün
içsin; baktı ki çok hoşuna gitti, kahvaltıda da içsin! O kadar sevilirdi.
Yalnız iyi pişirilen çorba mercimek ve tavuktu. Eh ezogelin de fena sayılmazdı.
Ancak her zaman mönümüzü yeniler, eklemeler yapardık ki “müşteri kaçmasın başka
yerlere yönelmesin.” Diye, bu da demekti ki, yeni çorbalar bulmak lazım!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün öneri Babiş’ten
geldi! “Kremalı mantar çorbasını denesene!” dedi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne içmişliğim var ne
yapmışlığım! İçine ne konulduğunu da nasıl yapıldığını da bilmem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Artık internet var! Yalnız
yığınla da tarif var; kafan karışmasın. Sen en iyisi not al,” dedi.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ohaaa, nefis olmuş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Tarifle yemek pişirmeyiz.
Ancak bu çorbayı bilmediğimizden, bize en yakın geleni not aldık ve uyguladık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Önce mantar ve krema
alacaksın çarşıdan, sonra çorba zamanı gelince tereyağında un kavuracaksın.
Üstüne sıcak su dökeceksin. Baktın unlar topak topak oldu, beceremedin
kavurmayı, korkma! Karıştırıcın elinin altında olsun, yeter.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Mantarları yıkayıp küçük
küçük doğramıştın ya! Hadi şimdi onları da ilave et çorbanın suyuna ve az biraz
pişmelerini bekle;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- kıvam ağır olduysa sıcak
su ekle, yok baktın her şey yolunda gidiyor tuz ekle!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Mantarı diri seviyorsan
erken indir ocaktan ama indirmeden kremayı ekle ki çorban tamam olsun!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bunların hepsini harfiyen
uyguladık; ara ara çorbadan kaşık çalıp, uygun hatta nefis bulduk ve bekledik
ki kızımız gelsin not versin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Nitekim geldi. Gelir gelmez
de çorbanın başına geçti, önce görüntüyü inceledi ses etmedi, ardından niye
yanında kıtır olmadığının hesabını sordu. “Bununla kıtır yenmez!” dedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çokbilmişliğimize pek
inanmamış da görünse “Hımm…” dedi. Ana yemeğin sunumunu yapmak için mutfağa
yöneldiğimizde ise iltifatını esirgemedi. “Ohaaa, nefis olmuş baba!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Karga kahvaltısı cevizle
olur!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bilirsiniz ana babalar
çocuklarına öğüt vermeye, yaşadıkları deneyimleri aktarmaya, onları uyarmaya
pek önem verir, pek severler. Bunu da her gerekli gördüklerinde yaparlar. Biz
öyle bir baba olmaya pek heveslenmedik. Çünkü kendimizden biliyorduk ki siz ne
söylerseniz söyleyin, çocuğun bir kulağından girer öteki kulağından çıkar
gider. Onun için en iyisi ona öğüt vermekten çok onu dinlemektir. Biz öyle
yapıyorduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hafta sonları kargalardan
önce kalkıp işe gidiyorduk, onlar uykuya çekildiğinde ise eve doğru yola
koyuluyorduk!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir hafta sonu yine aynı
rutinle başladı. Pazar günü işe gitmek<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">için evden çıktık. Ilık
sonbaharın tadını çıkara çıkara Kadıköy<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İskelesi’ne yürüdük.
Simitçiden biri kendimize biri martılara<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">iki “taş fırın” simidi
aldık. Beşiktaş vapuruna bindik, güverteye<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">çıktık; İstanbul’un eşsiz
manzarasını seyre durduk, martılara simit<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">atıp arada da çayımızı yudumladık.
Vapur Beşiktaş’a yanaştı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İndik. Bu kez Ihlamur’a
doğru yola koyulduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yürürken pek etrafımızla
ilgilenmeyiz ama pazar sabahı asfaltın ortasındaki bir karga dikkatimizi çekti.
Belli ki erkenden kalkmış, gelen geçen araçlara aldırmadan, cevizle kahvaltı
ediyor!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Karnımız aç, üstelik cevizi
de severiz. Hele sıcak ekmek arasına koyup yemeye bayılırız ki demeyin gitsin.
Ancak ceviz kargada, asfaltın ortasında! Karga yükselip ağzındaki cevizi
gelen geçen araçların arasına bırakıyor, kırmaya çalışıyordu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Durduk yolun kenarında,
başladık karganın kahvaltısını seyretmeye. Bir yandan da kendimize, “Gördün mü
bak, ne kadar akıllı hayvan, ekmeğini taştan çıkarıyor!” deyip, kargaya övgüler
diziyorduk!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Sonunda aslımıza dönmüştük!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir süre sonra karga bu
hayran bakışımızdan kuşkuya kapıldı ki cevizi kaptığı gibi Ihlamur Kasrı’nın
duvarına kondu. Kafamızı kaldırdığımızda ise gagasındaki cevizi ayaklarının
arasına almaya çalışıyordu! Ancak bir an için boş bulundu ki ceviz yuvarlanıp
ayaklarımızın dibine düştü! “Tokk!” sesi bizi kendimize getirdi, cevizi
kaptığımız gibi cebimize attık. Kargayla </span><span style="font-size: 12pt;">göz göze gelmemek için de
arkamıza bile bakmadan yürümeye başladık. Birkaç adım sonra da yaptığımızın
anlamını çözmeye çalıştık ve kendimize hak verdik. Çünkü sonunda aslımıza
dönmüştük. Binlerce yıldır atalarımızın yaptığı gibi avlanmış; kendi yiyeceğimizi
kendimiz kazanmıştık! Ceviz yere düşer düşmez kapıp kaçmamız ondandı! Binlerce
yıldır süre gelen hayatta kalma içgüdüsü genlerimize öyle bir işlemişti ki! Yol
boyunca çocuklar gibi sevinçliydik. İkide bir ceviz yerinde duruyor mu diye
cebimizi yoklaya yoklaya eve geldik ki Babiş’e aydınlanmamızı anlatalım,
atalarımızın genlerini hala taşıdığımızı söyleyip gururlanalım. Kızımız bizi
pek keyifsiz karşıladı, gece iyi uyuyamamış, kâbuslar görmüş; sabahın altısında
kalkmış ki konuşmaya niyeti yok. Çarşıdan aldığımız börekleri yedi ama pek
beğenmedi, söylendi. Bir yandan da bizi dinledi, sonunda ağzından birkaç kelime
döküldü. “Yanlış yapmışsın! Kargalar çok kindardır, gözünü çıkarabilirdi! Yine
de o yoldan geçerken dikkatli ol!” dedi.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kadayıf mı Künefe mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İnsanoğlunu memnun etmek
zordur, hele de çocuk olanlarını… Bizde bunlardan bir tane vardı ve son
zamanlarda ayda bir bazen de üç ayda bir, “Yine kaytarıyorsun, artık güzel
şeyler pişirmiyorsun!” der, bam telimize basardı. En yakınımızdan böyle
iğneleyici laflar duyunca canımız yanardı. Ancak bir yandan da hak vermiyor
değildik! Çocuk çocuklarına karşı, babasının mutfağını nasıl hatırlayacak, nasıl
böbürlenecekti? “Babam bir pirzola pişirirdi parmaklarını yerdin!” ya da
“Palamudu takoz kestirtirdi, ızgara yapardı!” mı diyecekti? Hadi belki çok çok
“Et suyu yapardı, içine patates, havuç, bir baş soğan yarım limon da koyardı ki
mercimek çorbası tadından içilmezdi; hele de kıtır ekmekleri doğrarsan…” deyip
babasını bir çorbayla mı hatırlayacaktı? Bu kadarı yetmez çocuklara, efsaneler
gereklidir. Dolayısıyla “hem lafların altında kalmayalım hem de tembellik
etmeyelim” diye yeni arayışlara girdik, tatlılara el attık! Önce çarşıdan iki
tane alüminyum künefe tepsisi, tel kadayıf ve dil peyniri aldık. Yolumuzun
üstündeki bir künefe ustasıyla da pişirme tekniği üzerine konuşup evin yolunu
tuttuk. Ne zaman ki kızımız künefe lafını duydu, önce ağzından “Allah!”
haykırışı çıktı sonra da “Yemez miyim, deli misin sen?” dedi. Durum böyle
olunca, künefeyi satacak müşteri de bulunca bize mutfağın yolu gözüktü. Önce
künefe tepsisinde tereyağını erittik. İki tatlı kaşığı üzüm pekmezi de koyduk
içine, sonra da kadayıfları tepsiye serip, bir kat peynir bir kat kadayıf
döşeyip, ocağın üstünde en kısık ateşte altını kızartmaya başladık. Bu arada
bir başka ocakta da toz şekerle şerbet hazırladık. Tabii ilk deneyim, acemilik
var, kadayıfın altı çabuk kızardı, ancak beceremediğimizden zorlukla öteki yüzünü
çevirdik, bir de onu kızarttık, tamam olunca da şerbeti döküp kızımıza sunduk!
Valla onun deyişi yalanımız yok dedi ki: “Gerçeğinden hiç farkı yok, hatta daha
da güzel!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ancak “pimpirikli” bir adam
olduğumuzdan bu lafı ucundan tutup, bir başka seferi bekledik ki, Babiş yeniden
“Yerim!” desin. Nitekim o laf birkaç gün sonra salondan geldi. Biz de yeni bir
künefe denemesine giriştik. Yine aynı sonucu aldık! Bu arada pekmezini biraz
fazla koyuyormuşuz, künefe ustası öyle dedi. Biz de pekmezi azaltıp pişirme yöntemimizi
değiştirip, teflon tavaya başvurduk. Gerçek kadayıf ustaları gibi bir o yanını
çevirdik kolaylıkla bir bu yanını; üstelik dil peyniri yerine tuzsuz gerçek
kadayıf peyniri kullandık! Babiş künefenin neredeyse tamamını yedi, biz tatlı
sevmediğimiz halde çatalla ucundan aldık ki hamur geldi, ses etmedik! Ardından
buzdolabının derin dondurucusunda bekleyen tel kadayıfların bir kez daha talep
edilmesini bekledik ki deneye yanıla ustalaşalım. “Kim bilir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">belki künefe ustası bile
oluruz?” diye düşündük! Yalnız Babiş kadayıfa “künefe” diyordu, oysa biz
Urfalıların deyişiyle “Bildiğimiz kadayıf!” demekte ısrarlıydık. Gerçi adında
anlaşamamıştık ama hiç olmazsa mönümüze bir tat daha katmıştık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Hacı Bekir’den kaymaklı
lokum alsana!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Söylemiştik hiç tatlı yemediğimizi
ve de yapmadığımızı; dolayısıyla<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş’le yaşarken çok fazla
tatlı yapmadık. Arada,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba baklava alsana!” ya da
“Canım güllü lokum çekti, Hacı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bekir’den alsana, kaymaklı
lokum da isterim!” derdi ve istekleri yerine getirilirdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Baba canım sufle çekti!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün işimiz gereği
çalıştığımız televizyon için yemek röportajları yaparken, bir aşçı ile
tanıştık. Bize uygulamalı çikolatalı sufle yaptı, dört kişi için malzemeleri
sıraladı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">- 180 gram bitter çikolata,
58 gram tereyağı ile birlikte eritilir.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">_230 gram toz şekere iki
yumurta kırılır, 40 gram un, yarım<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">su bardağı krema, bir
vanilya çubuğu içi bir tutam tuz, eriyen çikolata ile birlikte karıştırıcıda
karıştırılır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Dört eşit parçaya bölünür,
önceden ısıtılmış fırında tam 26 dakika pişirilir ve sprey krema ve espresso
tozu ile servis edilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Aşçı bunları söyledi,
dediğini de yaptı. Bize de tattırdı! Geldik evde sufleyi anlattık, konu
kapandı. Aradan günler geçti, ta ki bir akşama kadar. Baba kız birimiz kitap
okuyor bir divanda, birimiz bir başka divanda internetten dizi izliyordu ki
Babiş birden, “Baba sufle yapsana, canım çekti!” dedi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sakın fırının kapağını
açma!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hoppala! Bizi aldı mı bir
telaş! Bir kere hayatımızda hiç bu tip “concon” tatlı yapmamıştık! Hadi yapmaya
niyetlendik diyelim, malzeme yoktu ki! Nerede bitter çikolata, nerede vanilya
çubuğu, nerede sprey krema? suflenin kara görüntüsü yüreğimize gelip oturdu,
çaresiz mutfağa yöneldik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Dolaptan bir çorba kaşığı
tereyağı, birkaç parça çikolata alıp tavada erittik. Derin bir kaba bir yumurta
kırdık, bir çorba kaşığı toz şeker, bir çorba kaşığı un ve bir paket vanilya
tozu ile birlikte elde çırptık! İçeriye sufle yapılıyor haberini verdik ki
malzeme soruldu ve de “Akıllım kabartma tozu konulmadan nasıl kabartacaksın?”
sorusunu karşılık olarak aldık, şaşırdık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Doğru ya sufle nasıl
kabaracaktı? Ne ise evde yarım paket varmış karışıma döktük bir yandan da
fırını kötü kokulu yağlardan arındırıp temizledik 170 dereceye ayarladık. Bu
arada salondan “Sakın fırının kapağını açma, bak kabarmaz sonra...”
seslenişleri geldi. Bazen başka öğütlere de kulak verdik bazen de duymazdan
geldik! Ancak meraktan bir süre sonra fırının kapağını açıp bardağın durumunu
içeriye söyledik ve yeni bir talimat aldık! “Madem kapağı açtın o zaman bir
kürdan batır; keklerin pişip pişmediği öyle kontrol edilir!” denildi! Söz
dinleyip sufleye kürdan batırdık ve sonunda bardağı fırından tutacak yardımı
ile aldık ve görüntüyle az biraz umutlandık ama havaya da girmedik; öyle ya
kararı “yüksek” otorite verecekti! Hemencecik bir tepsi hazırladık, suflenin
yanına krema da koyup servis ettik. İlk kaşıkla notumuz verildi. “Bildiğimiz
sufle işte, eline sağlık Babiş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Gün hafta ay diyaloğumuz
şunlardı Beş fazla üç eksik aşağı yukarı şöyleydi:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt; mso-spacerun: yes;"> </span><span style="font-size: 12pt;">“Dolapta hiçbi şey kalmamış!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kuru fasulye sevmem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Nohut sevmem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ben pilav yemem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Karpuz sevvmiiiyorummm!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Haberim yok!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yerler temiz!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sivilcelerim bi türlü
geçmiyor!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bu halde okula gitmem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Giyecek hiçbir şeyim
yokkk!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Param yok!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Saat daha erken!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Saçımı tarıyorum ne varrr?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Banyodayımm!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ders çalışıyorum!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Üstüm ince değil!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sen beni artık
sevmiyorsun?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sürekli ne arıyorsun?
Müsait misin deme, ara işte!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ekmek koparılarak yenir!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Eskiler “Ne oldum dememeli,
ne olacağım demeli,” der.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bizimki de o hesap, nereden
nereye! Sözümüz “ekmek” üzerine… Derdimiz de şu ki biz ekmeklerden önce “yuha”
olanını tanıdık sevdik ki babaannenin evine o zamanlar ekmekçi kadınlar gelirdi
sabahın köründe. Birkaç kez hamur yoğurur, sacın üstünde yüzlerce, Urfalıların
“yuha ekmek” dedikleri buradaki yufka benzeri ekmeği pişirir, kurumaya
bırakılırdı. Ardından üst üste konulup kaldırılır, yemek öncesi evin hanımı
kızı ya da gelini tarafından yenileceği kadar sulanır; üstleri bir örtü ile
örtülür, birkaç dakika sonra yumuşayınca sofrada Allah ne verdiyse onlarla
tüketilirdi! Bir zaman sonra çarşıdaki taş fırınlardan yemeğine göre alınan
“dırnaklı” ya da “açık” ekmek moda oldu. Kadınlar bayram etti, eziyet devri
sona erdi. Hatta bir zaman sonra çarşı ekmeklerin arasına “somun ekmek” de
katıldı ramazanda sahurlar şenlendi! O günler çocuktuk, sonra büyüdük,
Yetmişlerin sonunda kendi başımıza<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Urfa’dan İstanbul’a geldik!
Ancak burada her öğün bizim “somun ekmek” dediğimiz ekmeği yiyorlardı!
Kahvaltıda somun ekmek, öğlen somun ekmek, akşam somun ekmek! Bir de üstelik
dilimliyorlardı! Oysa bizde ekmek koparılarak yenir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Cevizli mi, tava mı, yoksa
çöl ekmeği mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Aradan yıllar yıllar geçti.
İstanbul’da yeni yeni fırınlar açıldı yeni yeni ekmekler fırınların
tezgâhlarında boy gösterdi kimine çiçek, alman; kimine baton, kepekli,
“sağlıklı ekmek” denildi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Gün geldi dünyada olduğu
gibi ülkemizde de her alanda makineleşme hızla yol aldı, ekmek makineleri her
yanda boy göstermeye başladı. Yeniden evlere dönüldü, herkes deliler gibi ekmek
yapmaya başladı. “Ekmekçi kızlar”ın “ekmekçi ablalar”ın şanı şöhreti aldı
yürüdü, ekmek blogları açıldı. Birbirinden farklı; cevizli mi dersiniz, çöl
ekmeği mi, tava mı, yoksa katkılı ekmek mi, insanın hangisini aklında
tutacağını şaşırtan tarifler verilmeye başlandı ve bir ekmek makinesi aldık;
aklımızca ‘’Artık biz de ekmeğimizi evde yapacak, fırıncıların güven vermeyen
ekmeklerinden kurtulacağız!” diye düşündük! Nitekim soluğu mutfakta aldık,
makineyi çalıştırdık bloglardan aldığımız tarife uyarak un ve su koyduk, maya
ekledik. Tabii ki sonuç yenilir gibi olmadı, ekmek kovasını çöpe devirdik!
Oysaki öyle olmazmış, önce pervaneyi çıkarmak gerekmiş! Makine birkaç ay
mutfağın bir köşesinde durdu. Bir gün yedek parçacılardan bir pervane aldık,
yeniden denedik; yine hüsran yine hüsran!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Böylelikle makineyle
ilişkimiz hepten koptu sevdamız küllendi; ekmek aşkımız bir başka bahara kaldı!
Hatta mutfağımızdan gelene geçene kendisini teklif ettik. Kibarca “A valla
alırım!” diyenler bir süre sonra verdikleri sözü unuttular, ekmek makinesi ile
baş başa kaldık! Mutfağımız dar, kafamızı çeviriyoruz göz göze geliyoruz,
gözümüzü kapatıyoruz iş yapamıyoruz! Aylarca sürdü bu azap, sonunda marketten 5
kg’lık bir torba un, paket paket kuru maya aldık ekmek yapmaya tekrar soyunduk!<br style="mso-special-character: line-break;" />
<!--[if !supportLineBreakNewLine]--><br style="mso-special-character: line-break;" />
<!--[endif]--><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ama kepekli sevmiyorum!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir paket mayayı döktük teknenin dibine. Ölçüyle su, tuz,
şeker koyduk, en üste de unu doldurduk, çalıştırdık. Dön babam döndü pervane,
aldı hamuru bir aşağı bir yukarı dolaştırdı, durdu, tekrar çalıştı; dinlendi
hamur, kabardıkça kabardı. Baktık taşıyor, elimizle tıktık gerisin geriye, yine
kabardı yine tıktık, baktık olmuyor bir parça hamuru çekip kopardık. Sonunda
nasıl oldu bilmiyoruz, pişti! “Fena olmamış,” dedik yedik! Babiş’e de ikram
ettik. Kibar davrandı, “Eline sağlık!” dedi. Umutlandık, ekmek bir haftada
tüketildi. Yenisini yine aynı ölçülerle denedik! Yine aynı şeylerle
karşılaştık, hamurla boğuştuk pes etmedik! Ta ki “Acaba mayanın yarısını mı
koysak? ‘’Hımm, bak burada yazıyor salak; maya unun üstüne konulacakmış, suyu
da azaltabilirsin biraz…” diye diye fikir geliştirdik! Sonunda oldu, çabamız
sonuç verdi, 5 kg’lık unumuzla her hafta bir ekmek yaptık, dilimleyip
dilimleyip yedik. Her seferinde ekmeklerin ucundan Babiş de tattı. “Ama ben
kepekli ekmek seviyorum!” dedi, son noktayı koydu! Hadi bu kez kepekli ekmek
pişirmeye girişip, istediği ekmeği pişirdik. “Babiş kaç dilim yedi?” derseniz
valla saymadık, kepekli ekmek olduğu gibi durduğuna göre saymaya ne gerek vardı
ki?<br />
<br />
14 bin 600 kap yemek!<br />
<br />
Ancak bir gün merak edip;'' 20 yılda kaç kap yemek yapmışız ?'' hesabı yaptık
ki günde iki kap yemekten 14 bin 600 kap yemek! İnanamadık bir daha hesap
yaptık valla rakam doğruydu! <br />
<br />
Kızımızla sadece sıradan günlerde yiyip içmedik. Bir başımıza olduğumuzdan,
bazı “özel” günleri baba-kız olarak kutladık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir yıl sonbahar geçti, kış
gelip çattı ve yılbaşı akşamı yaklaştı. Bizi kimse evine çağırmadığından,
“Acaba başkaları yeni yıla nasıl giriyor?” merakımız da olmadığından kendi
konuğumuzu nasıl ağırlarız telaşına düştük. Bir kere konuk güzel ve de ağır
olunca, yenilen içilen de bir başka güzel, bir başka ağır olmalıydı. Yoksa kötü
başlayan yıl, bütün günleri, haftaları, aylarıyla öyle giderdi ki böyle bir
riski göze alamazdık; gerçi mutfakta tam da istediğimiz gibi bir hüner
gösteremedik, kafamızda dönüp duran tilkileri yakalayıp pişiremedik; şartlar ve
biraz da geç kalmış olmak, elimizi kolumuzu bağladı. Aslında niyetimiz
portakallı bıldırcın pişirmekti ama biri aklımıza portakallı ördeği soktu!
“Akıl akıldan üstündür,” dedik ve kalkıp Beyoğlu Balık Pazarına gittik. Ancak
daha akılılar ne ördek bırakmıştı ne de kalan bıldırcınların, bıldırcın hali
vardı! Aldı mı bizi bir korku; “Ya kestaneli hindiye kalırsak?” Hayır, hindiyi
güzel pişiririz de konuk ‘sıradan’ bulursa ne halt ederiz?” diye düşünüyorduk.
Korkumuz oydu, telaşla “Füme somon sever elimizin altında bulunsun,” deyip
somona yöneldik. “Ama palamut füme de hiç bilmediği bir tat,” fikri daha cazip
geldi ona sarıldık! Peynir tabağı için bayılacağı Ezine beyaz, kaşar ve otlu
peynir aldık; uzun zamandır “Paçanga, paçanga!” diye sayıkladığından pastırma
kestirip, yanına taze kaşar eklettik, yufkaları ikilettik. Ancak “ana yemek”
olarak sonunda hindi budunda karar kıldık. Tatlı olarak da kaymaklı dondurma
aldık ki kimse karşı koyamaz! Eve gelip, alelacele mutfağa girip, aldıklarımızı
yerleştirdik ki daha sofraya oturmaya epeyce vardı. Aksilik bu ya, biz
mutfaktayken konuğun erken geleceği tuttu, başladı ayakaltında dolaşmaya ve
sorular sormaya: Ne pişiriyormuşum, neler yiyecekmiş, şu niye yokmuş, bu
olsaymış daha iyi olmaz mıymış, patlıcan salatası var mıymış, içine süt
koyuyormuşum değil mi?” Bu sorularına sabırla yanıt verdik, bir
yandan da işimizi yaptık; masa hazırlayıp çatal bıçak, bardak çanak
yerleştirdik, peçete büktük. Peynir tabağı, füme palamut, paçanga böreği,
patlıcan salatasıyla sofrayı süsledik. Tek eksiği almayı unutmuşuz: Çiçek!
“Farkına varmaz, daha genç…” diyerek rahatlamaya çalıştık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Şarap kavımızda ne var ne
yok?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sıra geldi hindi buduna.
Tabii bütün bunlar hazırlanıp, pişirilirken bir yandan yeni talimatlar
alıyorduk. “Hindiyi haşlayıp, suyuna da şehriye döksene, salçalı!” Kızımızın
dediği yerine getirildi tabii… Önce hindi but haşlandı, onra suyundan
ayrıldı; tereyağı, salça, tuz ve kakuleye bulandı, yanına patates, kestane
eklenip kâğıtla sarılıp sarmalanıp, fırına sürüldü! Biz bütün bunları yaparken,
yani masayı kurarken, patlıcan salatasına mayonez eklerken, peynir tabağını
hazırlarken, hindiyi fırına verip suyuna arpa şehriye dökerken, kızımız yılbaşı
masasına ancak kendini hazırlayabildi! Bu arada şarap kavımızda ne var ne yok
elden geçirdik! Neyse ki üzerinde 98 yazan bir İspanyol şarabı vardı da o sorun
öylece çözüldü!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Muhteşem bir akşamdı!”</span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 12pt;">Lafı uzatmayalım, bütün bir
yılbaşı akşamı, Babiş pek bir memnun kaldı yediklerinden. Şarabı şahane buldu.
Füme palamuda bayıldı, patlıcan salatasına “Yine kendini aşmışsın!” deyip
iltifat etti ama içine süt değil de aşçı üçkâğıdı olan mayonez konulduğunu
öğrenince renk vermedi. Paçangadaki pastırmanın çemenli oluşunu amatör, hindiyi
pek bir lokum buldu, yumuşacıkmış! Bu arada fondaki müziği önce İtalyan
ezgileriyle başlattık sonra caza geçtik; tam Zeki Müren’de karar kılacaktık ki
konuğun</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kendi müzik çalarından
seçtiği Elvisler ve televizyondaki Madonna konseri geceye damga vurdu. Biz de
bir ara fırsat bulup onun da pek beğendiği, “Bunlar kadınsa biz neyiz?” dediği
Victoria Secret defilesindeki mankenleri izledik! Gecenin sonunda kızımız
odasına çekilmeye hazırlanırken, “Babiş muhteşem bir akşamdı, nice yılbaşlarına
bu keyif ve mutlulukla gireriz inşallah, teşekkür ederim!” dedi, gönlümüzü alıp
onurlandırdı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Çilingir sofrası nedir?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş’e sorduk biliyormuş;
siz de biliyorsunuzdur, dolayısıyla<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bu yazıyı bilmeyenler için
yazdık. Zaten biz de bir zamanlar bu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“bilmeyenlerin” içindeydik.
“Hadi bir çilingir sofrası kuralım,” denilince rakı sofrasını
hatırlayanlardandık. Ancak insan okuyunca, her şeyin doğrusunu öğreniyor. Reşat
Ekrem Koçu’nun “Eski İstanbul Meyhaneleri” kitabında rastladık ki çilingir
sofrası bizim bildiğimiz rakı sofrası değilmiş! Peki, neymiş çilingir sofrası?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Efendim, hırsız ya da
hırsızlar bir eve girdiklerinde bir yandan işlerini yapar, bir yandan da
mutfakta ne varsa ortaya döker, rakı da bulurlarsa bir de tek atar acele acele
atıştırıp çıkar giderlermiş. İşte bu ortaya dökülen ne var ne yok ve
rakıdan oluşan sofraya da “çilingir sofrası” denirmiş. Hırsız ve çilingir
ikilisi hoş değil mi? Bu arada, niye hırsız sofrası değil de çilingir sofrası
demişler? Onu yazmıyor Reşat Ekrem Koçu. “Her halde çilingir lafı, açmaktan,
çıkarmaktan gelse gerek,” diyoruz. Yılbaşı akşamının ertesinde biz de kendimize
bir “çilingir sofrası” kurduk. Mutfakta ne varsa masanın üstüne yığdık: Palamut
ızgara, midye dolma, turşu, süzme yoğurt, salatalık, acı kırmızıbiber, arpacık
soğan, turp, Antep peyniri, çevirme zeytin, kavurma, pide ve de bir duble rakı.
Buna çilingir sofrası denmez tabii! “Tam donanımlı rakı sofrası” demek daha
doğru sanki? Ne ise oturduk sofraya, kızımız böyle bir ziyafeti
kaçırmayacağından, hemen gelip geçti karşımıza!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir yandan rakımızı
yudumladık, bir yandan da bir ondan bir bundan çimlendik. Arada da bir bardak
beyaz şarap içen Babiş’e ”Hele anlat şu çilingir sofrasını,” dedik. Bildiği,
bizim eski bildiğimizmiş! Böylelikle anladık ki “Sen babandan ileri, çocuğundan
geri olacaksın,” lafı, her baba için geçerli değilmiş!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bayram istiyorsan bayramlık
ağzın olacak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yılbaşı” “bayram” denilen,
bizim için anlamı olmayan, “özel günlerde” herkes gibi bizi de bir telaş alır,
nedendir bilmeyiz! Böyle günlerin önceden haberi gelir hatta bir gün önceden “Bugün
arife,” diye de iyice tembihlenir, hazırlık yapasın diye… İyi de gelen giden
olsa tamam. Aile olsan, şeker alırsın; çikolata, yanlarına da belki Hacı
Bekir’den badem ezmesi, akide;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">‘’İnşallah bozulmamıştır?’’
diye ev yapımı likörün tadına bakarsın; en azından geçmişten gelen bir bayram
yemeğin vardır. Etini alırsın, pirincini ayıklarsın; belki yuvalama yaparsın,
belki üzlemeli pilav ya da keşkek. Ama yoktur ki kimselerin! Bir tek Babiş
vardır yakın bildiğin o da kim bilir nerededir? Sen de başlarsın onu telefonla
hırpalamaya, duygularını didiklemeye. “Kızım bana gelsene,” dersin. Der ki,
“Yok bugün gelemem!” Korkuya kapılırsın, “Peki bayramda gelmeyecek misin?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Dersin, der ki: “Önce
anneanneme gidecem!” Son bir umutla yine dersin ki: “Önce babalara gelinmez mi
kızım?” O da sana der ki; ‘’Sen bayramı kutlar mısın ki?” Haklıydı Babiş!
Bayram istiyorsan önce bayramlık ağzın olacak!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Tarçınlı Kurban Kavurması</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir kurban bayramında
Babiş’e tarçınlı kavurma yaptık. Tarçın bir ara hem mutfağımızın gözdesi
olmuştu. Her yemeğe tarçın katıyorduk! Hele ki kuru fasuüyeye; ancak kızımız
fasulye sevmediğinde kendi yaptığımıza yemeklere ekler olmuştuk! Kurbanbayramında
kavurma pişirmek neredeyse farz olduğundan o bayramda da kavurma
yapıyorduk ki tarçın aklımıza geldi ve mutfağımızda uzun süredir sürdürdüğümüz
ar-ge çalışmalarına tarçınlı kavurmayı da kattık! Eğer bir bayram yapmaya
niyetlenirseniz ve de tarçın seviyorsanız işte size tarifi;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">_Dana etini az biraz yağlı
alın.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Önce suda bekletin, kanı
akıp gitsin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Sonra etin suyunu süzün,
tencerenin altını yakın.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bırakın etler suyunu
salsın, sonra da çeksin ve tarçını ekleyin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Önce harlı ateşte, sonra
en az bir saat, kısık ateşte pişirin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Tel tel olmaya başladığında
da (tahta kaşıkta ezerek; biz<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">öyle seviyorduk) tuz
ekleyin. Afiyet olsun.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Parmakların gibi olmasın…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yılın eskisi bitmişti.
Yenisi de eskinin kalktığı yere gelip oturmuş, biz yine asli işimiz olan
mutfağa dönmüştük. Şikâyetimiz yoktu; ancak hemen günü çekilmek istendiğimiz
sınav biraz canımızı sıktı! Babiş bir ricada bulunup “Canım çok zeytinyağlı
dolma çekiyor. Yalnız öyle parmakların kalınlığında sarmak yok, ipince olursa
kabulüm!” dedi. Şimdi bütün bir yıl boyunca iyi kötü günlerle koca yılı
birlikte geçirmişiz. Düşündük ki: “Hadi bir tatsızlık olmasın sen de dolmaları
eline bakmadan sar!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Keşke yapraklar diri
kalmasaydı!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Etli yaprak dolmasını
biliriz. Hem bulgurlusunu hem de pirinçlisini; O konuda kendimize güvenimiz
tamdı ama gelin görün ki zeytinyağlısından yana pek şansımız yoktu. Kırk yılda
bir denemişliğimiz vardı. Bir keresinde yaptığımız etli biber dolması internete
kadar düşmüştü, kızlardan ne övgüler almıştık! Ne ise güvendiğimiz bir blogdan
tarif aldık, başladık yaprakları sarmaya… Kızımız daha servisteyken rapor
istedi. Dedik ki:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Zeytinyağlı yaprak sarması
tadım için seni bekliyor!” Havalara uçtu. Tez vakitte de geldi. Bu arada
‘’Hizmette kusur etmeyelim’’ diye sarmaları dolapta soğumaya bırakmıştık.
Babiş’e öyle servis ettik. Sarmalarımızı pek beğendi. İnceliklerine,
zarafetlerine hayran kaldı. “Keşke az biraz yapraklar diri kalmasalardı,” diye
de not kırdı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Sabrımız domatesi şakşuka
Yaptı</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Eğer ana babaysanız
sabredeceksiniz. Sabırla, koruk üzüm olurmuş, nitekim oldu da… Çocukluğumuzda,
domatesi üstüne tuz ekip meyve niyetine çok yemişliğimiz vardı; yetişkin olduk,
bu kez sebze niyetine her fırsatta ya bir yemeğe koyduk ya söğüş yaptık ya çok
bulduk derin donduruculara kaldırıp kış kıyamette tükettik. Dolayısıyla, sevgi
bu kadar büyük olunca, insan yanındakilere yöresindekilere de bu sevgiyi
aşılamak istiyor. Bu aşılama işini çok kez değişik biçimlerde denedik, mutfağı
birkaç gün boyunca “gerçek” domateslerle doldurduk, her taraf domates koktu.
“Ay babaa mutfak iğrenç kokuyor” fırçaları da yedik ama olsun, domates
sevgisinden, bu sevgiyi aşılamaktan hiç vazgeçmedik! Bir yıl taktik değiştirip
bahçe/balkonumuzu domates fideleri ile doldurduk. Çeridir, Çanakkale’dir,
sırıktır; ne bulduksa Mısır Çarşısı’ndan aldık. Eve getirip saksılara diktik,
biraz boy verdiler; sırıklara bağladık, güneşe karşı dizdik ki kızarsınlar,
güzelleşsinler, albenileri olsun, sevilsinler!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün Babiş bahçe balkona
çıktı. Limon ağacının tek limonuna sevgi gösterilerinde bulunurken, birden “Aaa
domateslere bak! Babaaa kocaman<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">olmuş bunlar!” dedi.
Babiş’te sevgi tohumları yeşerdi sanki ama yine de belli olmaz, hele domatesler
bir kızarsın (ki kızarmış çerilere el sürülmemişti) belki yemez ama bakarsın o
yapmakla çok övündüğü zeytinyağlı fasulyenin içine koyar!” diye düşündük. Ancak
zeytinyağlı için market domatesleri tercih edildi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hiçbiri yeterince
kızartılmamış!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün kızımız hiç hesapta
yokken, “Baba bana şakşuka yapsana!” dedi bizi dumura uğrattı. Çünkü şakşukanın
içinde domates vardır. Hemen dedik ki “Kızım şakşuka mezedir, içinde de domates
ve patlıcan vardır, sen ikisini de yemezsin?” Hayır yerim’’ dedi ve kabak
kızartılarak şakşuka hazırlandı. Soğusun diye bir kenarda bırakıldı, ardından
da dolaba kaldırıldı ki hanımefendi geldiğinde soğuk soğuk yesin. Nitekim öyle
de oldu. Hemen mönü sunuldu: Kremalı mantar çorbası, şakşuka, baklaya ve pazıya
yatırılmış zeytinyağlı enginar ve biralı ev yapımı ekmek...<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Mönü kabul gördü. Önce
çorba, kızartılmış ekmekle servis edildi. “Aferin…” ve “Eline sağlık!”
iltifatları alındı, ardından enginar sunuldu ve iltifat gördü. Sıra şakşukaya
geldi ki ardı ardına yüzümüzde eleştiriler patladı. “İçinde yeterince patlıcan
yok, patates ve kabak doğramışsın, onları nerede gördün de akıl ettin? Hiçbiri
de yeterince kızarmamış!” Haliyle suratımız allak bullak oldu. Üçüncü sınıf
lokanta aşçısının yüzüne döndü ama renk vermedik, pişkinliğe vurup yeterince
kızartılmadıklarına da hak verdik. Çünkü biz az diri severiz patlıcanı, biberi;
sandık ki bizim sevdiklerimizi, başkaları da sever?
Yanılmışız! Yiyecek namına reddedilenler listesi o kadar uzundu ki!
Ancak dedik ya, ana babaysan, hele ki bizim gibi sadece babaysan işin zordur!
Zor ama sabır da zorluğun en büyük düşmandır. Ev arkadaşımız (büyüyünce kendini
böyle konumlandırdı), ilk tanıştığımız günden bu yana yukarıda saydıklarımız ve
daha niceleri konusunda ayak diretiyordu. Arada sırada da arıza çıkarıyordu.
“Çıkarsın!” diyorduk. ‘’Nasıl olsa bizim de günümüz gelecek.’’ Nitekim geldi
de… Biz sadece evde yemek yemiyorduk. Arada sırada dışarıya yemeğe çıkıyorduk.
Çıktıkça da ilişkimiz esnekleşiyor, hatta hatta yavaş yavaş yememler ağzıma
bile sürmemler, yerini utana sıkıla yerimlere bırakıyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Artık buralıyık!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir akşam iş dönüşü Babiş’le
iskelede buluştuk. Karnımız aç. Kadıköy çarşısı ise bir yemek cennetidir. Çeşit
çeşit köfte var, kebap lahmacun var, esnaf lokantası var; istersen sokak ortası
balık, yanında da türlü türlü mezeler var! Yeter ki canının ne çektiğine karar
ver… O akşam bizim kafamızda bir başka yer vardı ki ciğer kebabı ve çöp şişi
ile epeyce ünlüydü. Önce bir yoklama yaptık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babiş ne yemek istersin?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Fark etmez ama sabahtan
beri bir şey yemedim, karnım çok aç!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yani bu demektir ki
inisiyatif bize geçti. Ama risk bulutları ile yüklü! Gözümüzü karartıp risk
aldık; “Gel seni bir yere götüreyim, ciğer kebabı yeriz!” dedik. Bu arada yeri
gelmişken belirtelim ki ciğer direnişi kırılmış, Arnavut olanı birkaç kere
yenilmişti. Onun için gönül rahatlığıyla önerimizi yaptık ama temkini de elden
bırakmadık. Çünkü Babiş’in sağı solu belli olmazdı! Hayat her zaman
bilinmezlerle doludur! Siz siz olun yayılıp gevşemeyin! Kızımız ciğere itiraz
etmedi. Vardık ciğerciye, üst kata çıkıp pencere kenarına kurulduk. Garson
geldi ki ne yemek isteriz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ciğer mi yoksa çöp şiş mi?”
Bakıştık arkadaşla ve kararı biz verdik. “Bir buçuk şiş, yarım ciğer!” Önce
atıştırmalıklar geldi, acı bir bostana! Arkadaş yemez ama biz yeriz! Sonra
pişmiş biber ve domates geldi. Onları da arkadaş yemez, biz yeriz! Sonra sonra
iki çeşit soğan biri kıyılmış, kuru biberle terbiye edilmiş, diğeri pişirilmiş
ki lokum! Onu da yemezdi kızımız<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ama biz bayılırız! Biraz
sonra lavaş, ayran, şalgam ve şişlerin ucu göründü. Kızımız lavaşa şiş çekmeyi
bilmediğinden o işi biz üstlendik. Aslında basittir uygulaması. Lavaşı
avucunuza yayarsınız birkaç şişi de ortasına koyup çekersiniz, gerisi keyfinize
kalmıştır. İster kıyılmış soğan koy, ister pişirilmişini ya da bizim gibi
közlenmiş biberleri yay üstlerine, tuz gezdir. Bu yeme biçimi bizimkiydi.
Babiş’e de lavaş üstüne ya birkaç çöp şiş ya da ciğer çekip verdik. Ancak
ısrarla dürümlere soğan koymamız istendi! Kıs kıs gülüp istediğini yaptık. Bir
dürüm yetmedi bir daha verdik, yeni yeniden verdik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kızım açlığın geçti mi?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hayır!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ne söyleyelim?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hem çöp hem ciğer! Bu çöp
şiştekiler kuzu eti değil mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Evde yapıyordun ama
buradakiler daha güzel!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Burada kömürde pişiriyorlar
da ondan.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kuzu eti seven kızımıza
ciğer de sevdirmiştik. Ancak sevmenin de bir sınırı vardır. Babiş’in koluna
girdik, çeke çeke kebapçıdan çıkarmaya çalışırken “Bu ne la? Artık buralıyık!”
dedi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Unutmamışsın, şimdi
ağlayabilirim!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımız arada sırada
sevdiklerine giderdi. Bir gün yine gitti, hemencecik de geri geldi! Çünkü bizde
“rahat” ediyormuş! Tabii rahat edecek. Onu rahat ettirebilmek için elinden
gelen her şeyi yapan bir babası vardı! İşte böyle bir günün ardından eve geldi.
Yine istediği saatte uyudu, istediği saatte kalktı, kalkar kalkmaz da bizi
aradı ki sabah beşte kalkmış işe gitmişiz. Sabah kuşağında yayımlanan bir TV
programının editörlüğünü yapmış, işimizi bitirmiş, geri dönüyoruz, vapurdayız.
Telefon çaldı;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babiş neredesin?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Denizin ortasında!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Denizin ortasında mı? Ne
işin var denizin ortasında, balığa<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">mı çıktın?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Evett, sazan akını varmış!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hıımm…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Belli ki uykudan yeni
kalkmış üstelikte karnı aç! Baba denizde ve de kızının karnı açsa, en iyisi
martılardan simit çalmaktır! Ancak hırsız bir baba çocuğu için iyi bir örnek
değildir. En iyisi çare üretmektir ve bu konuda da üstümüze yoktur! Öyle yaptık
ne yemek istediğini sorduk. Yine bize yapılacak en büyük kötülüğü yaptı çaresiz
bıraktı, “Kafana göre takıl!” dedi! Huyumuz kurusun! Biz kafamıza göre
takılırsak, o kadar çok fikir üretiriz ki “Öğlen saati patlıcan ezme olur,
midye dolma da ama börek en iyisi; kıymalı olmaz, su böreği sever ya da bu kez
sürpriz yapıp Beyaz Fırından bir şeyler alalım?” der sonunda kendi
seçeneklerimizin içinden kendimiz çıkamaz, kayboluruz! Ancak bu kez
gözümüzü karartıp ilk aklımıza gelen seçeneğe, ünlü bir pastaneye yöneldik!
Lakin bu kez de başka bir seçenek bolluğuyla karşılaştık, ne alacağımıza hepten
karar veremedik! Neyi pişirmişlerse tezgaha sürmüşlerdi; kıymalı, peynirli
patatesli, zeytinli poğaçalar; sandviçler, kekler, pastalar, börekler türlü
çeşit… “Ya şundadır ya bunda” yaptık. Poğaçalarda karar kıldık. “Şundan,
şundan, bir de şundan istiyoruz. Ha bir de şundan, vişneli olanlardan
istiyoruz,” dedik! İstediklerimizi alıp yönümüzü eve çevirdik. Öğlen mahmuru
bir kız kapının arkasında, iş yorgunu bir baba kapının önünde karşılaştılar,
eve girildi! Baba elindekilerini kızına verdi. Bir “günaydın” öpücüğü aldı,
kucaklaştılar! Mutfağa geçtik ki kahvaltı sofrası hazırlanmış, çay bile
demlenmiş! Şaşırdık ama asıl şaşkınlığı, Babiş elimizdeki paketleri alıp da
içindekilere bakınca yaşadı. “Ay sen benim ne sevdiğimi biliyorsun! Vişneli
muffin! Unutmamışsın! Duygulandım şimdi! Ağlayabilirim!”Çocukl ar sanırlar ki
babaları çocuklarının “vişneli muffin” sevdiğini unutur! Oysa ki olsa olsa
ismini akıllarında tutamazlar!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Tavuk Beyti Yaptık!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Evimize neredeyse hiç tavuk
girmezdi, çünkü sağlıklı olduklarına inanmazdık. Arada bir aklımıza estiğinde,
birkaç parça ya da bir bütün “tavuk” alır, çorba yapar, çok çok kırk yılda bir
fırında pişirirdik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Tavuk uysal hayvandır,
çalışkandır. Kafasını kaldırmadan bütün gün işini yapar, iki dönüm araziyi
silip süpürür; ne kene bırakır, ne bit pire, ne de solucan; arada horozun
horozlanmasını bile görmezden gelir, sadece yumurtlarken söylenir şimdilerde
onu da ne duyan var, ne gören!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir de “tavukçuklar” var ki
gün yüzü görmemiş ne kene bilir, ne bit pire, ne arpa yemiştir, ne buğday.
Horozu bile tanımamıştır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İşte onları marketlerde
gördüğümüzde, görmezden gelirdik. Bir gün İstanbul Beyoğlu’nda ilk kez tavuk
beyti yapan ve müşterilerine nefis bir tat sunan kebapçı geldi aklımıza ve evde
tavuk beyti yapmaya karar verdik. İki parça tavuk göğüs aldık, kıyma olana
kadar doğradık; pul biber, tuz ekledik. Ardından da enli tahta şişlerimize
nakışladık! Urfa, Adana beyti gibi kebapların şişe geçirilip şekil verilmesine
“nakış” denir ve kebaba atılan nakıştan hangi ustanın olduğu anlaşılır! Bizim
beytimize gelirsek, kızımız babasının nakışını tanımış olmalı ki beş şiş yedi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Nasıl olmuş ihtiyar?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün Kadıköy çarşıda
“serbest gezinen tavuk” olduğu iddia edilen bütün bir tavuğu, yüklü bir para
ödeyerek satın aldık. Eve geldiğimize Babiş’e gerçek tavuğu anlattık, dinledi
ve dedi ki: “Babiş bunu ben pişireceğim!” Hevesini kırmadık! Epeyce bir süre
mutfakta tavukla uğraştı, didindi ve ortaya bir tavuk yemeği çıkardı. Bize de
sadece masayı kurmak kaldı. Bir günlük de olsa rahat ettik, yan gelip yattık
tavuk pişene kadar! Masaya oturduk, serbest gezinen tavuğu yedik. Artık boynuz
kulağı geçmişti! Tabii biraz sonra bizim merakımız gibi Babiş de merak edip,
“Nasıl olmuş ihtiyar?” dedi, suratımıza gözlerini dikip yorumumuzu bekledi! “Valla
ne yalan söyleyeyim, yediğim son tavuğun lezzetini hatırlamıyorum ama etinin
sertliği aynen bunun gibiydi!” dedik, der demez de masanın en kötü kişisi
olduk! <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Zaten bizden başka da kimseler
yoktu ki fikirlerini söylesin, onlar da kötü kişi olsun. Elde kaldık yani!
Suçlu kişi ele geçirilince ne yapılır? Sorgulanır ve kendini savunur değil mi?
Biz de bir suçlu gibi kendimizi uzun uzadıya savunup, gerçek tavuğun çok zor
piştiğini, bunun kanıtının paçaları olduğunu, nasıl da sadece kemik
kaldıklarını, etinin biraz sert ve lif lif olduğunu, renginin az biraz esmer
olduğunu ama yenmesinin, hele suyundan içilmesinin büyük keyif olduğunu
anlatıp, Babiş’i zar zor ikna edip, elinden kurtulduk! Ancak yaşlanıyorduk.
Kzımız bedenimizde yorgunluk gözlüyordu ya da yedirip içirdiklerimizin pek
kıymet-i harbiyesi kalmadı ki, “Bundan sonra pazarları yemeği ben yapayım,”
dedi. Elinde de bir kitap, içinden pişirilecek olanı bile seçmiş: Biberiyeli
tavuk! Babiş’i yemek pişirmekte hiç bu kadar hevesli görmemiştik. İç sesimiz
diyordu ki: “Ulan dün bir, bugün iki. He desen, ne yiyeceğin belli değil; yok olmaz
desen, kızın hevesini kırarsın ki olacak şey değil! Çaresiz, “Olur kızım,”
deyince malzeme tespitine geçti ki çoğu ki evde çoğu yok! Ama olsun, insan bir
şeye heveslenince hele de yakınlarından yeterli desteği görürse yapamayacağı
şey yoktur. Markete bile gidilir, nedir ki şunun şurasında, iki adım arası!
Babiş malzemeleri aldı geldi. Poşette Tavuk var hazır küp küp doğranmış domates
konserve, közlenmiş ve soyulmuş konserve kırmızıbiber var! Yalnız biberiye
yokmuş. “Nasıl olmaz koca markette anlamıyorum?” diye bize sorup, evde
bulundurmamamızı kabahatimiz saydı! Bunun bir bedeli vardı tabii. “Çarşıya
gidersin!” dedi. “Sen de gelirsen…” diye pazarlık yaptık. Kabul gördü, çarşıya
gidildi. Niyetimiz oydu ki bu küçük akşam gezisiyle Babiş’e, yaşadığı “köy”ün
en önemli çarşısını gezdirip “Ne nereden alınır, nasıl alınır?” dersi vermekti.
Babiş tembel öğrenciler gibi dersi göz ucuyla izleyip yarım dinledi. Sonunda
iyi bir aktar bulundu. Biberiye, evde kalmamış diye<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">köri ve kimyon alındı;
alınmışken aktara saçlar için hintyağı da hatırlatıldı ki evdeki bademyağı ile
karıştırılıp saçlara sürülsün!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Eve döndüğümüzde acıkma
vakti gelmişti. Babiş hemen mutfağa yöneldi. Bir kuru soğan doğradı, iki diş
sarımsak ekledi, bir havuç soyup kabaca dilimledi. Sonra da zeytinyağı,
kırmızıbiber, karabiber, biberiye ve tuzu tavuk etiyle buluşturdu ve biberiyeli
tavuğu yediğimizde, bundan sonra zaman zaman yemek yapmasına izin verme kararı
aldığımızı söyledik Havalara uçtu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yayın yasağı var!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çocuk önüne ne konsa yemez
değil mi? Ya da çocukların çoğu böyle yapar! Peki, ana baba ne yapar? Onlar
yesin diye saçını süpürge yapar, yesin diye gözünün içine bakar. Peki, tersi
olunca ne olur? Yani çocuk pişirdi, baba yemek zorunda diyelim, peki o zaman
kim mızmızlanabilir? İşte bir gün başımıza bu geldi! Kızımız artık yemek
yapıyordu. Bunu yedi cihana duyurmuştuk. Ne Amerikalar kaldı ne Avrupalar ne de
Arap Yarımadası… Herkes duydu! Yalnız pişen yemeklerin fotoğraflarını
çekemiyorduk, yayın yasağı vardı. Çünkü görüntülerinden kuşku duyuluyordu.
Fotoğraflar kötü çekilirse, yemeğin de kötü olduğu düşünülürmüş! Bir akşam için
ayıptır söylemesi pirzola yemeye karar verildi, bu da bize söylendi; “Vapura
binmeden haber ver!” diye de tembihte bulunuldu ancak unuttuk ve fırçayı yedik.
Ne yapalım biz de çocuklaşmış olmalıyız ki sorumluluk sıfırlardaydı. Neyse ki
vapurdan inerken yakaladı; “Aaaa hani haber verecektin!” dedi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Korka korka eve girdik ki
yemek daha yeni ocağa konulmuş! Oyalandık, arada canımız sıkıldı, sahanın
kapağını açmaya yeltendik; “Karıştırma!” fırçasını yedik, çaresiz bekledik.
Sonunda yemek pişti, sofraya oturduk, servis yapıldı. Başlarken, “Eline
sağlık!” dedik, sofradan kalkarken tekrarladık. “Eline sağlık!” dedik, saygıda
kusur etmedik. Ancak hiçbir zaman da “Biz pirzolayı ya ızgarada ya da fırında
severiz, üstüne de dilimlenmiş domates, biber olursa bayılırız!” diyemedik.
Sahanda pirzolayı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">afiyetle yedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Gördüğümüz, yediğimiz
kadarıyla sahanda pirzola şöyle pişirilmişti:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Birkaç kalem pirzola,
birkaç parça patates, birkaç çimdik<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kekik ve az su…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Pirzolaları yayvan kapaklı
bir tencereye dizin, üstüne<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kabuğunu soyup
dilimlediğiniz patatesleri dörde bölün<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kenarlara yerleştirin; kekik
serpin üstlerine, birkaç<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">çimdik tuz da gezdirin su
koyun doğru ateşe, yağ yok!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Pişene kadar tutun ocakta,
arada patateslere çatal batırın. (öyle yapıyordu ) haberiniz olsun pirzolalar
daha kolay pişiyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Servis yaparken mutlaka
suyundan ekleyin. Ekmek banıp yersiniz ki nefis!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Rus ruleti oynadık!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ne zaman ki “Babiş’e
Yemekler” blog dünyasında yayımlanmaya başlandı sevgili kızımızla aramızdaki
kavga da her geçen gün alevlenerek büyüdü!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Kavganın bir tek nedeni
vardı o da Babiş’in, “Sen beni rezil ediyorsun!” kaygısıydı; ona göre
yazdığımız üç beş yazıdan en azından biri, onu başka türlü anlatıyor,
dolayısıyla blog kamuoyu önünde rezil olmasına neden oluyormuşuz! Ancak gelin
görün ki her üç beş yazıdan biri de “Güzel yazmışsın! Ayy çok güldüm!” diye
övgüler alıyordu. Buna anlam veremiyorduk! Hal böyle olunca her yazımızla
okuyucu uğruna “Rus ruleti” oynamış oluyorduk! Nitekim Babiş bir gün
dayanamayıp patladı: “Hadi bunu da yazsana, kendini de yazsana! Ne güzel
alışverişler yaptığını</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">anlatsana!” dedi. “İntikam”
soğuk yenen bir yemek olduğundan Babiş yemeğin tadını çıkarıyordu! Aslında
kızımız haklıydı, babası akıllara ziyan işler yapıyordu ve azmadan olmazdı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Efendim evlerden ırak olsun,
sizlerin yanından bile geçmesin; o günlerde üstümüze öyle bir hal gelmişti ki
ne yapsak ne etsek bu illetten bir türlü kurtulamıyorduk! Adı “beceriksizlik!” Yoğunlaştığı,
en çok kendini gösterdiği alan da alışverişti! Hiç fark etmiyordu. Pantolon da
alsak, peynir-ekmek de alsak durum hep aynıydı. Pantolonun ya bedeni yanlış
alınmıştır, beli, daralttırmak boyu kısaltılmak için birkaç kez terziye gider;
ya da peynir fazla alınmıştır ye ye bitmez, ekmek de zaten evde çokça vardır!
Babiş’in “Yazsana!” dediği “mini bir skandal” olan mini fırın alışverişiydi.
Mutfağımız küçüktü, dolayısıyla mutfakta olan araç gereçler de küçük olmak
zorundaydı. Fırınımız da bunlardan biri idi. Zaten büyüğüne ne gerek vardı ki?
Yediğimiz içtiğimiz neydi ki? Toplasan toplasan ya birkaç tavuk parçasını Babiş
marine eder, fırına patatesle birlikte atardı ya da adam başı birer levreği
tereyağı, kuru domatesle yağlı kâğıtla sarıp sarmalayıp, sağını solunu
zımbalayıp, tepsiye dizeriz. Ya da çok çok Babiş ısrar eder, çipuraları
ızgarasında pişirmeye kalkarız ki nar gibi kızarırlardı! Bir gün
yine balık alacağımız tuttu, değişiklik yaptığımıza inanıp löp etli, kılçıksız
yayın balığı aldık. Eve gelince de ızgaraya dizdik ki salata eşliğinde baba-kız
kendimize balık ziyafeti çekelim! Attık balıkları fırına, bekledik ki
pişsinler! Balıklar ızgarada pişeceği yerde ne yapsalar beğenirsiniz?
Arkadaşlar, yayın balığı inan olsun ki yangın çıkardı. Fırının her tarafını
alevler sardı, yangını söndürdüğümüzde fırın kullanılmaz haldeydi! Tabii
balıkları kurtarmak ve de aç kalmamak için yeni yollar bulmak bize düştü.
Babiş’in söylenmelerine aldırmadık, balığı tavada pişirmeyi, yenilir hale
getirmeyi başardık ama sonunda mini fırın da kapının önüne konuldu Fırın fırın
olmaktan çıkmıştı, yenisini almak lazımdı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Alım satım işini Babiş’e
bıraksak sorun aslında çözülecekti ama bırakmadık! Birkaç gün sağa sola
bakındık. Bütün mini fırınların aslında birbirine benzediğine, birinin fiyatı
üçse, diğerinin bir olduğuna karar verdik. En sonunda bildik bir markanın
fırınını, sağını solunu kontrol etmeden, seksen olan fiyatını, “peşin!” yetmiş
beşe düşürerek satın aldık eve getirdik! Bize göre iyi alışverişti! Bir kere fiyatı
sudan ucuz, üstelik ambalajından çıktığında anladık ki hafif mi hafifti! O
kadar hafifti ki yerinde durmuyordu; ızgarası desen epeyce ferah, telleri
arasında uçurumlar var, üstünde ne balık durur ne tavuk konar! Tepsileri desen
kâğıttan hafif! Ancak fırının en önemli özelliği kapısının açık durmaması idi.
Açıyorsun kapağını fırın alıp başını gidiyor. Ya hemen kapamak
lazımdı ya da bir elinle tutacaksın ki yerinde dursun, sen de diğer elinle
işini göresin! Herhalde üretenler düşünmüştür ki: “Halkımız fırını kullanmayı
bilmez, kapağı açık tutar, fırını soğutur en iyisi mi biz tedbirimizi alalım,
ne olur ne olmaz!” Neyse uzatmayalım. Anladık ki aldığımız fırın
piyasada bulunabileceklerin en kullanışsızı, hatta sokağa atsan kaldıranı
olmaz; nitekim atmıştık kaldıranı oldu mu bilmiyoruz!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Güveçte levreğe şamandıra
atın!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir zaman geldi kızımız
“balıksever” oldu ve neredeyse her gün balık istemeye başladı. Gün geçmiyordu
ki “Baba canım balık istiyor! Uzun zamandır balık yemedim, somon canım
çekiyor!” demesin. Biz de bu isteği karşılamak için Kadıköy çarşının yolunu
tutuyorduk. Öncelik, talep edilen balıktı bu da genellikle somon, levrek,
çipura, hamsi, hatta istavrit oluyordu. Bir gün akşam için levrek istendi, yeni
bir pişirme yöntemi kullanarak güveçte levrek pişirdik! Efendim ayıptır
söylemesi güveci Fas’tan getirdiğimiz için ve de gösterişine diyecek olmadığı
için levrek sanki daha bir güzel oldu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Tarifini merak ederseniz
şöyledir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Malzeme 3 kişilik (bir de
misafir var yani)</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">- 4 levrek</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- İki limon<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir domates<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir kırmızıbiber<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Üç dört tane arpacık soğan<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- İki diş sarımsak<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Beş altı tane karabiber<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir yemek kaşığı tereyağı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Pişirmesi:</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir domatesi rendeleyin,
güvecin altına serin. Bu arada<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">güveç güveç diyoruz, ola ki
bizim gibi gösterişli bir güveç kabınız yok o zaman da memlekette satılan
yayvan bir toprak kap bulun, o da iş görüyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">- Levrekleri yan yana dizin.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Üstlerine halka halka
limon, soğan, biber doğrayın<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Tereyağını bıçak
yardımıyla birkaç parçaya bölüp ilave edip<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Önce harlı ateşte, sonra
da kısık ateşte bir yarım saat kadar pişsin. Bu arada su koymayın, domatesin
suyu yetiyor! Unutmayın, levreğin suyuna banmak için mutlaka sofrada kalın
dilimli tok ekmek bulundurun. Kızımız bayılıyordu buna; bir başka deyişle
güveçte levreğe “şamandıra” atmaya!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hayır işlemek sevaptır!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çocuk yetiştirmek zor! Hani
zamanında Milli Eğitim bakanlarından biri “Okullar olmasa maarifi ne güzel
idare ederdim!” demiş ya onun gibi bir şey! Kimi babalar için çocuk olmasa
babalık ne güzel! Oh, yan gel yat! Adın baba ama çocuğun yanında yok. Yani var
ama sen uzaktan seviyorsun, böyleleri o kadar çok ki!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bizde bir çocuk vardı,
üstelik bizimle yaşıyordu. Adı da ”Babiş!” idi. Kızımız diye söylemiyoruz,
güzel kızdır hoş kızdır da o zamanlar az biraz sözünde durmazdı. “Daha
acıkmadım,” der; der demez acıkır, iki ayağımızı bir pabuca sokardı. “Yerim
yerim,” der, yemezdi! Koca koca tencereler yolunu gözlerdi! Üstelik bu durum ne
bir ne ikiydi, her geçen gün artarak devam ederdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Tacirin Eline Düşmüş Köle<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir akşam işten biraz
erkence çıktık. Niyetimiz eve gidip “Odasına boya badana yaptırdı; yerleştirme
işine, temizliğine yardım edelim, sevaptır, hayır işlemiş oluruz,” idi. Öyle de
yaptık, işlerin ucundan tuttuk, Babiş’in deyişiyle de “bayağı işe yaradık”
sadece en büyük işin üstesinden gelemedik, karyolasını sökmeyi beceremedik!
“Olsun zararı yok!” dedi. Biz de bu hoşgörü üstüne mutfağa yöneldik. Bir gece
önceden ıslattığımız, Babiş’in yemek için ”garanti” verdiği nohut yemeğinin
pişirme kısmını kotarmaya giriştik. Giriştik girişmesine de biz daha tencereye
bolca tereyağı koyup, kuru soğan eklemiş, pembeleşmelerini beklerken, sevimli
kızımız “Karnım acıktı!” diye söylenmeye, ardından da tacirin eline düşüp de aç
susuz kalmış köleler gibi görüntü sergilemeye başladı. Çaresiz, tencerenin
altını söndürüp, yeni yatağa yeni yastık da lazım düşüncesinden yola çıkarak,
Babiş’le birlikte sokağa vurduk kendimizi ki niyetimiz “yolda yemeğe kadar az
bir atıştırmalıkla açlığını bastırmak, dönüp geldiğimizde de baba-kız nohuda ve
bulgur pilavının başına, turşu ve de kuru soğanla birlikte oturmak” idi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yerim valla yerim!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş’e önce yastık alındı,
ardından da hemen karşı sıradaki börekçiye atıştırmalık için girildi. Babiş bir
porsiyon peynirli kol böreği istedi. Biz de kıymalı az kol böreği ile yetindik.
Babiş karnını tıka basa doldurdu, böreğin yanında çayını da içti; bize de hala
söz vermeye devam edip, “Yerim yerim valla nohut da yerim akşama,” dedi.
Baba-kız evimizin yolunu tuttuk. Tahmin ettiğiniz gibi akşam nohutla bulgur
pilavını tek başımıza yedik! Allah’tan evde şişe şişe madensuyu vardı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Şükürler olsun!“</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bir insan daha var, çok
şükür,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Evde nefes var...<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ayak sesi var, çok şükür,
çok şükür...”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Orhan Veli bu şiiri kimin
için yazmış bilemeyiz ama bildiğimiz bir şey vardı ki, evimizde şükredecek ayak
sesleri bir de ses vardı. “Hani sana risotto yapacaktım?” der. Uzun zamandır
tekrar edilen bu serzeniş “Hele dur bakalım. Nasıl yapacaksın, içine neler
konuluyor? Malzemeleri hazır edelim olur.” telaşımızdan uzunca bir süre her
pazar evin duvarlarında yankılanıp dururdu. Sonunda et suyunu, pirinci,
tereyağını, kaşarı, kuru soğanı hazır edip Babiş’e,“Hadi mutfak senin,” dedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımız risotto yaptı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Baba kızın mutfakta yan yana
çalışmaları pek keyifli oluyormuş. Akıl edebilseydik ya da en azından Babiş’in
mutfakta bu kadar yetenekli olduğunu tahmin etseydik şimdiye çoktan pazarları
bir köşede oturup yemeğin hazır olmasını bekliyor; hatta arada divanda
şekerleme bile yapıyor olurduk. Ancak gelin görün ki bize doğru gelen bu
düşünce, baba kılığına girince pek doğru gelmiyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ya elini yakarsa?”,
“Mutfakta saçlarını toplamıyor ki! Yemek bir taraftan yapılır, bir taraftan da
etraf toplanır, o bunu daha bilmiyor ki!” vesvesesi bir türlü peşimizi bırakmazdı.
Ancak kızımıza bir fırsat vermek gerekiyordu ve sonunda verdik. Böylelikle
kızımız mutfağa bir yemeği başından sonuna kadar yapmak için el koydu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Mantarlı Karides</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Mutfağımızda bir yabancı
olunca, önce bir köşede oturup seyrettik, arada bir şey sorulunca düşüncemizi
belirtip “Olur olur, o tencerede olur,” dedik. Kızımız soğan doğrarken “parmaklarını
keser” diye telaşlandık; sonunda baktık ki her şey yolunda gidiyor, ayakaltında
fazla dolaşmamak ve kendi hünerimizi de göstermek için tezgah başına geçtik.
Bir tavaya tereyağı koyup önceden soyulmuş ve de hazır edilmiş domatesleri,
yeşilbiberle çevirdik. Karidesleri kattık içlerine, ardından da küçük küçük
doğradığımız mantarları ekledik. Bir diş sarımsakla tatlandırdık. Biri bize,
biri kızımıza, iki küçük güveçte fırına sürdük; zamanı gelince de üstlerine
rendelenmiş kaşar koyduk hem görüntü hem de lezzet versin diye… Risotto
yapmışlığımız yoktu ama bir iki yemişliğimiz vardı. Konuya merakımızdan göz
ucuyla Babiş’i seyrediyorduk. Tavada önce tereyağını eritiyor, sonra küp küp
doğranmış soğanları ekleyip çeviriyor; zamanı geldiğine hükmedip, yıkanmış ve
de durulanmış pirinçleri ekliyor ve bu karışımı durmadan karıştırıyordu. Risottonun
püf noktası, hiç durmadan malzemeleri çevirmekmiş. Bir de ara ara suyunu
çektikçe bardak bardak et suyu eklemekmiş. Babiş bütün bunları harfiyen
uyguladı ve en sonunda risottosuna rendelenmiş kaşar koydu ve seslendi: Babiş
yemek tamam!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sofrayı hazırladık, iki
servis açtık. “Öküzgözünü” de bardaklara doldurduk ve neredeyse aylar sonra
Babiş’le birlikte masaya oturduk!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımız diye söylemiyoruz,
yemek konusunda yeteneklidir. Risotto nefis olmuştu ve iki tabak yenilmeyi de
hak ediyordu. Bizim karides güveçse risottonun yanında pek bir sönük kaldı. Yemeğin
sonunda Babiş, yorumunu hiç esirgemedi, “Güveç az biraz sulu olabilirdi Babiş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Mutfak sizindir teslim
etmeyin!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İki insanın arasına “ikilik,
rekabet” girdi mi bir daha o ilişkiden hayır gelmez! Boşuna mı eskiler,
boynuzun kulağı geçmesine bir türlü izin vermezmiş, öğreteceklerini hep bir
eksik öğretirlermiş ki diplerinde kimse yeşermesin! Bildikleri vardı mutlaka
ama bildiklerini biz bilmiyormuşuz! Bilsek son zamanlarda yaptıklarımızı hiç
yapar mıydık? Tutup evdeki tek rakibimize mutfağı teslim eder miydik? Kendini
göstermesine olanak verir miydik? Vermezdik herhalde. Ancak bu hatayı yaptık,
pişirdiği risotto bloğumuz aracılığıyla bütün yurda, “yavru vatan”a, Avrupa’ya,
hatta kıtalara yayıldı ve tabii bilumum ablalar övgüler yağdırdıkları
yetmiyormuş gibi ‘’Boynuz kulağı geçermiş’’ sözünü hatırlatıp eklemeler bile
yaptılar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Anlaşılan Küçük Babiş,
Büyük Babiş’i mutfak işinde sollayacak!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Küçük Babiş’ten yeni yemek
denemeleri bekliyoruz, iletin lütfen!” “Kızınızın maşallahı var, belli çok
yetenekli!” gibi…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Mesajları okudukça bizi aldı
bir telaş! Babiş okumuş çocuk dil biliyor, dünyayı takip ediyor, böyle giderse
gün gelecek yemeklerimizi beğenmeyecek! Nereden ele geçirmişse şifremizi de biliyor,
bloğa gelen yorumları okuyor, okudukça da havalara giriyor… Yediğine içtiğine
daha bir dikkat eder oldu. Hatta “Zahmet edip içine kaşar rendeleseydin daha güzel
olurdu!” diye arada pişirdiklerimize laf bile sokuşturur hale geldi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yaşamımız başparmağının
ucundaydı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Baktık olacak gibi değil,
durumu toparlayıp “Öyle bir yemek yapayım ki söyleyecek söz bulamasın!” dedik
ve bir koşu çarşıya koşturup, somon, ıspanak ve krema aldık. Niyetimiz kremalı
ıspanağa yatırılmış, güveçte somon pişirmekti. Gerçi daha önceleri de ateşe
dayanıklı cam kaplarda yapmışlığımız vardı ama bu kez görseli daha “vurucu
olsun” diye balık şeklinde güveç kullandık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Havalar soğumuştu, farkında
değilmişiz; ıspanakları soğuk suyun altında yıkarken öğrendik ve ıspanağı
haşlar gibi, sıcak sudan geçirdik. Tereyağında az biraz kavurduktan sonra
kremayla hemhal ettik! Somona bir şey yapmak gerekmiyordu. Balıkçı yapacağını
yapmış, bir parçasını fileto çıkarmıştı, üstelik güveçle de renk uyumu vardı.
Somonu enlemesine, sağını solunu ıspanakla destekleyip yatırdık. Güveç fırında
yirmi dakika kaldı kalmadı, kapının zili çaldı, açtık ki “mutfaktaki
rakibimiz!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Karnı çok açmış, hemen
TV’nin karşısına geçip yemeğini istedi. Aradan az bir zaman geçti geçmedi,
salonda divanın üstünde kraliçe edasında oturan kız, sağ başparmağını havaya
kaldırdı; bekledi bekledi “Ölüm ölüm!” diyerek kan görmek isteyen halkı arenada
temsil etti, coşkularının artmasını bekledi. Ancak bu bekleyiş uzun sürmedi,
üstüne oturduğu bacağını yere indirerek ayağa kalkıp beyaz mendilini ölüm
bekleyen gladyatöre fırlattı. Rahatlamıştık bu cesaretle, “Eğer bir gün
başparmak aşağıya doğru inerse, yemek yapmayı bırakırım ona göre,” dedik. Bir
el hareketi yaptı ama bir anlam veremedik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Niyet başka kısmet başka!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yufka ile tanışmamız
yenidir. Tanışınca da bazen dörde, bazen sekize böldük; üçgen kestik, rast
gelirse kızımıza patatesli, bazen kıymalı bazen ıspanaklı peynirli börek
yaptık. Bir gün pazı sardık, dolma yaptık. Kökleri, biraz da yaprakları arttı,
atmadık. Haşlayıp koyduk bir kenara ki canımız çekerse kavuralım, üstüne
yumurta kırıp, yumurtalı ıspanak niyetine yiyelim, nefsimizi köreltelim. Öteden
beri yumurtalı ıspanağı, severiz. Pişirmesi kolaydır. Tavada kavurmaya
başlarsın az zeytinyağı ile bir iki çimdik pul biber, tuz atıp indirmek
üzereyken üstlerine iki yumurta kırıp ıspanakla yumurtalar hemhal olana kadar
pişirirsin. Pek hoştur, pek lezizdir böylesi. Biz yumurtası karıştırılmışı
severiz. İşte o gün pazıyı, ıspanaklı yumurta niyetine yememeye karar verdik. Tam
o sıra aklımıza yufka düştü dedik ki; “Pazıya bir yufka yeter. Birkaç tane
börek yaparsın, adını da pazılı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">börek koyarsın, hem Babiş’e
de hava atarsın, yeni bir börek icat ettim diye!” Bir yufka için çarşıya indik,
hem böylelikle birkaç adım da atmış olduk. Yalnız dükkan sahipleri bir yufka
alana kötü kötü bakıyormuş bunu da öğrendik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Çarşı dönüşü yufkamızı tezgâha serdik. Önce
ikiye, sonra dörde böldük. Bölünmenin yeterli olduğuna kanaat getirince de
kavurduğumuz hafif karabiberli pazıları, dört eşit parçaya bölüp yufkalarla bir
güzel sarıp sarmaladık ve yağlı kâğıt serip fırın tepsisine yan yana dizdik.
Bir yumurtanın sarısını çırptık, fırçayla yufkaların üstlerine sürdük; en üste
de beyaz susam gezdirdik ki güzelliğinde kusur aranmasın! Babiş’in gelmesine
yakın fırını yaktık. Övünmek gibi olmasın ama böreklerimiz nar gibi kızardı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş okuldan geldi
içimizden diyoruz ki, “Tam börek yenilecek zaman. Okuldan aç gelinmiş ana
yemeği beklerken ağza atılmalık!” Amma velakin hayatın kendisi niyetlere göre
sürüp gitmiyor ki her şeyin kendi doğası kendi işleyişi var! Şansızlık bu ya,
Babiş’in doğası da o günlerde biraz kendine dikkat etmek istiyormuş! Bizimse
kiloyla derdimiz, beğenenimiz yoktu. Bütün börekler bize kaldı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sen hiç kek yaptın mı ki?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş çayın kahvenin yanında
çeşit çeşit fırınlardan ya da pastanelerden alınmış keklerle, çoğunlukla da
vişneli muflinlerle nefsini köreltmeyi severdi. Bazen de kendi tezgâh başına
geçip, ne pişirdiyse onu çayına katık ederdi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Günlerin birinde adı “acemi”
ama kendi büyük bir aşçı olan, çok sevdiğimiz bir blogta, “ıslak kek” tarifine
rastlayınca sanki şeytan dürttü. İşten çıkar çıkmaz doğruca marketin yolunu tuttuk,
tarifteki malzemeleri aldık. Bu kez tezgâhın başına geçmiştik ki salondaki
muhalefetin hoş olmayan sesi gelmeye başladı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ay sen şimdi de kek mi
yapıyorsun? Hiç kek yaptın mı ki? Kek yapmayı kolay iş sanma!”, “Kalıbı yağla
yoksa yapışır!”, “Kabartma tozu koydun mu?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çok muhatap olmadık
sataşmalara ve de uyarılara ama harcın kıvamını gösterdik o da elindeki işe ara
verip mutfağa geldi. “Biraz daha un kat, biraz daha kat,” diye diye bizi
yönlendirdi! Ancak biz ısrarla ölçüden vazgeçmedik, malzemeye sadık kaldık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Önce bir yumurta kırdık
derin bir kaba. Aksilik bu ya evde toz şeker de kalmamıştı. Biz de on beş küp
şeker kattık yumurtalara ve başladık birbirine yedirmeye, yumurta ile şekeri
çırpmaya.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Ardından bir küçük paket
süt ve göz kararı zeytinyağı ekledik karışıma.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bu kez el kararı un ile
tarifteki gibi bir paket kabartma tozunu birlikte eledik ama niye elediğimizi
anlamadık çünkü hiçbir faydasını görmedik, neyi döktükse öbür taraftan olduğu
gibi çıktı ve tarife sadece burada bağlı kalmış olduk!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Son kez de daha önce
rendelediğimiz, kabuğunu soymadığımız bir elma ile sadece kabuğunu
rendelediğimiz bir limonu az biraz toz tarçınla karışıma ekledik. İyice
karıştırdık ve harcı yağlanmış kek kalıplarına altı eşit parçayla döktük el kararımıza
da şapka çıkardık. Ancak Kızımız nedense bu böbürlenmeye ses etmedi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Fırınınız bizimki gibi
sadece bir sac parçası değilse, 170<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">derecelik ısı ve 40
dakikalık pişirme süresi kek için yeterlidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ancak Babiş’ten fırça yemeyi
göze alarak fırın kapağını açtık ve piştiğine inandığımız keki kalıbından şıp
diye çıkardık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Şekeri az, elma ise
kaybolmuş!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biz bütün bunları yaparken, Babiş
yoğurtlu, sarımsaklı mantısını kaşıklıyordu. Yemeğini bitirir bitirmez de
fırından yeni çıkmış sıcak kekin tadına baktı ve hemen notunu verdi; “Şekeri az
olmuş, limon tadı geliyor, elma ise kaybolmuş. Bir dahaki sefere vişneli yapar
mısın?” Şimdi deseniz ki “Niye ölçü kullanmıyorsun be birader?”
deriz ki “Ölçü bize göre değil, bizi bozar!” Kendimizi bildik bileli el kararı
ile idare ederiz, neye gerek ölçü? Biz ne bulduysak onunla idare edenlerdeniz!”
Yoksa sizi ellerinde oynatırlar, ele güne “maskara” olursunuz. İyi de bizde ne
“strateji” vardır ne de “taktik!” Bunları hayatımız boyunca kullanmadık.
Üstelik bir çocuk babasıydık, deneye yanıla el yordamı ile yolumuzu bulmaya
çalışıyorduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ana babaysanız “strateji
bilmelisiniz!’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir sabah kahvaltıda sürpriz
yapmak istedik! Aslında emrivaki bir durumdu, altında bir hinlik vardı! Babiş,
böreği çöreği çok lezzetli, kışkırtıcı, en önemlisi televizyon karşısında kolay
lokmalar oldukları için her fırsatta isterdi. Ne zaman önüne konulsa, “Hayır!”
demezdi. Yalnız her hamur işi de öyle hemen kabul görmezdi. Mesela peynirli su
böreğini seviyordu da kıymalı olanını sevmiyordu. Ancak kıymalı sigara böreğine
“Yerim,” diyordu hele de yoğurtlu olursa. Yani durum biraz diplomasi
gerektiriyordu ve derdimiz, kızımız damağımızdan lezzet onayı almış tatları
tatsın istiyorduk. Güya ona “gurme” yanımızı da aktaracak, bir baba olarak
üstümüze düşenleri harfiyen yerine getirecektik. Ancak o da bu konuda kendi
damak zevkine, kendi gurmeliğine güveniyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">İstanbul börek cennetidir,
bu güzel lezzetin her çeşidini her yerde bulursunuz. Biz böreklerimizi
özellikle kıymalı suböreğini ya Karaköy Güllüoğlu’nda ya da Kadıköy Bilgeoğlu’nda
yeriz. Özellikle de sabahın erken saatlerinde… Planımız şuydu” Sabah erken
kalkılacak. Bilgeoğlu’na gidilip ilk tepsiden peynirli ve kıymalı su böreği
alınacak. Ancak biz sevdiğimiz için kıymalı olanı biraz fazla tutulacak,
koşturarak eve gelinecek ki börekler soğumasın! Öyle de yaptık, yalnız eve
gelince biraz gürültü oldu ki börekler soğumadan yenilsin. Çaydanlıklar
kendiliğinden birbirine çarptı, terliğimiz biraz fazla şıpırdadı, haliyle bir
ev gürültüsü ki fazlası uyuyanı uyandırır. Aslında vakit uyanma vaktiydi. Yoksa
fazlası tembellerin uykusuna girerdi ki evde öğlenlere kadar uyuyan tembelimiz
yoktu çok şükür!</span><span style="font-size: 12pt;"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babiş günaydın!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Günaydın Babiş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kahvaltıda ne yiycem?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Börek!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Neli?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Peynirli ve kıymalı su
böreği…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bana peynirlisinden…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Olur…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Çay ister misin?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hayır, ben su içicem!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sabahın ilk diyalogu böylece
gerçekleşmiştir. Ancak Büyük<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş hedefe hain adımlarla
ilerlemektedir ki biraz sonra salondaki<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ses, mutfağa kadar ulaşır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babaa, ben doymadım!”</span><span style="font-size: 12pt;"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Börek var ama kıymalı,
yersen vereyim!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Olur!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“!!!!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Uzun süren bir sessizlik ve
ardından, “Baba kıymalısı da çok güzelmiş bunun!” yorumu havada asılı kalır.
Kısa süren bir sessizliğin ardından mutfaktaki Büyük Babiş keyiften dört köşe,
“Afiyet olsun kızım!” der. Taktik üstünlük işe yaramış, bir lezzet mevzii daha
kazanılmıştır!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Şükürler olsun ki Babiş var!
Sayesinde babiseyemekler.blogspot.com‘da nice yazılara imza attık, gün geldi
okunma rekorları kırdık, hatta ufaktan ufaktan “şöhret”i bile bulduk. Ancak siz
siz olun kanmayın bu “şöhret” böbürlenmelerine… “Şöhret” dediğin nedir ki? geldiği
gibi gider korumasını<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bileceksin! Bunun için çok
çalışacaksın, çok üreteceksin ama en önemlisi Babiş formunda olacak ki ortaya
yazı çıksın! Yoksa ondan bir kaşık, bundan bir tutam yaz yaz nereye kadar? Kim okur?
Yani dememiz o ki bir zaman çok yoğunduk, var olan “haklı” şöhretimizi
korumanın yollarını arıyor kendi kendimize hayaller kurup “Daha fazla artsa
kötü mü olur?” diyorduk ama durmadan da Babiş’in ağzının içine bakıyorduk! Açsa
doyurup, toksa “Yarın ne istersin?” sorusunu sorup, istekler alıyor, yorumlar
duymak istiyorduk. Çoğunlukla da satır aralarını okumaya çalışıyorduk çünkü
satır aralarında çok anlam yüklüdür.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir sabah bu duygular içinde
uyandık, uyanır uyanmaz da kızımızı mutfakta bulduk! Akşamdan bize sözü vardı,
dün gibi bugün de kahvaltı edecek, hatta hatırımızı kırmayacak iki dilim ekmek
birden yiyecekti!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sabah sersemliğinden olsa
gerek unutmuştuk! Babiş mutfakta, o tahta gibi yassı, “kraker” denilen tatsız
tuzsuz şeyleri yiyordu, tabii ki ses etmedik! Çünkü öğrendiğimiz bir başka şey
daha vardı ki tatlı da olsa başına durduk yerde bela almayacaksın.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hele ki sabah sabah! Kendine
laf getirtmeyeceksin, kendini sevdirmenin yollarını arayacaksın! Biz de öyle
yaptık verdiği sözü unuttuk, geceden kendi verdiğimiz sözü yerine getirmek için
kolları sıvadık, son günlerde çok popüler olan, “Üç gün yeter!” dediğimiz ama
bir oturuşta tüketilen kabak<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">mücverimizin hazırlıklarına
başladık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">,Mücverden Suşiye!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir kabağı rendeledik,
üstüne bir iki taze soğan, on beş yirmi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">dal maydanoz doğradık. Bir
yumurta kırdık içine birkaç kaşık un attık. Bu arada belki<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Akşam için Babiş’in gönlünü
çeleriz,” diye de daha önceden<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ayıklayıp temizlediğimiz
bamyaları ortaya çıkardık, niyetimiz<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">nohudunu haşladığımız, kuzu
etini hazır ettiğimiz etli bamyayı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">mücverin arkasından
pişirmekti. Ancak niyet başka, hayat başkadır. Uslanmamışız ki Babiş kapıdan
çıkmadan bombayı patlattı: “Babaaa, benim canım çoktandır suşi çekiyor!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu bizim gibi kızı uğruna
saçını süpürge etmiş bir babaya söylenecek laf mıdır? Şoke olduk! Babiş hayatı
boyunca Demokles’in kılıcı gibi başının üstünde sallanacak bu lafı etmeyecekti!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Beğenmezsem kızma, baştan
söliyim!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Öyle çok börek çörek
yapmazdık, çünkü pek bilmezdik! Zaten kızımız da beklemezdi. Dolayısıyla
bünyelerimiz hamur ihtiyacı duyarsa dışarıdan alır, afiyetle yerdik! Genellikle
suböreği favorimizdi ama arada sırada ıspanaklı, patatesli de almışlığımız
olurdu. Bir gün ”Hadi tembellik etmeyelim, hem denemiş de oluruz,”diye,
internette bir hanımın tarifini verdiği, pek de methettiği sodalı su böreğinden
yapalım istedik. “Hem bu vesile ile Babiş’in<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">de gözüne gireriz ki kötü mü
olur?” diye düşündük. Bu arada “yemek yaparak Babiş’in gözüne girme” çabamızı
da garipsedik! Bunu sürekli yapıyorduk. Ne ise Kadıköy Çarşı’ya gittik,
kollarımız dolu dolu gelip<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">mutfağa girdik! Bizi tezgâh
başında gören kızımız, “Ay sen yufka almışsın, ne dolaplar çeviriyorsun yine?
Bak ne yapacaksan yap ama beğenmezsem kızma, baştan söyliyim!” dedi, tehdit
savurdu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Söylenenlere kulağımızı
tıkadık, işimize baktık. Bir yufkanın yarısını seramik fırın tepsimize yaydık,
kalan yarısını da onun üstüne örttük; dolaptan kimseler yemediği için
dondurucuda sakladığımız tulum peynirimizi çıkardık, yufkaların üstüne bolca
serperek yaydık. Kalan bir yufkayı da yine ikiye böldük, ilk önce ilk yarısını
sonra diğer yarısını peynirlerin üstüne serdik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Baktık ki görüntü hiç fena
değil umutlandık! Bu arada mümkün olduğu kadar tarife sadık kalmaya çalıştık.
Gerçi böreğimizi yaparken sadece peynir kısmında az biraz sapma olmuş,
beyazpeynir yerine tulum kullanmıştık ama “O kadarı da olur ev hali!” dedik,
aldırmadık! Yapmaya çalıştığımız işe odaklanıp bir şişe sodayı böreğin üstüne
boşalttık sonra yarım saat dinlenmesi için dolaba kaldırdık. Arada bolca
tereyağı erittik, soğuyunca içine bir yumurta sarısı kırıp karıştırdık. Son
işlem olarak da artık sodayı çekmiş böreğin üstüne tereyağı ve yumurtayı
döktük, tepsimizi 250 derecelik fırına sürdük yarım saat pişti!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Peynirini fazla koymuşsun!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş o gün kandile rast
geldiği için oruçluydu. “İbadet edene<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">hizmet etmek sevaptır!”
deyip; çorbaydı, etti, salataydı, bir sürü<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">şey hazırlamıştık ama bütün
umudumuz sodalı böreğimizdeydi. O hevesle iftar vaktini bekledik ki “Aferin!”
alalım! Böreği aldık fırından, dilimleyip bir tabağa koyup, “Şunun tadına bak
bakalım, nasıl olmuş?” dedik. İlk lokmayı yedi. Tepki bekledik lakin renk
vermedi. Belli ki oruç ağız, ağzını bozmak<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>istemiyordu. Kısık bir sesle, “Babacığım
peynirini biraz fazla koymuşun!” dedi, yemeğe devam etti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Böğürtlenin plasebo etkisi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş’in bir gün ağzında aft
çıktı, bunu telefonda anneannesine<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">söylemiş, eski kadın tabii
hemen bir doğal reçete verip, “Afta<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">karadut iyi gelir,” demiş.
Babiş de bunu bize söyledi. Kadıköy<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çarşı’da dolandık durduk,
karadut yok! Ona çok benzeyen böğürtlen<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">vardı. “Aradaki farkı
nereden bilecek ki?” deyip, bir paket<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">alıp eve geldik. Yedi
böğürtlenleri ama bir yandan da söyleniyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba bunlar hiç duta
benzemiyor!” Bozuntuya vermedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kızım karadut işte zaten
zor buldum, ye bitir şunları!” dedik<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">üstelemedi, bitirdi
böğürtlenleri. Birkaç gün sonra ağzında<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">aft kalmadı! Yıllardır
plasebo etkisinin nasıl bir şey olduğunu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bu örnekle anlatır durur
arkadaşlarına…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yemeğini yer misin?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir yaz günü, arkadaş
aracılığıyla tatil için bir devlet kampına gitmiştik ama Babiş’in huysuzluğu
üstündeydi, bir türlü yemek yemiyordu. Çareyi “beyaz” yalanda bulduk. “Burada yemek
yemeyenleri, denize atıyorlarmış!” dedik. Babiş bir daha “Kızım yemeğini yer
misin?” lafını söyletmedi. Eee, babaların<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">yeri geldiğinde her zaman
ellerinin altında bulunduracakları plaseboları vardır. Bu da sözle olanıydı. Bu
arada bu çocuk milletine (ki millettirler, kendilerine göre hepsinin kullandığı
ortak bir dil ve davranışları vardır. Ancak güven olmaz. Çünkü bir hafta iyi
giden arkadaşlık, baba-kız muhabbeti aniden tersine döner; hiç hesapta olmayan
fırtınalar çıkar, yüzler kararır, sesler eser, gürler! Daha önce anlatmıştık,
zor yılımızdı. Babiş bütün hafta boyunca okula, gelince de dershaneye
gidiyordu; ne hafta sonu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">vardı ne tatili… Gecesi
gündüzü birbirine karışmıştı. Biz de günde beş araç değiştirip, sabah işe
gidip, akşam beş araçla geri dönüyorduk! Eve geldiğimizde de daha önce pişirip bıraktığımız
yemeğini yemiş, çalışma masasının başına geçmiş, ders çalışıyor buluyorduk.
Rahatsız etmemek için mutfaktaki yerimize geçip, bir kenarda yemeğimizi yiyip,
kendi kendimizle<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sohbete dalıyorduk!
Dolayısıyla konuşulacak konu olunca, o yanımıza gelip, mutfak tezgâhının
üstüne çıkıyor, başlıyordu okuldan, derslerden ve bunlar için çok ama çok
gerekli olan “motivasyon”dan söz etmeye!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir akşam yine mutfağa
geldi, konuşmaya başladı. Konu değişik. Der ki “Baba televizyonda nefis bir
tarif gördüm pazıya sarılmış dil peynirli biftek ama döküm tavada
pişirdiler! Et böyle cosss coss, yol yol oldu. Biz de bir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">döküm tava alalım!
N’olurrr!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kıızım pere yok pere!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Niye?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çünkü bütün pereler
kızımızın eğitimine gitmişti! Ancak onca çabamız boşa gitmemiş ki Babiş Kürtçe söylediğimiz
“pere” lafından ne anlatmaya çalıştığımızı anladı. Bütçemizi zorlama isteğinden
vazgeçti, konu kapandı. Herkes kendi dünyasına döndü. Biliyorsunuz bizim bir
bloğumuz vardı ve orada yeme içme maceralarımızı anlatıyorduk ama son
zamanlarda biraz sıradanlaştığımızdan anlatacak pek bir şeyimiz olmuyordu. Biz
de birkaç gün bekledik ve maceralar ardı ardına sökün etti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sabah sabah tatlı belaya
bulaşma!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir bakarsınız, sizinki
sabahın köründe, divanın üstünde; “Bayram tatili evin tadını çıkarıyor,” diye düşünürsünüz!
Duruma bakınca anlaşılan o ki erken kalkılmış, bir film bitirilmiş, bir başkasına
başlanmış ve elimizde de bir paket çikolata… Empati yapmaya çalışır dersiniz
ki, “Keyfi yerinde! O zaman sana ne oluyor? Sabah sabah keyfini kaçıracak ne
olabilir ki?” Buna da şükretmelisin, yoksa daha günaydın demeden, “Ben kahvaltı
etmiycem!” lafı gelir ki asıl sinir bozucu olan odur. Bu kesin bir hükümdür.
İster uy istersen uyma. Tersini yapmayaçalış, başına gelecekleri görürsün! En
iyisi, “Sen bilirsin kızım,” diyerek durumu kontrol altına almaya çalışmaktır.
Yoksa niye sabah sabah bulaşasın ki tatlı da olsa “bela”ya! “Tamam,” der
geçersin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir başka sabah da
beklersiniz ki kalksın da kahvaltı etsin. Oysa siz vakitlice kalkmış, tek
başınıza kahvaltınızı etmiş, bilgisayarın başına oturmuş; bir çay, iki çay, üç
derken neredeyse, “çayda çıra” oynar hale gelmişinizdir. Ancak ne kalkan vardır
ne ses veren! Sıkılırsınız, sonunda kendinizi sokağa atarsınız.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“İnsan kızına suböreği
alır!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babasınız, aklınız evde kalmış;
ayaklarınızı, kızınıza göre en güzel suböreği yapan pastanenin önüne yönlenmiş
bulursunuz. Bir dilim, iki dilim derken dört dilim suböreğini paket yaptırtıp, evin
yolunu tutarsınız ki hanımefendi biraz sonra karşınıza dikilir. “Sen kapıyı
açınca uyandım, günaydın!” der. Artık neredeyse öğlendir ve haliyle
acıkılmıştır. Şimdi en büyük merak konusu “Ne yiycem?” dir. Ancak geç kalkmanın
mahcubiyetiyle bu soruyu babaya sormadan mutfakta şöyle bir dolaşmak ve de buzdolabında
eşelenmek en doğrusudur. Ne de olsa sürprizlerle doludur hayat!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba inanmıyorum, böyle bir
şey olamaz. Daha sana diyecektim ki insan dışarıya çıkmışken kızına suböreği
alır!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Git Gel Çevir!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biz baba-kız zeytini çok
severiz. Ancak her zeytini değil. O<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">irili ufaklı kapkara, tuzlu zeytinleri
hele hiç değil. Bizim zeytinimiz ya Antep-Urfa ya da Antakya zeytini olmalı ki
yiyebilelim, yoksa diğerlerini kızımız “yenmez” ilan edip bir kenara bırakır, ardından
da tüketmesi bize düşerdi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir bayramda Cunda’dan büyük
bir hevesle aldığımız, ilk defa tattığımız çevirme zeytin, “fazla tuzlu” diye
yenmedi. Tuz sever bir arkadaşa verildi. Ancak bu çevirme zeytinin daha çok
çevirme kısmı hoşumuza gittiğinden, denemek için zeytin hasadını dört gözle
bekledik ve kasım sonu zeytinler toplandı, çarşı pazarda baş gösterdi. Yeni
keşfettiğimiz, Kadıköy’de eski Salıpazarı’nın kenarında bir dükkânımız vardı o
zamanlar. Antep’ten gelmiş<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">peynir, zeytin, fıstık,
bulgur, mercimek, pirinç, taze acı biber, gerçek nar ekşisi; aklınıza ne
gelirse satılırdı. Bir keresinde bir bidon Antep zeytini alıp baba-kız bütün
bir kış tüketmiştik. Bir gün uğradığımızda hem salamuraya yatırılmış bidon
bidon zeytin hem de yeni dalından koparılmış Antep zeytini bulduk. Tercihimizi
işlenmemiş zeytinden yana kullanıp, üç kilo zeytin alıp evin yolunu tuttuk. Zeytin
işlenmemişse çeşit çeşit yöntemle tatlı hale getirip, istediğiniz gibi
tüketebilirsiniz. Nitekim biz üç çeşit zeytin kurduk:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir kavanozu zeytin
doldurup üstüne sadece su çektik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ne tuz koyduk ne de limon.
Yani salamuraya niyetlenmedik, kavanozu bir kenara kaldırdık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Unutmayın bu tür zeytinin
suyunu ne kadar sıklıkla değiştirirseniz o kadar çabuk tatlandırırsınız.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir kavanozu da çevirmeyi
denemek için zeytinle doldurup, üstlerine kaya tuzu ekledik. Gidip gelip çevirdik,
çok keyifliydi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir başka kavanozu da
tezgâhta kırdığımız zeytinlerle doldurup, üstüne su çektik. Bunun da ne kadar
çok suyunu değiştirirseniz o kadar çabuk tatlanır ki tadından yenmez. Ondan
sonra gelsin çeşit çeşit zeytin sunumu. Yani bu zeytinin esprisi şu ki
tatlandıktan sonra kendinizce tuz koyarsınız. Üzerine zeytinyağı çeker, limon
sıkar, hatta pul biber ekler; maydanoz kıyıp, nar ekşisi de gezdirirsin ki
tadından yenmez.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yuvalama aşkı genetik
midir?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Urfalıyız demiştik…
Annemizin ve babamızın doğduğu yeri memleketimiz kabul ediyoruz. Yalnız doğum
yerimiz Nizip. Dolayısıyla Babiş Nizipli sayılır. Oldu olası Nizip yemeklerine bir
düşkünlüğü vardır, bunların başında da yuvalama gelir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yuvalamayı bilir misiniz?
Bir Antep-Nizip yemeğidir. Çok özel olduğundan, özel günlerde, özellikle
bayramlarda yapılıp yenildiğinden ve de yapması epeyce zahmetli olduğundan öyle
her yerde bulmak, yemek, kolay değildir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İşte Babiş, bu zor yemeği
yıllardır sayıklar durur. Artık nerede bu yuvalama aşkına tutulduysa! Her
fırsatta yemek ister ama ya yuvalama yapan Antep lokantalarında, kebapçılarda bir
türlü rast gelmez, günü değildir; ya da bin yılda bir nefsini köreltir,
yediğini yuvalama beller, avunurdu. Bir gün Kadıköy Çarşısı’nda hazır satılan
yuvalama köfteleri gözümüze ilişti. “İşte<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sonunda Antepliler yaptılar
yapacaklarını ve beni de Babiş’i de büyük bir dertten kurtardılar. Bundan sonra
Babiş “Yuvalama yuvalama!” diye başımızın etini yiyemeyecek!” dedik. Niye? Çünkü
o zamana kadar yuvalama yapmaya bir türlü cesaret edememiştik. Bu yuvalama
denilen leziz yemeğin en zor kısmı, dövülmüş pirinç, yağsız kıyma et, tuz ve
karabiberi birlikte yoğurmak; sonra da yoğurduğunuzdan neredeyse atom parçaları
kadar parçalar koparıp, elinizde yuvalamaktır. Dolayısıyla yuvalanmış bulunca,
paket paket aldık. Eve gelip Babiş’e müjdeyi verdik Ardından hemen pazarlık
başladı. Der ki, “Yarın akşama yuvalama yaparsan, peşinat bir öpücük, kalanı
yedikten sonra…” Biz de dedik ki: “Yuvalama güzel olmuşsa, iki öpücük; biri bir
yanaktan, diğeri öbüründen. Ayrıca yuvalamanın parasını harçlıktan keserim!”
Başladık koyun alıcısıyla satıcısı gibi el sallamaya. Salladık salladık sonunda
tek öpücükte anlaştık. Maksat: “Ayağı alışsın!” Çünkü şimdiye kadar
yedirdiklerimize karşılık olarak sadece kuru kuruya “Eline sağlık!” alıyorduk… <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ertesi gün kızımız okula
gidip geldi, hemen yemek masasına geçip yuvalamasını istedi. Servis yaptık. Bir
tabak yedi, ardından ikinciyi istedi! Onu da bitirince bize döndü, sağ elini
kaldırdı, parmaklarını yumruk yaptı ve başparmağını yukarıya doğru uzattı bizi
sevindirdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş kızımız ya o zaman,
biz de babayız ya; durum böyle olunca, günlerden de pazar olunca, üstelik de o
pazara “Babalar Günü” denilince, insan ister istemez günü üstüne alınıyor, beklentileri
artıyor! Hâlbuki niyeyse? Çünkü kapitalizmin çeşitli pazarlama taktikleriyle
yarattığı, “anneler, babalar, sevgililer” günlerinden biriydi diye düşünsek de
aslında bu günler sevgiyi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ifade etme fırsatıdır. O
yıllarda bir medya kuruluşunda çalışıyorduk. İşimiz gereği cumartesi ve pazar,
kargalarla birlikte kalkıyor, işe gidip tam da<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş’in uyanma vakti eve
dönüyor, dönerken de “Şimdi Babiş uyanır, ‘Babaaa ben ne yiycem?’ der…” diye,
suböreği, peynir birkaç çeşit ekmek alıp evin yolu tutuyorduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yastığına sarılıp
ağlardım!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yine bir hafta sonu işe
gittik, dönüşte görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla sallana sallana
iskeleden Kadıköy Çarşısı’na yürüdük. Ancak “özel” günden dolayı derin
düşüncelere dalıp, “Bugün babalar günü, ister misin Babiş erkenden kalkmış, babasına
kahvaltı hazırlamış olsun? Evde babasının sevdiği serbest gezinen yumurtalardan
var, birkaç tanesini haşlar ya da tereyağına kırar; köy ekmeğini kızartır,
Babiş’im geldiğinde bandıra bandıra yer, diye düşünür!” diye aklımızdan çeşitli
şeyler geçirdik! Ancak bir anda bu çılgın fikirlerden uzaklaşıp,
düşüncelerimize aklıselimi davet ettik ve dedik ki: “Ulan kız dün gece konsere
gitti, çok geç geldi; üstelik bu gece de gidecek, yorgun olacak, uyuyacak.
Bütün gün seni mi düşünecek?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Eve vardık, baktık uyuyor.
Gürültü etmemeye çalışarak hemen kedi olduk, mutfağın bir köşesine kıvrıldık!
Bekliyoruz ki Babiş kalkar, hiç olmazsa yüzünü görürüz, belki “Babalar günün
kutlu olsun!” der, övgü alırız! Bir<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>süre
sonra kalktı, bizi görür görmez de boynumuza sarıldı. “Babalar günün kutlu
olsun Babiş!” dedi. Bir yandan da gözlerini ovuşturdu ekledi:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Aslında sana kahvaltı
hazırlayacaktım, bir ara da kalktım ama çok yorgundum uyuya kalmışım!” “Sağlık
olsun kızım…” dedik, bir daha uykuya yolladık. Biz de biraz daha kestirmek için
yatağımızın yolunu tuttuk. Uyanınca bilgisayarın başına geçip Babiş’e Yemekleri
açtık. “Hikâyemiz” karşımızdaydı. Babiş erkenden kalkmış ve sayfaya bir yazı
koymuştu!</span><span style="font-size: 12pt;"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bu yazıyı yazmak, benim
için çok zor. Çünkü ben çok duygusal </span><span style="font-size: 12pt;">ama duygularını belli
edemeyen, etmekten korkan bir insanım. </span><span style="font-size: 12pt;">Böyle anlamlı bir günde
birazcık olsun size babamın benim için</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ne ifade ettiğini anlatmak
istiyorum. </span><span style="font-size: 12pt;">Küçüklüğüme dair
hatırladığım anıların çoğunda o var. Eskiden babam sık sık iş seyahatlerine
giderdi. Ben de dört gözle geleceği günü beklerdim. Beklerken de gömleğini
koklayıp, yastığına sarılıp, gizlice ağlardım. Bir tek öyle sakinleşirdim.
Geldiğindeyse sabah uyandığımda, odam hediyelerle dolu olurdu ama hiçbiri onun
‘nihayet’ dönmesinden daha mutlu etmezdi beni. Her gece beni uyuturken
defalarca aynı kitabı okumasını isterdim. O da her seferinde okurdu, hiç
kırmazdı beni. İstisnasız her gece yarısı ‘‘Babaaa, bana su getir,’’ diye
seslenirdim. Biraz şımarıklığımdan, biraz da hep yanımda olduğunu kontrol etmek
istememden... Her zaman onunla aramda ‘farklı’ bir bağ oldu. Hala da öyle... Mesela
ne zaman onu düşünsem beş dakika sonra muhakkak beni arar. Aklımdan geçirdiğim
fikirleri (ne yiyeceğimiz, nereye gideceğimiz) ben daha ağzımı açmadan o
söyler. İster uzağımda, ister yakınımda olsun, kalplerimiz hep birdir. Beni bu yaşıma
getirene kadar yaptığı bütün fedakârlıkları o kadar doğal, gösterişsiz ve
gizliden gizliye yapmıştır ki ancak şimdilerde fark ediyorum hepsini. Küçükken
herkesin babasının onun gibi olduğunu zanneder ama bir tek babasıyla yaşayanın
ben olduğumu sanırdım. Büyüyünce anladım ki az da olsa babasıyla yaşayan varmış
ama kimsenin babası onun gibi değilmiş. Doğduğum günden beri yanımdan eksik
olmayan, beraber yaşamaya başladığımız son on iki yılda bir gün olsun annemin yokluğunu
aratmayan sevgili Babiş… Sana ne kadar teşekkür etsem az gelir, senin nasıl bir
baba olduğunu anlatmaya ise kelimeler yetmez. Beraber yaşadığımız her şey ve
üstesinden geldiğimiz tüm zorluklar bizi birbirimize hep daha fazla
yakınlaştırdı. ‘Karısından ayrılırken çocuğundan da ayrılan’ diğer babalar gibi
olmadığın için sana minnettarım. Tanrı’nın bana verebileceği en iyi baba, hayatımdaki
en büyük şanssın. Seni çok seviyorum.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">B.S<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımızın yazdıklarını
okuyunca duygu dünyamızın nasıl alt üst olduğunu varın düşünün… Yazdıkları o
kadar çok şey hatırlattı ki unutmuşuz yaşadıklarımızı. Yıllar var ki Babiş’i sırtımızda
taşıyıp yatağa götürmenin, uyutmaya çalışırken, “Baba masal okumadın!”
deyişlerini ille de ille “Fildo ile Filsi”yi okumanın zorunluluğunu unutmuşuz! <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımızla gururlandık. Bize
ait ilginç, yerinde tespitlerine şapka çıkardık. Bir anda yılların yorgunluğu
uçup gitti! Ne güzel değil mi? Dileriz herkes böylesine hayırlı evlatlar yetiştirir,
onlardan böylesine güzel geri dönüşler alır, böylesine güzel duygular yaşar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Babiş Eski Babiş!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ancak bütün bu yaşananlar,
güzel ve duygulu sözler, sizi yanıltmasın. O günlerde Babiş her ne kadar
duygusal anlamda gelişti, yazısı imlası güzelleşti, tespitleri cuk diye yerine
oturduysa da bakmayın Babiş yine eski Babiş’ti! Huylu huyundan vazgeçmezmiş!
Yani Babiş yine babasının yetiştirdiği domateslere burun kıvırıyor, yine
tereyağı, yeşilbiber ve domatesle harmanlanmış, üstüne üstlük içine serbest
gezinmiş tavuk yumurtaları kırılarak pişirilmiş menemeni zinhar ağzına
koymuyordu… Yine kahvaltı masasına sokaktan börek ısmarlıyor, yine tek bir
tabağın mutfaktan bahçe masasına taşınmasına yardımcı olmuyor; velhasıl yine
fazla laf dinlemek istemiyor, bunu da açık ve de seçik her zaman ıslarla
tekrarlıyordu... Laf dediğimiz de “Kızım sen ne işe yararsın? Bir işin ucundan
tutmuyorsun!” dan başka bir şey değildi. Yani abartmaya gerek yoktu bu lafı,
bizim bildiğimiz bunları her ana-baba söyler, hatta iki laflarından biri<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">budur. Ancak başta dedik ya
“Babiş şu sıralar iyi laflar edip iyi şeyler yazıyor,” diye, durum böyle
olunca, “Kızım sen ne işe yararsın?” sorusuna, her zaman “Ben bu evin
neşesiyim!” yanıtını verdi! “Evin neşesi”ni kim kaçırmak isterdi ki?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span><span style="font-size: 12pt;">Artık okul açılacaktı.
Dersler, arada dershane, bütün bir yıl gece</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">gündüz testler, stresler;
ardından sınav ki, stresi ağırdı. Bu arada<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">boş durulmayacak, yeni
yemekler yapmak için gezilecek, görülecek,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">tadılacak; mönümüzü
zenginleştirmek için çaba gösterecektik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Siyez Bulgurlu Patlıcanlı
Pilav</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımız ders çalışıyordu.
Biz de başıboş kaldığımız bu zamanlarda<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İstanbul’da kendimize
günübirlik turlar düzenliyor, bazen de bir iki günlük kent dışına kaçamaklar
yapıyorduk. İşte böyle bir zamanda Kastamonu’ya gittik. Bayıldık. Babiseyemekler.blogspot.com’da
uzun uzun yazdık. Havasından, suyundan, mis kokulu, bülbül şakımalı
ormanlarından, özellikle de 812 çeşit sayılan mutfağından söz ettik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir arkadaşımıza eşlik
ettiğimiz o gezide, misafir edildiğimiz<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kavun köyünde de öğlen
yemeğinde Kastamonu’nun pek ünlü<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">etli ekmeği yedirilerek
ağırlandık. Yemekten sonra bir de diş<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kirası verilip koltuğumuzun
altına bir torba siyez bulguru sıkıştırıldı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu kibarlığa teşekkür ettik,
ancak Kastamonuluların siyez bulguru ile yaptıkları ayranla pişen, içinde
çeşitli otların bulunduğu ekşili bulgur dedikleri pilavın tarifini almayı
unuttuk. Neyse ki bir blogda, siyez bulguru ile yapılan patlıcanlı bulgur<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">pilavı tarifi imdadımıza
yetişti de getirdiğimiz bulguru deneme fırsatı bulduk. Gerçi kızımız, pilav
piştiğinde sıcak sıcak tadına bakmadı ama “Olsun, nasıl olsa en kısa zamanda
siyez bulgurunu tatmak isteyecektir,” diye düşündük.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Şimdi isterseniz bu muhteşem
pilavın önce malzemelerini<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sonra da tarifini verelim,
bir de bakarsınız sizin de yolunuz bir gün Kastamonu’ya düşer, siyez bulguru
alır, dönüşte de bu tarifi uygularsınız.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Malzemeler:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Siyez bulguru, patlıcan,
domates, sarımsak, soğan, kuru acı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">biber, kuru nane, karabiber
ve tuz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hazırlanışı:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bol zeytinyağında, önce soğanı,
sonra sarımsağı pembeleşinceye<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kadar kavuruyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Alacalı soyulmuş ve küp
küp doğranmış patlıcanları ekliyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İsterseniz patlıcanları
tuzlu suda bekletip sonra sularını<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sıkıp ekleyebilirsiniz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Rendelenmiş iki üç domates
ekleyip tencereye, çeviriyoruz<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bir iki.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bir tane iri, acı kuru
biber ekliyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Domatesler suyunu çekince,
önce ayıkladığımız (içinde taş<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">olabiliyor) sonra
yıkadığımız siyez bulgurunu tencereye koyuyoruz,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">beş altı kez karıştırıyoruz
içindekilerle birlikte.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Ardından fazla değil
yeterince (üstüne çıkacak şekilde)<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sıcak su ekleyip önce harlı,
sonra kısık ateşte pişiriyoruz pilavı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Dinlenmeye bırakırken de
kuru nane ve karabiber eklemeyi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">unutmuyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hamiş, siyez buğdayı on bin
yıl önce insanoğlu daha göçebe-<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">avcı-toplayıcı iken,
yerleşik tarıma geçip de ilk ektiği<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">yabani buğdaydan sonra elde
ettiği iki buğday türünden biri.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yani biri siyez (triticum
monococcum) diğeri gernik (triticum<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">dicoccum). Daha fazla bilgi
istiyorsan lütfen bugday.org’a ya<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">da siyezbulguru.com’a bak. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Ekonomik Krizi Pirpirimle
Atlattık!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir zamanlar dünyada ağır
bir ekonomik kriz vardı ve bizim<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">memlekete daha gelmemişti
Ancak gelir korkusuyla telaşa kapılmış<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Memlekete gelmez ama bizim
eve mutlak uğrar,” deyip, tedbirimizi aldık, ilk mutfaktan başladık! Hem
böylelikle Babiş de “Kriz nedir, nasıl yönetilir?” görsün, öğrensin istedik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bahçemizde, Maraşlıların
“soğukluk”, Urfalıların ve de Anteplilerin<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“pirpirim”, Taşeli
platosunda yaşayanların “töhmeken” (tohum eken); dedikleri ama yaygın, bilinen
adıyla herkesin “yabani<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">semizotu” diye adlandırdığı
bitkiden vardı. Her yıl, yaz sonu gibi bahçenin her bir yanında biter; birkaç
ay kalır, kök salar, bir dallanır budaklanırdı ki sormayın. Aklımızdaydı,
gözümüzün önündeydi ama bir türlü ne zaman yemek yapacağımıza karar veremediğimizden
elleşmiyorduk.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Her var olanın bir hikmeti
vardır. Yaradan yarattığını boş yere yaratır mı? Bizim yabani semizotu da dar
günlerin “kriz yemeği” oldu. Bir gün önce “Kızım semizotu yapacağım, yer
misin?” diye sorup onayı aldığımızdan (buna kriz yönetimi denir) gönlümüz ferah,
ellerimiz semizotu dolu, mutfak tezgâhının başına geçtik. Yabaniliğini biraz
olsun hafifletebilmek için önce köklerinden, küçük parmak kalınlığına ulaşmış
dallarından kopardık. Körpe yapraklarını sudan geçirdik! Dinlendiler bir
kenarda... İrisinden bir baş soğan doğradık, orta boy bir tencereye birkaç
kaşık zeytinyağı koyduk, soğanları attık içine ki pembeleşsinler. “Lezzet
verir,” deyip olgunundan bir domates rendeledik. “Renk verir diye de kaşık
ucuyla salça ekledik. Aklımıza, kavurup da derin dondurucuda hazır tuttuğumuz
kıyma geldi, proteindir deyip bir küçük topak da ondan koyduk. “Artık
sırasıdır,” deyince de semizotlarını tencereye doldurduk. Doldurduk ama
fikrimizde kalmış, bir yerlerde okumuşuzdur herhalde; iki kaşık da yıkanmış
pirinç attık üstlerine. Az biraz su, indirmeye yakın da tuzunu kattık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Misss gibi semizotu
yemeğimiz hazırdı. Bu arada taş fırına kadar gidip “Babiş suyuna banıp banıp
yer!” diye aldığımız dilim dilim ekmeğimiz de vardı. Daha ne olsun? Gerçi “kriz
yemeği” diye yaptığımız semizotu, hesap kitap<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">yapınca biraz pahalıya mal
oldu ama “Olsun bu daha kriz yönetiminin ilk günleri, zamanla alışırız nasıl
olsa!” dedik. Zil iki kere üst üste çaldı ve Babiş okuldan geldi! Kapıdan girer
girmez, “Karnım çok aç, yemekte ne var?” dedi. “Kriz yemeği semizotu!” yanıtına
pek bir anlam veremedi, “Yoğurt var mı?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">dedi. Tepsisini alıp TV’nin
karşısına geçti. Biz de bakkala telefon edip, orta boy kaymaksız yoğurt sipariş
ettik. Yemek bitti. “Her zamankinden ekşiydi,” yorumunuyaptı Babiş. “Bu gerçek
semizotu, tadı ondan ekşi… Urfalılar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">buna ‘pirpirim’ der…” dedik!
Bize de “İnşallah kriz daha da derinleşmez,” temennisinde bulunmak kaldı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir Saray Yemeği: Mahmudiye<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımızla yaşadığımız yirmi
yılda, söz konusu yemek olunca önce önerimizi dile getirir, ardından da
“Olur yerim,” yanıtını beklerdik! Babiş titizdir, olur olmaz her şeye “Yerim,”
yanıtını vermezdi. Bir gün çalıştığımız televizyona yemek haberi yapmak için mutfağından
örnekler pişiren bir lokantaya gittik. Mutfağa da girdik. O sırada pişirilecek
olan yemeğin malzemesini, pişirilme tekniğini öğrenmeye çalıştık ki “Belki gün
gelir Babiş’e de yaparız,”<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Yemeğin adı
“mahmudiye” idi. Padişahlar için pişirilen bir saray yemeği imiş ve muhtemel ki
padişahlardan birinin adını almış olabilir. Örneğin 2. Mahmut’a pişirilmiştir “hünkârbeğendi”
gibi bunun da adı da “mahmudiye!” olmuştur!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Pişirilmesini şöyle izledik<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Tencereye önce sıvı yağ
konuluyor, ardından da küp küp<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">doğranmış kuru soğanlar
birlikte kavruluyorlar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Yağın ve soğanın yanına,
iri iri doğranmış tavuk ilave ediliyor<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ki tercih edilen birkaç
parça göğüs eti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Bunlar bir süre
kavruluyor. Tavuğun piştiğinden emin<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">olunca da içlerine kabuğu
soyulmuş badem ilave ediliyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Ardından bir üçlü devreye
giriyor: Kuru kayısı, kuru incir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ve toz şeker… Bir sürü tatlı
yiyecek yani…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Sırayla tencerede pişmekte
olanlara kuru kayısı, ardından<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">incir, ardından bir miktar
şeker ve iyice hemhal olduklarına<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kanaat getirdiğinizde de
yeterince sıcak su, bir de kabuk tarçın<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ilave ediliyor artık geriye
suyunu çektirmek kalıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Mahmudiyeyi Babiş’e
pişirdik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yedi ve “Eline sağlık, güzel
olmuş ama ben tatlı yemek sevmiyorum,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">benim favorim ekşili
yemekler!” dedi. Bir tencere mahmudiye ile baş başa kaldık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">İnsan İlişkileri İhmale
Gelmez!</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yaptım oldu anlayışıyla
hiçbir yere varılmaz! Nitekim varılamadı. “İyi gidiyor sandığımız ilişkimiz
meğerse alttan alta, ocakta unutulmuş tencere gibi kaynıyormuş! Kaç zamandır çalıştığımızdan,
haliyle pişirme ve yedirme işleri de eskisi kadar mükemmel gitmiyordu! Haftada
bir alışveriş yapıp dolaba bir şeyler koyuyorduk. Babiş de canının çektiğini
çekip alıyor, pişiriyordu. Biz de bir şekilde karnımızı doyuruyorduk!
Düşüncemiz, “Ne bulduysak yiyoruz, karnımız doyuyor, şükürler olsun!” idi.
Ancak kızımız öyle düşünmüyormuş!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> ''</o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Mutfağı ağlatmışsın!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ayıptır söylemesi, birkaç
zamandır dolabımızın derinlerinde, ’’Eti daim yumuşak olası” kasabımız
Hulki’nin armağan gibi verdiği üç parça inciğimiz vardı. “Bir gün denk gelir
Babiş’e arpa şehriyeli incik pişiririz,” diyorduk, nitekim o gün geldi çattı
ki, “İncik yer misin?” sorusu yanıtsız kalmadı, kabul gördü, pişirdik!
Reçetesini size de vereceğiz ama kafanız karışmasın diye hemen belirtelim ki
türlü çeşit kuzu incik tarifi var ve hepsi de uygulanıyor ancak kimsenin
şikâyeti yok! Bizimkisi ise uydurmamız!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Üç dört parça inciği (bu
seferki kemiksizdi), beş altı bardak<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">suda haşlıyoruz baktık ki
bıçağın ucu ta derinlere kadar rahat<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">rahat iniyor, kalan suyu bir
kaba alıyoruz ki eti kavuralım, iki<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">yemek kaşığı tereyağında
çevirelim az biraz sonra da yarım yemek kaşığı salça (ev yapımı) ve artan suyu
ekleyelim!, Arpa şehriye, yarım paket kullanıyoruz. Tencerenin
başından hiç ayrılmadan şehriyelerin ve inciklerin pişip pişmediklerini arada
kontrol ediyoruz ve sonunda pişiyor. Nitekim bizimki de pişti! Bu arada
şehriyeli kuzu inciğin yanına bir de sarımsaklı cacık ekledik. Yakıştı. Masayı
Babiş kurdu hemen oturduk! Kızımız bir yandan yemek yedi bir yandan söylendi.
“Çoktandır dalga geçiyordun,<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bu sefer var ya kendini
aşmışsın!” dedi ve son noktayı özlü sözüyle<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">dile getirdi. “Mutfağı
ağlatmışsın!” Lafın ardından da tabağımıza yöneldi, ağır aksak yiyen babasının
hızından faydalandı “Kaç çatal yürütebilsem kar kardır,” dedi! İnciğin
tabağımızda kalanını da ağzına attı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Babalar masallarla baba
olur!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babalar masalları, önce
kendilerini “baba” yerine koyarak okur sonra sonra “Ama babaaa! Niye Filsi
kapıyı aççmışşş, surpiz mi bozulmuş?” sorularını duya duya baba olur! Ne
güzeldir baba olmak… Tam da “Uyudu sonunda!” derken uyandığını görmek, her gece
ama her gece bıkıp usanmadan ona masal okumak… Üstelik hep aynı masalı, bazen
ezberden, bazen uykulu, bazen sayfa atlayarak, bazen de satırı satırına
ezberinizden okumak<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ve “Filsi’nin doğum
günüymüş, annesi ve babası bunu biliyor, o bilmiyormuş. Odasında oyuncaklarıyla
oynuyormuş!” demek ne güzeldir?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba, bu gece sen beni
uyut!’’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş’e okuduğumuz masalları
unutalı çok oldu. Ancak masalları<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babalar unutur, çocuklar
değil! Her gece uyumadan önce gelip sizi öpücüklere boğan, ancak ondan sonra
odasına çekilen;<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sizin; “Artık büyüdü artık
canım genç kız oldu,” dediğiniz çocuk, bir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">gece “İyi geceler,” demek
için gelmez. “Baba, bu gece sen beni<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">uyut!” diye seslenir odasından.
Yatağında der top olup, yorganının<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">altında kaybolan çocuğu
bulmak, size unuttuklarınızı hatırlatır. Yeniden “baba” olursunuz. “Eskisi gibi
sokul yanıma, bana Filsi’yi oku,” der.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Baba, babacığım, baboş…”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çocuğunuz size nasıl
seslensin istersiniz? “Baba!”, “Babacığım!” </span><span style="font-size: 12pt;">belki çok çok “Babiş!” Hadi
diyelim biraz daha ilerisi “özel”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bir sesleniş. Bizde ise
durum epeyce farklıydı. Bir sürü ismimiz </span><span style="font-size: 12pt;">vardı yerine ve zeminine
göre… “Babaaa”nın anlamı açık… Ya </span><span style="font-size: 12pt;">bir kabahat işlemişiz ya
işlemek üzereyiz; ya da yardıma çağrılıyoruz…</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Babacığım!” ise hemen hemen
hiç duymadığımız bir seslenişti, nadirdi kulağımıza çalınışı. Babiş!” ise
sevimlilik ifadesiydi, ne kadar sevildiğimizi anlıyorduk hele ki “Memoş!”
denilince keyfimize diyecek yoktu o zaman…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Güzellik kadın için
önemlidir hacı!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Uzun yıllar boyunca
kızımızın hiçbir şeyine “Hayır,” demedik, gün geldi eline aldığı boyalarla evin
kapılarını duvarlarını boyadı, “Ne yapmışın sen?” demedik! Bulup buluşturup
gönderdiğimiz basketbol, voleybol, yüzme, tiyatro, resim, orta öğretim,
üniversite kurslarını yarım bıraktı, “Aklın başında mı?” demedik… “Kuru fasulye,
nohut pişirdiğimizde yemedi, “Sen ne şımarık çocuksun!” demedik… Köpek isteyip
de bakımının üstümüzde kalacağını bile bile “Hayır!” demedik. “Arkadaşlarımla
Avrupa’yı dolaşacağım,” dediğinde itiraz etmedik. Yurtdışında okumak istedi,
peki dedik. Bir tek solaryuma gitsin istemedik, ona da “Hayır!” dedi. Gerekçesi
de “Güzellik bir kadın için önemlidir hacı!” oldu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Şehriye Aşkı</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Dinlenmesini bilene bir
günlük tatil bile çoktur, hakkını verirsen on günlük mavi yolculuğa eşittir ki
bir yıl yeter insana! Bir yıl geldi, işte o zindelik içinde bulduk kendimizi ve
bu yıl<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bizim için çok önemliydi.
Babiş dershaneye başlamıştı, okul birkaç güne kadar açılacaktı ardından dersler
dersler; dershane, bütün bir yıl gece gündüz testler, stresler… Ardından sınav.
Bu arada biz boş durmayacaktık. Mutfağın mönüsüne yeni reçeteler eklemek
gerekiyordu. Gezilecek, görülecek, et ve balık ağırlıklı yemekler geliştirilecek,
daha neler daha neler? “Tavuk beyti” katmıştık mönümüze, son zamanlarda çok
sevdiğimiz arpa şehriyeyi önümüze gelen her ete katma alışkanlığını edinmiştik.
Bizi kontrol altına almak üzereydi, durduramazsak şehriye iştahımız bir
felakete yol açacaktı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Çocukları, beğenileri
doğrultusunda doyurmak zordur. Evimizde çok sevdiğimizden mercimek ve tavuk
suyuna çorba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">haftada bir pişerdi. Bu iki
çorba çok basittir. Ancak ikisinden<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">birini pişirdiğimizde farklı
eleştiriler alırdık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Ekşisi az!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Çok sıcak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Suyu az olmuş!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Nefissss!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün tavuk suyuna çorba
yaptık. Ancak “bir değişiklik </span><span style="font-size: 12pt;">olsun” diye tavuğu önce
haşladık, sonra tereyağında kızarttık, kızartırken de haşlama suyuna salça
ekledik. Sonuç: “Ben sade tavuk çorbası seviyorum. Bir daha böyle yapma!” oldu
ve bir daha Babiş’e salçalı tavuk çorbası içiremedik! Mis gibi tavuk çorbaları
bize kaldı limon sıkıp doya doya içtik.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Sonunda İstemediğimiz Gün
Geldi </span><span style="font-size: 12pt;">Kızımız ortaokulu “iyi’’
okullardan” birinde okudu. Ardından üniversite için sınava girdi. Bu kez
kahvaltı için özel şeyler istemedi. Beraber sınava gittik, birkaç hafta sonra
sonuçlar geldi ki yine yapmıştı yapacağını ve ülkenin yine “iyi” okullarından birini
kazanmıştı. Ancak “Baba ben Amerika’ya gitmek </span><span style="font-size: 12pt; mso-spacerun: yes;"> </span><span style="font-size: 12pt;">istiyorum, tekstil okuyacam!” dedi ve yine
“Hayır!” demedik. Bir ay sonra da gitti! Sevgili kızımızı, canımızı,
yurtdışındaki okuluna yolcu ettik. Dile kolay yirmi yıllık “ev arkadaşımız”,
tenceremizin kaşık ortağıydı, yemeklerimizin ilk elden eleştirmeniydi. Gidince aklımız
hep onda kaldı. Ne yiyecek, ne içecekti? Babasının “sağlıklı” mutfağını,
birbirinden “nefis” yemeklerini özleyecek miydi? Gerçi onu tanıyorsak
yemeklerimizi özlerdi özlemesine de “Lamborghini ve Ferrari’den daha güzel”
çeşit çeşit pizzaları,</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">hamburgerleri, hot dogları,
pomfrit, burrito ve taco gibi Meksika yemeklerini; Uzakdoğu yemeklerini
denemeden de duramazdı. Ancak dileğimiz oydu ki, “İnşallah meraktan yılandı
çıyandı yemez; çekirgeyi, karıncayı çekirdek yerine çıtlatmaz. (Meksika pazar
yerlerinde atıştırmalık diye satılır.) Kedi köpek yahnisini denemeye kalkmazdı?
Yapacak bir şey yoktu, “kuş” yuvadan uçmuştu ve ne bulursa onunla beslenecekti! </span><span style="font-size: 12pt;">En çok klimalardan şikâyetçi
oldu! Uzakta, gurbet ellerde ev işi de yapıyor,</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bulaşığı elde yıkıyor,
çamaşır için “laundry palace”a gidiyor, kendi evini kendi temizliyor (tıkanan
lavabo bile açıyor), markete alışverişe gidiyor, en “uygun” fiyata yiyecekler
alıyor, her gün farklı bir yemek pişirebilmek için düşünüyor, işin içinden çıkamazsa
hazır yiyeceklerle karnını doyuruyordu. Günde iki saat yürüyerek, karda kışta
okula gitti; yaz kış çalışan klimalardan<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">çok şikâyetçi oldu, “Aman
kızım bedenleri alışık; her zaman yanına örtünecek bir şey al sakın üşütme
oralarda sonra tavuk çorbası yapacak bulamazsın!” dedik sözümüzü
dinledi, kışı az hastalıklarla atlattı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Babiş Misafir Ağırlıyor</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kızımızla her gün ya Skype
ya Whats App ya da Messenger üzerinden konuştuk. O bize New York’u, okulunu ve
bütün bunlara adaptasyon sürecini anlattı; biz de ona İstanbul’dan söz edip,
“Bugün hava çok sıcaktı,” ya da “Bugün hava serinledi,” der hava raporu
verirken, arada da eşsiz İstanbul manzaralarını, gezip tozduğumuz yerlerin
çektiğimiz fotoğraflarını yolladık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sosyal medya üzerinden süren
bu baba-kız ilişkisi ve muhabbet zaman zaman karşılıklı yemek atışmalarına da
sahne oldu!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Alternatif Yemek
Denemeleri” yazımızı okumuştu. “Vay<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">demek mercimek köftesiyle
yapmaya çalıştığın içli köfte başarılı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">olmadı ha? Tüh tüh tüh!”
sataşmaları başladı ve ardından haberi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">verdi: “Cumartesi günü
misafir ağırlıyorum! Mönüde de brokoli<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">çorbası, mantarlı et, püre
ve tatlı olarak kek var!” dedi. Bu sözler üzerine cumartesi gününü iple çektik,
kızımızın ilk kez misafir ağırlayacağı günden yüzünün akıyla çıkması için dua
ettik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Amerika’ya Tarifler Uçurduk</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Oranın saati yediydi. İnsan
ebeveyn olunca ve yanında da olmayınca haliyle çocuğunu özlüyor. Aradık!
İstedik ki sesini duyalım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baba ne var? Şu an
konuşamam! Köfte yoğuruyorum. Buranın kıymaları da bir tuhaf, yağsız! Hiçbir
şeye benzemiyor! İçine ne konuyordu bu köftelerin?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kızım sabahın yedisinde mi
köfte yoğuruyorsun?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Evett! Yapıp buzluğa
koycam. Arada çıkarıp çıkarıp yeriz!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Babiş gün geldi çok özlediği
mercimek çorbası ve “kâğıtta balık” tarifini de istedi. Gönderdik.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">- Sevdiğin bir balık al ama
unutma biraz etli olsun. Somon</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">olur mesela ya da bizim
buralarda bilmediğimiz ama sizin orada<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">ne varsa…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Eve gelince balığı yıka
ama keseler gibi uzun uzun değil<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">sadece suya tut ve süz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Ardından mutfak tezgâhına
alüminyum folyo ser.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Balığı üstüne yatır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Birkaç parça fındık
büyüklüğünde tereyağı ekle yanına.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Az tuz serpmeyi de unutma…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Şimdi yapacağın balığı
paketlemek. Dört bir yanından<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">kıvıra kıvıra yap, dikkat et
hava alacak bir deliği kalmasın ki<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">balık ocak üstünde kendi
buharı ile pişsin.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Ocağı önce harlı yak,
üstüne büyük bir teflon tava koy.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- İçine paketi yerleştir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Sonra ocağı kıs.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">- Balık 5-6 dakika yavaş
yavaş pişsin, biraz sonra paket bir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">balon gibi şişecek. Sonra
ocağı kapatırsın. Afiyetle, sağlıkla ye…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Babiş’e Yemekler On Yılını
Doldurdu</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Birkaç yıl bloğa yazı
koyamamıştık çünkü kızımız birlikte yaşadığımız Babiş, okumak için iki yıl önce
gitmiş, yazacak bir şey kalmamıştı! Ancak hayatımızda kızımız varsa, yazacak
şeyler her zaman olacaktı. Nitekim bir akşam Babiş sevinçli haberi verdi: “Okul
tatile giriyor, izin de alacam, geliyorum hazırlan!” dedi ve der demez de
talimatlarını vermeye başladı. biz de hemen eylem planımızı hazırladık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“iyi” bir yemek için mekân
araştırması yapılacak<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“İncik alınacak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Mantı alınacak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Nar kaldıysa alınacak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yuvalama köftesi
bulundurulacak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yaprak sarması için
antrenman yapılacak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Uyduruk çiğköftelerden
yemesin diye yeni taktikler geliştirilecek!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yeşil erik, çilek göz
önünde bulundurulacak, fiyat takibi yapılıp, Babiş gelene kadar ucuzlamaları
için dua edilecek!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu arada Babiş, sadece
talimatlarıyla yetinmedi; sık sık sözlü ve yazılı rapor istedi ki elinde
belgeler olsun. Ancak biz de boş durmuyor kendimizi geliştirip çağa ayak
uydurmaya çalışıyorduk. Telefonumuza bir uygulama indirip konuşulanları kayıt
altına almaya başlamıştık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Napıyon?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“İyi!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Umarım hazırlık
yapıyorsundur?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yapmam mı? Üç gün üç
gecedir hazırlıklardaydım! Senin<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">için bugün Pera Müzesine
gittim (kültürel hazırlık)…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Başka?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Canım Ciğerim’e uğradım
(ciğer hazırlığı)”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Geçen gitmiştik, ciğerleri
kokmuştu!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“O senin dediğin Hulusi!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Haa unutmuşum.
Karıştırdım.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hulki’den et alındı
(gırtlak hazırlığı)”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Wovv!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Bana kaymaklı lokum al!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Olur alırım, listemde
vardı. Bu arada hazırlıklar Osmanlı düğünlerini bile geçti! Sana sahan
yağması bile yapacam!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“O ne bee?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Google’a bak!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Baktım bulamadım!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Eee, abuk sabuk şeylere
bakmaktan kafan sulanmış belli!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Sen başka neler yaptın, onu
anlat! Erik istiyorum.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Mevsimi diye yeşil erik,
taze sarımsak ve kuzu etiyle erik<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Aşı yapacam!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Hımmm, iyi çalışmışsın.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yarın pazar var. Çilek,
kiraz, erik de alırım.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Peki, hacı mantı
yiyecektik?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Beyoğlu’nda bir mantıcı
buldum!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Güzel!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Yalnız evi havalandıramadım!”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Niye ki?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">“Kurbağalıdere kokuyor
ondan! Artık gelince belediyenin<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">beyaz masasına şikâyet
edersin, bu da benim suçum değil, onlara sorarsın.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İki Yudum Bira<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sevgili kızımıza yıllar
süren ve de kesemizi epey zorlayan, bu uğurda ev bile sattıran bir eğitim
aldırmaya çalışmıştık. O da bunu karşılıksız bırakmadı. Üç yılın ardından
Fashion Instute Technologyden mezun oldu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">O geceyi bilgisayarın
başında, internetten canlı yayımlanacak diploma törenini bekleyerek geçirdik.
Okul arkadaşları sırayla diplomalarını aldı ve kızım “Betim Sarak” diye anons
edildi!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biramdan bir yudum aldım.
“Sonunda Babiş’le bu işi de başardık!” Dedim, özyaşlarına boğuldum!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kendime geldiğimde “Canım
kızım iyi ki varsın, iyi ki benim kızımsın. Bugüne kadar yedirdiklerim,
içirdiklerim, giydirdiklerigezdirdiklerim; hatta kozmetik paraları bile, sana
helali hoş olsun!” dedim kalan biramı da yudumladım bitirdim.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Babiş okulun ardından
Amerika’da bir süre çalıştı. Kazancı ev kirası ve market giderini karşılamaya
ancak yettiğinden, ülkesine dönmeye karar verdi! Nasıl olsa burada da kira ve
market için çalışacaktı! Döndü!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İşten el çektirildik!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">yaptığı, ilk iş evimizin
kiracısına, “Lütfen evden çıkar mısınız, biz oturacağız,” demek oldu! Ardından
da duruma el koydu, boya badana işlerini başlattı. Bitince de evin eksiklerini
gidermede, dekorasyonun tamamlanmasında “tek yetkili” olarak karar verdi. Uzanacak
divanlar, perdeler, havlular, çarşaflar alındı. Birkaç ay içinde taşınıldı.
Ancak bu kez köprülerin altından çok sular akmış, rollerimiz değişmişti. Onun
CV’si ağır bastığından, Yaradan tarafından işten el çektirildik, görevli
olmamıza karar verildi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“İhtiyar balığı unutma!”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İlk günler çarşı pazar
işleri yaptık. “Getir götür” ile ilgilendik! “Artık sebze ağırlıklı beslenelim;
ıspanak, semizotu, taze fasulye, bezelye alalım,” denildi. Elimize listeler
tutuşturulup, markete yollandık, sıkı sıkıya da tembihlendik: “Balığı unutma
ihtiyar, meyve de al, kalmamış!” diye kulağımıza küpeler takıldı!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kısa bir sürede kredi
borçlarının yapılandırılması görevi de bize verildi, onda da başarı gösterince
gelir getirecek projeler bulmamız, hayata geçirmemiz istendi. Yurtdışından geri
ödemesiz kredi bulduk! Ardından da devlete kendimizi hatırlatarak, emekli olup
aylık bağlattık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Aradan kısa bir zaman geçti
“yöneticimiz” kendine iyi bir iş buldu ve evden taşındı. Şimdi arada bir
uğruyor. Özlediği kuzu incik, yuvalama yapılıyor. Bazen de demir döküm tavada
ya pirzola ya da takoz palamut pişiriliyor! Olmadığı zamanlarda ise sevgili
kızımıza iyi bir eş, kendimize de dede olmanın tadını çıkaracağımız bir torun
için dua ediyor; bir de on beşten on beşe değil de insafa bırakılmadan kızımızı
görmek istiyoruz!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">“Nasıl bir baba olduk?”</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bilmiyoruz ki! “İyi baba”
nasıl olunur? Zaten iyi de göreli<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">bir kavram, kişiden kişiye
değişir. Kimine göre “İki kap yemek pişirmekle iyi baba olunmaz…” Kimine göre
çocuğuna yıllarını verendir baba olan, kimine göre de arkasına bile bakmadan
kaçıp giden, en azından ”baba“ denilendir! Biz elimizden geleni yaptık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Tek başımıza bir kız
büyüttük. Şükürler olsun!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><b><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;">İki kap yemek<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">Beyefendi</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">kızınız oldu mu</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">pişirdiniz</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">gönderdiniz</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">beyefendi</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">kızınız oldu mu</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">okudunuz</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">uyuttunuz</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">beyefendi</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">kızınız oldu mu</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">beklediniz</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">ağladınız</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">beyefendi</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">kızınız oldu mu</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">sevdiniz</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">sevildiniz</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt;">beyefendi</span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm; mso-layout-grid-align: none; text-autospace: none;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="color: black; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: MinionPro-Regular;"><o:p> </o:p></span><span style="font-size: 12pt; text-align: justify;">sizin hiç kızınız oldu mu?</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kalamış 20017<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br style="mso-special-character: line-break;" />
<!--[if !supportLineBreakNewLine]--><br style="mso-special-character: line-break;" />
<!--[endif]--><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p><br /><p></p>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-31067620026241569872019-10-10T08:03:00.018+03:002023-08-25T11:17:29.176+03:00Bir şiire sığındım... Aydın Engin / Tırmık<div class="MsoNormal" style="background: white; margin-bottom: 7.5pt; mso-outline-level: 1; vertical-align: top;"><p class="MsoNormal"><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Sadece başlıktan ibaret, "Bugün canım yazı yazmak
istemiyor" diyen bir başlık ve geri yanı bomboş bir ekrandan ibaret bir
Tırmık yazmayı tasarladım...</span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Bundan tastamam 59 yıl önce, meslek büyüğüm, ustam Çetin
Altan o günkü (Aman dikkat, "bugünkü" değil "o günkü")
Akşam gazetesindeki köşesinde bir yazı yayınladı. Sadece başlıktan ibaret bir
yazı:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">"Bugün canım yazı yazmak istemiyor!"<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">O kadar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Köşenin geri kalanı boş, bomboş, bembeyaz...<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Günlerce, haftalarca konuşulan bir "anıt yazı"
oldu. Biz tıfıl gazeteciler hayranlıkla kıskançlık arasında gittik geldik.
Yazının gücü üstüne dersler çıkardık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Bugün nedense benim de canım yazı yazmak istemiyordu.
Sadece başlıktan ibaret, "Bugün canım yazı yazmak istemiyor" diyen
bir başlık ve geri yanı bomboş bir ekrandan ibaret bir Tırmık yazmayı
tasarladım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Yeniler "Bu ne bu" diyeceklerdi, eskiler "Taklit bu. Çetin
Altan'ın o ünlü yazısını taklit etmiş".<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Gülüp, omuz silkip cevaplayacaktım:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">- Yanlış. Taklit filan değil. Ustamın yazısını olduğu
gibi aktardım. Çünkü aynı ruh halindeyim...<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Biliyorum, yine ısrar edecekler, “Taklit işte, taklit” diyeceklerdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Yine gülecek, omuz silkip cevaplayacaktım:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">- Tut ki taklit ulan. Taklit ettiysem mesleğimizin en
iyilerinden birini, ustalarımdan Çetin Altan'ı taklit ettim. 12 Mart karanlığında
Maltepe Askeri Hapishanesi’nde birlikte volta atma onuruna eriştiğim Çetin
Altan'ı...<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Sonra tek başlıktan ibaret Tırmık'ı T24'e yollayacak
ve canımın alabildiğine sıkıldığı anlarda yaptığımı yapacak, şiire sığınacaktım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Kemal Özer'e, İsmail Uyaroğlu'na, Hasan Hüseyin'e, Turgut
Uyar'a, Nazım Hikmet'e...<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Evet, şiire sığınacaktım ama gerek kalmadı, şiir
bana geldi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Bir şair, Mehmet Saraç yolladı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Tanışmıyoruz. Şiirlerini de bilmiyorum (sanırım benim
kusurum).<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Şair imdadıma yetişti, bana şiir yolladı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Bugünkü Tırmık'ı o yazdı. </span><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Buyrun</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><br /></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Siperler kan çanağı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">asker cepheye gider<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">bir ki<br />
bir ki<br />
bir ki<br />
Kıtaa dur<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Siperleree<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">asker cepheden döner<br />
<br />
bir ki<br />
bir ki<br />
bir ki<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Kıtaa dur<br />
<br />
Soldan say<br />
bir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">bir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">bir<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;">Eksik var komtanım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Verdana",sans-serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p><br /></div>Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-59332281941713778672019-05-08T20:47:00.009+03:002021-01-18T12:27:51.408+03:00''Urfalı eğlenmez; Orpheus'un müziğini yapar!'' <br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-rim1-0voyQA/XNMG0m9sVCI/AAAAAAABRKU/AwnzyJzWT4kPQ1hPK953ONbu553VdxVHgCLcBGAs/s1600/KAPAK%2BFOTO.JPG" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="722" data-original-width="501" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-rim1-0voyQA/XNMG0m9sVCI/AAAAAAABRKU/AwnzyJzWT4kPQ1hPK953ONbu553VdxVHgCLcBGAs/s320/KAPAK%2BFOTO.JPG" width="221" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Mehmet Saraç,
'Canlarına Değsin' kitabında kadim Urfa kültürünü anlatıyor. Kitapta anlatılan
ne varsa bugün onu Urfa'da aramak beyhude. Zira 1970'lerdeki göç dalgası Urfa
kültürünün de kaybolmasına neden olmuş. Bu iddialar bize değil, Mehmet Saraç'a ait...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Cumhuriyet gazetesinin Yurt Haberler Müdürü
olarak görev yaptığı yıllarda sık sık bizleri evinde toplar mükellef bir Urfa
sofrası ile ağırlardı. Sofradaki, çiğ köfteden boraniye, yumurtalı köfteden
söğürmeye, bostanadan tirite kadar yemeklerin tamamı onun elcağızından çıkardı.
Yemeyi sevdiği kadar, sofrayı süslemeyi ve nasıl yapıldığını ballandıra ballandıra
anlatmayı da severdi. Evet; Mehmet Saraç’tan söz ediyoruz. Yiyip içme faslı
bitince eliyle göbeğini ovuşturur “Oh canımıza değsin” diyerek kalkardı
sofradan. Ardından da kahve ve çay ikramı sırasında bizleri kırıp geçiren Urfa
fıkralarını anlatmaya koyulurdu. Ve sonunda Mehmet Saraç, “Canlarına Değsin”
adıyla bir kitap yazdı. Kitapta Urfa’yı, Urfa Kültürünü ve Urfalıların gündelik
yaşamını anlatıyor. Bir de bol bol yemek tanıtıyor. Saraç’ın tanıttığı Urfa
kültürü bugün bize sunulandan oldukça farklı İlginç, şaşırtıcı. Nicedir, bu
konuyu kendisiyle konuşmak istiyorduk. Nasıl olsa Saraç, yanı başımızda diyerek
ihmal etmiştik. Sonunda gerçekleştirdik.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt; text-decoration: none;"><!--[if gte vml 1]><v:shapetype id="_x0000_t75"
coordsize="21600,21600" o:spt="75" o:preferrelative="t" path="m@4@5l@4@11@9@11@9@5xe"
filled="f" stroked="f">
<v:stroke joinstyle="miter"/>
<v:formulas>
<v:f eqn="if lineDrawn pixelLineWidth 0"/>
<v:f eqn="sum @0 1 0"/>
<v:f eqn="sum 0 0 @1"/>
<v:f eqn="prod @2 1 2"/>
<v:f eqn="prod @3 21600 pixelWidth"/>
<v:f eqn="prod @3 21600 pixelHeight"/>
<v:f eqn="sum @0 0 1"/>
<v:f eqn="prod @6 1 2"/>
<v:f eqn="prod @7 21600 pixelWidth"/>
<v:f eqn="sum @8 21600 0"/>
<v:f eqn="prod @7 21600 pixelHeight"/>
<v:f eqn="sum @10 21600 0"/>
</v:formulas>
<v:path o:extrusionok="f" gradientshapeok="t" o:connecttype="rect"/>
<o:lock v:ext="edit" aspectratio="t"/>
</v:shapetype><v:shape id="Resim_x0020_1" o:spid="_x0000_i1026" type="#_x0000_t75"
alt="https://4.bp.blogspot.com/_T0_LpkrwfPs/TDQCHEKh_xI/AAAAAAAABcI/bTfSWu1205I/s320/SARAC+4.jpg"
href="http://4.bp.blogspot.com/_T0_LpkrwfPs/TDQCHEKh_xI/AAAAAAAABcI/bTfSWu1205I/s1600/SARAC+4.jpg"
style='width:240pt;height:198pt;visibility:visible;mso-wrap-style:square'
o:button="t">
<v:fill o:detectmouseclick="t"/>
<v:imagedata src="file:///C:\Users\Lenovo\AppData\Local\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image001.jpg"
o:title="SARAC+4"/>
</v:shape><![endif]--><!--[if !vml]--><span style="mso-ignore: vglayout;"></span><!--[endif]--></span><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Kitabınızda bizim
yabancısı olduğumuz bir Urfa kültüründen bahsediyorsunuz. Sanırım yeni nesil
Urfalıların da bilmediği bir kültür. O rafine kültüre ne oldu?<o:p></o:p></span><br />
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
</div><div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><span style="font-size: 13pt;">Kültürel hayat
demek her şeyiyle birbiri ile örtüşen öğelerin tamamıdır. Yani bu, acıda da
sevinçte de ekonomik yaşamda da mevsimlerin dönüşümünde de böyledir. Bugün bize
Güneydoğu kültürü diye yutturulan şeylerin Urfa kültürü ile bir ilgisi yok.
Urfa kültürü Orfeuslarla, Amazonlarla başlıyor. Nemrut’a, İsa peygambere dek
uzanıyor. Pagan kültürü ile başlayıp bu tarafa gelen 14-15 bin yıllık bir
kültür. Ne acıdır ki ben bunun sonuna yetiştim. 1970’lerde bitti bu hayat.
Bitmesinin sosyal nedenleri vardı. Göç bunda çok büyük etken oldu. Urfalılar
kentten gidince gelenekler görenekler kayboldu. Oysa kültürel yaşamın
içerisinde her türlü şey vardı. Yemek adabının da, eğlenmenin de, acının da bir
kültürü vardır. Mesela, eskiden cenazelerin taziyeleri evlerde yapılırdı. Şimdi
bir şey icad ettiler; paran varsa bir yer tutuyorsun orda oturup kalkıyorsun,
taziye vermek isteyenler oraya geliyor.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Geleneksel düğünler
yerine düğün salonunda yapılan tek düze düğünler gibi.<o:p></o:p></span><br />
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-x8XZl_s78l4/XNMWJfIM4sI/AAAAAAABRKo/_QHjWd0_3VIji6CEFyGt95G4B6TpNoVowCLcBGAs/s1600/ms%2Bfoto%2B2.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1530" data-original-width="1082" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-x8XZl_s78l4/XNMWJfIM4sI/AAAAAAABRKo/_QHjWd0_3VIji6CEFyGt95G4B6TpNoVowCLcBGAs/s320/ms%2Bfoto%2B2.jpg" width="226" /></a></div>
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Tam da öyle.
Cenazeler gibi düğünler de yine tek tip. Onu Urfalı’nın yaşadığı geniş avlulu
evlerden, sedirlerden, divanlardan, o evin yemeğinden, şerbetinden, ağırlama
kültüründen çıkarıyorsun, bir düğün salonun masasında bir kötü meşrubat ve kötü
bir müzik eşliğinde icra ediyorsun.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Ama eski evler de
ona göreydi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Elbette. Tamam
mimari de sosyal hayat da değişiyor ama o mimari yine o eski kültüre yakın
yapılabilirdi. Apartmana çıktığın zaman bir sürü kültürün de yok oluyor. İşte
yemek için en önemli unsurlar olan isot çıkarma, salça yapma, domates, biber
kurutma işlemi de sona eriyor. Artık her şeyi marketten alıyorsun. Şu anda hangi
alanda bakarsan bak kültürel hayat aynı hayat değil. Mesela, sıra gecesi diye
bir şey turistik bir eğlenceye dönüşmüştür. Urfa kültürünün en özgün
geleneklerinden biri olan sıra geceleri ile hiç alakası yok.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Sıra gecesi dediniz
de aklıma kitabınızda da anlattığınız bahar geldiğinde Tektek Dağları’ndaki
mağaralara gidip orda eğlenme geleneği geldi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- O kültür de
binlerce yıllık bir gelenek. Çünkü bir dönem o dağlarda doksan bin keşiş
yaşarmış. Urfa Müslümanların eline geçince bu gelenek Müslüman kültüründe de
devam etmiş. Urfa’da genç erkeklere özgü birkaç tane gelenek vardır. Bir tanesi
sıra gecesidir. Kış aylarında hafta da bir sırayla bir erkeğin evinde oturma
biçiminde gelişen bir gelenektir. Bahar geldiğindeyse aynı arkadaş grubuyla bu
sefer dağa gidersin ve bir mağarayı derler toplar, kilimini, halını serer,
yatağını yorganını yerleştirirsin. Orada yer içer, hafta sonu da müzik
yaparsın. Öyle dönemler olmuş ki elli, altmış grup çıkarmış dağa. Her birini
10-15 arkadaştan hesap edersen aşağı yukarı bin kadar insan dağa çıkıyor. Genç
erkekler belli bir saatte yiyip içiyor ve her grup kendi müziğini icra ediyor.
Her mağaradan farklı bir müzik yankılanıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Kitabınızda sözünü
ettiğiniz ömrü kısa olan “Pendirli tatlı” dağa çıkma zaman mı yenilir?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Yemek kültürü de
mevsimlerle ilintilidir. Bahar gelince asma dalları yeşerir ve ilk asma
yaprağına yeni çıkan kuzu etini koyup sararsın. O sırada ilk peynir de
çıkmıştır. Bu mevsimin ilk peyniriyle de peynirli helva yaparsın. Baharla
birlikte çiğ köfte bitmiştir mesela. Baharda ve yaz aylarında çiğ köfte
yoğrulmaz. Ya kışın ya da güz aylarında yoğrulur. Çünkü şişer. Çiğköfte yoğuran
adamın elini yıkattırmazlar ki çiğ köfte şişmesin.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Urfa’da isot yapmak
başlıbaşına bir seramoni, itibar ve kıskançlık nedeni değil mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<a href="https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=59518121298700421" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"></a><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Müthiş bir itibar
sebebi. Çünkü o yıl yapılan isot iyiyse, yani rengi çok güzel, tadı çok güzel,
acısı kötü değil, insanın ağzını burmayan, lezzetli bir acı ortaya çıkarsa,
bunu yapan o ev halkı bir yıl boyunca başı dik dolaşır. O biberin hırsızı da
çok olur. Kötü isotun sahibi ise sokağa çıkamaz hale gelir. Çünkü sıra
gecesinin esprisinden bir tanesi de evlerin isotunu yarıştırmaktır. Sıra
gecelerinde asla içki ve müzik yoktur. Sadece yeme içme ve sohbet vardır. Öyle
şimdi olduğu gibi sabahlara kadar çalma söyleme, içme geleneği yoktur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">Miyase İlknur / Cumhuriyet Gazetesi</span></b><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal"><span style="font-size: 13pt;">Gazeteci Mehmet Saraç 40 yıl sonra kendi
Urfası'nı yazdı. Artık olmayan insanları, Müslüman-Yahudi aşklarını, 'çikifte'
efsanesini, sıra gecelerini ve hafızasında kalan yemekleri Canlarına Değsin
kitabında anlattı.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Bilen bilir, her yazının başlangıcı
sancılıdır, acıtır insanı. Mesele işin hakkını veremeyeceğini düşünmekten
ölesiye korkmaktır. Hele ortada gerçek hayatlar, yozlaşmaya direnen kültürler,
hâlâ unutulmayan 'vefa' gibi kavramlar, 40 yıl önce ölen anneye duyulan iç
sızlatıcı hayranlık varsa, korku elle tutulacak kadar gerçektir. Gazeteci
Mehmet Saraç, Everest Yayınları'ndan çıkan Canlarına Değsin kitabını bundan 40
yıl önce 23 Nisan'da ölen annesi Cemile'nin canına değsin diye yazmış. O günden
sonraki bütün 23 Nisanlarını çok kötü yaşayan bir çocuğun, tam 41 yıl sonra
mutlu olduğu ilk 23 Nisan'ın ürünü yani. Hayır, yanlış anlaşılmasın ne bir
matem kitabı Canlarına Değsin, ne de salt bir anılar dizini; bir Urfa kitabı
her şeyiyle. Yemekleriyle, müziğiyle, kültürüyle, erkekleriyle, kadınlarıyla,
çocuklarıyla, efsaneleriyle, sıralarıyla, dağda yakılan türküleriyle kehribar
sarısı bir şehrin öyküsü. Tektek Dağları'na sırtını dayayan bir kent Urfa, ama
Saraç'ın deyimiyle sadece adı dağmış, adama dağ gibi yüksekten bakmazmış!
İçinde hiçbir kurgu olmayan kitabını, tıpkı o dağ gibi 'mütevazı ve haddini
bilen' bir kitap olarak tarif ediyor. Canlarına Değsin'in macerası yazarının
iki yıl önce bir cenaze nedeniyle Urfa'ya gitmesiyle başlıyor. Urfa'da her özel
günde olduğu gibi cenazelerin de kendine özgü bir yemek ritüeli var, buradan
yola çıkarak ilk önce Urfa yemekleriyle ilgili bir şeyler yazmayı düşünüyor ve
masaya bu fikirle oturuyor Mehmet Saraç. Tarihteki ilk üniversitenin, ilk
akademinin, ilk Hıristiyan kent olmasının, paganlığın, Yahudiliğin ve
Müslümanlığın Urfa kültürüne ve mutfağına kattığı çok şey olduğunu biliyor bu
kararı verirken. Tam da bunu yansıtacak bir kitap yazmayı düşünürken, Urfa
kendisini yazdırmaya başlıyor: "Eskiden her yemeğin bir ritüeli, zamanı,
mevsimi vardı. Tarihinden söz etmeden, Urfa yemeklerini, örneğin çiğ köfteyi
anlatamazdım. Ardından unutulanlar dökülmeye başladı, örneğin gruplar halinde
müzik yapmak için haftalarca dağda yatma geleneği. 90 bin keşişin dağda yatıp,
manastırda kaldığını duyduğumda tüylerim diken diken oldu."</span><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">Anılara eşlik eden lezzetler</span></b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Derken işin içine çocukluk ve ilk gençlik
anıları girmeye başlamış, engel olmamış o da. Yaşam öyküsünü yazarken, aşkını
da anlattığını fark etmiş, artık olmayan her insanın kendinde bıraktığı yemek
anılarını da: "Düşünsenize sevdiğinize 'ciğerim' diye hitap
ediyorsunuz." Canlarına Değsin'i bir gecede soluksuz okurken, o yılların
Urfası, Nizip'i hemen canlanıverdi zihnimde. Minibüs camlarından izlenen
dağlar; yıllar sonra Türkiye'nin en büyük modacılarından biri olacak kardeş
Faruk'la yollarda vakit geçirmek için sayılan hayvanlar; anne-babadan kaçak
girilen dereler, havuzlar; uçsuz bucaksız fıstık tarlaları; ama en çok da
pişirilen kıymalılar, tiritler, pendirli helvalar, lıklıkı kifteler,
çikifiteler, haşhaş kebapları, kuymaklar, doğramalar, sögürmeler, Yahudi
kifteleri, tırşikler... Kitapta Saraç'ın çocukluk anılarına Urfa yemekleri
eşlik ediyor. Zaten Urfa'da yemeksiz anı biriktirmek de mümkün değil. Doğumda,
düğünde, ölümde, bayramda özel ritüellerle yapılan yemekler o kadar hayatın
içinde ki, Saraç'ın tam bir yemek üstadı olan gözlüklü dedesinin yaptığı
yemekleri okurken, yutkunmamak ve gözlüklü dedenin ruhuna Fatiha okumamak
mümkün değil.</span><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Canı tirit çeken diğer huysuz dedenin,
bastonunu taşlara vura vura kasapların yolunu tutmasına eşlik etmemek, erkenden
rahmete giden Cemile annenin Urfalıların 'kıymalı' dediği lahmacunun içini
hazırlarken kuru soğanı, kuru isotu, frenksuyunu ve tuzu alelacele karmasını
hayal etmemek de. 'Balcan' dedikleri patlıcanın çıktığı yaz mevsiminde
mutfaklarda pişen kaç türlü patlıcan yemeğini tatmanın mutluluğu bile
satırlardan akıyor adeta: "Bizim kentimizde insanlar yemekle yaşar,
yaşadıkça da yer; Allah'ın onlara bahşettiklerine şükreder etmez de bir başka
öğünü düşler; her fırsatta mekâna, zamana ve keyiflerine göre yer içer, çalıp
söyler, gülüp eğlenir. Ne mutlu onlara!"<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">İntibak edince</span></b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Dedik ya, sadece anılar, yemekler,
şehirler, çocuklar, insanlar yok Canlarına Değsin'de, bunlara fon oluşturan
Türkiye de var, politika da, radyonun ajans saatlerinde ismi dikkatle dinlenen
Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar da, onların ardından her 10 yılda bir gelen
askerler de... Sonra tanışılan yoldaşlar, okunan kitaplar, kazanılan
üniversiteler ve gelinen, intibak edilen (uyum sağlanan) yeni şehir, İstanbul.
Öyle güzel anlatmış ki intibakı o yılların 'ürkek kuş'u Mehmet Saraç, üstüne
söz söylemeye ne hacet: "Bilmedikleri yuha ekmekten, 'lavaş' dedikleri
açık ekmekten, 'Sadece ekmek işte,' dedikleri dırnaklı ekmekten; yulaflı,
kepekli, cevizli, zeytinli, light, alman, çiçek, baton, dilim dilim türlü
çeşitli ekmeğe terfi edip soframızı donattık... 'Yatı'ya gitmekten, 'oda'da
oturmaktan, 'sıra gezmekten', sabahtan akşama arkadaş buluşmalarından
vazgeçtik; haftadan haftaya, on beşten on beşe 'takılma'ya alışıp haftanın
sonlarını, olmadı on beşleri özler olduk... Memlekette yaz geldi mi 'tahtın'
üstünde damda yatardık, yün yastık, yün yorgan, yün döşekte, yıldızlar
koynumuzdaydı, Aydede ayakucumuzda; şimdi dört duvar beton arasında, 'sağlıklı'
yatakta, yorgan yastık baş başa yalnızlığımızı paylaşırız." Belki de
aradan 50 yıl geçtikten sonra yazmaya ancak cesaret edebildiği, ama her bir
detayını kendisini de şaşırtacak şekilde anımsadığı çocukluk yıllarının
Urfası'nı anlatırken; kültürüne bir 'habbe' borç ödediğini düşünüyor, en çok da
birine: "Kitabımı anneme ithaf ettim ve ithaf cümlesinde annemi, kızlık
soyadıyla anmak istedim. Çünkü ben kadınların kocalarının karıları değil, babaların
kızları olduğuna inanırım." Genç kızlığında yorgan altlarında elinde mumla
Tolstoy okuyan, elinden her iş gelen, evlendikten sonra kendisini çocuklarına
adayan ve bütün vücudunu saran kansere aylarca tek koluyla direnen anne Cemile,
kitabın her yerinde. Gencecik ölen anne için tutulan matemin sonu bu kitap ve
bana kalırsa yeşil gözlü oğuldan, oğullarına sinema parası bulmak için sırma
saçlarını satan anneye hediye... Biz İstanbul’a intibak eden; tatlarından
vazgeçemediğimiz tırşikler, sögürmeler, boranılar, lıklıkı kiftelerin
hayallerinin eşliğinde; her hastalığa 'üzüntüden' diyen annelerimizin
gölgesinde; dam başlarında yıldızları sayarak daldığımız uykuların özleminde;
sonradan öğrendiğimiz semizotları, ıstakozlar, lakerdaları ve daha birçok şeyi
de tebessümle anarak söyleştik.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Mehmet Saraç'ın kitabı imzalarken yazdığı
tabirle 'bildiğimiz anılarla', unutmak istemediklerimizle ve yeni
öğrendiklerimizle. İntibak edeceklere rehber olsun diye...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;"><br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Yazdıklarınızı anımsadıkça şaşırdınız
mı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Çok şaşırdım. Dedemin şalvarının cebinin
ucu ya da amcamın serçe parmağı gibi bir ayrıntı bile kalmış belleğimde. Anılar
saklandıkları yerden çıktı, geldi, yazdırdılar kendilerini.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Urfalılık sizi belirleyen bir şey miydi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Yaşama şuralı olmak, buralı olmak
penceresinden bakmıyorum. Ama kişinin var oluş biçimi kültürüyle doğrudan
ilintili. Kitapta benim Urfalılığım var.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Bugünden o günlere baktığınız zaman
içinizi sızlatan neler var Urfa'ya dair?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Bir kere yapılan çok büyük bir hata var:
Sadece bir kültür var olmuş gibi anlatılıyor. Urfa'da da putperestlik,
Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık yaşanmış ve Urfa bütün bunların tamamı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Urfalılık yemek ve eğlenceyle çok yan
yana artık. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Urfalılar ne sadece yemeğe ne de sadece
eğlenceye düşkündür. Ama hayatlarında olmazsa olmaz iki şeydir; yemek ve müzik.
Örneğin bir Urfalı, haftada en az üç çeşit patlıcan yemek ister. Mutlaka yüreği
ezilir, haftada bir-iki kere bulgur ve lahmacun yemek ister. Ayrıca Urfa eğlenmez,
müzik yapar. Ve bu kültür ta eski Yunan mitolojisinden Orpheus'a dayanır.
Herkes memleketine şarkı türkü dizmiş, ama hiçbiri 'Urfanın etrafı dumanlı
dağlar gibi...' ya da 'Urfalıyam ezelden...' gibi olmamış o yüzden.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Peki şimdi nasıl devam ediyor bu kültür?
Sıra gecelerinde mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Orada da bir yanlış bilgi var. Sıra
gecesi denen şu anda yaşatılan şey değil, gerçek sıra gecesinde müzik olmaz.
Çünkü müzik öyle yarım saatlik-bir saatlik bir iş değildir, üstelik müzik
evin-ailenin içinde yapılmaz. Şimdi icat edilen, ticari ve turistik bir şey.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Dönme şansınız olsa döner misiniz
Urfa'ya?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Son zamanlarda bunu düşünmeye başladım.
Çünkü yaş ilerledikçe insanın ailesi ve kültürü gelip boğazına çöküyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- İyi bildiğiniz yemek var mı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">- Bütün Urfa yemeklerini çok iyi yaparım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">urfa mutfağından tabirler</span></b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">İsot: Urfalılar ister kuru olsun, ister
taze, bibere isot der.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Frenksuyu: Domates salçası.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Lenger: Büyük bakır kap.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Bıyambalı: Meyankökü şerbeti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Fitil eti:Bonfile.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Kuşhana: Büyük tencere.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Maltız: Yemek pişirmekte kullanılan,
içinde ızgarası olan, ayaklı, sacdan, taşınır ocak.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Yuha ekmeği: Sacda pişirilip kurutulan ve
yemek öncesi ıslatılıp yenilen ev ekmeği.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Dırnaklı ekmek: Ekmek fırınlarında ve
fırıncının tırnaklarıyla şekil verdiği ekmek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Kuymak: Doğum sonrası kadınlara unla
yapılan bir çeşit yiyecek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Tezze pendir: Baharda çıkan ilk peynir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Kemeli: Baharda toprak altından çıkan
değerli bir mantar türü.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Pirpirim: Yabani semizotu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Hardel: Çiğ köfteyle tüketilen bir çeşit
ot.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Aşlık almak: Yemek için malzeme alımı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Kavurga: Kavrulmuş buğday, karpuz, kavun
çekirdeği karışımı eğlencelik.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Habbe: Tane.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Zırh: Et doğramaya yarayan büyük bıçak.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Açık ekmek: Taş fırında pişirilen uzun ve
büyük lavaş ekmek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Has: Marul.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Palıza: Bir çeşit sütlü tatlı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Lolaz: Börülce.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Külünçe: Hamurdan yapılan ve uzun süre
dayanan çörek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Çiriş: Yarmanın (dövme) çekilmiş hali.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">Urfa mutfağından birkaç tarif</span></b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">Sögürme: </span><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Patlıcanlar
taş fırında pişirilir. Daha sonra kabukları soyulur, havanda dövülür ve
miktarıyla orantılı sarımsak da ezilerek içine katılır, ardından da tuz
eklenir. Tabaklara alındıktan sonra, üstüne kavrulmuş kuzu kıyması serilir ve
sadeyağ gezdirilerek servise hazır hale gelir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">Lıklıkı kifte: </span><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;">Önce içi hazırlanır: İçyağı, isot, karabiber,
doğranmış kuru soğan bir güzel yoğurulup küçük zeytin taneleri haline
getirilerek, bir kenara konur, onlar bir süre sırasını bekler. Sonra lıklıkı
kiftenin kiftesi yoğurulur: Et, bulgur, isot ve tuz. Salça yok ya da çok az.
Ardından yoğurulan kifteden ceviz büyüklüğünde parçalar koparılır ki, içi içli
kifte gibi açıp doldurulduğunda ağzı kapatılıp, bir kenara koyulabilsin.
Koparılan parçalar önceki taneler doldurularak ağzı kapatılır. Sonra da kaynar
suda haşlanır, soğumadan servis yapılır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: red; font-size: 13pt;">Müjgan Halis / Sabah Gazetesi</span></b><span face=""verdana" , "sans-serif"" style="color: black; font-size: 13pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br /></div>
Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-63242302125348871392019-04-25T22:46:00.028+03:002023-12-20T20:57:57.224+03:00RUM, ERMENİ, TÜRK, HIRİSTİYAN, MÜSLÜMAN DEİST, ALEVİ KARDEŞLİĞİ<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-DcWhkXEFt9Q/XMIOATcAU0I/AAAAAAABQ80/3oYcZEFWfrIIRCehfnLdTSI-lZ0M2eneQCLcBGAs/s1600/26%2BD%25C3%259CZ.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1128" height="640" src="https://2.bp.blogspot.com/-DcWhkXEFt9Q/XMIOATcAU0I/AAAAAAABQ80/3oYcZEFWfrIIRCehfnLdTSI-lZ0M2eneQCLcBGAs/s640/26%2BD%25C3%259CZ.jpg" width="450" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 354pt; text-indent: 35.4pt;"><br /></p>
<p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 354pt; text-indent: 35.4pt;"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Silviya’ya<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sevgili okur;<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yeryüzünde ilk kavganın; Habil Kabil kavgası olduğuna ve
Habil’in Kabil’i öldürdüğüne inanılır ve o gün bugündür ne kavgalar bitmiş ne
ölen ne öldüren azalmış. Bırakın azalmayı her geçen gün daha da artarak
sürüyor! En büyük kavga nedenleri ise dinler, mezhepler arası ırklar arası;
orası senin burası benim kavgası olagelmiş bazen kavga ölümle bitmiş ama ölüm
bile kavga nedeni olmuş!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bilinen o ki günümüze kadar 300 yılı aşkın süre içinde
insanlar yalnızca 26 gün birbirlerini öldürmeden yaşamış! Düşünsenize 26
birbirinden uzak, farklı gün! Dünyanın hiçbir yöresinde toplu veya bölgesel
savaşın olmadığı 26 gün; bir ay bile değil! <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ancak bütün bu kan gözyaşı, katliamlara rağmen
birbirleriyle yaşamayı bilen ve seven insanlar da yaşamış hala da yaşıyor.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Biz de bu birkaç ‘’güzel’’ insanın yaşadıklarını internetten derledik. Dileğimiz odur ki bu insanların çoğalması;
‘’Demek ki yaşanılıyor’’ denmesi…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sevgiyle kalın…<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif">Muhammed
Sameer’e ağladı!<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></b><span style="font-size: 12pt;">Yıl 1889 Şam.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Muhammed kör bir Müslümandı; Sameer ise yürüme
engelli bir Hristiyan. Biri görebiliyor biri yürüyebiliyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sameer kalabalık Şam sokaklarında Muhammed’in
taşıyıcılığına, Muhammed de Sameer’in rehberliğine güveniyordu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">İkisi de yetimdi, aileleri yoktu ve aynı evde birlikte
yaşıyorlardı. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ölene kadar da birlikte yaşadılar! Sameer öldüğünde
Muhammed onun odasında hep ağladı ardından o da öldü!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif">‘’Olsun!’’<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Deist Mehmet ile Hristiyan Kirkor dost idi. Ağavni de
Kirkor'un Maması idi.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Agavni her ramazanda kurbanda, oğlunun
arkadaşını ilk o arar; ‘’Mehmet Bey bayramınız kutlu olsun"
derdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Mehmet Bey de "Mama ben bayram kutlamıyorum"
demeye çalışır, fırçayı yerdi!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">"Olsun!"<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span><b><span face=""Verdana",sans-serif">Alevi
köyünün Sünni imamı</span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Ebuzer Gıffari Bakır, Yozgat’a bağlı Sorgun’un Hoşumlu
Köyü’ndendir. Din adamlığı, aile mesleğidir. Babası Osman Bakır, 45 yıl imamlık
yapmış, ağabeyi Mahmut Riyat Bakır da ilahiyatçıdır; Sorgun İmam Hatip
Lisesi’ni bitirdikten sonra 1992’de imamlık sınavını kazanınca tayini kendi
köyüne yakın Alevi köyü Kababel’e çıkar. Köy hakkında bildikleri, önyargılardan
ibarettir.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Arkadaşları, şakayla karışık, "Neden gidiyorsun?
Onlar kızılbaş, sıraç; yemekleri yenmez, suları içilmez, seni yakarlar"
der; ancak Abuzer Gıffari bu önyargıları dinlemez görev yeri Kababel Köyü’ne
kendi isteğiyle gider ve imamlarını çok seven, bağırlarına basan köylülerinin
de desteğiyle köyde yedi yıl kalır; görevi bittikten sonra da Kababel’de
yaşadıklarını, Alevilik konusunda kendisinde ve toplumdaki önyargıları ve bunların
nasıl kırıldığını; "Bir Alevi Köyü İmamının Hatıraları/ Sakka" adlı
kitabı yazarak dile getirir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span><b><span face=""Verdana",sans-serif">Müslüman
Hacı Halil’le Hristiyan Krikor</span></b></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif"> </span></b><span style="font-size: 12pt;">“Benim annemin babası Krikor Malakyan, Urfa’da tüccar
Hacı Halil’in ortağı idi. 1915’te Urfa’da asıldı! Anneannem bu
esnada yedi aylık hamileymiş. Hacı Halil anneannemi, dört çocuğunu, kız
kardeşini ve onun iki çocuğunu evinin damında hayatını tehlikeye atarak yedi ay
saklamış, onlara her akşam sini ile yemek taşırmış.</span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bu sırada 3 yaşındaki dayım ölmüş! Hacı Halil onu gizlice
gömmüş. 7 ay sonra da annemi Halep’teki kız kardeşinin yanına yollamış. Benim
annemin adı Latife. Latife, Hacı Halil’in annesinin adıymış. Babası bu ismi
anneme bu nedenle takmış; ben1948’de Halep’te doğdum.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Annem çok severdi Türkleri; Babamsa kızar, onlar hakkında
hiç konuşmazdı. Sık sık, " Pencereden kar geliyor aman anam gurbet bana
zor geliyor" türküsünü söylerdi. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ben annemin Türk sevgisi ile babamın Türk kızgınlığı
arasında büyüdüm. Hep içimde bir ikilik oldu ama Hacı Halil’den dolayı Türklere
sevgi duyuyorum.’’<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Greg Sarkisyan<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif">Bir
kahvenin 40 yıl hatırı vardır!<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yıl 1895 Eminönü Yemiş İskelesi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti; kahveci
Yusuf'a, "Herkese benden okkalı bir kahve ama şurda oturan "Rum
palikaryası"na yok. Ona kahvem de akçem de haramdır! "der. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yusuf kahveleri ikram eder bir kahve de
"Palikarya" Stelyo nun önüne kor. Zabit adeta kükrer," Ben
ona haramdır demedim mi Yusuf?" <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />
Yusuf hiç istifini bozmaz; "Komutan o kahve benden ona da helaldir "
der. Stelyo Yusuf'a minnetle bakar. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif"><br />
Yıl 1905<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sisam adasında Rum isyanı başlar. Damat Ferit Paşa adaya
asker gönderir. Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak
ilk çatışmada esir düşer zindanlarda iki yıl yatar; sonra da esir pazarında
satışa çıkarılır.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Mezatta ‘’5 para 7 para sesleri arasından bir ses
yükselir." O Türk’e benden 5 kuruş, hemen alıyorum!"
Pazara Sessizlik hakim olur; Rum, Yusuf'u alır, arabasıyla köyün dışına
çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur Yusuf’a döner;
" Serbestsin Yusuf " der.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yusuf inanamaz duruma, Rum’un ellerine kapanır!"
Beyim, kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın? " der. Rum Yusuf'a
döner;" Ben Balıkçı Stelyo " der. Yusuf anlamsız anlamsız bakar
yüzüne tanımaz!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Stelyo 12 yıl öncesine Yemiş İskelesi’ne döner o günü
anlatır ve "işte ben bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo
" der. Gözyaşları sel olur sarmaş dolaş olurlar! Stelyo; Yusuf’u kaçak
yoldan İstanbul'a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span><span style="font-size: 12pt;">Her yıl birbirlerini ziyaret ederler. Her ziyarette bir
fincan kahve mutlaka vardır. Dostluklarını çocuklarına torunlarına anlatırlar
ve " bu kahvenin 40 yıl hatırı var! " derler.</span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif">İlk tokat
ve Vanes Emmi<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir çocuğun ramazanda Urfa hatırası:<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kaç kişi hatırlar; 50’li 60’lı yılları? Kaç kişinin
hafıza defterinde; Türk’ün, Kürt’ün, Arap’ın; Rum’un Ermeni’nin, Yahudi’nin;
bir arada yaşadığı güzel günlere dair unutulmaz hatıralar vardır?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Evimizde pişen iftar yemeğinden; konuya komşuya kapaklı
bakır sahanlara eşit olarak paylaştırıp siniye yerleştirilen ve iftar saatinden
önce en az yedi komşuya dağıtmak kaç kişiye nasip olmuştur? Kaç kişi;
babamızın, dedelerimizin iftar saatinde sokak kapısında, köşe başlarında durup;
iftara yetişmek için koşuşturan insanları, “Buyur komşu, Allah ne verdiyse,
orucu birlikte açalım” diye evimize davet ettiği günleri. İftar sofrasında
misafir ağırlayamadığı akşamlar nasıl üzüldüklerini gören kaç kişi olmuştur?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kaç kişi, dedemizin, babamızın, misafirsiz iftar
sofrasının başında gözlerinden alevler saçarak; “Soframızda helal kazançla
alınmamış bir şeyler var, yoksa niye bir misafir gelmesin, niye kapımızı çalan
olmasın?” diyerek kendilerini sorguladıklarına tanık oldu.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kapı kapı dolaşıp birer sahan; “komşu hakkı” ya da “göz
payı” dağıtmanın anlatılmaz hazzını kaç kişi yaşadı?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Allah’a şükürler olsun ki o güzel günleri yaşadık ve o
güzel insanların güzel alışkanlıklarına tanık olup ders aldık!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kaç yaşındaydık hatırlamıyoruz. Hatırladığımız;
Ramazan ayının, sıcak günlere denk geldiği yıllardan biriydi. Urfa’nın
sıcağına rağmen büyüklerimizin gözüne girmek için o yaşlarda oruç tutuyorduk!
İftara yarım saat kalmıştı; komşu hakkı yemekler sahanlara doldurulmuş,
kapakları kapatılmış, bir siniye dizilmişti. Siniyi benden 3-4 yaş büyük olan
ablamız başının üstünde taşıyacak, biz de dedemizin verdiği listeye göre komşu
kapılarını çalacak, sinideki sahanlardan birini alıp kapıyı açanın eline
tutuşturup “Allah kabul etsin” diyerek yolumuza devam edecektik.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Sokak kapısından çıkmadan dedem; elimdeki listede yazılı
isimleri yüksek sesle okuyarak kontrol etmeye başlamıştı. İlk sırada, hiç
unutmam, karşı komşumuz “Çil Arif”in adı vardı; sonra Helliko”, “Nuri Baba”,
“Arap Reşogil”, “Şıh Abdullah” ve “Melekegil” geliyordu. Listenin yedinci
sırasında ise Ermeni asıllı komşumuz; “Vanes Emmi”nin ismi yazılıydı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />
Vanes Ohannes Moripek;50’li yılların Urfası’nda bilinen ve hayırla anılan bir
isimdi. Halk tabibiydi. İlkbaharda kırlardan topladığı bitkilerle ilaçlar yapar
hastalarını tedavi ederdi. Birkaç doktorun bulunduğu koca şehirde, evi gün boyu
hastalarla dolup taşardı. ‘’Paragöz değildi. Ücretini; “gönliyden ne geçiyse
bırak oraya” sözleriyle belirlerdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Vanes Emmi sigara tiryakisiydi! Günde 3, 4 paket “Köylü”
cıgarası içerdi. Ancak Ramazan ayında gündüz gözüyle elini dokundurmazdı
sigaraya çakmağa. Özellikle sokak kapısının bir yanına oturur, gelen geçen
komşularla sohbet eder; hasta geldiğinde içeri girerdi. Yaz ramazanlarında
onlar da bizler gibi sofralarını toprak damlarında açardı ve yine bizler gibi,
Bülbül Hasan; Ulu Camii’nin minaresinde topun fitilini ateşlemeden sofraya
oturmaz, su içmez, bir şey yemezlerdi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">O ramazan günü yemekleri dağıtacağım listede; “Vanes”
adını duyar duymaz; aradan geçen 60 yıla rağmen nedendir bilmem son derece sert
bir biçimde; ‘’Ben o gavura götürmem!” demiştim ve dedemin sol yanağıma kamçı
gibi inen tokadı, itirazımdan daha sert olmuştu ve bir anda ayaklarımı yerden
kesen tokat sonra Dedemin sitem dolu azarı, dudaklarından dökülen kelimeler
dünyamı karartmıştı!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Sanki kazanlar dolusu kaynar su tepemden aşağı
dökülmüştü!<br />
Dedem işlerini sıkarak; “Bir daha bir daha Vanes Emi’ın için ‘’Gavur’’ dediğini
duymayayım o senin Emmindir. Kemal Emmi’n ne ise Vanes Emm’in de odur! Bunu hiç
aklından çıkarma; Vanes Emi demeyi öğren!” demişti.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">O günden bugüne adı her geçtiğinde gözümün önüne; Vanes
Emmi’nin çakır gözleri gelir ve utancımdan başımı önüme eğer hatırasından özür
dilerim!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif">Mumbar
bilmez Ermeni gelin!<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bir gün Mardinli bir Süryani
ile İstanbullu Ermeni bir kız evlenir.<br />
<br />
Başka bir zaman diliminde ise ikisi de İstanbullu bir Türk ile bir
Ermeni kız evlenir.<br />
<br />
Erkeklerin ikisi de yemekseverdir!<br />
<br />
Mardinli; anasının yemeklerini neredeyse her öğün yemek ister,<br />
İstanbullu ise Ermeni mutfağından söz edildiğinde ağzı sulanır, meyhanelerden
bildiği "çakma" topiğe, yaprak sarması ve barbunya pilakiye bayılır.<br />
<br />
iki evlilikte de "cicim ayları" çabuk geçer ardından evlilikler yerli
yerine oturur; ancak iki erkek de bu evlilikte aradıklarını bulamaz! Nedeni de
hanımlarının önlerine koyduğu yemeklerdir! İstanbullu Türk çeşit çeşit Ermeni
yemekleri beklerken bir hafta nohut bir başka hafta kuru fasulyeyi karısı
pirinç pilavı pişirmesini bilmediğinden bulgur pilavını, turşu ve soğanla yemeye
çalışır!<br />
<br />
Mardinli Süryani karısından kibbe, irok, mumbar beklerken ya izmirköfte ya
tavuk ya da kıymalı ıspanakla karın doyurur! Ancak erkekler bir süre ses etmez,
yeniçeriler gibi kazan kaldırmaz! Sonunda oğullarını her geçen gün daha da
zayıf bulan analar devreye girer. İstanbullu’nun anası gelinine sezdirmeden
zeytinyağlıları börekleri çörekleri öğretmeye çalışır!<br />
<br />
Bir gün gelinini çağırıp; "Kızım kocana mumbar pişirsene çok sever!"
der.<br />
<br />
Gelin önce şaşırır sonra kendini toparlar; "Ama anneciğim; ben mombar
nedir bilmem ki!" der.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif">Tanesi 25
kuruştan 3 bin künye!<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">90’lı yılların başında bir doktor aynı zamanda
heykeltıraş, tatile giderken, Afyon’da mola verir. Oturduğu çay bahçesine
kalabalık bir grup insan gelir. Üstleri başları perişandır ve hepsinin
ağlamaktan gözleri şişmiştir! ‘’Hayrola?’’ diye sorar ve gelenlerin
şehit cenazesi taşıyan köylüler olduğunu öğrenir! Doktor, üç
yaşındaki ortalıkta neşeyle hoplayıp zıplayan kızına bakar, bir de köylülere…
Bir yanda saçının telini dünyaya değişmeyeceği evladı, beri yanda evladını
vatan için toprağa vermiş analar ve babalar vardır! Utanır ‘’Bir şey yapmalıyım bu
çocukları ölümsüzleştirmeliyim!’’ diye düşünür ve bir “Şehit Ağacı” projesi
hazırlar.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Terör şehitlerini künyelere yazacak, künyeleri ağaca
takacak, çocukların birer yaprak gibi ebediyen salınmasını sağlayacaktır.<br />
<!--[if !supportLineBreakNewLine]--><br />
<!--[endif]--><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Projesini hayata geçirmek için aradığı fırsatı, ancak
2003’te bulur.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Resim Heykel Müzesi’nin açtığı bir yarışmaya
katılmaya karar verir. İstanbul’a gelir. Künyeleri almak için Tahtakale’ye
gider. Sorar soruşturur. Herkes aynı adresi Mısır Çarşısı’nın arka sokağındaki
Ermeni ustanın dükkanını tarif eder. Dükkanı bulur girer ve meramını Ermeni
ustaya anlatır. Usta onu dinler dinler ve o güne kadar heykeltıraşın hiç düşünmediği
bir detaya dikkatini çeker, “Asla paslanmaması lazım, evlatlarımız ebediyete
kadar ışıl ışıl olmalıdır’’ der ama ustanın sözünü ettiği künyeler en
pahalısıdır ve tanesi 1 lira 25 kuruştur!<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Usta; “Bu ticari bir iş değil parayı dert etme vatan
işidir” der ve künyeleri beşte bir fiyatına, kar almadan, hatta zarar
ederek, 25 kuruştan verir! Üç bin künye! ‘’Haftaya gönderirim’’ der ve tam
gününde gönderir.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><b><span face=""Verdana",sans-serif">Yasu yasu<o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif">Bir </span><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yahudi
Ermeni Türk Kürt İngiliz</span><b><span face=""Verdana",sans-serif"><o:p></o:p></span></b></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">Hıristiyan Müslüman Musevi Ataist Deist<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">arkadaşlık eder mi?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Eder.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Pari zadig<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Pesah kutlu olsun<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Mutlu noeller<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> İyi bayramlar<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> İnşallah<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Maşallah<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Vallahi billahi<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> der mi?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Der. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Balık yer rakı içer<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> nolcak memleket hali<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> der mi?<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Der.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span face=""Verdana",sans-serif" style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Sağlığımıza.</span></p></div><div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: normal; margin-bottom: 0cm;">
</div>
</div>
Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-59518121298700421.post-5465738591245544652019-03-28T01:32:00.001+03:002023-08-28T12:11:26.362+03:00Reşat Sara'yı sevmişti!<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: 12pt;">Canlarına Değsin / İKİNCİ BÖLÜM </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;"><br /></span>
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yıllardır duymazdan, görmezden geldiğimiz
“ölüm”, kapımıza kadar gelmiş, gözlerimizin içine baka baka “annemizi
aparmıştı!” Ne yapabilirdik ki? Peşinden koşsan yetişemezsin, bağırsan sesini
duymaz, ağlasan kimin umurunda? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Ölü”ye dair bizden başka herkes bir
şeyler söylüyordu. “Vışş anam kurtuldu zavallı” deyip birbirlerine “kurtuluş”un
nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı ya da hiçbir şey demeyip başka
şeylerden söz ediyorlardı sanki ortada hiç “ölen” yokmuş gibi! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-2sSE8Hyfhr0/XJ0C5Q1ZOVI/AAAAAAABQSc/JOhc7ugnJ0AtAN_TRNhk9mAmaykRDWIxgCLcBGAs/s1600/yeni%2Bkitap%2Bresim.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="722" data-original-width="501" height="320" src="https://3.bp.blogspot.com/-2sSE8Hyfhr0/XJ0C5Q1ZOVI/AAAAAAABQSc/JOhc7ugnJ0AtAN_TRNhk9mAmaykRDWIxgCLcBGAs/s320/yeni%2Bkitap%2Bresim.JPG" width="221" /></a></div>
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sonunda biz de öyle yaptık. Herkes kendi
yüreğine gömdü anasını “yaşamak”a başladık… <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Urfa’da taziyeler ayrı ayrı evlerde
erkekler için üç gün, kadınlar için kırkına kadar sürer. Annemin taziyesinde
babam, ben, kardeşim, akrabalar üç gün bir evde oturduk; tanıdıklar, eş dost ne
zaman fırsat buldu koşup geldi. Akşam ezanlarına kadar ev doldu taştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Gelenlere “Merhaba” denildi, sigara, acı
kahve ikram edildi. Onlar da ziyaretlerini fazla uzatmadan, “Kalanların
selameti, ölmüşlerin ruhu için el Fatiha!” dedi, başsağlığı diledi, kalkıp
gitti.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Taziye evlerine, “Bir de yemek işi
çıkmasın” diye, çarşıda yaptırılmış kolay yenebilecek yemekler gönderilir.
Öğlen balcanlı kebapsa, akşama kıymalı; ya da öğlen frenkli ise akşama haşhaş
kebap; yanlarında da açık ekmek, turp, limon ve ayran. Yani ya kebap ya da
kıymalı! Yine öyle oldu ve bir tanıdık ilk yemeği akşam taziye evine gönderdi:
Kıymalı<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Gelen gidenin ardı arkası kesilince birkaç
odaya sofralar kuruldu. Beni de bir yere oturttular ve anneminkine benzemeyen,
“çarşı işi” birkaç kıymalıyı bir bardak ayranla önüme koydular. Kıymalılara
baktım tanıdık gelmedi, yerim sandım! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Birinin kenarını koparıp bir kenara
koydum, ortasını da küçük küçük parçalara böldüm, başımı da sofraya iyice
gömdüm ki etrafımla alışverişim olmasın! Kıymalının ortasını yedim; sıra
kenarlara geldi, kenarlara baktım kenarlar bana baktı, elimle iteliyordum ki
kenarları, “Günahtır oğlum ye!” dedi bir ses. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kıymalının
kenarları da yenir!<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Annem her Urfalı gibi “lahmacun”a,
“kıymalı” derdi hem hazırlaması hem de yemesi kolay diye de severdi. Bize
kıymalı yedirmeye karar verdiğinde de biri çocuk, beş kişilik ailemize yarım
kilo kuzu kıyması yeterdi de artardı bile, “Boğazımız yoktu ki bizim!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Beni kasaba gönderirken tembihlerdi, “Eti
yağlı al ki kıymalı yumuşak olsun!” “Peki!” derdim. Kıymalının diğer
malzemeleri evde her zaman vardı: Kuru soğan, kuru isot, frenksuyu ve tuz. Bu
kadar basitti içine konulanlar, fırına göndermeden hepsini biraz su ile
birbirine karıştırmak yeterliydi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kimileri kıymalısıyla öğünmek için içine
ceviz katar kimileri yoğurt kimileri de acı olsun diye basardı isodu. Annemin
böyle şeylerle uğraşacak ne hırsı vardı ne de hevesi. Onun kıymalısı basitti:
Et iyi olacak isot iyi olacak bir de frenksuyu. Gerisi kıymalıyı pişirecek olan
fırıncının ustalığına kalmıştı. Usta isterse kıymalıyı “koltuk altı”nda yani
fırının sol yanında gevrek pişirirdi söylersen yumuşak da bırakırdı! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Annem kıymalıyı hazırlayınca tepsinin
üstüne bir gazete kağıdı örter, kardeşimle ben fırının yolunu tutardık.
Fırıncıya kaç tane olacağını söyler, kıymalının başında bekler, sıraya
girerdik. Sıra sıra sıralanmış tepsilerden bizimkine sıra gelince, kıymalıya
şekil veren içi tek tek açtığı hamurlara yayar; tamamladıklarını fırının önünde
durana atar fırıncıya, ”On dört oldu!” diye seslenir, tepsiyi de önüne
fırlatırdı ki pişenler içine dizilsin. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Fırının önünde duran ve ‘’kürekçi’’
denilen adam; ‘’tırnakçı denilen arkadaşından aldığı kıymalıları dörder beşer
küreğine dizer sonra da doğru fırının içine yollardı. Üç dört dakikada pişerdi
kıymalı ve kürekçinin küreğinde görünür görünmez de ağzımızın suyu akardı ama
ne fayda ki korkumuzdan eve kadar bir tanesine bile dokunamazdık. Oysa ne
keyiftir fırında ya da yolda bir tanesini yemek!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Eve vardığımızda sofra kurulmuş olurdu,
üstünde de ayran, limon ve turp. Annemle sofraya birlikte otururduk ama onu
kıymalıyı iştahla yerken hiç görmedim. Zaten ağır yemek yerdi, bir de yeme
sorununa dişleri eklenince, karınlarını doyuran çocuklarını seyreder oyalanırdı
ki sonradan kendi rahat etsin. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Dakikalarca herkesin yemesini beklerdi,
evin ahalisi sofradan kalkınca da kendisi için bir kenara ayırdığı yumuşak
kıymalıların kenarlarını yavaşça koparır, ortalarını küçük parçalara böler, bir
yudum ayranla çiğnemeye başlar, karnını doyurmaya çalışırdı. Ben de onu
beklerdim; kıymalının kenarlarını versin, yiyeyim de “ziyan” olmasın!’’ diye…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yaz gelince okullar kapanır ya, ben de
okullar kapanınca “arada sırada” sınıfta kalırım ya, yine aynısı oldu ama bu
kez babam söylenmedi; İstanbul’a yolladı tez elden, “kafan dağılsın!” diye.
Gittim ama teyzemlere değil, “Karşı”ya! Teyzemin artık bizimle ne ilgilenecek
hali vardı ne de isteği.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Urfa Cesur’da yerime oturduğumda sabahtı,
öğlen oldu ikindi oldu, akşam, gece yarısı sonra yine sabah, bir gözümü açtım
ki Harem’deyim. Otobüs sıraya girdi, gelince de sırası, arabalı vapura bindi;
vapur düdük çaldı, “Kalkıyoruz” dedi herhal ki kendini denize attı; yüzdü yüzdü
tam geçerken Kız Kulesi’nin yanından, yanağından bir makas aldı; martılardan
balık çaldı, minarelere şaplak atıp el şakası yaptı ve sonunda Sirkeci’ye
vardı. Ağzım bir karış açık, “Karşı”daydım! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Otobüs indi vapurdan, burnunu
Sarayburnu’na çevirip yeni bir yola koyuldu. Solumuz deniz sağımız saray, bir
de surlar var ikisinin arasında. Gittik gittik sur bitti, deniz bitti, Topkapı
diye bir yere geldik ki her yan insan kımıl kımıl… Taksilere dolmuşlara,
otobüslere binip her biri bir yana gidiyor; kimileri de sağa sola koşturup
çığırtkan elinden kurtulmaya çabalıyor; kurtulamayan da kendini önce bir
firmanın bankosunun önünde, ardından da bir otobüsün koltuğunda buluyor! Artık
nereye gidersen Van, Diyarbakır, Erzurum, Edirne, “Haydin Keşan’a Keşan’a
hemen!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Misafirliğim Harbiye’de bir akraba evinde başladı
ve ev sahipleri beni eğlendirmek için her yolu denedi. Peleli Santos İstanbul’a
geldi diye beni Dolmabahçe’de gece<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>maçına<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>götürdüler<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kapılar açılınca girdik! Bir başka akşam
Açıkhava’daki konsere gittik, Berkant en son şarkısı Samanyolu’nu söylüyordu.
Herkes ayakta, minderler havada, kızlarla oğlanlar el ele şarkıya eşlik ediyor:
Bir şarkısınnnn seeeen ömür boyu süreceeekkeeekk!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir gün, “Sadun Boro İstanbul’a geldi,
Gazeteler ‘’Sadun Boro Dolmabahçe’den karaya çıkacak” diye yazdı, sahile koştum.
Sarayın yanındaki meydan, stadın sırtları, park, her yan insan dolu, ağaçlara
bile çıkmışlar! Uzunca bir süre bekledim kalabalıkla sonunda uzaktan göründü
Kısmet; yanaştı kıyıya yakın ki içinde Sadun Boro, eşi Oda ve kedileri Miço
var! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Her zaman böyle seyirlikler olmuyordu, ben
de o zaman aylak aylak geziyordum İstanbul’u! Harbiye’den Taksim uzak değil,
yürüyordum. Hilton’u uzaktan, Radyoevi’ni yakından seyrediyordum az biraz
soluklanınca Taksim’deki parkta, biraz sonra Beyoğlu’ndayım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Arabalar geçiyor ardı ardına korna
çalarak, kaldırımları insan almıyor, yola dökülüyorlar ikide bir. Dükkanlar
ağzına kadar ayakkabı, pantolon, ceket, kravat, çanta, bavul, don gömlek dolu! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Çiçek Pasajı diye bir yer keşfettim.
İçerisi tıklım tıklım kimi arkadaşıyla bir koyu sohbette bir koyu sohbette ki
sorma kimi de bir tezgaha dayamış kolunu, elinde tellendirdiği sigara, önünde
de kocaman bir bardak bira; yanında da çöpten şişlere geçirilmiş bir yiyecek
adı “midye tava!” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Ulan bu midye tava nasıl bir şey ki?”
diye bir soru soruyorum kendime sonra da zevzekliğime kızıp, “Nee bilim lo
sanki çok yedim de?” diye söyleniyorum. Daha kendimle barışmaya çalışırken bir
taraftan öyle bir koku geliyor ki burnuma, yok sayılamaz. Gidiyorum kokunun
peşi sıra ki tam karşıda kömürlerin yanında, amca adına “kokoreç” diyor.
Kokoreç bana bakıyor ama “tanış” çıkmıyoruz! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Tanıdık olmayan daha çok şey var bu
sokakta. En çok da balık! Her yan balık dolu; üstlerinde de etiket, adı ve
fiyatı. Hiç birini görmemişim, yememişim de. Benim o güne kadar yediğim tek
balık, Fırat’ın yayın balığı. “Zaten onu yedikten sonra başka balık yenir mi
ki?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bibimin kocası Hacı Amca şofördü. Gün
geldi kamyonculuktan bıktı amcalarımla bir otobüs aldı gıcır gıcır! Başladı bu
kez de otobüs şoförlüğüne. İstanbullar’a kadar gitti sayısız sefer, bazen
sırası geldi Ankara’ya ya da Adana’ya, hac mevsiminde de Hicaz’a gidip hacı
oldu. Biz de her hac dönüşünde Kilis’e kadar gidip karşıladık onu; getirdiği
hediyeleri aldık, hurmalardan yedik, Zemzem suyundan içtik.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hacı Amcamız’ı herkes severdi ama en çok
da biz çocuklar. Gönlü geniş adamdı; evi, hele de sofrası her zaman, herkese
açıktı. Yalnız bir büyük “zaaf”ı vardı Hacı Amca’nın her zaman yemek konuşur,
konuşmadığı zaman da yerdi!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Anlatırdı Hacı Amcayı annem, ki daha o
zamanlar kendisi yeni gelin, kaynanasında kalıyor. Evin ahalisi çok, gelen
gidenin hesabı belli değil. Pişiriliyor yeniyor, yenilirken de bir öğün sonrası
“Yav çoktandır kaburga yapmadıyız! Eyice tembel oldıyız ha?” şeklinde
kararlaştırılıyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir gün; bir gün sonrasına zerde yapmışlar
bir hamam leğeni dolusu ama getirip ortalık yerde bırakmışlar! Hacı Amca da
genç o zamanlar, önüne ne konsa “karnım tok” deyip geri çevirmiyor. Halasının
evinde bir gece yarısı uyanmış ki karnı aç! Mutfağa gitmiş bir şey bulamamış,
bir de kilere bakmak aklına gelmiş ki ne görsün? Oturmuş başına leğenin, dibi
görünene kadar kaşıklamış zerdeyi. Hacı Amca’nın ünü o zamanlardan geliyormuş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hacı Amca Bibimle evlenince yemeği daha da
sevmiş. ‘’Avrad’’ı yaprak sarıyor “bir numara”, ağzı açık yapıyor ki ağzın açık
kalır! Boranının hakkından geliyor, ekmek de açıyor, şıllık da yapıyor; o yemek
yemesin kim yesin? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hacı Amcayla birlikte bibimin
yemeklerinden ben de çok yedim! Ancak bakardım ki gözüm doymuyor, gönlüm “gezmeler”
de istiyor, bunu söylemem yeterliydi. “Bu sefer ben de gelim mi Hacı Emmi?”
dedim mi hiç kırmazdı beni. Bir bakmışsın seferde Ankara var bir başka seferde
Adana.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hacı Amca “Hadi bakalım gelecek salıya
gidiyoruz” deyince yollara düşerdik.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Aligör, Birecik derken Fırat’ı aşar,
Nizip’e gelince gözlerimi kapardım ne zeytin ağaçlarını görmek isterdi gözüm ne
de höyükleri! Antep’te heyecanlanır, Adana yolu uzar da uzar; dağları,
nehirleri seyreder, kamyonları sayar, bir otobüs geçti mi de nanik yapardım
pencerelerine. Nihayet uzaktan Gavur Dağı görünür, görünür görünmez de<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sanki otobüsümüz şöyle bir toparlanır,
kendine çeki düzen verir sonra da “Ha gayret!” der gibi başlardı döne döne
virajları tırmanmaya.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hacı Amca kan ter içinde kalırdı
direksiyonu toparlamaktan. Bense sağdaki uçuruma soldaki ağaçlara bakmaktan
neredeyse camlara yapışık tamamlardım yolculuğu. Pikaptan Şükran Ay’ın sesi
yükselir, “Yine başın dumanlı kirpiklerin ıslak, gözlerin kanlı kanlı ah
delikanlı!” şarkısı otobüsün her yanında yankılanırdı. Ne keyiflenirdim!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Dönmekten bıkacak hale gelince yolcular ve
Hacı Amca, Gavur Dağı’nın tepesindeki Alman Pınarı görünür, otobüsümüz içindeki
lokantaya yönelince de, Hoparlörden bir ses “Sayın Urfa Cesssur yolcuları,
otobüsünüz yarım saat yemek ve ihtiyaç molası vermiştir” derdi. Yolcular
otobüsten inince önce “ihtiyaçlar”ını giderir sonra da garsonlarca lokantanın
kışsa içine, yazsa bahçede kurulu masalarına buyur edilirdi. Bize ise lokanta
sahibi her şoför, yardımcısı ve misafirlerine yaptığını yapar, yol açar, onlar
için hazırlanmış masanın yerini gösterirdi. İşte o an benim için gezmelerin
nedeni olan şölen başlardı: Yemek!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Gavur Dağı’nda yemek demek kebap demekti;
tike kebabı, balcanlı kebap, frenkli kebap, adana; çorbaların şahı mercimek çorbası
ya da ezo gelin; yanlarında açık ekmek dırnaklı ekmek; içecek buz gibi su,
ayran, şalgam; yeşillikse canının istediği kadar maydanoz, yeşil soğan, acı
yeşil isot, taze nane, kuzukulağı, turp; canın meyve mi istedi yemeğin üzerine,
“Olur ağamm başım üstüne, pınardan bir karpuz kesek!” Yemekler şirketten!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Her seferinde, ben daha Fırat Nehri
kenarında çay içmenin, Gavur Dağı’nda, Pozantı’da yemek yemenin, Seyhan Nehri
kenarında uyumanın; Tekir Yaylası’nı, Toroslar’ı, Konya Bozkırı’nı, Tuz Gölü’nü
seyretmenin; radyoda türkü dinlemenin, Gençlik Parkı’nda dolaşmanın tadına
varamadan gezmelerim sona ererdi. Ancak bir gün geldi ki hepten son buldu! Bir
Ankara dönüşü gün doğumundan az önce, Adana’ya da az biraz kala iki koltuk
üstünde uyuyordum; Hacı Amca da bakmış uykusu geliyor o da otobüsün
direksiyonunda uyumuş!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Uyandığımda asfaltın üzerindeydim! Otobüs
yol kenarında, dört tekerleğini havaya dikmiş boylu boyunca yatıyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">! Üstüme başıma baktım, saçlarımın
arasındaki cam kırıklarını temizledim, Hacı Amca’ya bakındım, bulamadım! Bir
süre sonra muavin alaca karanlığın içinde belirdi; birlikte yolculara yardım
için otobüse girdik. Bir ölü çıkardık bir kaç da yaralı! Kazanın ardından
günler boyu ya uyudum ya da uyurgezer gibi dolaştım ortalıkta, kendime geldiğimde
Hacı Amca şoförlüğü bırakmıştı çoktan! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hacı Amca bir süre evde oturdu sonra
sıkıldı müteahhitlik yaptı sonra ondan da sıkıldı tası tarağı toplayıp Urfa’dan
epey uzaktaki bir sahil kasabasına yerleşti. Kasabada meyve sebze boldu hem çok
hem de neredeyse her mevsim…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Deliler gibi alışveriş yaptı Hacı Amca
çarşı pazardan; bibim pişirdi o yedi bibim pişirdi o yedi; bir yandan da ta
oralardan Urfalar’a laflar yetiştirdi, “Et ele tezze eleee tezze ki! Pendir,
yoğurt lebalep, muzu hevenkle alıyık. Kalhın gelin looo…“ Hacı Amca’nın
haberleri, yanına çağırmaları her yıl sürdü. Her yıl da giden oldu evine
sofrasına. Yine yenildi yenildi yenildi ama gün geldi sesi soluğu kesildi Hacı
Amca’nın, şekeri bu yemelere daha fazla dayanamadı!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; margin-left: 18.0pt; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Urfalıların
tek salatası: Bostana<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hacı amcayı yemek yaparken görmedim. Zaten
yapmasına da gerek yoktu Nasıl olsa bibim vardı; ancak her yemekle değil sadece
yanlarına yakışacak yemeklere bostan yapardı: Bostana Adı üstünde bostanda ne
yetişiyorsa içine o konuluyor demek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 200%; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 200%;">Olgun frenk, taze yeşil acı isot, taze
soğan, maydanoz, nane pirpirim (semizotu) bulunabilirse ekşi nar ya da koruk
suyu… Yeşillikler ince ince doğranacak yaz ise içine buz parçaları(az) atılıp
servis edilecek. Bu arada Hacı Amca içine birkaç tane de urfa’ya antep’e özgü
zeytinlerden doğrardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sögürme için Ağlanır!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hani “Urfalılar patlıcanı pek sever,
patlıcandan yapılan yemeklere pek düşkündür” diye… kardeşim bunların içinde
sögürmeyi bir başka türlü severdi ve rast geldiğinde de “bayram” ederdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir gün yine herkes tam takım Hacı
Amcalar’da... Amcalar, yeğenler, yengeler… Yemekte kardeşimin “sevgilisi”
sögürme var! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kilolarca patlıcan önce çocuklarla fırına
gönderilmiş; gelince de kadınlar kabuklarını soyup tokmakla ezmiş, havanda
dövmüşler; bir kaç diş<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sarımsağı
katmışlar içine, birkaç çimdik de tuz ekmişler. Söğürme tabaklara serilmiş,
üstüne konacak kavrulmuş kuzu kıymasını bekliyor ki üstüne kızdırılmış sadeyağ
gezdirilecek. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">O gün söğürme tabaklara konuldu sofraya
dizildi.ve birden Bibim’in aklına yemeğe gelemeyen bir kardeşi düştü! Hiç
kardeşsiz yemek boğazından geçer mi? Döndü kardeşime, “Hadi kurban, bir tabak
da amcana götür gel” dedi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yer sofrasına oturuldu; erkekler başköşede
sonra kadınlar; çocuklar da araya sıkışmış kimi analarının dizi dibinde kimi de
bizim gibi başının çaresine bakıyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Söğürmeyi büyük bakır sahanlara koymuşlar
ki her biri dört beş kişinin hakkı! Bostanalar da derin çukur kaplarda
sahanların arasında. Sofraya belli aralıklarla yuha ekmekler atılmış, bardak
bardak ayran, su doldurulmuş; bir de yeşil acı isot var istemediğin kadar!
Oturuldu yemeğe ki sögürme kapanın elinde kalıyor! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Büyük bir iştahla yemek yenildi, bitti.
Sofra toparlandı. Erkekler şekerleme için bir kenara çekilmeye hazırlanırken
kardeşim göründü aşağı kapıda, belli ki yıldırım gibi gidip gelmiş soluk
soluğa… Merdivenleri tırmandı, odaya girdi ki söğürmenin yani en sevdiği
yemeğin yerinde yeller esiyor; bir kenara çöktü ağladı, hayatı boyunca da
unutmadı bunu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir de kardeşim babamızın bizi evden
kovmalarını unutmadı. ‘’Kabahat’’ işledik mi cezası evden kovulmaktı en çok
kabahati de o işlerdi!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Her kovulduğumuzda annemin mezarına gidip
kendisini ‘’görsün diye ayakucunda ağlardı; kardeşim çok ağlardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir gün bizimki eve gitmiş… Koşa koşa
geldi; “Abe, mutfakta fındık, fıstık ve meyve vardı; valla hiç birine
dokunmadım! Babam beni mutfakta görünce avuç avuç verdi!” dedi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Babamız yalnızlığa alışık değildi, bir de,
“Çocuklar ortalıkta fazla sürünmesinler” denilince, annemin ölümünden altı ay
sonra uygun bir kısmet arandı ve bulundu. Bir akşam eve gitmemiz istenmedi,
sabahına çağrıldık; sabahlığı içinde bir kadın! Esmer uzun boylu, kara kaşlı
kara gözlü.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Babam gençliğinde Urfa’da kuş beslermiş,
evlendi Nizip’te de besledi yeni evimizde de besledi. Her eve onlarla
gidiyoruz. Kuşlar onun özgürlüğü, uçunca kafeslerden kurtarıyorlar onu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bu kuşların Urfa’daki adı “Yapşan”;
ayakları "tumanlı" ve takla atıyor! Bizde “Siyah Yapşan” da var, “Gök
Yapşan” da “Beyaz Yapşan” da… Babam en çok “Miski”leri, “Kula”ları, “Kürenk” ve
“Musullu”ları seviyor ama kuşlar öylesine pahalı ki her halde maaşının yüklü
bir kısmı onlara gidiyordu ama söz konusu onlar oldu mu akan sular dururdu!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Terasımız kuşlar için çok uygun.
Duvarlarının yüksekliği yüzünden kimseler babamı kuşları uçururken görmüyor; o
da kuş uçurmanın, onları gökyüzünde seyretmenin, seyrederken gözden kaybolacak
kadar yükseklere çıkmalarının keyfini çıkarıyor. Yoksa, “Yaşını başını almış
bir adamın, terasta kuş uçurması ayıp değil mi?” Ayıplayan olursa üvey annem
onların söylenmelerini, kuş uçurmanın inceliğini bilmezliklerine verip, “Anam
hiç kuş uçuran sağı solu görür mü? Onun gözü kuşlarında!” diye paylıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kuşlarımız da öyle güzel uçuyor ki
Ulucami’nin, Karameydan’ın, Yusufpaşa’nın minareleri arasında… Urfa’nın
bulutsuz gökyüzünde gözden kayboluyorlar. Birazdan bir yerlerden takla sesleri
gelmeye başlıyor, “Şak şak” diye… Gözünüzle onları yakaladığınızda yavaş yavaş
takla ata ata terasa inmeye başlıyorlar. İçlerinden birkaçı terasa iniyor ama
bazıları alçalıp alçalıp neredeyse yere konacak haldeyken tekrar takla ata ata
yükseliyor gökyüzüne. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Kuşlarım çok nazarımda! Ayrıca soyları
sopları da belli!” İşte bu laflar çok<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>ama çok önemliydi babam için! Kuşlarından söz ederken gözleri parlar,
kendinden geçerdi. Babamın kuşları iyiydi hoştu kendisinin de neşesi yerindeydi
ama bari bizi rahat bıraksaydı! Yok bırakmazdı. Mutlak ayda bir, terastaki
tahtadan kuşların kafesi yıkılacak, yeniden yapılacak! Peki bundan bize ne? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bizi ilgilendiren tarafı, yıkıma karar
verdi mi, ikimizden birini gözüne kestirir, “Bir tarafa kaybolma, yarın bana
lazımsın!” derdi. Üstelik bu iş mutlak cumartesi ya da pazar günü olur onun ve
bizim tatil günlerimize denk gelir, gün boyu kimi zaman da iki gün sürerdi.
Buna da “Tamam” derdik, başka bir şey deme şansımız var ama demiyoruz gibi! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Babama sadece yardım etsek pek sorun
etmezdik ama bu işin bir de “tahta, çekiç, kerpeten eğitimi”, çiviyi ona
uzatmanın bile bir yolu yordamı vardı!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Çivi ver” deyince öyle pat diye
vermeyeceksin. Bir tane alıp, ucundan tutup baş tarafıyla uzatacaksın! Ya çivi
düzeltme? Bazen kerpetenle bazen de keserle önce çivileri tahtalardan
çıkaracaksın ama mümkün olduğu kadar düzgün yoksa eğri büğrü olanları çekiçle
yerde düzeltmek zorunda kalırsın! Düzeltmeye çalışırdık ama ya çekici
parmaklarımıza vururduk ya da boynumuzun köküne bir tokat gelirdi, “Elee mi
düzeltilir eşşeeekoğlu eşşeeek!” nidasıyla. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yıllar yıllar sonra bir gün bir ustaya
çivi uzatırken, kendimi babamın istediğini “tam” yaparken yakaladım! Şimdi bu
günlerimi görseydi sevinir miydi gurur duyar mıydı benimle, kim bilir?
Bilmiyorum ki! Ancak şunu iyi biliyorum ki babam ‘’iyi’’ bir aslan terbiyecisiydi!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Babam bir zaman geldi, memurluğun “tatlı”
uyuşukluğunu üstünden attı, cesaretlendi, hayatının en büyük “eylem”ini
gerçekleştirdi ve banka kredisiyle Karakoyun Deresi’nin kenarında yepyeni bir
apartman dairesi aldı, üvey annemin de “uğurlu” geldiğine inandı! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Baharda taşındık. Evimiz apartmanın
yedinci katında; dört odası var iki de geniş balkonu. Balkondan, Bediüzaman
Mezarlığı görünüyor! Her çıktığımızda balkona, annem bize bakıyor biz annemize!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Evin babama göre en önemli özelliği
dairenin kapısından çıkıyorsun önünde bir daire büyüklüğünde teras var! Bütün
Urfa ayağınızın altında… Babam daha taşınmadan kuşları için terasta betondan
bir oda yaptırdı, biz de çekiç, çivi, keser, kerpeten eğitiminden temelli
kurtulduk! Bundan iyisi can sağlığı? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yaşamımızın bütün yönü bu yeni ev ile
birlikte değişti. Eski arkadaşlar eski mahallede kaldı. Yeni apartmanda yeni
arkadaşlar edindik. Karakoyun Deresi kenarında neredeyse bir futbol sahası
kadar büyük bir arsa da top sahamız oldu. Evde kardeşimle bana büyük bir oda
verildi, penceresinden de bütün Urfa manzarasının yanı sıra okulumuz görünüyor.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Evin en büyük lüksü bize göre hemen yanı
başımızdaki iki yazlık sinema bir de top sahasıydı. Balkona ya da terasa
çıkınca sinemaların locasında oturur gibi oturur, sahaya inince de kendimizi
gerçek bir top sahasında sanırdık.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir hafta boyunca her akşam iki Türk filmi
oynardı sinemalarımızda; etti mi sana dört film! Emel Sayın filmlerde sürekli
şarkı söyler, Tarık Akan onun sevgilisi; Cüneyt Arkın, Malkoçoğlu rolünde akın
üzerine akın tazelerdi “gavur” ellerine; Yılmaz Güney kabadayı olur, sağa sola
ateş eder ve filmin sonunda ölürdü; Türkan Şoray ise filmlerden öyle güzel
bakardı ki insana… <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yalnız balkonumuz her akşam tıklım tıklım
olur, akrabadan konu komşudan geçilmezdi. Çay kahve yapmaktan, su taşımaktan
bitap düşerdik bütün gece boyu. Bazen de gecenin bir vakti misafirlerimizin içi
ezilir; üvey annem ya yağlı kifte yapardı çarçabuk ya da çayın yanına
Urfallılar’ın tuzlusu külünçe çıkarırdı!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bazı geceler sinemalarda halk müziği
konserleri olurdu. Sinemada artık adım atacak yer kalmaz, bakarlardı ki yapacak
bir şey yok duvarlar serbest olurdu, herkes üstünde! Önce uvertürler çıkardı
sahneye sonra solistler sonra da assolist! İbrahim Tatlıses diye bir genç vardı
biz yaşlarda, onu dinlerken bütün sinema, “Hee baboo ağzıya sağlık” sesleri ve
alkışlarla yıkılırdı!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Top sahamız Karakoyun Deresi yanında ya
onun için her gün topla cebelleşirdik!İlk yaptığımız maçlarda top sürekli
dereye kaçıyor ve tabii her seferinde birimiz topla birlikte dereye inip suya
çamura bulanmış halde eğlencemizi yukarıya çıkarıyoruz. Oysa binlerce yıldır
bizim “zararsız” dediğimiz dere, neredeyse her yüz yılda bir öyle bir gelirmiş
ki; her geldiğinde binlerce kişiyi önüne katıp götürürmüş. İmparatorlar mı
kalkıp gelmemiş İstanbul’dan onu ıslah etmeye, krallaryasaklar koymamış ama baş
edilememiş hırçınlığıyla. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir zamanlar çevresinde yapılaşmanın yasak
olduğu Karakoyun Deresi’nin kenarında biz şimdi top oynuyorduk. Kralımız duysa
kim bilir bize ne kızardı? Belki de kızmazdı çünkü kardeşim orada “futbolcu”
oldu. Futbola hep benden daha yatkındı; o günler boy da attı üstelik, artık ona
her fırsatta “zart zurt” edemiyordum. Ben de “bari başka türlü terbiye edeyim”
deyip herhal, temmuz sıcağında derenin kenarındaki top sahamıza indiriyordum ki
“antrenman yapsın, sol ayağını çalıştırsın.” Sonunda idmanlar faydasını
gösterdi kardeşim her geçen gün daha güzel vurdu topa ve bir “sol ayak”
kazandı! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Başka takımlarla büyük sahalarda iddialı
maçlar aldık ve takım için mahalleden yeni arkadaşlar bulduk. Hepsi de iyi
futbolcular. İçlerinde en kötüsü benim ama başlarından atamadıklarından beni
kaleye koyuyorlar. Bazen günümde oluyorum kaleden çıkıp ileri uçta oynuyorum.
Oynamak dedimse gidip bekliyorum öylece, top ayağıma denk gelirse gol atıyorum.
Kardeşimse her geçen gün daha iyi futbolcu oldu ve gün geldi Urfaspor Genç
Takımı’nın seçmelerini kazanıp takıma girdi sonrasında da A takımına sonra
Konya sonra İstanbul Tophane Tayfur ve Beşiktaş!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yeni arkadaşlarımız Hallo, Ahmo ve Naco.
Hallo bağlama çalıyor müthiş; Ahmo top oynuyor müthiş; Naco ise elini kulağına
götürüp de hoyrata başlayınca yedi mahalle başımıza toplanıyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Daha içkiyi bilmiyoruz ama hevesleniyoruz
bir yandan da! Birinin evi boşaldı mı, “Hadi içelim bu akşam!” diyoruz. Hallo
et sote yapıyor ana yemek olarak, mezemiz de cacık, bir kaç domates, hıyar, bir
de pendir! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir şişe şarap alıp beş kişi paylaşıyoruz;
baktık yetmedi bir şişe daha... Kimimiz hemen kafayı bulup olduğu yere
yığılıyor kimimiz ise sağı solu toparlıyordu yakalanmayalım diye. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Arkadaşlarımızla Urfa’yı dolanıp duruyoruz
ama en çok, gelip gelip askeri kantinin yarım metre yüksekliğindeki duvarında
oturmayı seviyoruz. Diziliyoruz üstüne, bazı günler bütün zamanımız orada
geçiyor. Babam duvarın üstünde oturuşumuzu, “abdesthane ibrikleri”nin
dizilişine benzetiyor. Ancak duvarımız öyle stratejik bir yerde ki! Urfa’nın
işgalinde, Fransızlar’ın karargah olarak kullandığı, her tarafı mermilerle
delik deşik edilmiş iki adım önümüzdeki tarihi binadan gözler gibi kim geliyor
kim gidiyor biliyoruz. Bizden başka da “genç” yok ortalıkta.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">En çok, Kırkmendil’in önümüzden geçişini
seyre dalıyoruz. Urfalılar ona bu adı, her gün yeni bir şey giydiği, üstelik
rengarenk giyindiği için takmışlar. Onu her gördüğümüzde, hemşerilerimizin
lakap uydurmadaki başarılarına şapka çıkarıyoruz. Ancak ya boynuna bağladığı
eşarba bir şey diyoruz kendi aramızda fısır fısır ya da eteğinin rengine bir
kusur buluyoruz. Zaten bizim dengimiz değil ablamız sayılır kim bilir belki de
teyzemiz!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Diğer kızların ise kimisi bir
arkadaşımızın yakını, bir başkası mahallemizin kızı bir başkası ise bize yüz
vermiyor. Zaten içimizdeki en yakışıklılar, eli yüzü düzgünler ağzı laf
yapanlar boş durmuyor, arayışları var! Hele ki kardeşim, Hallo ve Naco söz
konusu olunca... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Bir şey çevirdikleri belli ama ne?”
Anlamak mümkün değil! Kendi aralarında fısıldaşıp, uzun süreli ortadan
kayboluyorlar ve bir gün geliyor ki çevirdikleri dolaplar bana kadar ulaşıyor,
yardıma ihtiyaçları var!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Bize bir boş ev lazım!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Ne yapacaksınız evi?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Parti vereceğiz!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Parti ne demek?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Kız arkadaşlar geliyor, dans ediyorsun!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Kız arkadaş ne demek?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Sevgili!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Sizin sevgiliniz mi oldu?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Evet yeni oldu!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Benim niye haberim yok?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“………………”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Bana da kız ayarlarsanız olur!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Anlaşıyoruz. Ancak önce boş bir ev
ayarlamak lazım, bu “umut” tartışılıyor sonra da gerçekleşme olasılığı en
yüksek ev, içten ve dıştan gözetim altında tutuluyor. Ardında da malzemelere
geliyor sıra!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Bir kere pikap ve plak bulmak şart.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Niye?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Yoksa dans edilmez, edilmezse de kızlara
yaklaşılmaz.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“………………”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bu görevi yerine getirebilecek bir kişi
belirleniyor ve pikabın getirilmesi, başına bir kaza gelmeden kullanılması ve
sonunda sahibine götürülüp iade edilmesi görevi, ona veriliyor. Sonra
istihbarat faaliyeti başlıyor ki buna herkes katılıyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Analığım belki bu hafta anasına gider.
Giderse akşama zor döner. O zaman bizde yaparız partiyi!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Dur bakalım belki ablam kabul gününe
gider. Evi ayarlarım ama en çok eniştemden korkuyorum bazı günler eve erken
geliyor.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Oğlum kızlara erkenden haber vermek
lazım. Evden nasıl çıkacaklar? Anaları babaları yok mu?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Ulan ne anası babası, ne karıştırıyorsun
onları! Sen evi ayarla, gerisini biz hallederiz.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Birkaç kez, ayarlanan evlerde parti
yapıldı ama benim için ne gelen vardı ne de giden? Ben de parti düzenlemelerine
olan yardımımı ya kestim ya da işi ağırdan almaya başladım. Sonunda bir gün
biri gelip, “müjde”yi verdi, bana da bir kız bulunmuş! Ancak bir şartla, kız
gelecek beni partide görecek, eğer beğenirse sonrası için haber verecek!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kız geldi. Biraz ufak tefek ama olsun. Ben
onu beğendim! O beni beğenecek mi? “Onu da haftaya göreceğiz” diye düşünüp
beklemeye başladım. Yalnız arkadaşlarım, “İyi de hafta dedikse hemen haftaya
değil. Nerde öyle hemen kolay ev ayarlamak!” diye de yüreğime not düştü! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sonunda bir hafta dediğimiz süre bir aya
çıktı ve benim de bir kız arkadaşım oldu. Gerçi dans etmeye çalışırken el kol,
boy pos ayarlaması konusunda biraz zorlanıyorum ama hiç olmazsa ayağına
basmıyorum. Bizim “ayılar” doğru düzgün dans etmesini dahi bilmiyorlar! Zaten
dertleri de dans etmek değil...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sabahları okul için çocuklar zor kalkar
ama biz neredeyse sürünerek kalkardık yataktan. Hatta yatağın keyfini biraz
abartır, penceremizden kapısı görünen okula son giren öğrenciler olurduk.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">O yıl kardeşim orta okulun ikisine ben
üçüne başladım. Başladım ama ne başlamak! İlk gün teneffüse çıktık. Orta katta
sınıfım... Tam merdivenlerin başına geldim ki üst kattan bir kız iniyor, etrafı
da bir sürü kızla çevrilmiş. Çevrilmiş ne demek halelenmiş! Kız bir yandan
konuşuyor bir yandan öyle güzel gülüyor öyle güzel gülüyor, gülümsüyor ki
“sankim melek!” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bizimkilere benzemiyor bu, farklı; belli
ki bir yerlerden gelmiş Urfa’ya... Bir kere dal gibi ince, bizimkiler etli
butlu olur; eli ayağı beyaz bunun, bizimkiler esmer ev ekmeği gibidir; gözleri
yeşil bu kızın, “Anzılha’nın suları gibi”, bizimkilerin gözleri zeytun habbesi
gibi olur ya ufak ya büyük ya kahverengi ya da kara!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Çarpıldım! Kız anında “cigerim” oldu! Bu
arada okulda bu “ciger” muhabbeti çok yaygın olduğundan hatta bazı
arkadaşlarımız öylesine uzaktan uzaktan herkesi “ciger” niyetine
sevdiklerinden, haplarını atıp kafayı bulduklarından, göğüslerini jiletle
parçaladıklarından ve bunu bir “övünç” meselesi yaptıklarından, sonunda benim
de bir “ciger”imin olmasından sonsuz mutluluk duydum ama kimselere söylemedim
varlığını, kendime sakladım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">O gün derslerin sonunu, her teneffüste onu
görmeme rağmen zar zor getirdim. Zil çalınca koştum okul kapısına, bekledim.
Çıktı, karşı caddeye geçti, sola döndü birkaç adımdan sonra da sağa…<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Karakoyun Deresi’nin üstündeki tarihi köprüye
doğru ağır ağır tek başına yürüdü ve bizim mahalleye yöneldi. O an mahalle
değil sanki bütün Urfa benim oldu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kız köprünün sonunda askeri kantine
uğradı, ben de fırsattan istifade gelip her zaman oturduğumuz duvarımıza
yığıldım. Bir daha da yerimden kalkamadım. Çıktı sonunda kantinden, yürümeye
başladı dosdoğru evine, arkasında da nerdeyse okulun bütün erkekleri… Yürüdü
yürüdü tam gözden kaybolacakken bir apartmandan içeriye girdi, duvarın üstünden
kalkmazsam tam karşımdaki apartman, ufuk çizgim oldu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Artık boş zamanlarda da dolu zamanlarda da
hep duvarın üstündeyim. Oturuyordum ama kalkamıyordum yerimden. Bazen de
evimizin terasından kuşbakışı geçeceği yolu gözetliyordum. Şansım yaver giderse
birden yolda beliriveriyor ya kantine gidip hemen geri dönüyor ya da kim bilir
nereye? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Benim için danslı partiler, kız arkadaş
dönemi bitti. Kendimi eve kapayıp, boş zamanlarımda şiirler yazdım defterler
dolusu… Bazı günler üvey annem kız kardeşlerimi alıp kabul gününe giderse, ev
bana kalırdı ya düş kurardım ya da pencereden başımı alamaz yol mahkumu
olurdum!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Aşıktım! Hem de deliler gibi... Lakin
aşkın tadını çıkaramıyordum ki! Evdeki duygusal ve de melankolik saatlerim
fazla uzun sürmüyordu. Nedeni de ne biliyor musunuz? Urfalılar’ın fırında yemek
pişirtmek ve fırından ekmek almak sevdası! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Üvey annem kız kardeşimi alıp öğlenden
sonraları, “kabul günleri”ne ya da konu komşuya giderdi. Dönünce de çoğunlukla
yemek yapmaya vakti olmadığından hemen önüne bir alimünyum tepsi çeker,
patlıcanları yığar tezgaha ve başlardı üç parmak kalınlığında doğramaya sonra
da yarım kiloluk kuzu kıymasından (bizim ailenin yemeklik et miktarı hep yarım
kilo kaldı) ceviz büyüklüğünde parçalar koparır, bir patlıcan bir et dizerdi
tepsiye… <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Dıştan başladığı dizme işi sonunda
tepsinin ortasında sonlanır ve odamın kapısını vurup, “Tepsi kebabı hazırladım
hadi fırına götür, akşam da alırsan yeriz lee!” derdi ve ardından da eklerdi,
“Evde heç ekmek de kalmamış dört tene de açık ekmek al!” Bu laflar benim deliye
dönmem için yeterdi de artardı bile.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Evdeki tek erkek bendim her zaman, bizimki
kim bilir hangi sahada top peşinde olurdu o saatlerde! Yapacak bir şey yok,
“Hayır!” desem, akşama babam bunun hesabını sormayacak mı, “Tepsi niye fırına
götürülmedi? Evde tezze ekmek niye yok?” demeyecek mi? Çaresiz, “Peki!” derdim.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Evden çıkar tarihi binanın delik deşik
olmuş duvarının dibinden yokuşu tırmanırdım. Tam binayı dönecekken en korktuğum
yere geldiğimi anımsayıp başlardım dua etmeye, “Allah’ım ne olur Allahım; güzel
Allahım balkonda olmasın, ne olur olmasın!” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Aşacağım sokak o kadar uzundu ki, korkudan
rengim atar, her yanımı ter basardı. Kafam, tepsi kebabının sarıldığı gazete
kağıtlarına gömülü, neredeyse koşar adımlarla hızla sokağı geçip fırına doğru
sola dönerdim; dönerken de kafamı kaldırmadan göz ucuyla “cigerim”in
balkonlarına bir göz atardım, ki orada yoksa dünyalar benim olurdu!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Fırında bir tehlike yok çünkü onlar
yabancı; bizim gibi sabah akşam tepsi kebabı, ölü balcan, çömlek, kıymalı,
pendirli ekmek yemiyorlar ki! Yemeyince pişirtmiyorlar ki karşılaşalım! Her
sabah fırından dırnaklı (tırnakla şekil verilenekmek ya da küncülü ekmek (susamlı);
her öğlen ve de akşam, yemeğine göre ya açık ya da dırnaklı ekmek almıyorlar ki
onlar “somun ekmek” yiyor, karşılaşmamız imkansız!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Müjgan’ın sadece adı kalmıştı aklımda,
zaten o “Çocukluk aşkıydı!” Peki gerçek aşk? Hiç başıma gelmemişti ki nereden
bileyim? Tek bildiğim, bizim ailede ortanca amcamdan sonra şimdi en büyük
ikinci aşığın ben olduğumdu! Ya sonum onunkine benzerse? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Amcam, 40’ların sonuna doğru gelindiğinde
yakışıklı bir Urfa delikanlısıymış. Kendi halindeymiş sessiz, sedasız... Hiç
arkadaşı yokmuş! Bütün eğlencesi hafta sonunda Anzılha’ya gidip çay içerek
etrafı seyretmek, akşam üzeri de Harrahman’da yüzmekmiş. Amcam bu alışkanlığını
neredeyse karakışta da sürdürürmüş. İyi yüzücüymüş amcam. Hani demiştik ya
“biraz inatmış!” Allah vere bir şeye, “Evet” ya da “Hayır!” desin bir daha geri
dönmezmiş sözünden; bu yüzden babamdan sık sık dayak yediğini de belirtmiştik
ama nafile kalmış bu çabalar, “kusur” kalmış üstünde, hiç vazgeçmemiş
inadından!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Amcam dedemin yanında erken yaşta çırak
olarak çalışmaya başladığından ve neredeyse bütün işleri olağanüstü bir çabayla
ve çabuk yaptığından, dükkanın demirbaşıymış. Okula göndermemişler, o da okur
yazar olamamış. Ancak amcam okulu severmiş.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Öğlenden sonraları dükkandaki işini erken
bitirir, üstünü başını silkeler, bir koşu Gümrük Hanı’na gider, hanın
ortasından akan Harrahman suyunda elini yüzünü yıkar, saçlarını da kemik
tarağıyla horozlu aynasına bakıp taradı mı soluğu hemen dükkanlarının yanındaki
Mithatpaşa Mektebi’nde alırmış.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Amcam okula, Sara’yı görmeye gidermiş.
Okul önünde öğrencilerin gün sonu telaşını izler, kuşlar gibi cıvıldaşan kendi
yaşıtlarına gıpta ile bakarmış ama onun aklı fikri Sara’daymış. Sara kapıda
göründü mü onu bir telaş alır, yüzü utançtan kıpkırmızı kesilirmiş. Derken Sara
arkadaşlarıyla vedalaşır ve evine giden yola sapar, amcam da Sara’yı usulca
Çakeri Mahallesi’ne kadar takip eder, kapılarından geri dönermiş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sara bir Yahudi kızıymış, beyaz tenli ve
kumral; yaşıtlarına göre de biraz fazla gelişmiş! Sara çok güzel bir kızmış
çok! Onun için okul önünde kavgalar çıkar sopalar çıkarılır, bazen de bıçaklar
çekilir, gençler birbirlerine girermiş! Sara bütün bu olup bitenlere aldırmaz,
evinden okula nasıl sessiz sedasız geldiyse yine öyle geri dönermiş. Sara, amcamın
kendisini usulca takip ettiğini bilir, diğerlerinin şamatasına ise gülüp
geçermiş. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sara’nın ailesi ve akrabaları Urfa’nın
hatırı sayılır zenginlerindenmiş. Kentin hem ticaret hayatında hem de nüfus
yoğunluğu içinde yüzyıllardır önemli bir yere sahip olan Yahudiler, 40’lı
yılların sonuna gelindiğinde ticaret yaşamında yine etkinmiş. O zamanki
cemaatleri de 40, 50 aileye yakınmış.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sayıları her geçen gün azalan bu Yahudi
ailelerinden birinin büyük kızı olan Sara’nın, üç de erkek kardeşi varmış. Sara
okul dönüşünde daha önlüğünü çıkarmaya fırsat bulamadan küçük kardeşleri
tarafından kendileriyle oynasın diye eteğinden çekiştirilir, o da onları
kıramaz, oyunlarına katılırmış. Onlarla çelik çomak, kör ebe ya da saklambaç
oynar bazen de o güne kadar kentte “eşi menendi görülmemiş” bir şey olan
Urfalılar’ın bazen “cansız at” bazen de “velespit” dedikleri bisiklete
binmelerine yardımcı olurmuş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">47 yılı ocağın son günü, Urfa’da yüzlerce
yıldır süren Müslüman-Yahudi birlikteliği bir katliamla son bulmuş. Çakeri
Mahallesi’nde Yahudiler’in oturduğu bir evde, 65 yaşındaki Semha ile 17
yaşındaki Yakov, 42 yaşındaki İshak ile 40 yaşında, 6 aylık hamile karısı
Mazel, 15 yaşındaki Yosef, 8 yaşındaki Ester ve 6 yaşındaki Raşel gözleri
oyularak, parmakları kesilerek öldürülmüş. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bu katliam sonrası Urfa’da sosyal yaşam
alt üst olmuş. O günden sonra Yahudiler evlerine çekilmiş, dükkanlarını açmamış
ve işe gitmemiş. Aylarca katliamın, kimlerce ve niçin yapıldığı konuşulmuş. Bir
sürü laf üretilmiş, dillendirilmiş. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Müslümanlara göre Yahudiler’den biri
Müslüman olmuştu ve bunun üzerine Yahudiler kutsal kitaplarının emrettiği gibi
dininden dönenin ailesini katletmişti; Yahudiler’e göre ise Müslümanlar’ın
işiydi!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kentte süren adli soruşturma sonucu,
Urfalı Yahudiler’in önde gelenleri başta olmak üzere bir sürü insan gözaltına
alınmış, ardından da tutuklanmış. Adli süreç aylarca sürmüş; tutuklular ve
davaları Malatya’ya nakledilmiş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Olanlar olmuş bir kez ve Urfa’da çeşitli
zamanlarda çeşitli “badireler” atlatan, 2. Dünya Savaşı’ndan kurtulan
Yahudiler, Urfa’yı terk etmeye karar vermiş. Ailelerin çoğu yeni kurulan
İsrail’e göç etmiş bir kısmı da İstanbul, İzmir gibi büyük kentlere dağılmış.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Amcam Sara’nın ardından deliye dönmüş!
Artık okulların yanından bile geçemiyor, Çakeri adını bile duymak istemiyormuş,
yalnız arada bir “Sara!” dediği işitilmiş, bir de nenemden o çok sevdiği Yahudi
kiftesini yeniden yeniden yapmasını ister olmuş!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">O günden o uğursuz geceden sonra amcam bir
daha hiç düzelmemiş gittikçe daha da içine kapanmış, zaten pek konuşmazmış
şimdi hiç ağzını açmaz olmuş. Bizimkiler çareyi amcamı askere göndermekte
bulmuş, “Gelince de nasıl olsa evlendirir baş göz ederiz” diye düşünmüşler.
Öyle de olmuş! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Amcam Sara’yı bir daha hiç görmedi.
Evlendi, çocukları oldu ve gün geldi ilk kalp krizinde hayatını kaybetti. Bense
İstanbul’da bir tesadüf sonucu Sara’nın hayatta kalmış akrabalarının evinde on
yıllardan beri saklanan kabak oyacağı ile oyulmuş dolmalar yedim, türlü türlü
yemekler tattım. Evin en yaşlısı ogünlerin Urfası’nı ve yaşadıklarını
anlatırken, söze, “Evimiz hestexananın yanındaydı” diye başladı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>“Yahudi kiftesi et suyuyla Yapılsa daha
Hoştur!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yahudi kiftesi yapmayı Nenem’den sonra
bibim sürdürdü; ancak her zaman değil! İsteyen olursa! O isteyen de her zaman ben
oldum.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bu bir Yahudi yemeği ama Urfalı
Yahudilerin! Hemşerilerimden kala kala bir tek bu yemek kalmış<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>şimdilere!!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yahudi kiftesi müthiş lezzetlidir tıpkı
diğer Urfa yemekleri gibi… Ana malzemesi tabii ki bulgur ama bulgur birbirini
tutsun kifte “perk(kuvvetli) olsun” diye çiriş (yarmanın çekilmiş hali) ana
malzeme hatta olmazsa olmazı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 7.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 7.5pt;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bibimle bir araya
geldiğimizde bazen ben istemeden Yahudi kiftesi hazırlığının yapıldığını
görürüm. Çünkü çiriş suya yatırılmıştır, “Dıbıklansın” diye. Yani helmelensin,
çözülsün tutkal gibi olsun ki Yahudi kiftesinin kiftesi yoğrula.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 7.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 7.5pt;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kiftenin önce içi
hazırlanıyor: Kuzu kıyması, kuru soğan, kuru isot, karabiber, tarçın, maydanoz
ve tuz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 7.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 7.5pt;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sıra kiftenin
yoğrulmasında: 2 pay çirişse bir pay bulgur, hadi bilemedin 1.5 pay; az kuru
isot “renk versin” diye, karabiber, tarçın ve tuz.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 7.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 7.5pt;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Harç karıştırılıyor ve
bir kenarda bekletiliyor; kifte yoğrulup bitince bu sefer ceviz büyüklüğünde
koparılan kifteler el ayasında açılıp içine iç malzemeden bir miktar ekleniyor,
bir büyük zeytin kadar, ardından bir uç diğer ucun üstüne kapatılıyor. Tıpkı d
harfi gibi! Küçük bir d harfi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 7.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 7.5pt;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yahudi kiftesi salçalı
suda haşlanıyor ama diyor ki bibim, “Et suyu olsa hatta az biraz içinde nohut
olsa, daha hoştur.”<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Kifteleri suyun
içinde epeyce fokurdatmak gerekiyor, “adam akıllı” yani. Pişmesi, suyun üstüne
çıkmalarından belli!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 7.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 7.5pt;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yahudi kiftesini
yoğurt/sarımsak dökerek yiyen varmış ama bizim ailede buna rastlamadım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: 7.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 7.5pt;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Her olağanüstü durumda
sınıfta kalıyorum ya yine kaldım ve ciğerim ve kardeşim gelip beni yakaladı,
babam da benden umudu kesti… Lise de evden epey uzaklara taşındı. Okula
ayaklarımı sürüye sürüye gidip gelir oldum!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Okul yeni ve güzel. Benim akıl ise bir
gidip bir geliyor. Her şeye karşı çıkıp tersleniyor önüme gelenle kavga
ediyorum. Sınıfta dalaşmadığım kimse kalmadı sonunda Kürt bir çocuğu<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>birini kızdırıp çocuğun “dört yüz dört”
diyememesiyle alay edip yüzüne karşı “dürt yüz dürt” dedim dayağı yedim. Beni
iki kolumdan tuttuğum gibi kaldırıp kara tahtaya çarptı;<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yerden kalkınca sol elimle bir yumruk
salladım, çocuk yerine cama rast geldi! Üç dikiş atıldı, babam ses etmedi!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Aradan bir zaman geçti geçmedi sınıfta
yine bir çocuğa bulaştım! “Dışarıda görüşürüz!” dedi, aldırmadım. Birkaç ders
sonrasında da unuttum gitti. Okul dağıldı. Öbek öbek dışarıya çıktık Hem
yürüyüp hem de arkadaşlarla, laflıyoruz. Dalmışım, kim bilir nerelere! Omzuma
bir el dokundu, döndüm. Suratımda bir yumruk patladı; Tomiks’teki Teksas’taki
yıldızları hayal sanırdım gerçek oldu; daireler içinde yıldızlar uçuştu uçuştu kendime
geldiğimde sedyesindeydim. Babama, “Çene kırık!” dedi doktor ve ekledi, “Hemen
Ankara’ya, Gülhane’ye gitmesi lazım.”<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Akşam üstü bindik otobüse, Ankara on yedi
on sekiz saat, git git bitmez; bittiğinde de yarı baygın indim gara...
Gülhane’de “tabip yüzbaşı” oturttu beni bir koltuğa, erler elimi kolumu
bağladı. Yüzbaşının elinde çelik teller, başladı bir diş kökümden geçirip
öbüründen çıkarmaya. Her dişi tek tek çelik tellerle sardı, uçlarını birbirine
düğümledi, yukarıya kaldırdı. Üst çenem bitti. Alt çenemden başladı, sıra
kırığa geldi eh biraz ‘’fazlaca’’ ağrıdı ve sonunda alt ve üst çenemdeki
dişleri lastiklerle birbirine raptetti ve “Aferin sana! Bu masadan bayılmadan
kalkan asker olmadı” diye de ekledi. Sonradan öğrendim ki askerlerin çenelerinde
benim gibi yumruk değil dipçik patlarmış!!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Ne ise bindik otobüse akşamında Urfa’ya
döndük. Raporum okula verildi bir süre izinli sayıldım. Çenem bir buçuk ay
bağlı kaldı. Bir cam boru aldım eczaneden; bisküviyi ezip sütle karıştırdım v
sütü boru yardımıyla içtim! arada da sulu yemeklerin suyundan verdiler taze
fasulyeden, bakladan… Zaten Urfa’da kaç tane sulu yemek var ki? <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Tam bir deri bir kemik kalmışken yeniden
Ankara’nın yolu göründü. Cebime babam, amcalarım, harçlık koydu ki iyi paraydı.
Tek başıma otobüse binip Ankara Gülhane’ye gittim çelik dikişlerimi aldırdım!
Aldırdım da çenem bir parmak kalınlığında açılıyor. “Kireçlenme var” dedi tabip
yüzbaşı, egzersiz verdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Akrabaların evine koşup, o günün kısmeti
et köftesinin köftesini, ufalayıp ufalayıp dişlerimin arasından ağzıma tıktım!
Küçülen midemin nefsini körelttikten sonra başladım çene egzersizine: Aç kapa
aç kapa!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Birkaç gün geçti geçmedi sonunda bitim
kanlandı, Ankara’yı gezmeye çıktım, param da var ya! Ankara’nın neresi gezilir?
Bir yerini biliyordum oraya gittim: Gençlik Parkı’na!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Gölün kıyısına oturup yeşil sularına
baktım, susuz fıskiyeyi seyrettim, ağaçların altında dolaştım ve gele gele
lunaparka geldim. Öğlen vakti, ortalıkta<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>pek kimse yok.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">ama biraz ileride bir masa var, etrafında
birkaç adam… Yanaştım.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Masanın üstünde çivilerle ayrılmış
rengarenk bir daire var, adamın biri ha bire döndürüyor. Masanın kenarda da
lastikten bir ucu sivri bir işaret var. Adam döndürüyor daireyi, yuvarlak
dönüyor dönüyor sonra lastik işaret bir numarada duruyor. Yan masada da
ortadaki yuvarlakta olan numaralar ve renkler var. Parayı koyuyorsun o
renklere, senin rengin gelince kazanıyorsun!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Biraz seyrettim baktım para koyan adamlar
ha bire kazanıyor, ben de para koydum, kazandım! Bir daha koydum, yine
kazandım. Sonra biraz kaybettim, yine kazandım. Daireyi döndüren adam “Bu sefer
bir basan, iki misli alacak” dedi, bahisleri yükseltti. Yine para koydum,
kazandım. Hırslandım, biraz daha fazla para koydum, bu kez kaybettim. Adam yine
bahisleri yükseltti, son paramı koydum tahtaya ve tabii kaybettim!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bütün param gitmiş harçlığım bitmişti!
Başladım ağlamaya; adamlara yalvardım, “durumumu” anlattım, bir daha anlattım
bir daha yalvardım, bir daha ağladım sonunda acıyıp halime kaybettiklerimin bir
kısmını geri verdiler. Bir ay kalacağım Ankara’dan on günde döndüm.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bu arada çenemi kıran ceza aldı bir süre
sonra da cezaevinde öldürdüler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Artık büyüdüm!” kararını verdiğimde,
birinci sınıfı tekrarlayıp, son “çift dikiş”i ince ince teyelliyordum yine…
Birden bir “ağırlık” kendiliğinden gelip üstüme yapıştı! Artık kimseyle kavga
etmiyordum! Daha çok dinleyip daha az itiraz ediyordum daha çok sevip daha az
nefret ediyordum ve daha çok düşünüyordum; büyüdüğümü böyle karar verdim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">!Sınıf kalabalıktı. “Kıdemliyim” ama
gönlümce oturacağım doğru dürüst bir sıra yoktu; ben de gittim okul demirbaşı
olan bir sandalye buldum deri kaplı; getirdim en arka sıraların arasına koydum.
Bir iki gün oturdum, ardından sınıftakiler söylenir oldu. Fazla “imtiyazlı”
olmuştum! Sınıf hocamız edebiyatçı İzzet Hoca “Profesör’ün sandalyesi yerinde
duracak kimse dokunmayacak” dedi ondan sonra rahat ettim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Dersler iyi, en çok edebiyatı seviyorum;
İzzet Hoca’nın her söylediği her örneklediği veciz laf kulağımda yer ediyor.
“İnsanın bir dostu az, iki dostu fazladır” diyor ki, “Çok doğru” diyorum
içimden. Kompozisyon sınavlarından sürekli on üzerinden “on” alıyorum. Hoca
sınıfta “En güzel kağıt” diye okuyor yazdıklarımı… Okulda sınıflar arası
münazaralar yapılıyor kimi zaman “Kalem kılıçtan keskindir!” tarafında olup
kalemi kimi zaman da “Kılıç kalemi keser!” olup kılıcı savunuyorum. Hep
kazanıyoruz!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Boş zamanlarımın büyük kısmını halk
kütüphanesinde geçiriyorum… Zola’nın Nanası’yla, Tolstoy’un Anna Karaninası’yla
orada tanışıyorum, bazen de eve Jack London’ın Vahşetin Çağrısı’yla geliyorum
ki keyfime diyecek yok!<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Eski evimizde otururken bizden büyük bir
ağabeyimiz vardı… Ankara’da ODTÜ’de okurdu. Urfa’ya geldiğinde bize sokak
arasında ODTÜ’yü; en çok da uçsuz bucaksız okul arazisinde beyaz bir ata binen;
üniversitenin öğrencisi olmamasına rağmen okul içinde elini kolunu sallayarak
dolaşan; polisle kavga eden ve bir türlü yakalanamayan ve zapt edilemeyen Deniz
Gezmiş diye birinden söz ederdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sözünü ettiği Deniz Gezmiş’i bir süre
sonra bütün Türkiye konuşur olmuştu!!Deniz her geçen gün yeni bir “olay”ın
içinde, bir gün bir bankanın soyulmasında bir başka gün ise birkaç
Amerikalı’nın kaçırılmasında adı geçiyor ama bir türlü yakalanamıyordu; tıpkı
ODTÜ’lünün dediği gibi. Hatta Urfa’ya bile geldiğinden söz ediliyor! Okuldaki
herkes hayran Deniz’e adı dillerden düşmüyor. Artık bir efsane o! Bir örgütü
varmış adı Dev-Genç, katılmak istiyoruz ama nerede olduğunu nasıl
katılacağımızı bilmiyoruz. Okul çalkalanıyor heyecandan… Bir de Mahir Çayan
diye birinden ve arkadaşlarından söz ediliyor ama onları pek kimse “tutmuyor!” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hiç kaçırmadan öğlen haberlerini dinlerdi
babam şimdi de benim kulağım radyoda. Her gün Denizler’in, Mahirler’in yeni bir
eylemini öğreniyorum: Deniz Gezmiş, Ankara’da İşbankası Emek Şubesi’ni soydu.
Deniz Gezmiş, Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört eri kaçırdı. Mahir
Çayan ve arkadaşları, İsrail’in İstanbul Başkonsolosu’nu kaçırdı. Çayan
cezaevinden kaçtı! Devrimciler sürekli “eylem” koyuyor!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Her radyo dinleyişinde ya da gazete
okuduktan sonra “Memleket çok karışık bunun sonu iyi değil” derdi babam ve bir
12 mart günü, “Askerler muhtıra verdik diyorlar ama bunun adı darbe!” deyip,
birlikte yaşadığımız ikinci darbeyi de yorumladı. Darbenin üstünden birkaç gün
geçmemişti ki Deniz, Gemerek’te yakalandı, benim de keyfim kaçtı; Deniz
yakalanmaz sanıyordum!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Birkaç ay sonra hamile olan üvey annem bir
kız doğurdu. Kardeşime isim koyma hakkını bana verdiler ben de “Deniz!” dedim
adına. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Teyzemlerden uzun zaman haber alamadık…
Babam bir gün bir mektup getirdi, bankaya gelmiş. Açtık okuduk, iki teyzem
kızı, iki de arkadaşları, Urfa’ya bizi görmeye ve gezmeye gelmek istiyor. Hemen
cevap yazıldı ki, “Memnuniyetle… Başımız üstüne... Bekliyoruz…”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Geldiler nisan sonuna doğru… Dört kız!
Sarıldık kuzenlerle birbirimize hasret giderdik, konuştuk konuştuk… Annemden… Teyzemden…
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">İstanbul’u anlattılar uzun uzun sonra da
“devrim”den söz ettiler, devrimcileri anlattılar bana ve eklediler, “Artık
başka kitaplar da okuman gerek!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir sürü kitap getirmişler, Gorki’nin
Ana’sı, Ve Çeliğe Su Verildi, Felsefenin Temel İlkeleri, Nazım Hikmet şiirleri…
Bir de yanlarında “Fikret Otyam!” diye bir adamın birkaç kitabı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Tekrar tekrar okuyup duruyorlar. Kitaplar
hep Urfa’dan söz ediyor. Şimdiye kadar hiç birini okumamışım ve kızlar
okumadığım şeylerden sormaya başladılar!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Harran’a nasıl gideriz?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Kolay, gideriz…”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Oradan da Sogmatar’a gider miyiz?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Neresi orası ki bilmiyorum!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Bak haritada hemen Harran’ın yanında
görünüyor!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Eee o zaman kolay, Harran’a gitmişken
oraya da gideriz.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Ya Şuayip şehrine?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“……………..”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Ceylanpınar’a ceylanları görmeye de gider
miyiz?”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Yog orası uzak, hem ben hiç gitmedim ki!”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kızların fotoğraf makineleri var, durmadan
fotoğraf çekiyorlar… Günlerce saatlerce geziyoruz Urfa’yı, Harran’ı, Şuayip
şehrini, Sogmatar’ı… Babam gezmemize değil de kızlarla sarmaş dolaş olmamıza
fısır fısır konuşmamıza bir anlam veremiyor, “Hiç ateşle barut yan yana olur
mu?” diyor. “Geri kafalı diyorum” içimden.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Üvey annemse Urfalılar’ın misafir
ağırlarken yaptıkları en ağır ve zahmetli yemekleri yapıyor: İçli kifte,
boranı, tiritli kifte! Bazen de ağzı açık, ağzı yumuk. Fırına daraklık
götürdüğüm de oluyor kıymalı da; havanın güzel olduğu günlerde de terasa yer
sofrası serip yımırtalı kifte yiyoruz Harran’a karşı! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir gün misafirler geldiği gibi gitti. Çok
şeyler öğrendim onlardan çok şeylere de umutlandım. seneye görüşmek dileğiyle
Sözleştik<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Haziran bitip sınıfı da geçince kardeşimle
İstanbul’a gitmek bize “mükafat” oldu. O gezip tozdu bense kızlarla sabah akşam
çay bahçelerindeydim, Moda’da, Bomonti’de… <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Okuyoruz durmadan okuyoruz… Arada
kitaplardan başımı kaldırıp aşağıya denize, Kadınlar Plajı’na bakıyorum göz
ucu… Tahtadan kazıkların üstünde bir sürü soyunma kabini… Dört bir etraf kabin…
Ortası deniz! Kabinlerin önünde kadınlar, genç kızlar güneşleniyor; arada da
denize batıp çıkıp tekrar tahtaların üstüne seriliyorlar… Bazen sandallar
yaklaşıyor Kadınlar Plajı’na, bekçiler hemen düdüklerine asılıp gelenleri<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kovalıyor; ben de kitabıma geri dönüyorum:
Diyalektik Materyalizm!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bazen biz de denize gidiyoruz! Zaten nedir
ki Şifa’dan yürü, iki adımda Kurbağalı Dere’desin sonra Kalamış kumsalı ve
Todori. Kızların iskelede pancar motor takılı bir küçük bir kayığı var;Pıtır
pıtır Fenerbahçe önlerine geliyoruz, askerler kovalamazsa Orduevi’nin önünden
yoksa Demiryolları Kampı’nın açığından denize giriyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yaz iyice kendini gösteriyor İstanbul’da…
Getirdiğim giysiler öyle “pek matah” şeyler değil hem “devrimci kıyafeti” hiç
değil! Kapalıçarşı’ya gidiyoruz… Kamyon brandası kalınlığına yakın bir kumaş
alıyor kızlar, haki renk, pantolon için… Cepsiz bir pantolonum oluyor sonunda,
üstümden hiç çıkarmıyorum! Bir de yeşile boyanmış yakasız fanila giyince iyice
devrimcilere benziyorum! Ayaklarıma da Urfa’dan alınmış kırmızı yemeniler
giyiyorum.! ‘’Bu pek devrimcilerin giyeceği bir şey değil ya neyse!’’ diyorum
içimden<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bazı günler kızlarla akademiye gidiyorum.
Onlar koridorlarda kaybolunca beni bir arkadaşlarına emanet ediyorlar: Hasan
Abi! Dehşetli bir adam bu “abi!” Kıçında benimkine benzer bir pantolon,
sırtında da yine benimkinin eşi bir fanila haki, belli ki kızların marifeti!
Bir de bıyığı var ki “Tam devrimci bıyığı!” benimki onun yanında “pisik teli!” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Konuşkan bir adamdı Hasan Abi, her şeyden
söz ederdi kafası estiğinde hele aşktan ve kadınlardan söz edince mest olurdum.
Çünkü herkesin bilip de bilmezden geldiğini o bilir, “yok” saymazdı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Hiç “devrimci”ye benzemezdi ki bir kere.
Bazen beni alıp Fındıklı Yokuşu’nda bir yerlere götürürdü bira içmeye. Kimi gün
sabah sabah kimisinde biraz daha vakitlice! O konuşur ben dinlerdim o konuşur
ben dinlerdim, ağzından bal akardı sanki… Sonunda onu dinleye dinleye sabah
akşam bira içe içe hayatımın geri kalanında da sürecek “güzel” bir alışkanlık
edindim: Bira! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">O yıl Urfa’ya mart sanki erken geldi.
Gelirken de hiç görmediğim yaşamadığım, kırkikindi yağmurlarını getirdi ki
dinmek bilmiyor. Tam adına yakışır gibi yağıyor, kırk gün, hep ikindide! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bazı günler Tektek Dağları’ndan geliyor
kara bulutlar, bir başka gün Harran Ovası’ndan bir gün de Karacadağ’dan, canı
isterse Akabe Boğazı’ndan! Bir anda gökyüzünü bulutlar kaplıyor; sanki çok
aceleleri varmış da bir yerlere yetişecekmişler gibi yüklerini çabucak boşaltıp
geldikleri gibi yine koştura koştura gidiyorlar! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">“Madem kırkikindiler bu kadar güzel
yağıyor, kaldırdıkları toprağın kokusu bu kadar da hoş, bu keyfin keyfini
çıkarmak gerek” diyorum ve misafir odasından çalıp da sakladığım Bahar
paketinden bir sigara yakıyorum yedinci katta, bulutlara yakın. Dalıp gidiyorum
bazen uzaktaki dağlara kimi kez yanı başıma mezarlığa, bazen de aşkıma!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Gök gürledi yağmur yağıyor bir nefes, gök
gürlemeye devam ediyor yağmur da kesilmedi hadi bir nefes daha derken derken
sonunda birkaç günde becerdim sigara içebilmeyi! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bize geceleri dışarı çıkmak yasaktı.
Sinemaya, kahveye “öyle olur olmaz yerlere” gidemezdik. “Urfa’da oğlan çocuğu
yetiştirmek kız çocuğu yetiştirmekten zordur! Hele bir yaşıyızı başıyızı alın,
bilegiyiz zor bükülür olsun o zaman gidersiz!” derdi babam. Ancak artık dışarı
çıkma yaşına gelmiş, “Yetişme çağımızı Allaha şükür, kazasız belasız atlatmış
şeyimize şey değdirtmemiştik yani. Ancak babam nereden bilecekti ki “asıl film”
şimdi başlıyor, otuz iki kısım tekmili birden…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Küçük kardeşim yani “babamın belalısı”,
küçüklüğünde o kadar haylazdı o kadar ele avuca sığmazdı ki ne sille tokat ne
hortum ne odun kar eder ne de evin bodrum katına kapamak! Ancak gel gör ki
şimdi durulmuştu. Sabah okuluna gidiyor, öğlenden sonra da antrenmana; sigara
içilen kahvelerden uzak duruyor arada bir bilardo ya da masatenisi oynamak için
oyun salonlarına gidiyordu, o kadar! Üstelik akşamları evden çıkmıyor,
“zararlı” kitaplar okumuyor, erken de yatıyordu. Biraz saçı uzundu, “Ama Allah
için iyi giyiniyordu, nerdeyse ben!” diyordu babam. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Gel gelelim o “halim selim, söz dinleyen”,
amcalarının sıra gecelerinden, köy gezmelerinden, çarşı pazarda yaptıkları
saatler süren politik sohbetlerden eksik olmayan “büyük oğlan” sigara içiyor,
durmadan okuyor, “ayağında bir asker postalı, kıçında boktan bir pantolon,
sırtında da parka, adamdan çok, anarşist”e benziyordu! Babam pek bozuluyordu bu
duruma ama ses etmiyordu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Gece çıkma huyları edinmiş, ki ona göre
“izbe” kimselerin gitmediği bir kahveye dadanmıştım. Üç beş adam birkaç da
çocuk bir sobanın etrafında saatlerce ne konuşur ne halt ederlerdi anlamıyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Babamın bozulduğu kahve Hadi’nindi. Hadi,
Urfa’nın ilk komünistlerinden! Daha doğrusu o öyle diyordu biz de ses
etmiyorduk. Doğruydu da sanki; Urfa o vakte kadar nereden komünist görecek?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kahvede öyle pek kimseler bulunmazdı!
Gelen giden toplasan toplasan Cello, Kelo bir de canım Ayubo! Hadi, iyi dama
biliyor hatta kendisini yenen yok ama bizimle oynamıyor! “İşiniz mi yok, kitap
okuyun, okuduklarınızı birbirinize anlatın” diyor. Kahvede çay içiyoruz,
paramız varsa ödüyoruz bir kaç kuruş, yoksa Hadi bizden para almıyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kışsa aylardan odun bulursak kahvenin
sobasını yakıyoruz, paramız yoksa eğer, o zaman da parkalarımıza sarılıp
oturuyoruz. Aylar bahara yaza denk gelmişse, kahvenin önüne kuruluyoruz. Gelen
geçen pis pis bakıyor, Hadi’nin kahvesi “komonist kahvesi” ya, oturanlar da
“komonist!” tabii ki!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Biz kendimize pek komünist demiyoruz.
Soran olursa,“Devrimciyiz, solcuyuz” diyoruz. Bir de çok okuyoruz. Zaten biz
okumazsak Hadi bizi rahat bırakmıyor ki! Ya Felsefenin Temel İlkeleri’nden
imtihan ediyor ya da kendi bellediklerinden. Kafamızın belleyemediği kısımlarda
“çelişki” meselesinde, “materyalizm”de örnek üzerine örnek verip zihnimizi
açmaya çalışıyor!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kahvede daha çok sohbet ediyoruz, gelen
yeni arkadaşlara “bildiklerimizi” anlatıyoruz ancak okuma faslının en yoğununu,
gece eve gittiğimizde gerçekleştiriyoruz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Her seferinde eve ya parkamın cebinde ya
da “Babam zinhar görmesin” diye düşündüklerimi pantolon kemerinin arasında
taşıyordum. En görülmeyecekleri de kaşla göz arasında apartmanın terasında baca
delikleri mi olur çatlaklar mı olur nereyi bulursam oraya dürtüyordum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Ayubo’yla “okuma ve tartışma” toplantıları
yapardık ama “teori”yi öğrenmek zordu, biz de sıkıldığımızda hülyalarla,
“pratiğin dağları”na kaçıp can vermek isterdik! Ancak ne kaçabildik “dağlara”
ne teoriyi öğrenebildim kendi adıma! Ayubo ise yıllar yıllar sonra bir gün,
“derin” bir vuruşla can verdi kendi dükkanının önünde!<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Aklımda
kalan tırşik!<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Ayubo yemeyi içmeyi severdi; bulduğumuzda
da yer içerdik! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Köyünde peynir ekmek yedik, “karnımız
doysun” diye, kuyudan su çektik “hemen içelim acımasın” diye; gurbette gazete
kağıdı üstünden kadeh tokuşturup denize girdik, “ayılalım” diye ama hiç
“tırşik” yemedik karşılıklı! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Oysa “yemek” denince aklına ilk “tırşik”
gelirdi Ayubo’nun, “en sevdiği yemek” diye!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Şimdilerde onca değişik “tırşik” tarifi
arasından onun aklımda kalan “tırşik”ini pişiriyorum! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Kuzu etine kendi suyunu çektirtip, yağında
kavurarak, bir iki baş soğan doğruyorum içlerine sonra da iri iri yaz
frenklerini aralarına katıp fazla eritmeden; iki habbe de şeker, tuzdan önce. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>“Yoğun okuma ve eğitim dönemi”yle birlikte
sonunda lise bitti. Üniversite sınavı için kardeşimle birlikte İstanbul’un yolu
bir kez daha gözüktü. Bir tanıdık kamyon sahibi İstanbul’a yük taşıyordu, bir
seferine bizi de kattı, düştük yollara...<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yalnız bir sorunumuz vardı ki o da
İstanbul’da kalacak yerimizin olmayışıydı! Tek tanıdığımız kızlardı, onların da
her biri bir yerde. Sonunda Urfa’daki bir yoldaş, İstanbul’daki bir yoldaşın
adını verdi, iner inmez gidip onu bulacağız ki gündüz işimizi halledelim akşam
da bir yerde başımızı yastığa koyalım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">İstanbul’a kazasız belasız vardık, gidip
yoldaşı da bulduk. Kalkıp gittik<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Fatih’te bir eve. Ev dediğimiz tek katlı bir gecekondu, bir benzin
istasyonunun karşısında. Elindeki anahtarla kapıyı açtı yoldaş ki evde elektrik
yok, su yok ama yerde betonun üstünde iki kişilik bir yatak var bir de üstünde
yorgan. “Aylardan yaz, başka neye ihtiyacımız olur ki!” dedik, akşam gelmek
üzere vurduk kapıyı çıktık. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">İstanbul yine güzeldi, gezilecek görülecek
de o kadar çok yeri vardı ki! Ancak önce Beyoğlu… Taşradan gelen için Beyoğlu,
“İstanbul’un Kabesi!” sayılırdı. Tünel’den girerdik İstiklal’e, Taksim’den
çıkardık. “Hadi biraz parkta soluklanalım” der sonra tekrar Tünel’e, oradan
Yüksekkaldırım’a oradan Kerhane’deki parasız seyre! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Dolaştık durduk bütün gün boyu sonunda
yorulduk, Köprü’de balık ekmekle karnımızı doyurduk, yürüyerek kalacağımız eve
vardık. Ancak evde elektrik ve su yok! Biz de karşıdaki benzincide elimizi
yüzümüzü yıkadık, ardından da girdik yerdeki çift kişilik yatağın içine!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Yorgunluktan olacak, hemen uyumuşuz. Gecenin
bir vakti bir inleme duydum ki, “Abe uyuyamıyorum!” diyor. “Ne var?” dedim,
“Yorganı üstüme her çektiğimde bir tarafı yırtılıyor, döndüğümde de yatak!
Sonra kızmasınlar bize?” dedi kardeşim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Karanlıkta yorganı görerek denetlemenin
olanağı yok... Ben de çektim bir kenarından. Sahi “Cırttt cırttt” diye sesler
geliyor emanet yorgandan… Bir daha çekiyorsun yine, “Cırtt cırtttt!” Anlaşıldı
ki altımızdaki yatak da üstümüzdeki yorgan da rutubetten çürümüş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sabah imtihan var uyumamız lazım ama
uyuyunca da sağa sola dönüyoruz yatak yorgan yırtılıyor. Baktık olacak gibi
değil tekrar kafamızı yastığa koyduk, gözlerimizi de karanlığa dikip fazla
“Cırttt cırt” sesi çıkarmadan sabah erken olsun diye dua ettik!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Sonunda sabah oldu. Yine benzincide
elimizi yüzümüzü yıkadık, ayıldık. Ardından da sınava giriş belgelerimizdeki
okulun yolunu tuttuk.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Ayrı ayrı sınıflarda sınava girdik,
çıkınca ilk iş olarak yoldaşı bulduk, anahtarını verdik. Akşam da Cesur
Turizm’in “sayın yolcuları” olarak koltuklarımıza kurulduk ki ancak ilk yemek
ve ihtiyaç molasında, Bolu’da uyandık!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir iki ay geçti geçmedi üniversite sınav
sonuçları geldi ki, durum iyi. Bir sevinç bir sevinç! Ancak babamız baştan
söyleyeceğini söyledi ve kestirip attı: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Benim elimden bir şey gelmez. Giderseniz
kendi başınızın çaresine bakarsınız!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Babamız ‘’Nev-i şahsına münhasır adam’’ derler ya tam
da öyle bir adamdı; bir de biz çocukları söz konusu olunca davranışlarındaki
farklılığı anlamlandıramazdınız. Bir bakarsınız çocuğunun öldürülmesinden
korkan hemen can güvenliğini sağlamak için çare arayan; ‘’Al bu silahı seni
öldüreceklerine sen öldür’’ diyen; nitekim bunu bana iki kez yaptı; bir başka
zaman da yukarıdaki sözleri söyleyen adamdı. Daha birçok anlamlandıramadığınız
davranışı olurdu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir bakarsınız karşınızda emekli ikramiyesiyle kuşları
rahat etsin serbestçe uçabilsinler” diye yedi katlı bir apartmanın
merdivenlerini çıkmayı göze alarak bir ev satın almış bir adam…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir bakarsınız gün gelmiş ailesi için mezar yeri almış
bir adam.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Bir başka zaman da kendisinden oy isteyen belediye
başkanına’’ Kerhaneyi kapattın, gençler nereye gidecek? Tekrar açarsan sana oy
veririm’’ diyen adam.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt;">Babamızın annesi, kardeşi, kardeşinin oğlu hepsi kalp
kriziyle ölmüştü. O da bir akşam gece uykusu için girdiği yatağından<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bir daha kalkamadı! Onun adına sevinmiştim;
çünkü temiz kimseye yük olmadan gelen bir ölümdü onunki ve böyle de bir ölüm
isterdi!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<br />Mehmet Saraçhttp://www.blogger.com/profile/03878873366936043590noreply@blogger.com0